İsa’nın doğduğu sırada, o gün bilinen dünyanın büyük bir bölümü, Roma İmparatorluğunun egemenliği altındaydı.

İsa, Musa’nın öğretisinin Ezoterik yönünü yüzyıllardır bünyesinde barındıran, Esenniler arasında dünyaya geldi. Yahudilikteki dinsel yozlaşmadan uzak kalabilmek için, Esenniler Yehuda çölündeki Kumran’a çekilmişlerdi. İsa’nın bir Esenni olduğu, doğduğu tarih olduğu iddia edilen, 25 Aralık gününden de bellidir. Bu tarih, Esennilerin, Elohim adına düzenledikleri kutsal ayin günüdür (1).

1947 yılında, Kumran’da bulanan bakır levhalar üzerine el yazmaları, bu gizemli tarikat hakkında bugün bilinenlerin, en önemli kaynağını oluşturmaktadır. Esenni, İsiyim kelimesinin çoğuludur. İsiyim, İbranice’de ‘Ketum Kişi’ anlamına gelmektedir. Mezhep mensupları kendilerine, tıpkı Luvi’ler gibi, “Işığın Çocukları” derken, diğer Yahudiler dahil olmak üzere, tüm haricileri, “Karanlığın Çocukları” şeklinde tanımlarlar. Savaşa şiddetle karşı oldukları için, savaş araçları veya savaşta kullanılabilecek nitelikte herhangi bir eşyaları yoktur. Onlar için, bütün insanlar Tanrının birer tezahürüdür ve bu nedenle, “Allah’a isyan” olarak nitelendirdikleri, köleliğe karşıdırlar. Felsefeleri, ahlak, fazilet ve uhuliyet üzerine kuruludur. Yüce Tanrının, diğer tezahürleri olan hayvanları kurban etmek en büyük günahtır. Varolma sebepleri, insanlara yardım etmektir. Yardıma muhtaç olan herkesin yardımına koşarlar. Kesinlikle mal mülk edinmez, tüm varlıklarını topluluk ile paylaşırlar. Evleri, tüm mezhep üyelerine açıktır. Seyahate çıktıklarında yanlarına bir şey almazlar. Her Yahudi şehrinde, teşkilatın görevlileri bulunur ve bunların görevi, şehri ziyaret eden kardeşlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktır. Tanrı adına yemin etmek, onlar için Tanrıya hakarettir (2).

Mezhebe katılmak isteyenler, toplulukta doğmuş olsun, ya da harici olsun, kendi yaşamlarına uyum sağlayıp, sağlayamayacağını görmek için, bir yıl süreyle bekletilir. Hariciye, beyaz bir keten elbise verilir ve aralarında yaşamaya davet edilir. Yeterliliğini ispatlayan harici, aday statüsünü kazanır ve iki yıl daha bekletilir. Bu iki yılın sonunda da, iyi puan alırsa, bir tören ile mezhebe kabul edilir. Tanrı’ya hizmet edeceğine, adalet için mücadele edeceğine, hiç kimseye fenalık etmeyeceğine, mezhep mensuplarından hiçbir şeyi gizlemeyeceğine ve ölüm tehdidi altında dahi olsa, haricilere, mezhebin hiçbir sırrını açıklamayacağına yemin ettikten sonra, “Çömez” olarak topluluğa katılır. İnisiasyon üç derecelidir ve “Işığın Oğlu” adı verilen üçüncü dereceye yükselmek için, liyakat en önemli meziyettir. Ruhun ölümsüzlüğüne, vücudun tekamül için yeniden dirileceğine, ancak Kamil hale gelen müritlerin, Tanrıya ulaşabileceğine inanılır. Mezhebi, üç kişilik bir başkanlar kurulu yönetir. İdari kurul, üç kişinin başkanlığında, toplam 12 kişiden oluşur. Mevakrim adı verilen müfettişler, düzenli bir teşkilat ile, tüm Yahudi yerleşim birimlerinde temsil edilirler. Mezhebin felsefesi ve örgütlenme yapısı, Mısır Ezoterik ekolünün bir devamı gibidir (3).

Hıristiyan dininin kurucusu İsa’nın adı da, Esennilerin bir üyesi olduğunun ispatı gibidir. İsa’nın adını, İsiyim olan mezhebin adından almış olabileceği görünmektedir. İsa, 30 yaşlarında Mesih olarak ortaya çıkmadan önce, iki yıl boyunca, gezgin vaiz olarak faaliyet göstermiştir. Vaizliği öncesi yaşamı hakkında, çok az şey bilinmektedir. İsa’nın, bir peygamber olarak geleceğini bildiren Vaftizci Yahya’nın da, bir Esenni olduğu düşünülmektedir, çünkü vaftiz uygulaması da, mezhebe ait bir uygulamadır. Üstün zekası sayesinde, çok genç yaşta mezhebin en üst derecesine yükselen İsa, bununla yetinmemiş ve, dönemin en güçlü ezoterik ekollerinin yaşadığı, Hindistan ve Tibet’te öğrenim görmüştür. İsa, Esenniler tarafından reddedilmiştir, çünkü, mezhebin sırlarını, mezhep üyesi olmayanlara duyurmuştur. Bugün Kuzey Irak’ta yaşayan ve Esennilerin ardılları olduğunu ifade eden Nazaryenlere göre, İsa da bir Nazaryendir, ancak kendisine emanet edilen sırlara ihanet etmiş bir sapkındır (4).

Peki İsa’nın gerçek öğretisi günümüze, resmi Hristiyan kaynaklarınca, doğru olarak aktarılmış mıdır? Yoksa Museviliğin başına gelenler, Hristiyanlık içinde mi geçerlidir? Öğretinin Ezoterik boyutu, ne denli aktarılabilmiştir?

1958 yılında, Kudüs yakınlarında bir manastırda, 4 resmi İncilden biri kabul edilen Markos’un İncilinden, bazı bölümlerin çıkarılmış olduğuna ilişkin bir belge bulunmuştur. Bu belgede, 2. yüzyıl filozoflarından İskenderiyeli Clement, Markos’un İncilinin bazı bölümlerinin yayınlanmamış olduğunu söylemektedir. Clement, bir başka rahibe yazdığı anlaşılan mektubunda, bazı bilgilerin, bilinçli olarak sır perdesi altına alındığı belirtilmektedir. İskenderiye kütüphanesinde saklandığı söylenen İncil’in, resmi Hristiyan söylemlerininin ötesinde, Gnostik bilgiler içerdiği ortadadır (5). Mektupta, şu ifadeler yer almaktadır:

“Markos, Petrus’un Roma’da yaşadığı zamanlar, Rabbin (İsa) yaptıklarını yazdı. Bununla beraber, hepsini yayınlamadığı gibi, ipucu da vermedi. Markos, İskenderiye’ye, kendi notlarını getirerek katıldı. Peter’in notlarını, daha önceki kitabına geçirmişti. Bilgiye doğru ilerleme yaptırmaya uygun şeyleri, kitabına aktardı.  Dolayısıyla, Kamil İnsan olma yolundakiler için kullanılacak, daha ruhsal bir İncil meydana getirdi. Buna rağmen, söylenmeyecek şeyleri, henüz ifşa etmedi. Ne de, Tanrının hiyerofanik öğretilerini yazdı. Bu bilgiler, marifet bilgisi için iyi olmuştu. Markos, bu bilgilerin kullanımı ile, mükemmel batıni yönü ağır basan bir İncil derlemiş oldu. Zaten yazılmış hikayelere, yenilerini ilave etti. Öyle bazı ifadeler getirdi ki, bunların yorumlanmasının, dinleyenleri, gizlenen o hakikatin en iç hücresine doğru yönelteceğini biliyordu. Bununla beraber Markos, ifşa edilmemesi gereken şeyleri açıklamadı. Rabbin, sihirli öğretisinden de bahsetmedi. Diğerleri gibi, daha önce yazılmış hikayeleri, o da yazdı. Anlamını bildiği bazı sözleri, dini sırlar kendisine açıklanan ve öğreten birisi olarak, hakikatin yedi sırla kaplandığı mabedin en iç kısmındaki habercilere getirip bıraktı. Derlemeyi, İskenderiye’deki kiliseye bıraktı. Buraya sadece, büyük sırlara vakıf olmak isteyenler kabul edilmekteydi. Orada, çok dikkatle muhafaza ediliyor. Sadece, büyük sırlara tekris edilmiş kişilere okunuyor… Kutsal sırlar, sadece yüksek mertebelere erişen rahiplere ve yükseleceği belli olan varislerine teslim edilir… Tanrının Akıl Hikmetinin tavsiyesi, Hakikatin Nurunun, zihinsel bakımdan kör olanlardan saklanması gerektiği şeklindeki öğretisidir. Bizler, Işığın çocuklarıyız. Yücelerdeki Tanrının Ruhunun doğan güneşi ile aydınlatıldık. Tanrının Ruhunun olduğu yerde, özgürlük vardır. Çünkü her şey, safların safıdır.” (6)

Clement’in bir diğer metkubunda, söz konusu bu gizli İncilde, İsa’nın bir mezar taşını kaldırarak, bir gencin elinden tuttuğu ve onu mezardan çıkardığı, İsa’nın, bu gence, Tanrının esrarengiz krallığını ve neler yapması gerektiğini öğrettiği yazılıdır. Bu ifadelerden, mezardaki kişinin canlı olduğu ve bir tür ritüelik uygulamanın söz kunusu olduğu anlaşılmaktadır. Ortadoğuda o zaman çok yaygın olan, bir çeşit ölüm ve yeniden doğuşun ritüelik ayini gerçekleştirilmiş görünmektedir.

