Bundan önceki yazımda size Hans’ın Mehdî hakkında söylediklerinden söz edeceğimi söylemiştim ama ilgim birden “Thule Örgütü”ne kaydı.

Baylar, bayanlar! “Thule” deyip geçmeyelim. Onunla ilgili birkaç bilgiye sahip olup bunları, özenle arka heybeye atmanın gerektiğini düşünüyorum. Nedenine gelince; çünkü nasıl bir zamanlar okuduğum bilimkurgu romanları beni aya çıkıldığında, olayın-dönemin-zamanın şokundan korudu ise, Thule ile ilgilenmiş, bilgilenmiş olanların da fazla uzak olmayan bir zamanda ortaya çıkacak “zaman gezmenliği” karşısında adaptif bir koruyuculuğu sağlamış olacağına inanıyorum.  

Peki nedir bu “THULE”?

Sanırım, önce buradan başlamak gerekiyor.

Thule; İzlanda’ya ilişkin söylencelerden bir söylencenin adı… O, söylence olarak, Atlantis gibi kayıp bir ülkeye ilişkin bir mittir.

Thule; İzlanda söylencelerindeki batık bir kıtanın adıdır da…

Thule; Bugün Grönland’ın batısında, büyük bir Amerikan hava şirketinin bulunduğu bir kentin de adıdır… Hans’ın söylediğine bakılırsa, bir coğrafî mekân olarak bu kent, bir coğrafi mekân olarak o asıl Thule kenti ya da kasabası değildir. Bir coğrafya ve bir yerleşim yeri olarak Hans’a göre Thule, Kur’an’da adı geçen “Zülkarneyn”le birlikte var olan, kutupların kayması ile birlikte, şimdi koordinatları bilinmeyen bir kasabadır.

Bizim söz konusu edeceğimiz Thule ise, bir ezoterik öğreti ve örgüt.

Bu öğreti ve örgüt neden beni ilgilendirdi? Bunun iki nedeni var :

a)    Zamanla olan ilişkisi

b)    Hitler’le olan açıklayıcı bağlantısı

Aslında sözcük “Thule”den ibaret değil. Literatürdeki asıl sözcük “Thule Kornen”dir. “Kornen” ise, hem yarımada hem de “boynuz” anlamına gelmektedir. “Thule Kornen”, Thule Yarımadası anlamına gelmekle birlikte, kent olarak Thule’nin gerçek adı,  Thule Qaanaak’tır. İki ismi beraber okuduğumuzda “Zülkarneyn” açıkça görülmektedir; çünkü Thule, “Zül”ün; Qaanak da “Karneyn’in karşılığıdır. Böylece “Thule Qaanak”ın “Zülkarneyn” olduğunu anlıyoruz. Zülkarneyn yani “çift boynuz”; bir başka deyişle, “Çift Zamanlı”…  

Şurası hiç de ilginç değildir ki, Thule Örgütünün sembolü, çift boynuzlu Viking miğferidir. Söylemsel kökleri, kayıp kıta “Mu”’ya dayanan bu öğretinin temel konusu, insan psikolojisinin derinlikleri ve zamandır. İşte o çift boynuzlu miğfer, “Zülkarneyn”i yani çift zamanlılığı temsil etmektedir. Hans’ın deyimi ile “Kriş zaman“ı temsil etmektedir.

Kiriş zaman?  Yine Hans’tan aktarayım; Kiriş zaman diye bir zaman türü yok ama hortum gibi ve boynuz görünümlü karadelikler var. Böyle bir çift boynuz gibi duran iki karadelik arasında zaman sıçraması yapılmakta ve bu iki boynuzun iki ucu arasındaki sıçramalarla ilgili zaman olaylarının topuna birden Hans “Kiriş Zaman” demektedir. Sözü edilen boynuz sembolünün aslı budur.

Zülkarneyn işte bu çift boynuz temeline dayanan bir zaman gezmenidir ve bir tane değildir. İşin ilginç yanı, bu tür zaman gezmenliğinde yaş farkı olmamakta, yanınızdakilerle birlikte bir zamandan başka bir zamana sıçrayabilmektesiniz! Bu yanınızdaki, bir çakmak da bir uçak da bir uzay gemisi de bir fabrika da olabilir!

Thule örgütü’nün amaçlarına gelince ; bunlar özetle :

·    Zamanda gidip gelen üstün yaratıklarla ilişkiye geçmek, 

·   Üstün bir Âri ırk oluşturmak : (Bunun için de saf bir Cermen ırkı oluşturup pan-Cermenik bir Alman Imparatorluğu’nu kurmak ve bu imparatorluğu Âri ırkın oluşturulmasında kullanmak) ve bu arada,

·   Hıristiyanlık öncesi antik Alman kültürünün yeniden uyandırmak,

·   Böylece dünyanın yazgısını değiştirmek ve

·   Mu uygarlığına ulaşmaktı.

Gizlici örgüt ve öğreti olarak Thule’un felsefesine gelince; Bunu Eckart, şöyle açıklıyordu: “Tule’un tüm sırları, eski bir kayıp uygarlığa dayanır.  İnsanoğlu ile  dış zekalar arasında bazı varlıklar, bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadır. İşte bu güçtür ki, Almanya’yı dünyaya egemen kılacaktır”. Bu sözler, Nazizmin de temelini oluşturuyordu.

