İnisiye için bunun anlamı şudur: “Işık olsun ve ışık oldu.” Yaratılışın son sözü, eylem halindeki Varlığı özetleyen formül, mutlak Varlığın ilk ve son düşüncesine sahnelik eden hayattar kelam nedir? Şudur:

ADEM VE HAVVA

Kadın-Erkek. Bu sembol, hiçbir surette yerküremizin ilk çiftini değil, fakat evrende eylem halinde bulunan Tanrı’yı ve evrensel insanı temsil etmektedir.

“Tanrı, insanı kendi suretinde yarattı; onu erkek ve dişi olarak yarattı.”
Yetro Mabedi’nin bir mahzeninde, Musa’nın gözleri önünde beliriveren pırıl pırıl bir kelime, IEVE, varoluşun ikili doğasını gizlemektedir: Ilk harf olan I, Musa’ya eril prensibi, en üstün seviyedeki yaratıcı varlığı, yani Osiris’i; Eve ise onun parçası olan doğurgan gücü, yani semavi Isis2i algılatmaktaydı…Bu ilahi çift, Ieve’nin, kendi tabiatını alemlerde tezahür ettirmesine vasıtalık etmiş olan evrensel fiildir.

Bu çiftin başlangıçta ikamet ettiği mekan Ade Bahçesi, yani şu efsanevi yeryüzü cennetideğildir; o mekan; Zerdüşt’ün şu sonsuz sınırsız zaman küresidir, Eflatun’un üstün dünyasıdır, evrensel semavi ülkedir, tüm dünyaların cevheri demek olan Heden’dir, Hadama’dır.

Ama insanlığın zamandaki ve mekandaki tekamülü nasıl olacaktır? Tekvin’de Psişe, yani insan ruhu Ayşa diye adlandırılmaktadır. Bu da Havva’nın bir başka adıdır. Onun vatanı Şamaim’dir. Orada ilahi esirin içinde mutlu bir hayat sürmektedir, ama kendisinin farkında değildir. Farkında olmadan cennetin tadını çıkartmaktadır. Farkında olabilmesi ve onu anlayabilmesi için onu unutup tekrar hatırlaması gerekmektedir. Onu sevebilmesi için de onu kaybedip tekrar ele geçirmesi gerekmektedir. Bunu ancak ıstırap yoluyla öğrenebilecek ve ancak düşüş yoluyla anlayabilecektir. Kişisel fikrime göre, bu ıstırap, sevilenden uzak düşmenin vermiş olduğu özlem acısı ve aynı zamanda Olan’a dair algımızdaki sınırları bilinçli farkındalığımıza taşırken çektiğimiz sabırsızlık duygusudur. Halen okumakta olduğumuz şu çocuksu ifadeli Tevrat öyküsü, yani şu düşüş öyküsü öyle derin ve öyle trajiktir ki! Bilgiden ileri gelen arzu yüzünden karanlık uçuruma doğru cezbedilen Ayşa kendini oraya bırakıvermektedir… Ancak, ilahi esirden mamul yıldızsal ve canlı bir bedene sahip olduğu için arı ruh niteliğini kaybetmiş durumdadır. Ardından maddi bir bedene bürünmekte ve bedenli hayatlar çevrimine dahil olmaktadır. VE DE TEK BİR KEZ BEDENLİ HAYAT YAŞAMAMAKTADIR; İKAMET ETTİĞİ KÜRELERE UYGUN OLARAK GİTGİDE KABALAŞAN BEDENLERE YÜZ KEZ, BİN KEZ BAĞLANMAKTADIR!!! Küreden küreye atlaya atlaya aşağılara inen evveliyatını unutmaktadır!!! Gönül gözünü kara bir örtü kaplamakta ve böylece maddenin kalın dokuması altında ilahi şuuru boğulup bunalmakta ve göğe ait anıları silikleşip kararmaktadır. Eski mutluluğunun, kaybedilmiş bir umudu andıran solgun ve cılız bir anısı onda bir gün ışıldayıvermektedir! Bu kıvılcım sayesinde tekrar doğmakta ve kendini ıslah etmektedir!

Bu tekrar doğuşlar, fiziksel ve ruhsal evrim macerası boyunca nesilden nesle aktarılan, hücrelerimizin çekirdeklerinde GEN adı altında kıvrım kıvrım saklanan ve kim olduğumuzu bilmek adına tezahürlerini adım adım keşfetmekten mesul olduğumuz yitik bir hafızanın meyve bahçesinden başka nedir ki?

Aycan Çankaya

1976 yılında İstanbul’da doğdum. 1994’te Saint Benoit Fransız Lisesi’nden, 2000’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Öğrencilik yıllarımda ilgilenmeye başladığım hipnoz ve NLP’yi 2 yıl boyunca pratisyen hekim olarak çalıştığım özel poliklinikte kısmen uygulama şansım oldu. 2002 yılında evlendim ve hekimliğe ara vererek ilaç sektörüne girdim. İki yıl kadar medikal danışman, bir yıl kadar da ürün yöneticisi olarak çalıştığım süre boyunca NLP Practitoner, NLP Master Practitioner, Reiki ve Hipnoterapi eğitimleri aldım.