Yukarıdaki mektupta bahsedilen Gnostik İncil’in ele geçmesi mümkün olmamıştır çünkü, İskenderiye kütüphanesi, bağnaz Hıristiyanlar tarafından yakılmıştır. Ancak, 1945 yılında, Yukarı Mısır’da, Nag Hammadi’de, Gnostik İncillerin örnekleri ortaya çıkarılmıştır. Gnostik karakterdeki Kitabı Mukaddes metinlerinin bir koleksiyonu olan Nag Hammadi yazmaları, Thomas İncili, Doğruluk İncili ve Mısırlıların İncili gibi el yazmalarını içermektedir.  Bu eserler, 1977 yılında İngilizceye çevrildi. Yazım tarihleri MS. 4. yüzyıl olarak verilen bu İncillerin, asıllarından kopya edilmiş yazmalar oldukları, metinlerin asıllarının MS. 150’den sonra yazılmamış olduğu konusunda, günümüz bilim adamları hem fikirdirler. Nitekim bunlardan Thomas İncilinin, havari Thomas’ın kendisi, ya da onu tanıyan bir arkadaşı tarafından kaleme alındığı düşünülmektedir. Bu vesikalar, Roma sansüründen kurtulmuş olmaları ve üzerlerinde herhangi bir düzeltme yapılmamış olması nedeniyle, İsa’nın gerçek öğretisini ortaya koymaktadır (7). Nag Hammadi bulgularının en ilginç yanı, Gnostik İnciller ile birlikte, aynı yerde, çok sayıda Hermetik dokümana da ulaşılmış olmasıdır. Bu dokümanların incelenmesi ile, İ.S. 2 yüzyılda yazılan, 5 bin yıldan daha eski Mısır belgelerinden kaynak aldığı söylenen ve Hermes’e atfedilen Corpus Hermeticum’un (Hermetika Külliyatı) daha kolay anlaşılabilmesi mümkün olmuştur. Hermes’in eserlerinin ve Gnostik İncillerin bir arada bulunmuş olması, ilk Hıristiyanların, Hermetik öğretiden ne denli etkilendiklerinin bir göstergesidir. Nitekim, Gnostik İncillerde yer alan pek çok Hermetik ifadeye,  resmi İnciller içerisinde rastlamak mümkün değildir (8).

İsa’nın, Thomas için, “kardeşim” dediği yolunda bilgiler günümüze ulaşmıştır. Hiç bir İncil’de, İsa’nın, Thomas isimli bir kardeşinden söz edilmemektedir. Bu ifadeden, Thomas’ın, İsa ile, Esenni kardeşi olduğu ve İsa’yı destekleyen bir grup Esenni’nin, onunla birlikte hareket ettiği anlamı çıkarılabilir. Nitekim, Vaftizci Yahya da, bir Esenni’dir ve İsa’nın propagandasını yapmıştır. 12 Havarinin büyük çoğunluğunun aynı konumda olmaları, kuvvetle muhtemeldir. Bu anlatımdan, söz konusu İncilin, İsa’nın, “Kardeşim” diye tanımladığı, havarisi Thomas tarafından yazılmış olduğu ve ilk ağızdan anlatım olduğu gerçeği ortaya çıkar. Thomas İncilindeki ifadelerden bazıları şöyledir:

“Melekut, hem içimizdedir, hem dışımızdadır. Kendi kendinizi bilince, Babanın oğulları olduğunuzu bileceksiniz… Başlangıç nerede ise, son orada olacaktır. Mesut o kimsedir ki, başlangıçta duracak, sonu bilecek ve ölümü tatmayacaktır… Mesut o kimsedir ki, var idi, mevcut olmadan önce…  İkiyi bir, içinizi dışınız, dışınızı içiniz, yukarıdakini aşağıdaki gibi yapınca, bir suretin yerine, tek suret yapınca, o zaman Melekut’a gideceksiniz… Nur’dan bir varlığın içinde, bütün dünya aydınlanır… Kardeşini, ruhun gibi sev… Eğer beden, ruhtan dolayı olmuşsa, bu harikadır. Fakat bu kadar büyük zenginlik, bu fakirliğe nasıl konmuştur?… Seçkinler, mutlusunuz çünkü, Melekut’u bulacaksınız. Ondan geldiniz, oraya döneceksiniz… Nur’dan gelmekteyiz. Nur’un, kendiliğinden doğduğu yerden. Nur ayağa dikildi ve kendi suretinde tezahür etti. Biz oğullarıyız. Babanın seçkinleriyiz…

Şakirtleri ona dediler: Sünnet faydalı mı, değil mi? Onlara, eğer faydalı olsaydı, dedi, babaları onları, analarından sünnetli doğurturdu. Fakat ruhtaki hakiki sünnet, çok faydalı bulundu… İsa, ben eşit olandan gelenim. Bana babamdan gelen verildi, dedi… Sırlarıma layık olanlara, sırlarımı söylüyorum… Hepsinin üzerinde olan Nur, benim. Bütün, benim. Bütün, benden çıktı. Ve bütün, bana erişti. Ağacı yarın, ben oradayım. Taşı kaldırın, beni orada bulursunuz … İsa dedi: Suretler, insanda tezahür ediyor ve onlarda olan Nur saklıdır. Babanın Nur’unun suretinde, o kendi örtüsünü açacak ve kendi sureti, kendi Nur’uyla saklanacak… Diriden gelen diri, ne ölüm, ne korku görecek. Kendini bulan kimseye, dünya ona layık değildir… Ruha bağlı olan vücutlar zavallıdır…” (9)

Bu ifadeler, İsa’nın, Esenni öğretisini yaydığının ispatı gibidir. Esenniler, üç dereceli bir inisiasyon örgütü oluşturmuşlardı (10). Bu örgütün kurallarına göre, Esenniler arasında doğan, ya da dışarıdan Esenniler’e katılmak isteyen kişiler uzunca süre gözetim altında tutulurlar ve layık görülürlerse, özel bir törenle örgüte alınırlardı. Toplulukta doğup layık görülmeyenler, örgüte alınmazlar ve ancak topluluğun ayak işlerini yapmalarına izin verilirdi. Örgüte kabul edilen kişi, iki yılını çömez olarak geçirirdi. İkinci derece’de de, aynı süre geçerliydi. Müridin “İsrail’in kutsal seçkini”, ya da “Işığın oğlu” adı verilen üçüncü dereceye geçmesi, ancak bu sürelerin sonucunda göstereceği yeteneğe bağlıydı. İkinci derecede bekleme süresinin uzatılması mümkündü.

Esenniler, tarikat sırlarını açıklamamak üzere ketumiyet yemini ederlerdi. Ruhun ölümsüzlüğüne, insanın tekamülüne, tüm insanların kardeşliğine ve iyilik yapmanın en önemli ilke olduğuna inanan Esenniler, günlük yaşam sırasında yemin etmeyi, en büyük suç olarak görürlerdi. Ayinlerde, temizlik esastı. İnsan sevgisinin ön plana çıkarılması, yalandan nefret edilmesi, mülkiyetin ortaklığı Esenniler’in başlıca özellikleriydi. Kabul töreninde yeni üye, kendisine verilecek sırları ifşa etmeyeceğine dair, ölümüne yemin ederdi (11). İşte Esenniler’in, İsa’yı reddetmelerinin arkasında, bu yemine uymamış olması yatmaktadır.

Esenni öğretisi, Musa’nın, Ezoterik Kabbala doktrininden başka bir şey değildi. Esenniler arasında en üst dereceye kadar çıkan İsa, kişiliği gereği bununla yetinmedi ve daha fazla şey öğrenmek istedi. Ancak, Mısır okulu artık yoktu. Bunun üzerine İsa da, bilgisini artırmak için, Ezoterik öğretinin bir başka kaynağına, Tibet’e yöneldi. Hindistan üzerinden Tibet’e giden İsa, burada yaklaşık 10 yıl kaldı ve Ezoterik öğretinin yanı sıra, doğu bilimleri hakkında da, en üst düzeyde bilgi sahibi oldu (12). İsa bu bilgilerini, Hristiyan dünyasının mucize diye adlandırdığı olaylarda ortaya koydu.