 

KÖKLERİ :

Gizlici öğreti ve grup olarak Thule’un dayandığı kökler de ilgi çekmektedir. Bu kökler kabaca Tapınakçılar ve Masonlardır. Biraz daha ayrıntılı verilecek olursa, bu kökleri, kısaca, Theosophical Society, Viril, Armanenschafft, Ordo Templi Orientis, Ordo Novi Templi, Germenorden olarak belirtebiliriz. Bu kökler aynı zamanda Nazi Partisi’nin de gerçek kökleridir.

Dikkat edilirse bu sıralamada adı geçen öğreti ve örgütlerin, aslında yeterince heterojen bir kök ve geçmişe sahip olmadıkları görülür. Üyelerin çoğunluğunun Hristiyan görünmelerine karşın, Thule için bu bile gerek ve yeter bir koşul değildir. Açıkçası, Thule’un üye ve öğreti olarak içeriğini netleştirmek oldukça zordur. Bu içerik içinde Pagan, Cermen, Gnostik, Kabalacı-Siyonist-Mason, Âri ırk ve bolca Katolik unsurlar vardı. Yani, Thule’un oluşumu tek tip ve homojen değildi. Bir kök Tötonlara giderken öbürü Cermenlere, bir başkası Mu’ya, bir başkası Hint ve Tibet Aryenlerine, bir başkası Tapınakçılara, bir başkası ise, doğrudan Masonlara gidiyordu. Saydığım ve saymadığım bir çok öğe ve etken, kolayca Thule’da bir araya gelebiliyorlardı ; çünkü ortak ve temel bir konu vardı: Zaman gezmenliği! 

Biz yine de  kök ve kuruluş aşaması olarak Thule’u elden geldiğince net bir biçimde kavramak için Germenorden’e bir bakalım. Onu tanımak, Thule’u ve Nazileri tanımak için önemli bir yol gösterici olabilir.
 

GERMENORDEN :

19. yüzyılın başında, Almanya’da aşırı sağ eğilimleri ve birbirleriyle de yakın ilişkileri olan Tapınakçılığa bağlı üç örgüt kurulmuştu: Armanenschafft, Ordo Templi Orientis ve Ordo Novi Templi. Her üçü de Tapınakçıydı. Burada Tapınakçılar hakkında bilgi vermek istemiyorum ; çünkü bu günlerde yeteri kadar yaygın biçimde var. Yalnızca İnternette Google’a gelip Tapınak yazmanız yeterli. O nedenle, Tapınakçıları atlayarak devam edebiliriz. Bu üç örgütün en önemli işlerinden biri, Germenorden (Alman Tarikatı) adlı örgütün kurulmasına katkıda bulunmalarıydı. Bu Alman Tarikatı 1912’de kuruldu ve Âri ırkın varlığına ve üstünlüğüne inanıyordu.

1. Dünya Savaşı sırasında ateşli Alman milliyetçilerini organize etmişti. Onu önemli kılan asıl şey ise, Tuhule örgütünün oluşmasına önayak olmasıydı. Thule Derneği ya da Almanca adıyla “Thule Gesselschaft”.
 

GERMENORDEN’DEN BARONA

Thule Derneği’nin kurucusu “Baron Rudolf von Sebottendorff”tur. Diğer adı, “Rudolf Glauer. Asıl adı, Adam Alfred Rudolf Glaıuer. 9 Kasım 1875 Deresden doğumlu. Babası lokomotif makinistiydi. 1910’larda bir soylu Alman ailesi tarafından evlat edinildiği için “Baron” deniyordu. Bu ailenin çabası ile yüksek öğrenime başlamış ama devamını getirememişti.

Yüksek öğrenimini yarım bırakıp, gemilerde üç yıl elektrikçi olarak çalıştı. Böylece bir çok yer gezmiş  oldu. Uzak Doğuya, ezoterik öğreti ve gruplara da ilgisi bu sayede oluştu.

Bu gezileri sırasında simya, astroloji ve Kabala üzerinde çalışmış, Gül-Haç felsefesi üzerinde de uzun araştırmalar yapmıştı. Kahire’de Hidiv Ahmet Paşanın hizmetindeki Hüseyin Paşa’nın mahiyetine katılarak bir yıl da paşanın Bursa’daki çiftliğinde çalışmıştı. Burada Abraham Termudi adlı bir Yahudi bankerin aracılığı ile Memphis adıyla tanınan Mason locasına üye yapılmıştı. Oysa 1901 yılında katıldığı, Fransız Grand Orient’e bağlı olan bir mason locasının  da üyesiydi. Bu loca, politik amaçları olan bir locaydı ve Abdülhamid’i halletmeğe çalışan İttihat ve Terakki Derneği ile de çok yakın ilişkileri vardı. Kısacası Baron’un sıkı bir Mason kariyeri vardı. Bursa’da bulunduğu yıllarda yaptığı işlerden biri de “Türk Masonluğu ve Bektaşilik” adlı bir kitap yazmak oldu. 

Türkiye’de onu “Gizli Müslüman Baron” olarak biliyorlardı. Sufizmi ayrıntılı biçimde biliyordu. Birçok tarikatla ilişkisi vardı. Güçlü bir Mason kariyerine sahip olarak özellikle, Bektaşilikle ilgilenmişti.

