Mısır’a giden ve piramitleri gören hemen herkesin aklına gelen ilk soru şudur: “Hay canına yandığım, bunları nasıl yapmış bu adamlar?” Resmi tarihe göre Keops Piramidi, Firavun Khufu’nun mezarı olarak inşa edilmiştir ve nasıl yapıldığına dair açıklamalar hep bu yöndedir; ama piramitleri gözünüzle gördüğünüzde, özellikle Keops ve Kefren Piramitleri’nin diğer tüm piramitlerden farklı olduğunu anlarsınız. Sonra bir de sizi ilk piramit olarak kabul edilen Sakkara’ya götürürler ve derler ki “İmhotep ilk piramit olarak bunu yaptı ve aradan yaklaşık 90 sene geçtikten sonra da Mısırlılar, Büyük Piramit’i inşa ettiler.” Fakat bakarsınız ki Sakkara Piramiti dediğiniz yapı, Büyük Piramit’in yanında kerpiçten ev gibi birşey. Aralarındaki teknoloji farkını görmek için illa mimar, mühendis olmanıza gerek yok; her şey kabak gibi ortada ve resmi tarih bizleri, Mısırlılar’ın yaklaşık 90 sene içinde “Büyük Piramit”i inşa edebilecek düzeye geldiklerine inandırmaya çalışıyor. Yemezler arkadaş! Hele ki Büyük Piramit’in içine girip, o pürüzsüz duvarları, holleri ve odaları gördüğünüzde; burasının öyle yaptık rampayı dizdik taşları, oldu sana piramit şeklinde yapılamayacağını anlıyorsunuz. Peki o zaman kimler yaptı burasını? Uzaylılar mı? Bence hayır, gayet insan yapısı; ama henüz bizler için efsanelerde yaşayan, tanışmadığımız insanların üretimi. Daha da ilerisi, bu iki piramiti gördüğümde, adını hatırlamadığım bir kaynakta okuduğum ve pek de uçuk gelmeyen bir cümle aklıma geldi: “Keops ve Kefren piramidini Mısırlılar yapmadılar. Onlar bu topraklara geldiklerinde bu iki piramidi karşılarında buldular ve bunları taklit ederek kendi piramitlerini inşa ettiler…”
Inventory Stela
Burak Eldem’in “2012: Marduk’la Randevu” kitabında, bir konuyu araştırma ve incelemeye dair beni çok etkilemiş bir örnek vardır. Eldem, basketboldan örnek verir ve der ki: “Tek ayağınız sabit olsun ve o ayağınızı bilimin üzerine koyun, ama diğer ayağınız serbest kalsın ki dönüp potaya atış yapabilesiniz.” Bu bakış açısı, ayağı yere sağlam basan, ama bir yandan da kendini her türlü düşünceye, olaya, oluşa açması açısından insanı sınırlamayan, enfes bir anlatı. Ben de biraz bunu deneyeceğim ama sanırım anlatacaklarımın pek bilimsel karşılığı yok, bu yüzden birileri kalkıp da “hatalı yürüme” yapıyorsun derse gücenmem.
“Saklı Tarihin İzinde” turuyla Mısır’ı gezerken Burak Eldem, Büyük Piramit’e geldiğimizde, bizlere “Inventory Stela” adlı tabletten bahsetti. Bu tablet, 1850’lerde Auguste Mariette tarafından Büyük Piramit’in yanındaki İsis Tapınağı’nda bulunmuş. Tablette, Büyük Piramit ve Sfenks’in Firavun Khufu’dan çok daha önce varolduğunu belirten ifadeler yer alıyor, hatta Sfenks’in piramitlerden de yaşlı olduğu anlamına gelen ifadeler yer alıyor. (Tablet hakkında internette birçok kaynak mevcut) Tabii ki Egiptologlar, bu tabletin tamamen düzmece olduğunu söylüyorlar; nasıl söylemesinler ki? Siz yıllarınızı bir bilime adayacaksınız, sonra bir tablet çıkacak diyecek ki, öğrendiklerinizin hepsi yanlış; her şeyin baştan aşağı değişmesi gerekiyor. Kabul edebilir misiniz bu durumu?
Ley Hatlarının Üstünde
İşte şimdi uçuş başlıyor. Kimler, nasıl yaptı sorusundan önce, Büyük Piramit hangi amaçla yapılmıştı ondan bahsedelim biraz.
Bizler artık unutmuş olsak da, Dünya gezegeni üzerinde “ley hatları” adı verilen bölgeler mevcut. Dünya’nın ruhsal meridyenleri diyebileceğimiz bu bölgelerden, ruhsal enerji dünyayla bütünleşiyor, bir nevi dünyamızın ruhani olarak enerjilendirilmesi sağlanıyor. Akupunkturla ilgilenenler iyi bilirler ki o iğneler, vücuttaki özel noktalara sokulurlar. Bu noktaların her birinin, bedenin çeşitli bölgeleriyle ilgileri vardır ve özellikle de Doğu tıbbı uygulayıcılarının iyi bildiği bu bölgelere, “vücut meridyenleri” adı verilir. Dünyamız da, bizler gibi yaşayan bir organizmadır aslında (Bkz. Gaia Hipotezi, James Lovelock, 1979) ve bu organizmanın da tıpkı insan bedeninde olduğu gibi “ruhsal meridyenleri” (ley hatları) vardır. Kadim uygarlıklar, şehirlerini ve tapınaklarını da ley hatlarına göre kurmuşlardır. Büyük Piramit de, Giza’nın altından geçen ley hattının üzerine kondurulmuş ve dünyanın enerjisel dengesini sağlamaya yardımcı bir yapıdır, tıpkı dünyanın birçok farklı bölgesinde karşılaştığımız ve gizemleri çözülememiş birçok anıtın olduğu gibi. Bu yapılar aslında, Dünya’nın bedenine sokulmuş akupunktur iğneleridir. Nitekim Büyük Piramit’in içine girdiğinizde hissettiğiniz enerji yoğunluğundan da, burada sıra dışı bir enerji akışı olduğunu rahatlıkla hissedebilirsiniz.