James Churchward, İsa’nın, Tibet’te bulunduğu yıllar ile ilgili bilgiler veriyor. Kendisini Naacaller hakkında aydınlatan rahip Rishi, İsa’nın, Tibet rahipleri arasında en üst dereceye kadar çıkmış olduğunu söyledi. Churchward’a göre İsa, Tibet’te Naacal dilini öğrendi ve ilk Tek Tanrılı dini, Mu dinini ana kaynağından gördü. İngiliz araştırmacı, İsa’nın, ölürken söylediği son sözlerinin, Naacal dilini bildiğini ispat ettiğini öne sürüyor. İsa’nın son sözleri, “Eli, eli lama sabachtani” (Allahım, Allahım beni niçin bıraktın) olmuştu. Churchward, bu sözlerin yanlış anlaşıldığını, İsa’nın gerçekte, Ortadoğuda hiç kimsenin anlamasına imkan olmayan Naacal dilinde, “Hele, hele lamat zabac ta ni” (tükeniyorum, tükeniyorum yüzümü karanlıklar kaplıyor) dediğini iddia ediyor (13). İsa’nın öğretisine sembol olarak seçtiği Haç da, Mu kökenlidir. Naacaller’in bu kutsal sembolünü, İsa da kullanmıştır. Rishi, Churchward’a, İsa’nın, Himalaya manastırlarındaki misafirliği sırasında, Vahyedilmiş Kutsal Metinleri, yani Naacal Tabletlerini, anavatanın dilini, yazısını ve Kozmik Güçlerin kullanımını öğrendiğini anlatmıştır.

Rus araştırmacı Nikolaus Notowitsch, ‘İsa’nın Hayatındaki Boşluk’ adlı kitabında, Tibet’teki Mulbek Manastırını ziyareti sırasında, Manastırın baş rahibi lamanın kendisine, “Ruhsal bir varlık olan Buda, dinimizi tüm dünyaya yayan kutsal kişi İsa’nın şahsında, ete kemiğe bürünmüştür. İsa, büyük bir mesihtir. Buda’nın, 22 peygamberinden sonra gelen, en büyük peygamberdir. Bütün Dalai-Lamalardan çok daha büyüktür, çünkü o, efendimizin ruhsal varlığının bir parçasıdır. Onun ismi, bizim kutsal kitaplarımızda da yazılıdır” dediğini  yazmaktadır. Bir diğer Lama, İsa’nın yüksek düzeyli Lamalar tarafından tanındığını, ve öğretisini, Filistin’in yanı sıra, Hindistan’da da yaymış olduğunu söylemiştir. Lamanın iddiasına göre, bu kutsal çocuk, belli bir yaşa geldikten sonra, Hindistan’a gelmiş ve büyük Budanın tüm yasalarını öğrenmiştir. Onun hakkındaki bilgiler sırdır ve halk tarafından bilinmemektedir. Sadece, üst düzeyli rahipler, İsa’nın, Hindistan ve Tibet’teki yaşamını, eski yazılı belgelerden öğrenmektedir (14).

Tibetli rahiplerin, Notowitsch’e verdiği bilgiler, Yahudilerin, Mısır maceraları ve Musa ile kutsal topraklara göçüyle başlamaktadır. İsa’nın doğumu ve çocukluğu anlatılmakta, 13 yaşında, Tanrıya yaklaşabilmek için evini terk ettiği ve tacirlerle birlikte Kudüs’ten, Sind’e gittiği yazmaktadır. Amacı, Yüce Varlığa ulaşabilmek için, ruhunu arındırmak ve mükemmele ulaşmaktır. İnsanlara, ruhu kaba kılıfından, bedeninden nasıl kurtarmaları gerektiğini, kendi yaşamı ile göstermek istemiştir. Arya ülkesinde, Brahma’nın beyaz rahipleri öğretmeni olmuş, Veda’ları okuyup anlamayı, Nagaların kadim kutsal yazılarını okumayı ve ruhsal gücü sayesinde, insanları iyileştirmeyi öğrenmiştir. Altı yıl süren öğreniminin son yıllarında, Veda’ların tanrısal kaynaklı olmadığını iddia etmiş ve Brahma rahipleri ile ters düşmüştür. Ona göre, ebedi hakim, kainatı yaratan ve yaşatan yegane bölünmez olan, evrensel ruhtur. Sutra’nın kutsal el yazmalarını incelemesi sonucu, artık Brahma inancını paylaşmayan İsa, Nepal ve Himalayaları terk etmiştir. Hindistan’da incelediği Hinduizm inancına da, karşı çıkmıştır. Dönüş yolunda, Zerdüşt dinini incelemiş ve bu dinin de eksik yönlerini görmüştür. Gelirken bir öğrenci olan İsa, dönüş yolunda artık bir öğretmendir. Ülkesine döndüğünde, 29 yaşındadır. Diğer bir deyişle, öğretisini 16 yılda geliştirmiştir (15).

Filistin’e dönen İsa, giderken terkettiği Esennilere, tekrar katılmıştır. Ancak, bir yıl sonra, 30 yaşında, Esennilerden yeniden ayrılmış ve öğretisini kitlelere yaymak için, vaazlara başlamıştır. Tibet’ten, ülkesine dönen İsa, öğretisinin geniş kitlelere ulaşmasını ve tüm Yahudi halkının kurtuluşunun, bu yolla olmasını tasarlıyordu. Halkın mesih beklentisini değerlendiren İsa, kendisini, Tanrının oğlu olarak tanıttı. Ezoterik doktrin uyarınca, İsa, Kamil bir İnsandı ve Tanrıyla bir olmuştu. İşte onun kullandığı, “Tanrının Oğlu” sembolü, bu gerçeğin ifadesiydi.

İsa’nın hayatını ve öğretilerini anlayabilmek için, yaşadığı dönemin koşullarını anlamak zorunludur. MÖ. 63’de, Filistin, Roma ordularınca işgal edildi. Roma, ülkenin yönetimi için, Yahudi olmayan kukla krallar atadı. MS. 6 yılında, ülke idari yönden, Judea ve Galile olarak ikiye bölündü. Galile, yine kukla krallar tarafından yönetilirken, Judea doğrudan, Kayseri’deki Roma valisine bağlandı. Büyük toprak sahibi Sadukiler, Romalılarla işbirliği yaparken, Ferisiler adı verilen bir grup, yönetime karşı pasif direniş içindeydi. Başta Esenniler olmak üzere, çeşitli mezheplerden ihtilalcilerin bir araya geldikleri Ferisiler, faaliyetlerini kesintisiz sürdürdüler. MS. 44 yılında, silahlı çatışma kaçınılmaz hale geldi. Başlayan ayaklanma Roma lejyonlarınca acımasızca bastırıldı. Binlerce Yahudi öldürüldü. Romalılar, Kudüs’ü işgal ederek, kenti ve Süleyman Mabedini yaktılar. Yahudiler, kitleler halinde, Filistin’den sürüldü. MS. 132 yılında çıkan ikinci bir ayaklanma da, aynı acımasızlıkla bastırıldı ve Roma İmparatoru Hadrian, tüm Yahudilerin, Filistin’den çıkartılması için bir emir yayınladı (16).

İsa’nın doğduğu sırada Yahudi halkı, kendilerini zalimlerin elinden kurtaracak bir Mesih bekliyordu. Beklenen bu mesih, uhuliyeti olmayan, sadece geleneksel biçimde, Mesh Yağı ile yağlanarak, İsrail Kralı olduğu tescil edilmiş bulunan birisiydi. Davut, bu Mesh Yağı ile yağlanarak, Mesih unvanını almış, ondan sonraki tüm krallar da, aynı yöntem ile, aynı lakabı korumuşlardı. Halkın gözünde mesih, ilahi değil, fiziki olarak kendilerini kurtaracak, beklenen kraldı. Lukka İncilinde, İsa’nın soyunun, Davut’dan geldiği yazmaktadır. Matta İncilinde, İsa’nın, doğumu sırasında Krallar tarafından ziyaret edildiği, İsa’nın ailesinin hali vaktinin her zaman iyi olduğu yazmaktadır. Yine Matta’da, İsa’dan, güçlü bir kral olarak bahsedilmektedir.

