Bilgisizlik mutluluk mudur, mutsuzluk mudur? Bunun ne denli tehlikeli olabileceği konusunda kimse bir şey söyleyemez.
Saat başı, gün be gün pompalayıp dururlar. Şu anda da, ne gibi sonuçlar doğurabileceği konusunda en ufak bir ipucuna sahip olmadığınız halde, onu tüketmektesiniz.
İşin daha da kötüsü, evrimsel sürecin beyninizi buna programlamış olması ve bedenin tıpkı yağ gibi, şeker gibi buna gereksinim duyması. Nitekim, bugünlerde ona – tıpkı yağ ve şeker gibi – her yerde ulaşılabiliyor.
Neden söz ettiğimi anladınız herhalde, BİLGİ’den …
Bilgiye her şekilde ulaşabilmek mümkün artık… Bunun nedeni bilgi çağında yaşıyor olmamız ve çekince yaratan unsurun da bilginin kendisi olması.
Kimi bilim ve düşün insanlarının da öne sürdükleri gibi, bilginin ortaya çıkartılması ve yayılması niteliksiz bir lütuf olmanın çok uzağında bir şey. Çok fazla bilmek de tehlikeli olabilir.
Oxford Üniversitesi’ne bağlı İnsanlığın Geleceği Enstitüsü’nün Başkanı, düşün insanı Nick Bostrom, “Bilgi son derece tehlikeli olabilir. Bilgiden doğabilecek zararlı etkiler son derece ciddi olabilir” diyor.
Bu tehlike özellikle de bilgiye ulaşmaya oldum olası can atan insanoğlu için söz konusu. Oxford Üniversitesi İnsanbilim uzmanlarından Robin Dunbar ve meslektaşları insanlarda bilgiye ulaşma arzusunun kesinlikle evrim süreci içinde gelişen bir özellik olduğuna inanıyorlar. Kuşlar ve primatlarda beynin boyutunun akıl yürütme, beslenmeyle ilgili yeni stratejiler geliştirme ve yok olmaya karşı direnme yetisiyle bağlantılı olduğunu ortaya koyan gözlemler de bu görüşü destekliyor. Dunbar, çevre ile ilgili yeni bilgiler keşfetme yetisinin oldukça eskilere dayandığının açıkça ortada olduğuna dikkat çekiyor.
Yeni bilgiler geçmişte insanlara evrimsel açıdan açık bir üstünlük kazandırdı. Ucu sivri değnekler, kadırgalar, uzun yaylar, barut ve tüm öteki askeri teknolojilerin temeli yeni bilgilerin ortaya çıkmasına dayanıyor. Bunların her biri buluşa imza atanların yarışmada bir adım göne geçmelerini sağladı. Termodinamik yasalarla ilgili bilgiler son derece elverişli buhar motorlarının geliştirilmesine ve hemen ardından bolluk ve gönence ulaşılmasına neden oldu.
Şimdilerde kafamızı kurcalamaya başlayan soru, insanların artık çok fazla bilgiye ulaşıp ulaşmadıkları. Son dönemlerde, öncelikle de internet sayesinde, yaşanan mevcut bilgi patlaması acaba beklenmedik tehlikeleri de beraberinde mi getiriyor? Böyle bir tehlikenin söz konusu olabileceğinden kaygı duyan Bostrom, “Araştıma ve eğitim herkes tarafından önemsenip, el üstünde tutulan, zararsız, erdemli ve karşı çıkılması olanaksız kavramlara dönüştü. Durum böyle olunca, insanların bilginin değeri konusunda çok daha incelikli ve nitelikli bir bakış açısı geliştirmeleri gerekiyor” diyor.
Bu tür görüşler insana biraz şaşırtıcı gelebilir. Sonuçta, ne denli öğrenirsek – bizi çevreleyen dünya ile ilgili ne denli çok bilgiye ulaşırsak – bizim için o denli iyi olacağı çoğumuz için bilinen bir gerçek. Düşün adamı Francis Bacon’un da yüzyıllar önce öne sürdüğü gibi, bilgi güçtür. Ne var ki sorun, gücün iyiye kullanılabileceği denli kötüye de kullanılabileceğinden kaynaklanıyor. Bostrom, “Söz gelimi, şu sıralar biyoteknolojinin kötüye kullanılmasına yol açabilecek giderek artan bilgi akışının önüne geçilmesine çalışılıyor” diyor.