1933’de “Before Hitler Came”  (Hitler Gelmeden Önce)  adlı bir kitap yazdı. Burada Nazi liderlerinin gizemli çalışmalarını anlattığı için Hitler’e ters düştü ve Hitler de kendi imzası ile yakalanmasını emretti. Oysa Hitler’in önemli akıl hocalarından biriydi. Bunun üzerine, Baron İstanbul’a kaçarak derneğin merkezini de buraya taşıdı ve bir süre sonra intihar etmiş süsü vererek Nazilerin ekranından çıkmayı başardı.

Bir söylentiye göre de Almanya-Osmanlı arasında çift taraflı casusluk yapıyordu!

Alman tarihçileri “Baron 1934’te Hitler’le çelişkiye düştü ve öldürüldü” dedilerse de, ölmemiş ve İstanbul’a kaçırılarak 1934-45 yılları arasında Alman istihbaratı görevlisi olarak çalışmıştı. Burası onun karanlık noktalarından biridir. Ama İstanbul’da Taksim ve Teşvikiye’de yaşadığı, Türk önde gelenleriyle dostluklar kurduğu kesin. İngilizler “1945’te Almanya teslim olunca baron intihar etti” diyorlardı. Aytunç Altındal ise, “Baronun hayatını araştırdım ve Baronun ‘öldüğü’ söylenen tarihten 12 yıl sonra, bir başka soyadı ile 1957’de Balıkesir’den Antalya’ya gelen 3 kişilik bir Alman heyetinde yer aldığını, Antalya’da iki gece Cumhuriyet Oteli’nde kalarak Adana’ya geçtiğini saptadım. Sebottendorf’un 1945-57 yılları arasında Türkiye’de ‘Görünmeyen ellerce korunduğu sanılıyor…” diyor.

Bu görünmeyen ellerin ise “Manevi Cihazlanma Derneği” olduğu düşünülüyor. Bu dernek, Neo-Nazi masonların üye olduğu Moral Re-Armament Derneği’nin Türkiye’deki koludur.

Kısaca ve kabaca Baron’un öyküsü budur. Şimdi gelelim, Baron’un Thule örgütünü kurmasına :

 

BARON VE THULE’NİN KURULMASI

Baron, 1910 yılında, İstanbul’da bulunduğu sıralarda, Masonluk ve simya prensiplerini antikomünizm ve aşırı sağ ile birleştiren, kendine bağlı yeni bir örgüt kurmaya karar verdi. 1916 yılında Germenorden ile bağlantıya geçti ve sonraki iki yıl içinde örgütün en etkin üyesi haline geldi. Sonuçta, 1918 yılında Germenorden’in adı “Thule Gesselschaft”a dönüştürüldü ve Sebottendorff da örgütün büyük üstadı oldu.

Örgüt kurulduktan sonra hızla büyüdü. 1918 yılında yalnızca Münih kentinde 250, tüm Bavyera’da ise, 1.500 üyeye sahipti. Üyeler arasında yargıçlar, avukatlar, polis şefleri, aristokratlar, doktorlar, üniversite hocaları, bilim adamları, subaylar, sanayiciler ve iş adamları vardı. Önde gelen üyelerden Bavyera Adalet Bakanı Franz Gurtner, aynı makama Nazi rejimi sırasında da atandı. Thule üyelerinden polis şefi Wilhelm Frick ise, Nazi Almanyası’nda İçişleri Bakanlığı’na getirildi. 
 

THULE’UN ÜNLÜ VE MİMLİ ÜYELERİ

Bunlar, 11 kişi ve konuyu bilmeyenler için oldukça sürpriz isimlerdir: Rudolf  Hess, Göring, Göbbels, Karl Haushofer, Alfred Rosenberg, Himmler vs. Bunlar, Thule Derneği’nin de Nazi Partisinin de kurucularıydılar. Aynı zamanda Hitler’in yakın dostları ve akıl hocalarıydılar.

Rudolf Hess: Bu topluluğa ilk katılanlardan biri kimdi dersiniz? Rudolf  Hess; Hitler’in kötü yoldaşı! Antisemitik düşünceleriyle ünlü, “Oyuk Dünya Kuramı”nın babası, Aryan ırkının varlığına ve üstünlüğüne inanan, ezoterik ve inisiyatik tarikatlarla bağlantılı bir bilim adamıdır.

Barış görüşmeleri için İngiltere’ye gönderildi ama orada tutuklandı. Spandau cezaevinde ömür boyu hapse mahkum edildi.

Haushoffer: Thule’un en önemli ve etkili üyelerinden biri. 1869 doğumlu. Bir bilim adamı, Münih üniversitesinde profesör. Profesör ve general. Hitlerle onu tanıştıran Rudolf Hess’ti. Kavgam’ı Hess ve Haushoffer yazdırmıştı Hitler’e. Nazi Partisi için Gamalı Haçı seçen de oydu. Deitrich Eckart’tan sonra Hitleri en çok etkileyen ikinci insandı.

1934’de genç bir general ve çok güvenilir bir kâhindi. Düşmanın saldıracağı yeri, saati ve mermilerin düşeceği yerleri söylüyordu. Hitlere de Parise ne zaman gireceğini, nerede ne kadar dirençle karşılaşabileceğini söylemişti. Rooswelt’in ölüm tarihini de doğru olarak vermişti.

