” Yeni Yüzyılın Sihirli Kelimesi: Bilgi “
Başlık bu olacaktı aslında…
1- Bilgi erdemdir.
2- Hiç kimse bilerek kötülükte bulunmaz.
Birbirinden ayrılmayan bu iki görüşte Sokrat, burada erdem saydığı bilginin “insanın kendisini bilmesi” olduğunu anlatmak istemektedir. Erdem bilgi ise, erdemsizlik bilgi noksanlığından kaynaklanır ve hatayı doğurur. Hata ise her zaman bilmeyerek yapılır. Kötülük bir hatadan, bilgisizlikten doğar. Kötülük aynı zamanda kişinin mutluluğu yanlış yerde aramasından kaynaklanır. Kötülük yapmak, yani yanılmak, gerçek değerlerin yerine yalancı değerleri koymaktan kaynaklanır. Değerlerin sahtelerini görüp anlayan ve bunların yerine gerçek değerleri koyan insan, hiçbir zaman kötülük yapamaz. Bir başka biçimde söylersek: Gerçekten istenmesi gereken ile kaçınılması gerekeni, ya da korkulmayacak şeyle korkulması gereken şeyi birbirinden ayırt etmeyi “bilmek” gerekir. (alıntı ama nereden olduğunu bulamadım.)
Bence de çağımızda bilgi erdemdir öyle ki en erdemli insan bile eğer gerçekten de erdemliyse bilmediği şeylerin olduğunu biliyordur. Bir düşünsenize bildikleriniz bilinenlerin kaçta kaçı? Benim adım ne, nerede yaşıyorum, nasıl bir suratım var? Bunları biliyor musunuz, peki bilseniz ne olurdu ki? Söylemek isteğim çağımızda insanları birbirine yakınlaştıran aletler sayesinde bilmediğimiz çok şeyin var olduğunun farkına varmış olmamız. Ama kısıtlı yaşamımızda tabi ki her şeyi bilemeyiz. Buna ne kafa ne de zaman dayanır. Peki ama ne yapmalı? Okullarda bize öğretilenler tabi ki yetersiz. Kitap veya dergi vb. okuma, sosyalleşme denen şeyler okulun, ailenin bize katamadığını katan farklı bilgi kaynakları değiller mi? Çevrenize bir bakın ne kadar çok bilgi kaynağı var. Eğer göremediyseniz küçük bir çocuğu izleyin. Onun için etrafındakilern hepsi birer bilgidir ve o merakından etrafındakilere sorar durur. Çevresi bigilerden ve öğretmenlerden oluşur.
O bile sadece merak ettiklerini soruyor ve sonuçta bir şekilde merak etmediklerni elemiş oluyor. Peki biz hangi bilgileri öğrenmemiz gerektiğine nasıl bir yöntemle öğrenebiliriz. İlk akla gelen yarara göre olması var mesela; ama bunun bile yetersiz kaldığı birçok yön var. Mesela ileride hangi bilginin bize yararlı olucağını nasıl bilibiliriz? Somut bir örnekle meslek seçimi olayı. Ben ne olacağımı ne yapacağımı bilmeliyim ki onun bilgilerini alayım. Peki yaşamadan hangi mesleğin daha uygun olduğunu nasıl bileyim, resimli kitapçıklardan okuyarak mı? Önce üniversiteye gidip bilgiyi alıyoruz sonra o bilgileri kullanacamız bir iş arıyoruz bence.
Bilen kötülükten uzak durur kendini güçlü kılar desem yanlış mı olur acaba? Çünkü burada da aklıma ülke boyutunda Amerika gelmiyor değil. Gerçekten de kötülükten uzak duruyor mu acaba? Demek ki diyorum oralıların da bilmediği şeyler az değil, en azından insanlık adına. Mesele çok yönlü olmaktan geçiyor herhalde biraz da. Yani teknoliyi aşmışken sanatta geri kalmamak gibi mesela. Ama burada da şöyle bir tezat çıkıyor karşımıza: Felsefeden doğal bilimlerin doğmasını hatırlayın. İnsanlar her şeyle aynı anda uğraşamayınca dallara “bölünüyorlar”. Eğer ben teknolojide ilerleyeceksem sanatı feda etmeliyim. Peki ya teknoloji için sanat gerekliyse ki nitekim de adamlar tutturmuş bi silikon işlemci gidiyor, daha farklı teknolojileri sadece duyuyoruz önümüze gelen bir şey yok. Yaratıcılık ölüyor mu yoksa?
Sonuçta ben şöyle bir kanıya vardım: Sizin benim adımı, yaşamımı bilmeniz bile önemli belki o zaman benim neden böyle bir yazı yazdığımı yorumlayabilir ve yazıdan aldığınız bazı verileri kişilik taşlarınıza daha iyi oturtabilirsiniz. Peki biz nasıl bilebildiğimiz kadar çok şey bilebiliriz, en iyi öğrenme yolu nedir? Diyelim ki “okumak” öğrenmek için en iyi yöntem ve siz -en erdemli insan olmak için değil- kendinizi en erdemli halinize getirmek için durmadan okudunuz ve başka hiçbirşey yapmadınız. 50 yaşınıza gelip bir bilge oldunuz, erdiniz de anca birkaç insan yüzü gördünüz ki tüm insanların erdemli olmaya çalışıp kendilerini okumaya verdiğini düşünürsek onları da göremiyceksiniz. Ben buna yaşamadan ölmek derim.
O zaman biz yaşamak için okumayalım mı? Bence bu da değil: Kendime bir hayat felsefesi buldum. Asla bir şeye kendini fazlasıyla verme ne erdeme ne yaşamaya ne ölüme ne bu siteye ne bir arkadaşına kendine bile. Ama yine de en değerli varlığın kendin ol ve en sevdiklerini de ya kendinden bir parça yap ya da kendile eşitle. Bu bencillik boyutunda değil tabi kendine saygı anlamında. Sınırlardan uzak dur. Öyle ki bu hayat felsefene bile çok güvenme, hiçbir şey kesin değil. Çok esnek oldu bu düşünce.
Not olarak da şunu belirtmek isterim ki yazının farklı farkı konulardan oluştuğunda karar kıldım ve her başlık farklı bir yazı olarak genişletilebilir.