İsa, öğretisini, cümleler haline getirilmiş sembollerle, mesellerle, geniş halk kitlelerine sundu, çünkü halkın, bu öğretiyi, başka türlü benimsemeyeceğini iyi biliyordu. İsa’nın hayatı ve öğretileri, 4 resmi İncil bünyesinde, günümüze ulaştı.  İncillerin yazılış tarihi, Judea’daki önemli ayaklanmalar dönemine tekabül etmektedir. İlk İncil, MS. 66-74 yılları arasında yazıldığı sanılan, Markos İncilidir. Kudüs’lü olduğu bilinen Markos’un, doğrudan İsa’yı tanımadığı, ancak Havari Paul’ün arkadaşı olduğu görülmektedir. Aziz Paul’ün amacı, Hristiyanlığı, Roma dünyasında yaymaktır. Grek-Roma kitlelerine hitaben, Roma’da kaleme alınmış bu İncilde, İsa’nın, Roma karşıtı olarak gösterilmesinden, özenle kaçınılmıştır. Bu doğrultuda, İsa’nın ölümünden, Romalılar temize çıkartılmış ve sorumluluk Yahudilere yüklenilmiştir. Aksine bir tutumun, Hristiyanlığın tamamen yok olmasına neden olacağı düşünülmüştür.

Lukka İncili de, aynı görüş doğrultusunda, MS. 80’de, Kayseri’de kaleme alınmıştır. Matta İncilinde de, bu politika muhafaza edilmiş ve yarısından çoğu Markos İncilinden kotarılan bu İncilde de, Romalılar teskin edilerek, suçlamalar başka bir mecraya çevrilmiştir. Her üç İncilin, tek bir kaynaktan geldiği intibaı doğmaktadır ve bu kaynak da, Aziz Paul’dür (17).

Dördüncü İncil olan Yuanna İncili ise, MS. 100 civarında, bir Yunan kenti olan, Efes’te derlenmiştir. Efes, çarmıha germe olayından sonra, İsa’nın annesi Meryem’in yerleştiği ve burada öldüğü kenttir. Bugün, hacı olmak amacıyla binlerce Hristiyan, Meryem’in mezarının bulunduğuna inanılan mekanı ziyaret etmektedir. Diğer İncillerden daha mistik özellikler taşıyan Yuanna İncili, genelde Ezoterik karakterlidir ve Gnostik İncillere daha yakın ifadeler ihtiva etmektedir. Çarmıha gerilme olayı, ilk üç İncilde, ikinci şahıslardan aktarılırken, Yuanna İncilinde, detaylıca anlatılmaktadır. Yine Yuanna’da, diğer İncillerde bulunmayan, Kana’da Nikah, Arimatlı Yusuf ve Lazarus’un Yükselişi gibi farklı anlatımlar mevcuttur. Günümüz bilim adamları, tarihsel olarak en doğru İncilin, Yuanna İncili olduğu noktasında hem fikirdirler. Sevginin ve kardeşliğin ön plana çıkarıldığı İsa öğretisindeki Ezoterik içerik, Yuanna İncili’nde açıkça görülmektedir. “Kimse yeniden doğmadıkça, Tanrı katını göremez” veya, “herkes, sudan ve ruhtan doğmuştur” gibi cümleler, Yuanna İncili’nin, Ezoterik içerikli cümlelerinden sadece ikisidir. (Yuanna 3:2-5)

Bu İncil, doktrinin iç yüzünü, Ezoterik yönünü ortaya koymaktadır. Bu nedenle Yuanna İncili, Ezoterik öğreti yanlısı Şövalye Tarikatlarınca kabul edilen yegane İncil olmuştur. Protestanların benimsediği, Mason olan Hristiyanların üzerine yemin ettikleri İncil, hep Yuanna İncilidir (18).

İsa’nın, evli olup olmadığı konusunda, İnciller’de açık bir bilgi yoktur. İlk üç İncilde, evlilik konusu hiç ele alınmamış, 4. İncilde ise, kime ait olduğu açık olarak belirtilmeyen, Kana’daki bir nikahtan bahsedilmiştir. Bir Esenni olan İsa’nın, Esenni geleneğine uygun olarak, evlenmemiş olması muhtemelse de, Mesihlik iddiası ile birlikte, Esenni’lerden ayrılmış olduğu da unutulmamalıdır. Yahudi geleneğinde, bir insanın ve özellikle de bir Hahamın evlenmesi mecburidir. İsa için sık sık, Haham unvanı kullanılmıştır. İsa’nın, verdiği vaazlar ve yaptığı tartışmalar, bilgi düzeyinin çok yüksek olduğunun ispatıdır. Talmud’da, evlenmemiş birisinin, öğretmen olarak toplum tarafından kabul edilmeyeceği, açıkça belirtilmektedir.

İsa’nın Havarilerinden Aziz Peter, evlidir. İsa evlenmemiş olsa, bekar olmasının meydana çıkaracağı karışıklıklar nedeniyle, bunun izlerinin, İncillerde görünmesi gerekirdi. Ancak Matta İncilinde İsa, “İnsan anasını, babasını bırakacak, karısına yapışacaktır” demektedir (Matta 19:4-5). Bu ifadeden, İsa’nın kendisinin, evlilikten yana bir tavır takındığı görülür.

Yuanna İncilinde, Kana’da yapılan bir düğünden bahsedilir. Gelin ve güveyin isminin saklı tutulduğu bu düğünde, İsa ve Annesi bulunmaktadır ve her ikisi de, ev sahipleri gibi hareket etmektedir; “İsa’nın annesi, ona dedi: Şarapları yok. Annesi, hizmetçilere dedi: Size söylediklerimin hepsini yapın. (Yuanna 2:3-4-5) Ziyafet Reisi, güveyi çağırıp ona dedi: Herkese, önce iyi şarabı ve çok içtikleri zaman, kötüsünü koy. (2:9)” Bu ifadelerden, İsa ve annesinin misafir olmadıkları, ev sahipliği yaptıkları ve damada söylenen sözlerin de, İsa’ya hitap ettiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, bir ziyafet reisi ve çok sayıda hizmetli bulunmasından, düğünün, asiller arasında yapılan görkemli bir tören olduğu ve şarabın azalmış olsanından da, çok sayıda davetli bulunduğu ortaya çıkmaktadır. İsa, kalan şaraba su katmış ve elindeki şarap şişesi sayısını, 800 şişeye çıkartmıştır.

İsa’nın yaşamında, Bünyamin Kavminin, önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Bünyamin kavmi, Mısır’dan, Filistin’e göç eden 12 Yahudi kavminden birisidir. Vadedilmiş topraklara ulaştıklarında, Yahudilerce işgal edilen bu topraklar, 12 kavim arasında paylaştırılmış, Bünyaminlerin payına da, içinde Kudüs’ün de bulunduğu topraklar düşmüştür. O dönemde önemsiz bir kasaba olan Kudüs, giderek gelişmiş, Davut ve Süleyman döneminde, İsrail’in başkenti olmuştur (19). Davut, Kudüs’ü, Bünyamin kraliyet soyundan Saul’den, bir savaş sonucu almıştır.

Mısır’dan çıkış sırasında, Musa’nın Tek Tanrı inancı ile, eski çok tanrılı inanç taraftarları arasında bir çatışma yaşanmıştır. Musa, Tanrısal vahiy almak üzere, göç eden kabilelerden ayrılıp dağa çıktığında, eski inançlara dönülmesinde israr edenler, bir ayaklanma başlatmış, kadim Baal kültünün sembolü olan bir altın buzağı heykeli yapılmıştır. Ayaklanmanın başını çekenler arasında, Bünyaminler ağırlıktadır. Musa dağdan döndükten sonra, iki grup arasında çatışma meydana gelmiş, çok tanrı inanırlarının büyük bölümü katledilmiş ve geri kalanların, Musa ve inancına biat etmeleri sonucu, göç devam etmiştir.

Ancak kutsal toprakların paylaşımı sonrasında da, Bünyaminler arasında, tanrı Baal’e olan inanç, varlığını sürdürdü. Kadim Sümer kültü ile, Yahudi öğretisini harmanlayarak, yeni bir kült oluşturan Bünyaminler, buzağıya tapınım ayinlerine devam ediyordu. Bünyamin hahamların, diğer Yahudi kavimlerine mensup kişilerce öldürülmesi sonucu, 11 kabile ile, Bünyaminler arasında savaş başladı. Bu savaş, Bünyaminlerin yenilgisi ve kadın ve çocuklar dahil, büyük bölümünün yok edilmesi ile sonuçlandı. Geriye kalanların çoğu, müttefikleri olan Fenikelilerin yanına sığındılar. Fenikeliler, bu mültecileri gemilerle Yunanistan’a taşıdı. Yunan mitolojisinde yer alan, Kral Belus’un oğlu Danaus’un, yandaşlarıyla beraber, Yunanistan’a geldiklerine dair bir hikaye de, bu göçü doğrular niteliktedir (20). İleride ayrıntılarıyla ele alacağımız, Sion Manastırı vesikalarında da, “Bir gün Bünyamin nesli, topraklarını terk etti. Bazıları kaldı. 2 bin yıl sonra, 4. Godfroi (de Bouillon) Kudüs kralı oldu ve Sion Tarikatını kurdu” ifadeleri yer almaktadır.