Uzak doğuda uzun yıllar resmi görevde bulundu. Japonca biliyordu. Ona göre Alman ırkının kökleri Orta Asya’da idi. Aslında o da bir Gurdjief öğrencisiydi. İkisi de Tibet Locası’na üyeydiler ve bu Tibet Loca’sının dünyanın altında yaşayan ve insandan daha üstün bir tür ile ilişkisinin olduğuna inanıyorlardı.  Hitler, Himmler, Goring, fizikçi Morell de aynı locanın üyeleri idiler.

Oğlu, Hitler’e suikast düzenleyen bir grup içinde yakalandı ve idam edildi. Ceketinin cebinde şu yazı bulundu : “Babam kötülüğün sesini duymadı. Şeytanı dünyaya saldı.”

Tibetli gizli öğreti örgütü ile yaptıkları anlaşmaya göre Thule üyeleri, bir yanlış yaparsa Japon usulü ölmeye yemin etmişlerdi.14 Mart 1946 da Haushoffer, önce karısını öldürüp sonra da harakiri yaparak kendini öldürdü. Bir yanlış yapılmıştı hem de büyük bir yanlış… 

Dietrich Eckart: Şair ve gazeteci. Kuruluşundan itibaren Thule’un içinde. Hatta Thule’un da Nazi partisinin de kurucularından. Hitler’in çok yakın akıl hocası.

Thule derneğinin özünü şöyle açıklıyordu: “Thule’un tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya’yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı, geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır.” İşte bu ifadeler özet olarak Thule’un da Nazizmin de temelini oluşturmaktadır. 

Yaşlı bir okültist kadının kendisine yıllar önce anlattığı “Almanya’yı kurtaracak Mesih” prototipini Hitler’de görmüştü. Bu nedenle bu genç adamın elinden tuttu, onu Thule’nin zengin ve etkili üyeleri ile tanıştırdı. 1923 yılında  kurulan Milliyetçi Sosyalist Parti’nin yedi kurucu üyesinden biriydi.

Aynı yıl öldüğünde, elindeki tüm bilgi birikimini Karl Haushofer’e bırakmıştı.  Vasiyetinde ise, şöyle diyordu: “Hitler’i izleyiniz. Dans edecektir; ancak müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmesi için gerekli araçları kendisine verdik. Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Alman’dan daha fazla etkilemiş olacağım.”

Eckart ve Rosenberg 1920’de Hitler’le tanıştılar ve onu üç yıl sıkı bir eğitimden geçirdiler. Hitler’e  doğu ezoterizmini, gizli dilini  ve bu dille konuşmayı öğreten Eckart’tı. Öğretisini iki bölümde Hitlere aktarmıştı : Gizli öğreti ve propaganda.

Bu da gösteriyor ki, Hitler üzerinde birinci derecede etkili olan bir isimdir. 1923’de Nazi partisi kurulduğunda Kurucu yedi üyeden biriydi.

Hanussen: Bir de Hanussen var. Hitler’in kâhin ve telepat danışmanı. İstanbul’da Gurdjief tarafından İslam’a ve Zig-Zag’a inisiye edilmiş! Sonra bir biçimde onu Hitler’in yanında görüyoruz. Bir söylentiye göre, yanlış ve kötü bir kehaneti yüzünden ertesi gün öldürülmüş. Hans’ın dediğine bakılırsa, general de Hannusen de Stalin’e çalışan güçlü telepat ve zaman gezmeni Volf Messing tarafından intihar ettirilmişler.

Himmler: Hitler, Nazi parti sistemini Mason localarının sistemine uygun bir biçimde düzenlemiş ve bunu da açık açık söylemişti. 1934 yılında şöyle diyordu: “Biz bir örgüt kuracağız, saf kan ilkesinin etrafinda toplanmış Tapınak Şövalyeleri Biraderliği.”  Bu “Tapınak Şövalyeleri Biraderliğini” kurmakla görevlendirilen kişi ise, Heinrich Himmler’di. Himmler, 1920’li yıllarda Hitler’in bodyguardları olarak görev yapacak SS’lerin Tapınakçı ve Mason sistemine göre düzenleme işini üstlendi ve bunu başardı da. 

SS’ler içinde özel bir araştırma grubu da oluşturdu; bu grup, Tapınakçılar’ın ve diğer okült derneklerin tarih içindeki yerini araştırmakla görevliydi. SS’ler aynı zamanda Tapınakçılar’ın belirgin özelliği olan anti-Hiristiyan ritüellere de sahiptiler. Himmler’in liderliğinde yapılan SS törenlerinde, Nasyonal-Sosyalist marşlar söylenerek Hıristiyan haçı yakılır ve yerine gamalı haç yerleştirilirdi.

 

THULE VE HİTLER

Metin Kutusu:                              ADOLF HİTLER

Hiç kuşkusuz, Hitler’in ve Nazi Partisinin Thule’un bir ürünü olduğu söylenebilir. Onun da Thule’a derin ilgi duyduğu, onayladığı, çalışmalarını yakından izlediği, zaman zaman derneği ziyaret ettiği doğrudur. Hiç kuşkusuz, onun akıl hocaları ve yaratıcıları oradaydı. Hitler’i tetikleyen, eğiten, ideolojisini, düşünce yapısını veren, hedeflerini belirleyen onlardı. 
 

Eckart başta olmak üzere Alfred Rosenberg ve Karl Haushofer Hitlere çok zaman ayırmışlar, ilgi göstermişler ve onu eğiterek hazırlamışlardı. Özelikle Eckart, Hitler’e  mistik  doğunun gizemlerini öğretmiş ve Thule’un temel değer ve öğretisini benimsetmişti.

