Cadıların ne olduklarını ve ne yaptıklarını bilmeyeniniz yoktur herhalde… Ben karacadılıkla suçlanana kadar açıkcası cadılarla pek fazla ilgilenmiyordum, hatta büyü kavramı benden tamamiyle uzaktı. Yapanı şiddetle kınar ve yoluma devam ederdim. Nerden bilebilirdim ki seçimlerimin beni yönlendirdiği ruhsal gelişim yolculuğumda bir gün karacadı olarak ilan edilip, ateşe atılarak yakılmak isteneceğim… Oysa ki zaten seçtiğim yola yaşamın binbir türlü zorluklarını aşarak, yanarak ve dönerek ilerlemiştim.

Yanadöne ilerleyen yanmaktan korkar mıydı? Ya da bu yangın bilgimizin dışında başka bir şey miydi?

Bunlar kafamı kurcalarken birden yeni bir şeyi daha keşfettim: Karacadı olarak suçlanırsanız, doğal olarak bunun uzantısı da karabüyü yapmakla suçlanmanızdır elbette. Karacadıların karalık dışında herhangi bir renkle uğraşması elbette ki doğasına aykırı olacaktır. Karacadı olmayı başardığım yetmiyormuş gibi, bir de karabüyülerle uğraşmam gerektiği düşüncesi bana açıkcası enteresan gelmişti. Bu karabüyü denen meret nasıl yapılırdı, yapıldığında başarı oranı neydi, sonucunda tanrı tarafından cehennemin bütün derin kuyularına sırasıyla atılarak yakılma da bunun peşisıra mı gelecekti? Yoksa bütün bunların sonucu yaşamda edinilen üstünlük ve zafer duygusu muydu sadece?

Bütün bunların üstüne uzun uzun düşünmek durumunda kaldım; çünkü eğer ben karacadı olmayı gerçekten başarabilirsem, yapacağım bir karabüyüyle dünyadaki zararlı insanları temizleme şansım olabilirdi…
Ama bu noktada bu karar iyi ve hoştu da, bütün bunları yapabilecek herhangi bir donanımımın olmaması beni düşündürüyordu.

Uzaktan bir göz yanılsaması mı oluşmuştu kendilerinde acaba?

Ama bunun önemli olmadığına insanın isterse herşeyi başarabileceğine olan inancımı harekete geçirmemin, bu iddiayı gerçek ve geçerli kılabileceğine karar verdim. Bunun için bir yerden başlamam gerekiyordu; ben de ne kadar cadılıkla ilgili kitap ve film varsa onları alıp okuyarak ve izleyerek kendimi bu yönde geliştirmeye karar verdim. Ama nedense okuduğum bütün kitaplardaki ve izlediğim bütün filmlerdeki cadılar çok komikti. Bir asılsızlık, bir saçmalık hüküm sürüyordu adeta; insanın hayal gücü karışmıştı sanki devreye… Ordaki cadıların yaptıklarının reel olarak adlandırdığımız yaşam içindeki bütün insanlar tarafından bilinçli ya da bilinçsiz yapıldığını ama nedense ordaki sonucu vermediğini anladım. O zaman bu işte gene bir yanlışlık olduğuna kanaat getirdim. Ya hep beraber “karacadılar” dık ya da karacadı diye bir şey yoktu; sadece ithamlar ve asılsız suçlamalar vardı. Ama düşününce herkesin birer karacadı olduğu fikri bana daha yakın geldi. Çünkü dünyada ilk insanın ortaya çıkışından bugüne dek, insandaki hırsın, yaşama tutunma ve var olma savaşının, hatta savaşların hiç bitmediği ve hatta artarak devam ettiği gözönüne alındığında, o zaman filmlerdekinin aksine hepimiz birer insan kılığına girmiş cadılardık. Ama nedense hep karşımızdakilerin cadı bizlerinse insan olduğunu iddia ediyorduk. Bu da gücümüze ket vuruyordu belki de…Belki de bu gerçeği kabul ettiğimizde elimizde ya da içimizde bulunan gücü yıkmak için değil, yapmak için kullanabilecektik.

İşin ilginci erkek egemen düzen içinde sisteme karşı çıkan kadınların karacadı olarak ilan edilmesi ya da düzenin akışını değiştirmeye uğraşan kadınların cadı olarak suçlanması enteresandı. Var olan sistemin var olduğu şekilde gitmesi halinde, neler olabileceğini söyleyenler ise nedense hep kahin olarak anılıyordu ve bunlar hep erkekti. Gerçi kahinlere de pek sıcak bakılmıyordu, değerleri –erkek olmaları sebebiyle sisteme daha uyumlu olmaları yüzünden güçlü öngörüleri olması sebebiyle- yıllar sonra anlaşılıyordu, hatta itibarları iade ediliyordu kendilerine ama cadı olanlara sistem daha şiddetli tepkiler veriyordu. Onları yakıp kurtuluyorlardı; kadın olmaları sebebiyle erkek sisteme uyumsuz olduklarından herhangi bir itibar iadesi de elde edemiyorlardı elbette…

O zaman bu işte bir bit yeniği olduğuna karar verdim. Bu kez cadı hatta karacadı kelimesi kulağıma hiç de kötü gelmemeye başladı. Çünkü cadılıkta bir güç unsuru öne çıkıyordu sessizce. Ve sistemi dehşetle ürkütüyordu.

“Kadının gücü…”

İşte o anda karacadı olmak fikri çok hoşuma gitti ve yepyeni bir karar alarak hayata geçirmeye karar verdim. Ve bir sabah kendime bir karabüyü yaptım.
İlk kez o sabah aynaya bakıp gördüğüm “ben”e “günaydın karacadı” diyerek, kendimi selamladım.

İşte o ilk selamı verdiğimde umutsuzluktan düşmüş hatta yerlerde sürünen yüzümde birden gülücükler açtı, yaşam enerjim canlandı ve o anda herşeyi anladım:

“İşte dedim, ne kadar haklılarmış, işte karabüyünün gücü, işte kadının gücü…”

Yanmak ya da yakılmak kimin umurunda, gücünü farkettikten sonra…

Aylin Yabanoğlu

21.10.1966 yılında Trabzon da dünyaya geldim. Çocukluğumda sanata çok fazla meyli ve yeteneği olan biriyken okumaya olan düşkünlüğüm ve gelişmiş bir adalet anlayışına sahip olmam sonucu Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdim. Yüksek öğrenimimi 1989 yılında tamamladım. Meslek olarak avukatlığı seçmem sonucu oldukça maceralı bir avukatlık hayatım oldu. Ara verdiğim dönemlerde kendi çapımda şiirlerim, denemelerim, kısa öykülerim ve bazen de resim çalışmalarım oldu. Bu süreçte de manevi dünyayı ve kendimi tanıma arzum yüzünden çıktığım yolculukta astroloji, psikoloji, felsefe derken en sonunda spiritüalizme kadar varan noktada her anım oldukça renkli olaylara sahne oldu.