Yunanistan’da, Peloponnes’e yerleşen Bünyaminler burada, Arkadia kraliyet soyu olan Spartalılar ile evlilikler yaptı. Hristiyanlığın ortaya çıktığı dönemlerde Yunanistan’dan Tuna ve Ren bölgelerine geçen, Yahudi-Arkadia soylularının yönetimindeki Bünyaminler, buralara yerleşti, Teutonik kabileleri ile karıştı ve, Movorenjlerin ataları olan Frank halkı ortaya çıktı. Spartalılar ile, Yahudilerin kardeş halklar oldukları,  Apokrif Makkabi kitaplarında da yer almaktadır. 1. Makkabi’de, her iki halkın, İbrahim ailesinden oldukları yazmaktadır. Ayrıca, Frank kültürü üzerinde güçlü Yahudi etkileri olduğuna dair, bazı arkeolojik kanıtlar da mevcuttur. Frankların, Hristiyanlık üzerindeki etkileri ve meydana gelen olaylar, daha sonra ele alınacaktır.

Matta İncilinde, İsa’nın, kraliyet kanından olduğu söylenmektedir. Bu kan, Davut’a kadar dayanmaktadır. Davut’un, kraliyeti, Bünyamin kabilesinden, Kral Saul’dan aldığı yukarıda belirtilmiştir. Bünyaminlerin Filistin’den kovulmalarına rağmen, kabilenin az sayıda üyesi, Filistin’de kalmışlardır. Aziz Paul, kendisinin, Bünyamin ailesinden olduğunu söylemiştir. Davut soyu, Yahuda kabilesindendir ve Bünyaminlerden krallığı gaspederek, miraslarına sahip çıkmıştır. İsa’nın, Bünyamin soyundan asil bir kadın ile evlilik tesis etmesi, bir hanedan dostluğu ortaya çıkaracak ve eski bir davanın kapanmasını mümkün kılarak, İsa’nın, rahip-krallık için güçlü bir aday olmasını sağlayacaktır. Bu evlilik ile, Bünyaminler kendi topraklarına dönmüş olacak, İsa’nın da, tahtı sağlamlaşacaktır. Ortadoğu menkıbelerinde, İncillerde adına sıkça rastlanan Magdalena’nın, Bünyamin kabilesinden olduğu ve soyunun Kral Saul’e dayandığı yolunda anlatımlar mevcuttur (21).

İncillerde, İsa’nın annesi Meryem’in dışında, iki kadının adı geçer. Bu kadınlardan ilki, Magdalena’dır. İsa’nın, Galile’de vaizlik yaptığı ilk yıllarda ortaya çıkar. Jehuda’ya gelirken ona eşlik eder. O dönemde bir kadının, yanında akrabadan birisi olmadan seyahat etmesi mümkün değildir. Yine, İsa çarmıha gerilirken, Magdalena, müritleri arasındadır. Luka’da, Magdalena için, ‘Yedi Şeytanla baş etmiş kadın’ tafsiri bulunmaktadır. Baal kültü, yedi derecelik bir inisiasyon önermektedir. Magdalena’nın köyü olan Magdala’nın adı, Güvercinler köyü anlamına gelmektedir ve güvercin, Baal kültü ana tanrıçası Astar’ın sembolüdür.  Luka ve Markos İncillerinde, ismi verilmeyen bir kadının İsa’yı yağladığından, mesh ettiğinden bahsedilmektedir. Bu yağlama ayininden sonra İsa, bir Mesih olarak genel kabul görmüştür.

İncillerde geçen diğer kadın ismi de, Lazarus’un kardeşi, Beytanyalı Maria’dır. Lazarus’un, evinin bahçesinde bir mezar olduğu, İncillerde yer alır. O dönemde, sadece aristokratların evinin bahçesinde, böyle özel mezarlıklar bulunmaktadır. Bir iddaya göre, Magdalena ve Beytanyalı Maria, aynı kişilerdir. Nitekim, çarmıha germe esnasında, Beytanyalı Maria’dan hiç bahsedilmemektedir. İsa’nın müridi olarak tanımlanan birisinin, bu önemli olay sırasında yanında bulunmaması düşünülemez. Nitekim Yuanna İncilinde, Lazarus’un akrabası Beytanyalı Maria’nın, İsayı meshederek yağlayan kişi olduğu ifade edilmektedir. (Yuanna 11:1-2)  Yine bir bab sonra, İsa’nın Lazarus’u, ölülerden kaldırdığından bahsedilmektedir. Eğer Maria, ya da Magdalena adlı kadın İsa’nın karısı ise, Lazarus da kayınbiraderi demektir. Lazarus İsa’ya, diğer şakirtlerinden daha yakın görünmektedir. Yuanna İncilinde, Lazarus’tan, İsa’nın halefi olarak bahsedilir.

Yine Yuanna İncilinde, Lazarus’un Yükselişinde, İsa, Lazarus’un ölümünün bazı amaçlara hizmet edeceğinden bahsetmektedir. “Dostumuz Lazar uyumuştur ve onu uyandırmak için gidiyorum. (11:11) Thomas, diğer arkadaşlarına seslenir: “Biz de, onunla ölmek için gidelim.”(11:16) Bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Lazarus fiziki olarak ölmemiş, sadece yeniden doğumun gerçekleştirildiği bir Ezoterik ayin ile, İsa’nın okuluna inisiye edilmiştir. İsa’nın, uzun süre yaşadığı Beytanya’da, Ezoterik öğretinin inisiyelere verildiği bir okul kurduğu, havarilerin bu okulda özel eğitim aldıkları rivayet edilmektedir.

Yuanna İncilinin yazarı, kendisini, “İsa’nın sevdiği kişi” şeklinde tasvir etmektedir. İsa, Lazarus’a o denli güvenmektedir ki, çarmıha gerilmeden önce annesini, ona emanet eder; “İsa, anasını ve sevdiği şakirdini yanında görünce, anasına dedi: Kadın, işte oğlun. Ondan sonra, şakirde dedi: İşte anan. O saatten sonra şakirt, onu kendi evine aldı.” (Yuanna 19:26-27) İsa’nın ölüme mahkum edildiği duyulduktan sonra, Lazarus ortadan yok olur. İsa’nın, diğer havarilerine, dünyanın çeşitli yerlerine dağılmaları ve öğretiyi yaymaları görevi verirken, en sevdiği şakirdine, özel bir görev verdiği anlaşılmaktadır. İsa, çarmıha gerilmeden önceki hafta, bir kral gibi Kudüs’e gider ve Aziz Şakirdine, kendisi dönene kadar oyalanması emrini verir. Öyle görülüyor ki, İsa’nın bir planı vardır ve bu plan, ailesini korumak içindir. İsa’nın annesinin Efes’te ölmesinden ve Yuanna İncilinin de burada kaleme alınmış olmasından, Yuanna İncili’nin, İsa’nın kayınbiraderi olan, Lazarus tarafından kaleme alındığı ve olayların ilk ağızdan anlatımı olduğu ortaya çıkar.

Ortaçağ menkıbelerine göre, İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra, ailenin geri kalanı, Magdalena, Marta ve Arimatlı Yusuf, gemiyle Marsilya’ya gelmiştir. Arimatlı Yusuf burada, Aziz Philip tarafından takdis edildikten sonra, İngiltere’ye gönderilmiş ve Glastonburg’da bir kilise kurmuştur. Magdalena ise, Güney Fransa’da, Aix-en Provence’de kalmış ve orada ölmüştür. Lazarus’un kız kardeşi, Kutsal Kaseyi, yani kraliyen kanını taşıyan kişi olmuştur. Kutsal Kase, Magdalena’nın rahmidir (22).

İsa’nın, İsrail Krallığı talebi, iddia edildiği gibi ruhani bir krallığı değil, dünyevi bir krallığı ön görmektedir. Tahtın kendi hakkı olduğunu söyleyen Davut soyundan bir adam, Saul soyundan bir kadından olma çocukları ile oluşturduğu hanedan nedeniyle, Roma yönetimi için ciddi bir tehdit unsuru olmuştur. Romalı yönetici Pilatus ile konuşmalarında İsa’ya hep, ‘Yahudilerin Kralı’ diye hitap edildiği görülmektedir. Markos İncilinde, “Pilatus ona sordu: Sen, Yahudilerin Kralı mısın? O da cevap verdi: Söylediğin gibidir” ifadeleri yer almaktadır. İncillerde Pilatus, İsa’nın çarmıha gerilmesini engellemeye çalışan bir yetkili gibi gösterilmiş olmasına karşın, İsa, Roma yönetiminin bir kurbanıdır. Çarmıha germek, Yahudilerce uygulanan bir yöntem değil, Roma’nın, düşmanlarına karşı, ve sadece İmparatora karşı işlenmiş suçlar için uyguladığı bir infaz yöntemidir.