Bostom bilgiden kaynaklanan tehlikeye “bilgi riski” adını veriyor. 1918 yılında tüm dünyayı saran ve 50 milyonu aşkın kişinin ölümüne neden olan grip virüsü bunun tipik bir örneğini oluşturuyor. Artık bu virüsün gen dizgesine GenBank’ın veritabanından ulaşmak mümkün. Gerekli araç ve becerilere sahip olan herkes bunu yeniden oluşturabilir.
Böyle bir girişimin geriye dönüşü çok daha büyük yıkımlara neden olabilirdi.
Ancak bu karamsar görüşe katılmayanlar da yok değil. Kurzweil ve Joy’un tersine, bilgilerin sansür edilmesine karşı çıkan Imperial College uzmanlarından Geoffrey Smith biyoteknoloji ile ilgili çekincelerin abartıldığına inanıyor ve bu alanda yapılan araştırmaların güvenlik açısından doğurabileceği çekincelerin fon oluşturma aşamasından itibaren farklı aşamalarda gözden geçirildiğine dikkat çekiyor. Smith elde edilen verilerin sürekli yayınlanması gerektiğine, böylelikle gizli işler çevrildiği duygusunun ortadan kalkacağına inanıyor.
İnsanların bilgiye ulaşma arzusu herhangi bir bilgi riski karşısında sansürü özellikle sorunlu bir tepkiye dönüştürüyor ve bu durumlarda genellikle saydamlık yeğleniyor. Domuz gribi yayılmaya başladığında Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar vakit yitirmeden kamuyu virüsün yaratabileceği tehlikeler konusunda bilinçlendirme yoluna gittiler. Acı deneyimler insanlardan şeyler gizlendiği yönünde bir kuşkunun egemen olmasının ne denli tehlikeli olabileceğini bizlere öğretti. İnsanların gerçekleri öğrenme konusundaki açlıkları tırmandıkça, yalan yanlış görüşlerin güvenilir ve inanılır duruma gelmeleri de o denli kolaylaşır.
Bilginin gizli tutulduğu korkusu başka alanlarda da yıkıma neden olabilir. Örneğin, insanlar bir bankanın borçlarını karşılayıp karşılayamadığı konusundaki bilgileri denetleyen kişilere güvenmemeleri durumunda veznelere akın edebilir. Bu durum tehlikenin daha da olasılıklarını önceden öğrenmeleri sağlıyor. Bu durum sigortacılığın temeli olan “risk paylaşımını” yerle bir ettiğinden, ancak geleceğin tam olarak bilinememesi durumunda varlığını sürdürebilen sigorta piyasasının geleceğini tehlikeye düşürüyor.
Gelgelelim, İsviçre’deki Futurizon adlı danışmanlık şirketinin uzmanlarından Ian Pearson bu tür sorunların kaçınılmaz olduğunu düşünüyor ve gizlilik, sansür, bilimsel araştırmaları kısıtlama gibi seçeneklerin halkın güvenini sarsacağına ve toplumu olası yararlı buluşlardan yoksun bırakacağına inanıyor. Bilgi açlığını gidermeye can atan bir insanın bilgi büyümesine neden olur. Kaynakları azalan bankanın -güçsüzlük belirtisi olduğu gerekçesiyle- devletin desteğine karşı çıkması, saygınlığını daha da yitirmesine neden olur.
Bilgi riski sağlık sigortaları sektörünü de olumsuz yönde etkiliyor. Gen tarama hizmetleri veren şirketlerin ortaya çıkması insanların birtakım hastalıklara yakalanma tüketimini denetlemeye çalışmasının da en az dışarıdan uygulanan sansür denli kötü olduğuna inanan Pearson, “Bilgi kıtlığının tehlikeli olduğunu söylenir. Oysa, bizzat bilginin gücü ve önemiyle ilgili bilgi kıtlığı çok daha tehlikeli olabilir. Ne yazık ki, başımıza gelecekleri bile bile, bu konuya gereken ilgiyi göstermiyoruz” diye ekliyor.
Kaynak ve alıntı: New Scientist, Paul Parsons http://www.newscientist.com/article/mg20527431.600-the-dangers-of-a-highinformation-diet.html , CBT 1214/8, Rita Urgan