Thule’de Güneş, “Aryan”ların kutsal sembolü olarak bilinirdi. Bir Tibet söylencesine göre, üç-dört bin yıl önce, Orta Asya’da, Gobi’de çok büyük bir uygarlık vardı. Bu uygarlık yıkıldı ve Gobi de bir çöle dönüştü. Buradan canını kurtarabilenler, Kuzey Avrupa’ya ve Kafkasya’ya göç ettiler.

Thule Örgütü’nün ermişleri, bu Gobi göçmenlerinin, insanlığın temel ırkını (Âri soyunu) oluşturduğuna inanıyorlardı. Bu yüzden General Haushofer, “kaynaklara dönmeyi” istiyor, bunun için de Doğu Avrupa’yı, Türkistan’ı, Pamir’i, Gobi’yi ve Tibet’i ele geçirmeyi planlıyordu. Ona göre, bu bölgeleri ele geçiren, Dünya’ya egemen olacaktı.

Hiç kuşkusuz, Hitler’i siyasete sokan, yükselten ve ona mali destek bulan da Gamalı haçı Nazi bayrağı yapan da Thule idi. 

İyi de Thule Çocuk Esirgeme Kurumu muydu? Hitler de  yolda buldukları bir sokak çocuğu muydu? Hiç de değil! Tuhule, her ne kadar paçalarından kan damlasa da temelinde, (şakayla karışık söyleyelim) o bir tür “Zaman Gezmenleri Derneği” idi! Hitler’i seçmesinin temel nedeni, Hitler’in bir çok özelliklerinin yanısıra onun zaman gezmenliğine duyduğu ilgi idi.

Zaman gezmenliği ve Hitler bağlantısı üzerinde biraz konuşalım. Elbette Hitler’in Thule’u oluşturan akıl hocaları ile asıl bağlantısı, yalnızca onun doğu ezoterizmine, Âri ırka, dünya egemenliğine duyduğu ilgiden gelmiyordu. En başında, zaman gezmenliğine duyduğu ilgiden geliyordu. Hitler ve zaman gezmenliğine ilgi! Size de biraz garip gelmiyor mu? Gelsin, gelsin! 

Hitler’de bu ilgi vardı ve bu ilgi babasından geliyordu. Ve onun bu ilgisi aslında bir çeşit köklerine dönüş güdülenmesi idi. Ne demeğe çalışıyorum? İlginizi Hitler’in babasına çekmeğe çalışıyorum.

Hitler’in ailesini ve geçmişini alalaması, bilinçli yaptığı bir işti. Bu güne kadar hiçbir araştırmacı, Hitler’le ilgili bu bölgeye kazmasının ucunu geçiremedi! Olağanüstü uçuk, olağanüstü fantastik ama yine de bu konuda Hans’ı dinlemek zorundayız. Onun anlattığı başka bir “Matrix Filmi” var: Hanif Grup ve Zion grubunun zaman savaşları! Bu öyküyü anlamak için ya Hans’ın beş yıllık e-söyleşilerini okuyacaksınız ya da benim yazdığım kitabı: “Bir Kıyamet İşçisi: Hans Von Aiberg”!

“Zero-N”le gelen Bir Zion grubu var. Adler’in (Mehdî’nin) kurmağa başladığı 12’li WEMB düzenini bozan ve onun 300 küsur yıl geleceğe alınmasına yol açanlar bunlar. Yedi kişiler. İşte onlardan biri Adler’in yerine geçirilmiş. Bu kim biliyor musunuz? Hitler’in babası! Hitler’in ailesini ve geçmişini bilinçli bir biçimde alalamasının nedeni burada.

Hitler’in zamanla ilgili karın ağrısı da buradan geliyor. Ve Thule, Hitler’in bilinçaltında, babasına duyduğu özlemi, onun dünyasına katılma isteğini karşılama heyecan ve ümidini veren tek varlık!

Bu durum Hitler’de Thule’a karşı direnilemez bir çekim oluşturuyordu. Ayrıca Hitler sıkı bir ezoterikçi idi. Öne çıkmağa, kahraman olmağa meraklıydı ve tipik bir medyumdu! Onun bu özellikleri de Thule’un ona çekilmesini sağlıyordu.

Metin Kutusu:                       WOLF MESSİNGŞimdi Hitler’in biraz da medyumsal-parapsişik yönünden söz edelim: Zaten tamamı kırklara karışmış bir kasabada doğmuştu. O kasabada ruhlardan, medyumlardan geçilmiyordu! Kendisinin de medyumik yeteneği vardı. Bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler’ in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, bir çok varlıktan söz ettiği kayıtlara geçirilmiştir. Hatta bu yüzden şizofren olduğundan bile kuşkulanılmıştır. Onun hitabeti ve kitleleri etkilemesi de bir çok kişilerce parapsişik bir yetenek olarak algılanır.

Wolf MessingHans onun parapsişik yeteneğini yadsımamakla birlikte konuyu daha çok Volf Messing’e bağlar. Ona göre, Hitler’in geceleri çırpına çırpına konuştuğu ve talimatlar aldığı “Büyük Ruh” da Messing’ten başkası değil. 