İsa ile birlikte çarmıha gerilecekken, son dakikada affedilen Barrabas’ın kimliği hakkında da, tereddütler vardır. Barrabas, bir “Lestai” olarak tanımlanmıştır. Bu deyim, Grekçe çeviride, “Haydut” biçiminde yer almıştır. Ancak bu haydut, ahlak dışı suçlar işleyen birisi değil, Matta inciline göre, ‘itibarlı bir mahkum’dur. Markos ve Luka’ya göre de, Barrabas, isyana kalkışmış olan, asi bir siyasi mahkumdur. Romalılar, “Lestai” kelimesini, fanatik Yahudiler için kullanır. Luka’ya göre, Barrabas, Kudüs’teki bir ayaklanmaya katılmış olması nedeniyle mahkum edilmiştir. İsa ile birlikte çarmıha gerilmiş olan iki kişi de, Lestai’dir. Yine, Simon Petrus, James ve John da, aynı lakapla tanınır. İsa gibi, kraliyet üzerinde hak iddia eden bir mahkumun yanında çarmıha gerilen iki kişinin de, onunla aynı görüşü paylaşan müritleri olması, son derece doğaldır.

Barrabas isminin, ‘Bar Rabbi’ kelimelerinin bileşiminden ortaya çıkmış olması, kuvvetle muhtemeldir. Bu deyim de, Haham (Rabbi) çocuklarını tanımlamakta kullanılır. İsa, bir Haham olarak bilinmektedir. İncillerde, İsa Barrabas ismine rastlanmaktadır. Diğer bir deyişle, İsa Barrabas, “Haham İsa’nın Oğlu” şeklinde açılabilir. İsa’nın çarmıha gerilme yaşı 33 ile 36 arasında verilmektedir. Yahudi geleneğine göre erkekler, 13-16 yaşlarında evlendirilir. Bu durumda İsa’nın, yetişkin, genç bir oğlunun bulunması, fiziki olarak mümkündür. 13 yaş, bir çocuğun ergen sayılması için yeterlidir ve İsa’nın oğlunun da, yaşı itibarıyla, silahlı bir mücadelenin içine girmiş olması ve mahkum edilmesi normaldir. Yahudi ileri gelenlerine, İsa’nın mı, Barrabas’ın mı affedilmesinin istendiği sorulmuş ve sonuç Barrabas olmuştur. Amaç, İsrail krallığı talebinin sürdürülebilmesi için, hanedanın devamının sağlanmasıdır.

Çarmıhta infaz yönteminde, insanların ölümünü çabuklaştırmak için, ayaklar çarmıha raptedilmez ve ayak bilekleri kırılır. Ancak İsa’nın ayak bilekleri kırılmadığı gibi, ayakları da çarmıha çivilenerek, kalp üzerindeki baskı azaltılmış ve yaşamın devam etme süresi uzatılmıştır. Ayak bileklerinin kırılması halinde dahi, çarmıha germe yöntemi ile infazda, mahkumun ölmesi, genelde 2-3 gün sürebilmektedir. Halbuki İsa’nın, çarmıha gerilmesinden birkaç saat sonra, öldüğü açıklanmıştır. İsa’nın öldüğünün bildirilmesi, Pilatus’u dahi şaşırtmıştır. Romalı yönetici, ‘bu kadar çabuk mu?’ diye sorma ihtiyacı hissetmiş ve İsa’nın gerçekten ölüp ölmediğinin kontrolü için, bir Romalı askeri görevlendirmiştir. Romalı asker, İsa’nın vücuduna bir mızrak saplamış, herhangi bir tepki almayınca, öldüğüne hükmetmiştir. Bu sırada Magdalena, İsa’nın akan kanını bir kase içinde toplamış, bu kaseden de, Kutsal Kase efsanesi doğmuştur.

Ancak, mızrağın saplandığı yerin kanamasından, İsa’nın henüz yaşamakta olduğu sonucu çıkmaktadır. Bir ölünün vücudundan kan çıkması, mümkün değildir. İsa, büyük bir olasılıkla, Tibet’te öğrendiği yöntemler ile, ağır transa geçmiş ve kendisini ölü gibi göstermeyi başarmıştır. Ardından, İsa’nın bedeni, Arimatlı Yusuf’a teslim etmiştir. Bu olay da, bir başka ilginç durumu gösterir. Çarmıha gerilenlerin vücutları, genelde ailelerine teslim edilmez ve akbabaların insafına terk edilir. Ancak, oldukça zengin olduğu bilinen Yusuf’un, İsa’nın ölü sanılan bedenini almak için, Romalı yetkililere oldukça yüklü rüşvet ödediği anlaşılmaktadır.

İsa’nın çarmıha gerildiği yer de, olayın bir diğer ilginç yönüdür. Yuanna İnciline göre, çarmıha gerildiği yer, insanların her zaman infaz edildikleri noktadan uzakta, bir bahçenin içidir ve bahçede, içinde kimsenin olmadığı bir mezar vardır. Bu bahçe ve mezar, Arimatlı Yusuf’un, şahsi malıdır. Aynı rüşvet yöntemi ile, İsa, kendi müridi olan birisinin özel mülkünde çarmıha gerilmiş görünmektedir. Yahudi ulular meclisi Sandherin’in bir üyesi olan Yusuf, oldukça nüfuzlu birisidir ve İsa’nın yandaşı olduğunu Roma yönetiminden ve Yahudi muhaliflerinden, gizlemeyi başarmıştır. Yusuf, İsa’nın bir aristokrat olduğunun, bir diğer ispatıdır (23).

İsa’nın, ölü olduğu varsayılan bedeni, çarmıha gerilmesinden üç saat sonra mezara konmuş ve 2-3 gün sonra ceset, mucizevi bir biçimde kaybolmuştur. Markos İncilinde, beyaz giyisiler içindeki bir gencin, İsa’nın kabrinde göründüğü, Luka’da da, yine beyaz giyisili iki meleğin, kabire geldiği yazmaktadır. Bu insanlar, çarmıhtan sağ olarak kurtarılan İsa’ya ilk müdahaleyi yapan, onu tedavi eden, beyaz giyisileri ile ünlü Esenni mezhebi üyesi doktorlardır.

Çarmıha gerilmeden sonra İsa, mucizevi olarak, pek çok yerde görülmüştür. Bu görünüşler, onun ruhani bedeninin geri döndüğü şeklinde yorumlanmıştır, ancak bu ruhani beden yemek yemekte, müritleri ile fiziki temasta bulunabilmektedir. Arimatlı Yusuf, çarmıh olayından sonra, Filistin’de bir daha görünmez. Yusuf, Magdalena ve en az bir oğlunu alarak, Fransa’ya kaçmıştır.  Bir iddia, İsa’nın da onlarla birlikte olduğu ve MS. 45’e kadar Fransa’da yaşamını sürdürdüğü yolundadır. Çocuklarının soyu burada devam ederek, Graal efsanelerinin doğmasına yol açar. Bu efsanelerde, San Graal’ın, yani Kutsal Kase’nin, İsa’nın kanını taşıdığı savunulmaktadır. San Graal’ın, “Sang Real” (Kraliyet Kanı) olarak okunması sonucu, İsa soyunun varislerinin, Kudüs’ün ve tüm Hristiyanlığın kralları olduğu iddiaları ortaya çıkmıştır. Mısırlı bilgin Ormus, İsa’nın mumyalanmış vücudunun, Rennes şatosu civarında saklanmakta olduğunu öne sürmüştür (24).

İsa’nın da, tıpkı Musa gibi, öğretisini iki ayrı yoldan yaydığı görülmektedir. Bunlardan ilki, gizli hakikatlerin sır olarak verildiği, çevresindeki sınırlı sayıda yandaşları aracılığıyladır. Bu kişiler, inisiyasyon yöntemi ile üyeliğe kabul edilmiş çekirdek kadroyu oluştururken, cahil halk kitleleri, meseller aracılığı ile, bu yeni öğretiyi kabul etmişlerdir. Çekirdek kadro için, Magdalena ve kraliyet kanının korunması ve Kudüs krallığı için çaba harcanması ön plana çıkarken, aynı kadroda yer almasına rağmen kendisine, öğretiyi kitlelere yayma görevi verilen Aziz Paul, farklı bir yöntem uygulamıştır. Aziz Paul ekolü için, kan bağının muhafaza edilmesinin önemi yoktur. Hristiyanlık, bu ekolün uygulamalarının bir ürünü olmuştur. Hristiyanlığın çoğunluğunu oluşturan bu ekolün yandaşları, öğretinin yaygınlaşması için, Roma yönetimi ile uzlaşmaya gitmekten kaçınmamıştır.