Büyük Piramit, aynı zamanda bir inisiyasyon merkezidir. Yani insanlığın varoluşuna dair kadim ezoterik öğretilerin, seçilmiş bazı öğrencilere aktarıldığı, bu aktarımdan önce de öğrencinin bir çeşit törenle kutsanıp, aydınlatıldığı törensel mekandır. İnanç ve bilim tarihinden tanıdığımız birçok ismin, aslında bu piramitteki inisiyasyonlardan geçtiğine dair bilgiler çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Tabii insanın aklına şu soru geliyor: “Kardeşim madem böyleydi de neden ispatlanamıyor veya kaynak yok adam gibi bunlara dair?” Aslında kaynaklar vardı, ama kütüphaneleri yakmaya, bilgileri yok etmeye; bu şekilde de iktidarlarının devamını sağlamaya yönelik hareket eden insanlar tarih boyunca hep var oldular ve ellerinden geldiğince de kadim öğretilerin kökünü kazımaya çalıştılar. Birçok bilgi yok edildi, kurtarılabilenler ise gizlendiler ve öğreti de “yeraltına çekilip” sadece belli kişilere aktarıldı ki farklı adlarla karşımıza çıkan “gizli ezoterik örgütler”in temelinde bu durum yatmakta.
Sonik Enerji Bilimi
Piramitlerin yapılışına dair en uçuk ama bir o kadar da neden olmasın dedirten yöntemi bir Arap efsanesinde okuyoruz: Bu efsaneye göre dev taş bloklar, bir rahibin, elindeki asayı üzerlerine vurması ile ağırlıklarını yitiriyor, tüy kadar hafif olarak havada hareket ettirilebiliyor ve tam yerlerine yerleştiriliyorlardı. Burada ifade edilen, günümüz teknolojisinin henüz ulaşamadığı, Sonik Enerji biliminin, inşaatlarda kullanımıdır. Babil tabletlerinde de, taşların kaldırılmasında, sesin kullanıldığına yönelik işaretler bulunmaktadır. (Kaynak: Ezoterik Batini Doktrinler Tarihi, Cihangir Gener) Bu teknolojiyi ben Doğulu üstatları yakından tanıyan bir arkadaşımdan duyardım, ama fantastik gelirdi gözlerimle görmediğim için. Aslında insanlığın, eski zamanlarda bu teknolojiye sahip olduğuna dair başka kaynaklar da var. Bu,” nasıl taşıdılar onca ağırlıktaki taşları?” sorusunu sordurtan anıtların yapılışını açıklayabiliyor, ama tabii ki bu teknolojinin bilimsel olarak kabullenilmesi için önce sıkı bir araştırma, sonra da “akademik onay” gerekiyor. Gerçi hoş sonik enerji, yeniden keşfedilse bile halka ne kadar açıklanır, orası şüpheli.
Ve Final…
Gelelim Büyük Piramit’i kim, ne zaman ve niye yaptırdı sorusuna. Ben bu noktada sözü sıradışı ama bir yandan da yine “acaba” dedirten açıklamasıyla Cihangir Gener’e bırakıyor ve yazımı tamamlıyorum, artık değerlendirmesi size kalmış: “…Arap filozof ve bilim adamı İbni Batuta, piramitlerin, sanatları ve bilimleri Tufandan korumak için inşa edildiklerini yazmaktadır. Bir Kıpti papirüsünde de, “piramitlerin duvarları üstüne, bilmin, gök bilminin, geometrinin, fiziğin gizleri ve çok yararlı bilgiler yazıldı” ifadesi yer almaktadır. Kıpti tarihçi Mesudi, Keops piramidinin tufandan 300 yıl önce, kadim bilgileri muhafaza etmek amacıyla, firavun Surid tarafından yapıldığını iddia etmektedir. Ancak, kadim bilgilerin üzerine yazıldığı kaplamalar zamanla yok olmuş ve bu bilgiler de yitirilmiştir…
Yunanlı tarihçi Heredot, ilk piramitlerin ve sfenks gibi birçok gizemli eserin Tufan öncesinde yapıldığını doğruluyor. Mısırlı rahipler Heredot’a, bu piramitleri, tufandan önce Mısır’ı yöneten firavun Surid döneminde, Hermes rahiplerinin, “üstatlık sırlarını” daha sonraki nesillere ulaştırmak amacıyla inşa ettiklerini ve aradan 341 nesil geçtiğini söylemişlerdir. Mısırlı rahiplerin verdiği bilgiler doğrultusunda yapılan kabaca bir hesaplama, piramitlerin, günümüzden en azından 12-13 bin yıl önce yapıldıklarını ortaya koymaktadır.