Messing Yahudi. Hitler’le ilgili aykırı bir kehaneti yüzünden, tren altında Rusya’ya kaçmış ve Stalin’in yakınında yer almıştır. Hatta Hitler’in general Haushoffer ile düzeltip güçlendirdiği doğu ilişkilerini bozmak üzere Stalin onu zaman zaman doğuya gönderirdi. Hans’a göre, Hitler’in baş belası Stalin değil, Messing’ti. Rusya’daki parapsişik çalışmaları anlatan bir kitapta, Messing’in gösteri izni kopardığını, bu yüzden de çabucak zengin olduğunu okumuştum. Beş sene de Messing’in üç uçak bir şu kadar tank Rus ordusuna hediye edecek kadar parası olduğunu yazıyordu. Hepsinden önemlisi, telepati yoluyla Hitler’le oynamasıydı. Hitler’i tam anlamıyla perişan etmişti.

Bu bilgilerden sonra büyü, mitler, Büyük Ruh, Mu, Tuhule, Çift Boynuz, zaman gezmenliği, Şamballa derken, Hitler’in nasıl bir zihinsel batağa saplandığını açıkça görüyoruz.

Hess, Oyuk Evren kuramı yanında bir de buzul kozmozdan ve bir Buz Çağı’ndan söz ediyordu. Hitler kendi döneminde bu buz çağının ateş çağına dönüşeceğine inanmıştı. Üstelik bu çağı başlatmak için de kendisi seçilmişti! Rusya buzuluna orduyu yazlık elbiseyle göndermesinin nedeni buydu!

Peki ya metroya su basıp binlerce insanı boğdurmak neyin nesiydi? O Buz Çağı’nı Ateş Çağı’na dönüştürecek “En kahraman Rıdvan”dı ya… Ve de savaş yitirilmişti ya… Şamballa’nın ve öbür kara güçlerin harekete geçip kendisine destek vermesi için kurban gerekiyordu. İşte o da kendisine başarı için güç takviyesi yapılmasını sağlamak üzere o metrodakileri kurban seçmişti!    

Hep bunlar, kara büyünün, Şamballa’nın, Büyük Ruh’un (aslında Einstein grubuyla gelen, zaman teröristlerinden Ziontik Volf Messing’in telepati gücünün)  marifetiydi.

Böyle bir kafadan, böyle bir üstünlük ve güç hırsından, böyle bir gidişat ve böyle bir yazgıdan daha başkası beklenemezdi. 

Thule’a ilişkin ilgi ve bağlantısına gelince, temelinde babasına ve onun dünyasına ulaşma güdüsü vardı. Bu güdü onu Thule’ye götürüyordu. Thule aracılığı ile de bu güdüsünü doğulu gizlicilik, ırk kuramı ve siyasi öğreti ile zenginleştiriyordu. 

İşin doğrusu, Thule onun sözünü ettiğim bu temel motivini doyurmayı ümit ettiği tek seçenekti. Ve galiba Thule de bunu hak ediyordu.

Böylece süreç tapınakçılardan başlıyor, Masonlara bulaşıyor Germonerden’i (Alman Tarikatını) doğuruyor ve o da Thule’un doğuşunu hazırlıyordu. Sonra Thule alıyor sazı eline ve zaman gezmenliği uğruna Hitler’i ve Nazi Partisini yaratıyor. Âri Irk’la dünyanın kurtuluşu ve zaman gezmenliği uğruna Naziler, Doğu gizliciliğine bulaşıyor ve sonunda II. Dünya Savaşı katliamı ortaya çıkıyordu

Bir çok başka amaç ve ideallerle kuşatılmasına ya da zenginleştirilmesine karşın Thule’nin merkezî konusu yine de “Zaman”dı ve bu durum Hitler’in onlarla göbek bağı kurması için yeterliydi.

Bu Thule bağlantısı yüzündendir ki, Hitler  SS birliklerini Cizvit, Templier ve öbür haçlı örgütlerine göre düzenlemiştir. Hatta, 1937’lerden kalma bir poster, onu zırhını kuşanmış bir Templier şövalyesi kılığında göstermekteydi.

Hitler’in eski uygarlıklara, mitolojilere olan ilgisi de Thule ile örtüşüyordu. Doğa yasalarının üstüne çıkmak istemesi ve bu yüzden büyü ile ilgilenmesi de öyle. Bir farkla ki, Thule ileri gelenlerinin hiç biri kendini böyle ortaya atmamasına karşın Hitler, güç ve imperium uğruna kırklara karıştığına ve seçilmiş olduğuna inanıyor ve dünya egemenliği fikrine lâpinler gibi atlıyor ve öne çıkıyordu.

Germen Mitolojisindeki Thule söylencesinden etkilendiğini de saklamıyordu.

Hitler, böylesine içten bir biçimde Thule ile canciğer kuzu sarması olmasına karşın yine de bu örgütle arasında derin ve sinsi bir ayrılık vardı. Hatta bazı yazarlar, Hitler’in bu örgütün hiçbir zaman üyesi olmadığını bile söylüyor. Bunun ne denli doğru olduğunu bilmem ama aralarında ince bir kara çizginin olduğu kesin. Bunu  Baron’un yazdığı kitapla ve sonrasında başına gelenler sayesinde anlıyoruz!

 

THULE, HİTLER VE NAZİ PARTİSİ

Aslında “Baron” Nazi Partisi’nin öncüsü ve hatta gerçek kurucusuydu. Thule kendi bağımsızlığını korumakla birlikte, Nazi Partisi’nin, onun siyasi bir görünümü olduğu söylenebilir. 