Hristiyanlıktaki, Baba-Oğul ve Kutsal Ruh üçlemesi, Tanrının üçlü niteliğinden başka birşey değildir. Ancak, bu kutsal üçleme gibi bir çok kavramın daha değiştirilmesi, öğretinin aslından çok şey yitirmesine neden olmuştur. İsa öğretisinin Ezoterik içeriği, bugün pek çok Hristiyan tarafından bilinmemektedir. Ancak, iyilik, doğruluk, güzellik gibi kavramlarla, insanların kardeşliği gibi duyguların, geniş kitlelerce kabul görmesini sağlayarak Hristiyanlık, Ezoterik öğretinin bu anlatılarının evrenselleşmesinde, önemli bir rol oynamıştır.

İsa’nın, çarmıhtan kurtarıldıktan sonra, yeniden Hindistan’a döndüğü ve burada Keşmir’e yerleştiği, bir diğer iddiadır. Bu iddanın sahibi, İranlı tarihçi, Molla Nadiri’dir. ‘Tarik-i Kaschmir’ adlı eserinde Nadiri, Yus Asaf”ın (Hintçe; Birleştirici İsa), Filistinden, Keşmir’e geldiğini ve Keşmir halkına, Tanrının sözünü getirdiğini yazmaktadır (25).

Hindistan’da, “Süleyman’ın Tahtı” adlı bir tapınakta, “Yus Asaf,  MS. 54 yılında, Mesih olarak ortaya çıktı. Kendisi, İsrail nesillerinden gelmedir” yazmaktadır. Bu tapınak, Shirinagar’ın doğusundaki bir dağın tepesinde bulunmaktadır. Shirinagar’ın merkezinde, Ranzabal Khaynar denilen bir kutsal yapı bulunmaktadır. Bu kelime, “Peygamberin Mezarı” anlamına gelmektedir (26). Yapı, cami, kilise ve Hint tapınağı karışımı bir mimariye sahiptir. Yapıda iki mezar bulunmaktadır. Bunlardan biri, Seyid Nasruddin adlı bir din büyüğüne aittir. Seyid Nasuriddin’in mezarı yanında bulunan diğer mezar’ın, Keşmir halkınca, bir peygamber mezarı olarak kabul edildiği, 200 yıl önce yazılmış olan, “Tarik-i Azim” adlı tarih kitabında yazmaktadır. Kitapta, bu peygamberin adının Yus Asaf olduğu ve kendisine, Tanrı tarafından, Keşmir’de vaaz verme görevi verildiği anlatılmaktadır. 1903 yılında mezarları inceleyen rahip Weitbrecht, mezar bekçisinin, bu mezarlardan birisinin ‘İsa Sahip’e ait olduğunu söylediğini bildirmiştir. Mezarın üzerinde, Arapça olarak, “Ziyarat Yus Asaf Khaynar” ifadesi yer almaktadır. Yani, Peygamber Birleştirici İsa’nın Mezarı. Erich Von Daniken tarafından da incelenen mezarın  hemen üzerinde yer alan taş üzerindeki ayak izlerinin de, İsa’nın ayak izleri olduğuna inanılmaktadır.

MS. 115 yılında Sanskrit dilinde yazılmış bir kitapta, Keşmir kralı Shalevain’in, İsa ile karşılaşmasından bahsedilmektedir. Kral, Himalaya dağlarına giden yolda, beyaz giyisili bir yabancıyla karşılaşır. Kim olduğunu sorar. Yabancının cevabı, “Ben, bakireden doğma, Tanrının oğlu diye bilinirim” olur. Kralın bu cevap üzerine şaşırması sonucu, yabancı kendisini daha fazla tanıtmak ihtiyacı hisseder. “Kötülüğün sınırı olmayan yabancı bir ülkeden gelmekteyim. Amelikan’ların ülkesinde, mesih olarak ortaya çıktım. Onların elinden ıstırap çektim.” 80 yaşlarındaki yabancı, adının İsa Mesih olduğunu söyler (27).

İsa’nın, Filistin tarihinden bir şekilde çekilmesi ile, Yahudi ülkesinde olaylar durulmadı. MS. 66 yılında başlayan ilk Yahudi ayaklanması, 74 yılında Masada kalesinin düşmesi ile son buldu. Kaleyi savunan 960 kişi, Romalılara teslim olmaktansa, intihar etmeyi tercih etti. Kaleyi savunanlar arasında, Esenniler, Kabbalacılar, diğer Yahudi mezheplerinin üyelerinin yanı sıra, çok sayıda da Hristiyan vardı. Kalenin komutanı olan Eleazar’ın, toplu intihar öncesi yaptığı bir konuşma, kalede bulunan ve her nedense, intihar etmeyen bir kadın tarafından tarihin notlarına düştü. Bu konuşmada, yaşamın insan için bir bela olduğu, ölümün ruhlara özgürlük verdiği ve ruhların, asli vatanlarına dönmesine imkan tanıdığı, ruhların fani vücutlara hapsedilmiş olduğu, bedenin ölümlü, ruhun ise ölümsüz olduğu gibi, tamamen ezoterik-batıni felsefelerin söylemleri yer almıştı (28). Kabbalacılar ve Esenni mezhebinin dışında, Yahudilikte ruh ve ruhun ölümsüzlüğü kavramları yer almamaktadır. Ruhun bedene üstünlüğü ve ölüm sonrası Tanrı ile birlik olma düşünceleri, Yahudi geleneklerinde olmayan hususlardır. Bu konuşma, Masada direnişçilerinin ve bunların arasındaki Hristiyanların, Ezoterik felsefe yanlısı olduklarını, Hristiyanlığın ilk öğretilerinin Batıni olduğunu, açıkça ortaya koymaktadır.

İlk ayaklanma sonrası, Filistin’de giderek güçlenen Ebinoitler adlı Yahudi-Hristiyan bir mezhep, İsa’yı peygamber olarak kabul ediyordu. Mezhebin söylemleri, Hermetik, Pisagoryen ve Mitraik menkıbelerden oluşuyordu. Onlara göre, İsa, Tanrı değil, onun bir peygamberiydi. Benzer görüşler, MS. 136’da, İskenderiye’de de dile getirilmeye başlandı. İskenderiye okulunun bir mensubu olan Valentinus, İsa’nın sırlar öğretisine inisiye edildiğini söylüyordu. İskenderiye’den, Roma’ya geçen Valentinus, Roma’nın dini otoritesini reddederek, ezoterik bilmi savundu (29). MS. 140 yılında, Roma’da, aynı görüşleri savunan bir diğer filozof da, Markinon idi. Bir başka İskenderiyeli filozof, Basilides de, İsa’nın çarmıhta ölmediğini, kendisi yerine, Sireneli Simon’un çarmıha gerildiğini iddia ediyordu. Filistin’de çıkan ayaklanmalar ve yapılan katliamlar, çok sayıda Hristiyan Ezoterik düşünürün, İskenderiye’ye kaçmasına yol açtı. Böylece İskenderiye, her zaman olduğu gibi, Ezoterizmin Hristiyan koluna da, ev sahipliği yapmış oldu. Nitekim, Nag Hammadi’de gün ışığına çıkarılan ‘Gnostik İnciller’in, Mısır’da ortaya çıkmış olması da, bu gerçeği doğrulamakta.

