Hikayemiz, Macar kökenli psikoloji profesörü Mihaly Csikszentmihalyi’nin (telaffuzu zor göründüyse bu yazıyı çok dikkatli okuyun) mutluluğun sırrını aramaya karar vermesiyle başlıyor.

Araştırma büyük oranda “Tecrübe Örnekleme Metodu” adını verdikleri son derece basit bir yönteme dayanıyor: Araştırmaya katılan kişilerin, günlük hayatlarına devam ederken, rastgele zamanlarda çalan saatler yardımıyla anlık olarak neyle ilgilendiklerini ve nasıl hissettiklerini kaydetmeleri üzerine kurulu bir sistem oluşturuluyor. Sonra bu bilgiler toplanarak istatistiksel yorumu yapılıyor.

Araştırmaya katılanlar arasında her türlü insan var; sanatçılar, sporcular, cerrahlar, koro elemanları, köyünde yaşayan sürü çobanları… Ortak noktalar ortaya çıktıkça, ilk dikkat çeken şey insanların genellikle hiçbir şey yapmadıkları zaman mutsuz oldukları, mutlu oldukları zamanlarda ise genellikle aktif olarak bir şeyler yapıyor oldukları. Şaşırtıcı bir gerçek de, onları mutlu edenin ne olduğunu kendilerinin de pek bilmiyor oldukları gerçeği.

Binlerce kişiden toplanan veriler değerlendirildikçe, “mutluluk”un dış etmenlere bağlı olarak ortaya çıkabilen ve aslında ikinci planda kalan bir kavram olduğu, ‘hayattan tatmin alma’nın daha öznel katılımlı farklı bir kavram çevresinde yapılandığı ortaya çıkıyor. Csikszentmihalyi bu kavrama, katılımcıların yaşadıkları bu tecrübeyi anlatırken sık sık başvurdukları bir metafora gönderme yaparak “Akış” adını vermiş.

Şimdi bir düşünün, hayatınızda kendinizden geçerek yaptığınız bir şeyler var mı? Bir yamaçtan aşağı kaymak, bir koroda şarkı söylemek, dans etmek, briç oynamak ya da kitap okumak olabilir. Akışı bir dağa tırmanırken, karmaşık bir cerrahi operasyon gerçekleştirirken veya dini bir ayin yaparken yaşayabilirsiniz. Hatta bir arkadaşınızla sohbet sırasında ya da bir bebekle oynarken bile Akış ortaya çıkabilir.

Akışı yaşayan herkes bunu tam olarak aynı kelimelerle ifade etmiyor. Kimi için bu “kendinden geçme duygusu”, kimine göre “coşku” ya da “uçmak”… Adı ne olursa olsun, tüm dünyada birbiriyle tamamen ilgisiz konulardaki eylemler sırasında insanların yaşadığı bu tecrübelerin ortak bazı noktaları var. En basitinden Akış, insanın farkındalığında ikilem ve çatışmaya yer bırakmıyor.

Belki en önemli tarafı, Akış yaşayan insanlar, sıkıcı günlük rutinin dışına çıkarak hayatı tatmin edici bulmalarını sağlayan bir uğraşa sahip durumdalar. Diğer bir deyişle, hayatları onlar için anlamlı ve yaşamaya değer. Araştırmayı bu kadar anlamlı kılan da, tatmin edici bir hayata sahip olmak hakkında son derece net ve kullanılabilir bir tabloyu gözler önüne sermesi.

Şimdi Akış sırasında yaşanan ortak noktalara bir göz atalım. Her biri tüm örneklerde mutlaka karşımıza çıkmasa da, Akışın temel prensiplerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1. İçinde bulunulan eylemin çok net hedefleri ve kuralları var. Belirsizlik katılımda isteksizliğe neden oluyor.

2. Eylem konsantrasyon ve odaklanma içeriyor. Dar bir alana yönelmiş yüksek konsantrasyon, kişinin aktiviteye tüm varlığıyla katılmasını mümkün kılıyor.

3. Eylem sırasında özfarkındalık zayıflıyor, genellikle yerini eylemle ve çevreyle birlik duygusu alıyor.

4. Zaman algısı bozuluyor. Eylem sırasında geçen zaman olduğundan daha uzun ya da daha kısa algılanabiliyor.

5. Aktivitenin yapısında doğrudan ve anında geribildirim var. Olumlu ve olumsuz sonuçların hemen gözlemlenebilmesi ve açık olması, anında tepki verebilmeyi sağlıyor.

6. Kişinin becerisi ile eylemin zorluğu arasında denge var. Bu denge kişinin mücadeleye devam etmesini sağlıyor.

7. Kişi eylem üzerinde bir kontrol duygusuna sahip, yani sonuçların kendi elinde olduğuna inanıyor. Kumar örneğinde olduğu gibi, bu kontrol duygusu her zaman gerçeği yansıtmayabiliyor.