Böyle bir görünüm alma yada Thule’nin Nazi Partisi’ne dönüşmesi, bir dizi olayın sonucunda gerçekleşmişti. O, her ne kadar gizlici bir örgüt ve öğreti ise de aktüaliteden ve hele hele siyasetten hiç uzak kalmadı. Belli ki, bu  onun Masonik mayasında vardı. Şöyle ki; Thule kurulduğu günden itibaren komünistlerle sürekli çatışma halindeydi. 1919’daki komünist ayaklanma sırasında yer altına çekildi ve aşırı sağcı, karşı-devrimcileri organize ederek silahlı bir terör gücü oluşturdu. Komünistlere karşı halk desteği kazanmak içinse, Alman İsçi Partisi’ni kurdu. Hitler’le Thule’nin ilişkilerinin sıklaştığı ve sıkılaştığı dönem burasıdır.

 

Hitler, savaş öncesi dönemde okültizmle yakından ilgilenmiş, özellikle Armanenschafft’ın kurucusu Guido von List’in kuramlarından çok etkilenmişti. Bu nedenle, bir Tapınakçı örgütü olan Thule’ye kolayca adapte oldu.

Onun hiçbir zaman bu derneğin üyesi olmadığı söylenir. Ama sonuçta Naziler, 1314 yılında kesin olarak yasaklanmalarının ardından yer altına giren ve Gül-Haç ve Masonluk gibi örgütlerle yeniden ortaya çıkan Tapınakçı geleneğin yeni bir varyasyonundan başka bir şey değildi. Bunu açıkça ifade etmekten de çekinmediler. Hitler, Nazi parti sistemini Mason localarının sistemine uygun bir biçimde düzenlemiş ve bunu da açık açık söylemişti. 1934 yılında ise, şöyle demişti: “Biz bir örgüt kuracağız, saf kan ilkesinin etrafında toplanmış Tapınak Şövalyeleri Biraderliği.”

Bu ifadeler yeteri kadar net bir biçimde Nazilerin hem Tapınak hem Mason hem de Tuhule bağlantısını vermektedir. Belki buna tam olarak “Bağlantı” da dememek gerekecek ama en azından bir ilgi ve etkilenmenin olduğu kesindir.

İşte bu ilgi ve etkilenme içinde 1920 yılına gelindi ve Alman İsçi Partisi’nin adı Nasyonal Sosyalist Parti (Nazi Partisi) olarak değiştirildi. Partinin lideri ise, elbette Hitler’di. Hitler’in bu hızlı yükselişi ise, Thule’un desteği ile olmuştu.
 

HİTLER  NAZİLER VE SEKÜLERİZM

Peki din ve dindarlık bakımından Hitler’in durumu neydi? O, sağın neresine düşmekteydi?

Düz tarih bile, Hitler ve Naziler konusunda, din söz konusu olduğunda, bir garipliğin olduğunun farkındadır. Ortaya konan fotoğraflarda bir tuhaflık vardır gerçekten de… Marksizmle silahlı mücadele, yoğun bir Yahudi katliamı ve kiliseye çok soğuk bir yüz. Sağın  da solun da  neresine düştüğü belirsiz bir kimlik bu.

 

Bence güce soyunmuş bir ezoterizmin tipik örneği. Tapınakçıların da soğuk ve din dışı bulunmalarının nedeni sanırım buradadır.

 

Hitler’in de tapınakçıların da hatta artık Masonların da hangi tanrıya taptıkları belli değildir. Belli ki, bunlar önce güç tanrısına tapmaktadırlar. Evrenin ne genel müdürü ne patronu bunları ilgilendiriyor; çünkü genel müdür de patron da kendileri olmak istiyorlar. Sanırım Tapınakçıların da Hitler’in de Nazilerin de sekülerizmi burada başlıyor.

 

Bunlar bu ortak özellikte bir ittifak halindedirler. Naziler de Hitler de bu ittifakın bir parçası. Ama bunların ötekilerden bir farkı var: Kabalistinden Tapınakçısına, Tapınakçısından Mason’una hepsinin Yahudi üzerinde apaçık bir diz çökme ve onaylama sergilemelerine karşın, Hitler de Naziler de Yahudi’yi görünce tüyleri diken diken oluyor. Büyük bir olasılıkla Thule ile Hitler’in derindeki yol ayırımı da buradadır. Ve Sebbettandorff “Hitler Gelmezden Önce” adlı kitabı ile onunla yolunu burada ayırmıştır. Hitler de hiç gözünün yaşına bakmadan tutuklanmasını emretmiştir. 

 

Ne ki, sonuçta Hitler de tüm güce soyunan ezoterik öğreti yandaşları gibi, sekülerliğini korumaktadır. Güç isteğinin girdiği yürekte Tanrı barınamamaktadır. Açık olan budur. Tanrının çıktığı gönle de genellikle güç isteği egemen olmakta ve bu da çoğunlukla kendini ırkla-soyla kamufle etmektedir. Bu ne tapınakçıların ne Siyonistlerin ne de Nazilerin sorunudur… Bütün güce soyunmuş gizlici örgüt ve öğretilerin ortak özelliğidir. 

Tanrı yerine ırkı gündeme getirmek: Bu, bilinçaltı yolla kendini meşrulaştırma politikasıdır ama aslında bu politika ırkı kullanmaktadır.