Gnostik İncillerden olan Doğruluk İncilinde, İsa’nın şu sözleri yer alır: “Onların planladığı şekilde mağlup olmadım. Görünüşte olabilir. Suçlanarak konulduğum çarmıhta, gerçekte ölmedim.” Nag Hammadi koleksiyonunda yer alan Maria İncilinde, Petrus’un, Magdalena’dan şikayetçi olduğu anlatılmakta, ikisinin arasında görüş ayrılıkları bulunduğu ifade edilmektedir: “Bacı, biliyoruz ki, kurtarıcı rab, seni diğer kadınlardan daha çok seviyor. Şimdi biz, bu kadını dinleyecek miyiz? Rab, bu kadını, bize tercih mi etti?” Şakirdlerden biri, Petrus’a cevap verir: “Elbette Hz. İsa, kadını iyi tanıyor. Bunun içindir ki, kadını bize tercih etti.” Gnostik İncil grubunda yer alan bir diğer el yazması olan Philip İncilinde, konuyla ilgili olarak, “Rab herşeyi, esrarengiz şekilde, vaftiz ayini ile, kutsal mesh yağıyla, şarap ve ekmekle, kefaretle ve zifaf odasıyla yaptı. Rab ile beraber, devamlı yürüyen üç kişi vardı. Bunlar, İsa’nın annesi Meryem, kız kardeşi Meryem ve Magdalena idi. Magdalena, İsa’nın Yoldaşı olarak bilinirdi.” açıklamaları bulunmaktadır ve tüm bu söylemler, Magdalena’nın, İsa’nın karısı olduğunu ispatlar niteliktedir. İsa’nın sık sık Magdalena’yı dudağından öptüğü belirtilen Philip İncilinde, evlilik müessesesi de övülmüş ve dünyanın varoluşunun insana, insanın varoluşunun da, evliliğe bağlı olduğu yazılmıştır. Bu incilin sonunda yer alan, “İsa Mesihin oğlu vardır. Ve İsa Mesih’in torunu vardır. İsa Mesihin oğlu, Mesihin sulbünden gelen kişidir” açıklaması (30), ileride ele alacağımız Movorenjlerin ve Sion Manastırının iddialarını destekler niteliktedir.

MS. 70 yılında, Kudüs’ün, Roma ordusunca bir kez daha yağmalanması ve tapınağın yıkılması sonrası, Avrupa’ya, büyük bir Yahudi mülteci akını olmuştur. MS. 132 yılında tüm Yahudilerin, Filistin’den sürülmeleri ile, Frankların yönetimindeki Güney Fransa, Yahudiler için bir sığınma merkezi haline gelmiştir. Buna takip eden yıllarda, 2. yüzyılda Roma’da, bir Yahudi kolonisi oluşmuştur. Bu Yahudiler arasında Kabbalacılar da vardır ve Kabbalacı görüş, Bünyaminler aracılığıyla gelen kadim Ezoterik öğretilerle birleşerek, Cathar düşüncelerinin güçlenmesini, öğretilerinin yaygınlaşmasını sağlamıştır.

İsa’nın Yahudi ruhban sınıfınca sapkınlıkla suçlanması ve Roma’nın bu durumu fırsat bilerek, onu çarmıha gererek öldürülmesinden, ya da diğer iddiaya göre, Filistin’i terk etmesinden sonra, Hristiyanlık uzunca bir süre bocaladı. Yandaşları Roma tarafından sürekli takip edildi ve öldürüldü.

İşte bu aşamada, Roma’lı Hristiyanlar, kendileri gibi kardeşlik, doğruluk, iyilik gibi mefhumları savunmakta olan, Collegia mensupları ile karşılaştılar. Roma İmparatorluğunun son dönemlerinde, Mimarlar Kolejinde eğitim görenlere geleneksel olarak ‘Comacine Masonları’ adı verilmiştir (31). MÖ. 1. yüzyılda, Romalı Mimar Vitrivius, inşaat ustalarının, ortak yararlar sağlayacakları Kolejlerde yapılanmaları gerektiğini ifade etmiştir. Mimar, tüm insanlık bilgisini yakından bilen, evrenin temelini oluşturan yasaları tanıyan bir tür sihirbaz olarak tanınmaktadır. Görüldüğü gibi, Kolej mensupları sadece basit birer inşaatçı değil, dönemin tüm bilgilerini edinmiş aydın insanlardır. İlk Kolej, Koma gölü yanında bulunmaktadır ve bu ilk örneğin ardından, çeşitli kentlerde Collegialar kurulmuştur. Roma’nın düşmesinden sonra, buradan tüm Avrupaya dağılan Kolej mensupları, öğretileri, nesilden nesile aktarmıştır. İngiliz Athelsan Sarayından, Bizans Ayasofya kilisesine kadar, çok sayıda mimari yapının altında, onların imzaları vardır. 643 yılında, Kral Rotharis tarafından yayınlanan bir bildiride, Comanice Masonlarının gerçekleştirdikleri yapıtların övüldüğü görülmüştür. Comacine Masonlarının ilkeleri, daha sonra Mason Misterleri olarak adlandırılmıştır.

Collegia öğretisine göre, Tanrısal varlık, şekil ve sayıların prensipleri ile sezinlenebilir. Bu nedenle, şekil ve sayılarla oluşturulmuş büyük yapılar, Tanrının varlığının en önemli göstergeleridir. Fizik ve sayıların sentezi geometridir. Geometrik modellerin düzenli yinelenmesi, uyumun, düzenin, yasaların, kısaca Tanrının ifadesidir. Geometri, master plandır ve her yerde, her zaman hazır bulunur. Bu nedenle geometri, Tanrısal Zanaat olarak da adlandırılır. Bu düşüncelerde, Pisagor’un öğretilerinin izleri açıkça görülmektedir. Koma Kolejinin ve benzerlerinin, bu öngörü doğrultusunda oluşturulduğu anlaşılmaktadır.

Collegia mensupları, Roma imparatorluğu içinde, sanatlarını rahatça ortaya koymaları için, her yerde dolaşmalarına izin verilen, hür insanlardı. Avrupa’nın, Roma imparatorluğu dışında kalan bölgelerinde dahi, yapı işleri için Collegia mensupları özellikle aranıyorlardı. Ancak bir süre sonra, Avrupa’da derebeylik sistemi ortaya çıktı ve bu hür sanatkarların dahi, birer serf durumuna düşmeleri söz konusu oldu. İşte o zaman Collegialar, manastırlara iltihak ettiler ve din adamlarına tanınan haklardan faydalanabilmek için, inşaatçı rahiplerden kurulu olan manastır dernekleri, “Gildeleri” oluşturdular (32). Gilde Manastırları, Gotik katedrallerin yapımında önayak olmuşlardır. Gotik Katerdaller, ‘İşin Ustası’ adı verilen baş mimarların yönetiminde inşa edilmiştir. İnşaatlarda görev alan her usta, diğerleriyle uyum içerisinde, kendi geometrik bilgilerini kullanmıştır. Ustaların hepsi, yetenekli zanaatkar olmalarının yanı sıra, birer teknik ressamdır. Yapıtları, aldıkları yüksek eğitimin derecesini göstermektedir. Onlar için katedral, Tanrının Evinin ötesinde bir şeyleri sembolize etmektedir. Birer filozof olan ustaların, Pisagor ve Hermes bilimlerini yakından tanıdıklarından, 1410 tarihli bir el yazmasında açıkça bahsedilmektedir (33). Ancak bu öğretiler, Hristiyan dogmalarına ters oldukları için, tıpkı mesleki sırlar gibi, sır perdesi altında gizlenmişlerdir.

Kaynakça
1-    Schure Edouard – Büyük İnisiyeler- RM Yayınları – İstanbul 1989 -Sf. 60
2-    Santesson Hans Stephan -Batık Ülke Mu Uygarlığı- RM Yayınlan-İstanbul 1989 –    Sf. 137
3- Kutluay Doç.Dr. Yaşar- İslam ve Yahudi Mezhepleri-Anka Yay.-İstanbul 2001-Sf. 238
4- Erentay İbrahim- Hiram Abif- Irmak Yay.- İstanbul 2000- Sf.88    
5- Erentay İ.- İe.- Sf. 80
6- Baigent Michael/Leigh Richard- Kutsal Kase, Kutsal Kan- Emre Yayınları- İstanbul 1996- Sf. 313
7- De Suarez Philippe- Thomas’ın İncili- RM Yay. İstanbul 1988
8- Erentay İ.- İe.- Sf. 63
9- De Suarez P.- İe.-Sf. 27
10- Kutluay Y.- İe.- Sf. 239
11- Kutluay Y.- İe.- Sf. 242
12- Churchward James- Sacred Symbols of  Mu- England- Sf. 52
13- Churchward J.- İe.- Sf. 55
14- Obermeier Siegfried- İsa Keşmir’de mi Öldü?- RM Yay. İstanbul 1996- Sf. 30
15-     Obermeier S.- İe.- Sf. 52
16- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 319
17- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 324
18- Nauodon Paul- Tarihte ve Günümüze Masonluk- Varlık Yayınları- İstanbul 1968-    Sf. 122
19- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 271
20- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 273
21- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 343
22- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 310
23- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 350
24- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 303
25- Obermeier S.- İe.- Sf. 137
26- Obermeier S.- İe.- Sf. 165
27- Obermeier S.- İe.- Sf. 156
28- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 378
29- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 381
30- Baigent M./Leigh R.- İe. Sf. 383
31- Baigent Michael/ Leigh Richard- Mabet ve Loca- Emre Yayınları- İstanbul 2000-
Sf. 147
32- Naudon Paul -ie- Sf. 28
33- Akin Asım- Tarih Boyunca Masonluk- Hacettepe Yayınları- Ankara 1998- Sf. 136

Cihangir Gener