8. Aktivite kendi ödülünü taşıyor. Dolayısıyla katılım çaba gerektirmiyor, kendiliğinden kişiyi içine çekiyor.

9. Kişiler kendilerini eyleme kaptırıyorlar ve farkındalık tamamen eyleme odaklanıyor.

Bu maddelerden yeterli miktarı bir araya geldiğinde, benlik duygusu kayboluyor. Kişi eylemle, çevredeki ortamla ya da eylemi birlikte gerçekleştirdiği ekip arkadaşlarıyla “bir olma” duygusunu yaşıyor. Eylemle ilgisi olmayan her şey, çevredeki ilgisiz kişiler ve nesneler, geçmişten taşınan sıkıntılar, gelecek kaygısı, her şey siliniyor. Bu sonuca ulaşmakta benlik duygusunun ortadan kalkmış olmasının ne kadar önemli olduğu açık. Eylem tamamlandığında, benlik duygusu daha da güçlenmiş olarak geri dönüyor.

Akış olarak adlandırılan bu mekanizmanın hayatımızdaki başka bir kavramla yakından ilişkili olması hiç şaşırtıcı değil. Henüz çocukken ilk öğrendiğimiz aktiviteleri kapsayan bir kavram bu: Oyun. Tabii çocuklukta kalmıyor, tüm hayatımız boyunca keyifle yaptığımız her şeyde izlerini görmek mümkün.

Tüm gelişmiş canlıların yavruları oyun oynar. Yavru aslanlar birbirleriyle boğuşur, yavru köpekler kovalamaca oynar. Tüm oyunlar onları ileride karşılaşıcakları gerçek hayata hazırlamaya yöneliktir. İnsan yavrusunun oyunları doğal olarak çok daha çeşitlidir; farklı oranlarda fiziksel, zihinsel ve sosyal öğeler taşır. Zira insanın dünyasında başa çıkması gereken çok daha karmaşık gerçekler vardır.

Keyifli bir oyunun kuralları açık olmalı, anında geribildirim içermeli, zorluğu sizin becerinizle dengeli olmalı ve kontrolün kendinizde olduğunu hissetmelisiniz. Bunun sonucunda kendinizi oyuna kaptırır, dünyayı unutur ve zaman algısını kaybedersiniz. Oyunun ortasında anneniz sizi yemeğe çağırırsa, “biraz daha” oynamanıza izin vermesi için yalvarırsınız. Muhtemelern size “zamanın farkında olup olmadığınızı” soracaktır. Ona “Akıştayım” demeniz işe yaramaz.

Bu mekanizmanın evrimsel açıdan önemini anlamak hiç de zor değil. Aslında Akış’ın, bireysel gelişim mekanizması olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kendinizi kaptırdığınız eylem her ne ise, büyük bir keyifle, acıyı ve yorgunluğu hissetmeden, saatlerce ara vermeden tüm varlığınızla çalışırsınız. Bunu yapmaktan gocunmazsınız, aksine hiçbir şey yapmadan oturmak daha zor gelir size. Sonuçta beceri ve yapabilirliğinizi artırmış, benliğinizi geliştirmiş olarak dönersiniz dünyaya. Hayat güzel ve eğlencelidir.

Bu yapı, sonuçları nedeniyle yapmak istediğimiz, ama gerçekleştirmekten keyif almadığımız için bir türlü başarılı olamadığımız konularda eşsiz bir yol gösterici. Akış’ı açıklarken kullandığımız maddelerine bakarak nelerin eksik olduğunu, sisteme neler katmamız gerektiğini görebiliriz.

Diyelim ki bir müzik aleti çalmayı öğreniyorsunuz. Eğer bir öğretmenden ders alıyorsanız ve size müzikal gelmeyen egzersizlerle günlerinizi dolduruyorsa, sıkılmanız doğaldır. Yaptığınız çalışmanın sonuçlarını aylar sonra görecek olmak Akış sağlamaz. Hemen sonuçlarını göreceğiniz basit parçalar çalışmak işinizi kolaylaştırır.

Diyelim ki yeni bir işe girdiniz ve sizden neler beklendiğine tam olarak hakim değilsiniz. Kurallarını bilmediğiniz bir oyun son derece kaygı verici olabilir. Eğer hedeflerinizi ve kuralları kavrayabilirseniz, kontrolü ele almaya başlarsınız.

Diyelim ki evde hobinizle ilgilenmeye çalışıyorsunuz, ama her an biri odaya girebilir ya da telefon çalabilir. Zamanı ve çevreyi unutup eylemin içinde kaybolmanız mümkün değil. Kontrolün sizde olmadığını hissediyorsunuz. Bu durumda rahatsız edilmeyeceğinizden emin olduğunuz bir ortama ihtiyacınız var. Saatlerce bölünmeden hobinizle ilgilenme fırsatı bulacağınız bir ortama…

İster özel hayatınızda, ister profesyonel yaşamınızda, aksayan bir şeyler varsa kontrol edin; Akış’ın hangi faktörlerine ihtiyacınız var? Başlangıçta size yapay gibi görünse bile, yapacağınız düzenlemeler sayesinde rampa tırmanmaktan kurtulup yokuş aşağı koşmaya başlayabilirsiniz. Akış’a hayatımızda yer verdiğimiz ölçüde, hayat güzeldir.

Fırat Bolazar