 

Bu, ırka yaslanmak, güya ırkı temele almaktır. Güya, Tanrının yerine ırkı koymaktır. Ama sekülerleşmenin tastamam başladığı yerdir de. Sekülerleşmenin gerçek kaynağı, ırkçılık değil, güç isteğidir ve bu güç isteği, zamanımızdaki bazı gizlici örgüt ve öğreti yandaşlarını bugün, dünya imparatorluğuna soyunma noktasına getirmiştir. Dünyaya körlemesine müdahale ve saldırının kaynağı işte bu güç isteme ve gösterme güdüsüdür.

 

Ramtha 200 yıldan beri devletlerin kendi aralarında savaş kararı alamadıklarını, savaş kararını bu güç efendilerinin aldığını söylüyor. Demek ki, 200 yıldan beri savaş çıkaranlar, işte bu güç efendileridir. Rasyonel değil de güdüsel güç isteğinin sonuçları daima savaştır. Bunun artık görülmesi gerekir.

 

Aslında Tanrıya inanmamak diye bir şey yoktur; kişisel güç isteme vardır. Bu politikayı güdenler, tarihin her döneminde savaşı canlı tutmayı başarmışlardır.

 

Aslında “Sekülerizm” diye bir şey de yoktur; kişisel ve grupsal güç isteme ve edindiği gücü göstererek duyumsama isteği vardır. Kısacası, güce saptınız mı Tanrı gider, savaş gelir! Sekülerizm bunun adıdır.

Peki Hitleri ve Nazileri,  seküler saymamıza neden olabilecek, güce düşkünlük ve ırkçılıktan başka ne var?

Thule ile ilgilenmiş bazı araştırmacılar, Okültizm, Simyacılık ve Kilise karşıtlığını Thule’nin temel özelliklerinden sayarlar ve bunların Hitler’in de Nazizmin de seküler yanını oluşturduklarını söylerler.

Bence çok önemli işaretlerden biri de Haç’a karşı Swastika’nın gündeme gelmesidir. 

 

SWASTİKA  (Gamalı Haç)

Peki Swastika nedir ve neden Hitler’i de Nazileri de seküler olarak anlamamıza yol açmaktadır?

Gamalı Haç’ın NSDAP’a Thule Örgütü tarafından yerleştirildiği doğrudur. Ama aslında o, arşetipik bir şeydir. Onda paganik kökler de bulmak olanaklıdır, ama paganlığa mal etmek de yanlıştır. O, yalnızca Kabalacılığın tekelinde de değildir. Onun umulmadık kadar gerilere giden bir tarihi olduğu doğrudur. Söylentiye göre, Thule bu sembolü Mu uygarlığından alıp Nazi Partisi’ne amblem yapmış. Mu tabletlerinde gerçekten de bu sembol vardı ve Mu’ya özgü gizli bilgiler içeren çok önemli bir semboldü. Bu sır, çok sıkı eğitimden geçmiş, eski Mısır ve Tibet rahiplerince de biliniyordu ve onlar tarafından korunuyordu. 

Bu sembol bir de iki yeraltı uygarlığı olan Şamballa ve Agartha’da kullanılıyordu. Nazilerin önde gelenleri de (yedi kurucu üye) bu sırrı öğrenmişlerdi ve bu bilgi de doğal olarak Tibet’le olan ilişkileri sayesinde ele geçirilmişti. Onların gamalı haç hakkında edindikleri bilgi Şamballa’dan geliyordu ve Şamballa pek de hırlı bir uygarlık ve güç olarak bilinmiyordu. Temeli şer ve karanlıktı. Bu da bize Hitler’in haklı olarak, nereye yakalandığı ve nereye hizmet ettiği hakkında bir fikir vermektedir.

Gamalı Haç’ın, Thule’nin Tapınakçı kökenine uygun olduğu da doğrudur ama bu sembol Tapınakçıların da tekelinde değildir. Ona eski Hint mandalalarında da Cengiz Han’ın yüzüğünde de rastlıyoruz! Öbür taraftan, Kabalistik ve Masonik kaynaklarda, Siyon yıldızı ile iç içe kullanıldığı da doğrudur.

Haushoffer’ın Hindistandaki çalışmaları sırasında bu sembolü görüp etkilenerek aldığı ve Nazi bayrağı yaptığı da söyleniyor. Aslında Gamalı Haç şekil olarak başka bir şeymiş de o şekli ters çevirerek Gamalı Haç yapmış. Hah! İşte burası ilginçtir.  Ters çevirdiği orijinal örnek acaba neydi dersiniz? Bu sorunun yanıtı Hans’ta: Onun verdiği bilgilere göre, Gamalı Haç sembolü öyle Hindistan’dan gelme filan değil. Adler adıyla batıda yaşayan Mehdî’nin kurmuş olduğu 12’li WEMB düzeninde! Bu öykü çok fantastik ama tutarlı. İşin aslını öğrenmek istiyorsanız Hans sitelerine tıklayın karşınıza çıkacaktır. Ya da yazmış olduğum kitabı okuyun. Sanırım benim kitapta biraz daha derli toplu ve kolay anlaşılır biçimde anlatıldı: “Bir Kıyamet İşçisi: Hans Von Aiberg“. Okuyun ve arada kendi reklamımı yapmama alışın!  

 

Mustafa Öz