Düşünmek korkunç bir yetenektir. Kişinin kaderi ve birçok kez de başkalarının kaderi insanın düşünce tarzına bağlıdır.

Özgür düşünce konusunda araştırmaya başladığımda fark ettim ki bazı temel kavramlarımı sınamalı, aralarındaki farkları aydınlatmalıyım. Karşıma üç tane temel kavram çıktı. Düşünme özgürlüğü (muhakeme hürriyeti), Düşünce özgürlüğü (fikir hürriyeti) ve Özgür düşünce (hür fikir). Bunları kısaca tek tek ele alacak olursak;

Düşünme özgürlüğü: Bir insanın hiçbir etki ve baskı altında olmaksızın, yalnızca kendi istem ve buyrultusuyla herhangi bir konuda serbestçe düşünebilmesi, değerlendirme ve karşılaştırma yapabilmesi, kendi yargılarını ve görüşlerini oluşturabilmesidir.

Düşünce özgürlüğü: Bir insanın düşünme özgürlüğüne sahip olmakla birlikte, düşünme etkinliğinin sonucunda ürettiklerini yani düşüncelerini serbestçe söyleyebilmesi, gerektiğinde yazarak ve çizerek başkalarına da bildirebilmesidir. Bir bakıma “düşünme özgürlüğü” ile “söz özgürlüğü” nün birleşimi olarak da nitelendirilebilir.

Özgür düşünce: Bir insanın düşünme özgürlüğünü değerlendirip kullanarak yaptığı üretimdir.

Doğumla birlikte çevremizdeki peşin yargıların, inançların, dogmaların, korkuların, heyecanların ve umutların etkisinde kalırız. Bunlara kapıldığımızda da düşünme özgürlüğümüzü, özgür düşünce üretebilme yeteneğimizi yitirebiliriz. Düşünme özgürlüğünden yoksun bir haldeyken de düşünce özgürlüğümüzden söz edilemez.

Tarih boyunca hemen her dönemde, düşünce özgürlüğünün engellenmesi çabaları olmuştur. Bunun birçok nedeni olsa da en başta gelen nedeni, bu özgürlüğün kullanımının yeni görüşler ve öneriler getirmesi, oluşan bu yeni görüş ve önerilerin ise toplumda kemikleşmiş olan inançları sarsacağından ve yürürlükteki düzeni bozacağından endişe edilmesidir.

Düşünce özgürlüğünü engellemeye çalışanların yaptıkları ilk iş, nesnel nitelikli söz özgürlüğünü ortadan kaldırarak bireylerin özgür düşüncelerinin topluma yansımasını önlemektir. İkinci aşama, bireyin özgürce düşünememesini, yalnızca kendisine söylenenleri olduğu gibi, sorgulamadan kabul etmesini sağlamaktır. Bunun için, düşüncenin karşısına “dogmalar”, “batıl inançlar” ve “din” çıkarılır. Bunlar özgür düşüncenin karşıtları ve hatta katilleridir, “dogmalar”, “batıl inançlar” ve “din” toplumun genel yararlarını umursamaksızın kişisel ve temsil ettiklerinin çıkarlarını gözetenlerin işlerine geçmişte bu amaç doğrultusunda çok yaramıştır. Bu yolla birçok değerli ve onurlu insanın yaptıklarına ve canına kıyılmıştır. Sonunda yine de akıl baskın çıkmıştır. İlerleme ve evrim geciktirilmiş fakat durdurulamamıştır.

Elektriği ve atomu köleleştirmiş, yıldızlar arası mesafeleri zorlamış, her çeşit teknik güçlüklerin üstesinden gelmiş, mikropları gemlemiş, doğayı kendi amacı doğrultusunda yönlendirmiş, çeşitli felsefelerle oynamakta olan insan; kendisini idare eden beyni hakkında çok az şey bilir.

Beyinde düşünce fonksiyonunu oluşturan hücrelerin önceleri üç sonra ise on iki milyar adet olduğu tahmin edilmektedir. Bu konuda hala kesin bilgiye ulaşılamamıştır. Bir örnek daha; bir çok söyleşide insanın beyninin %10’unu kullandığını duyarız hatta bazı ciddi gazete ve dergilerde de ara sıra tekrarlanır. Bu bilgiye nasıl ulaşıldığı, hangi testlerle doğrulandığı hiçbir yerde yoktur. Kaynağı ve doğruluğu belli olmayan bu bilgiyi sofistik bir şekilde kullanır hatta tanınmış bazı bilim adamlarının beyinlerinin %10’dan fazlasını kullandıklarını iddia ederiz.

Düşünce günümüze değin gelişmiştir ve hala da gelişmektedir. Maddesel nesnelerden fışkırıp soyutlaşmaya doğru yönelmiş, bilinç, erdemler ve ahlak kavramlarına ulaşmıştır.

Düşüncenin iki esası, dayanağı vardır: Bilinçli ve bilinçaltı. Bilinçli olan işle, çalışma ile gelişmiştir. Bilinçaltı olan ise tecrübe ve çevresel faktörlerle gelişmiştir. Bilinçli ile bilinçaltı arasında bir işbirliğinin doğabilmesi için kıvrak bir zekaya ve karşılaştırma yeteneğine ihtiyaç vardır desem yeterli olmayacağı kanısındayım. Çünkü sağlıklı düşüncenin gelişebilmesi için hata da olmalıdır. Hatalardan bilinçli yada bilinçsiz olarak ders alınmalı ki doğruya ulaşılabilsin.

Goethe dostu olan Humboldt’a: “Çalışma sanatında çaba, inceleme, düşünme, başarı ve başarısızlık, teşvik ve dirençler; bizim içimizde bilinçsiz bir eylem yaratır. Bu bilinçsiz eylem, özgür bir uygunluk içinde, bilincimizle şuurumuzu birleştirir. Öyle ki bu birleşmeden dünyayı hayrette bırakan bir ilk doğar” diye yazmıştır.

Düşünce; insanın ölüm cezası korkusu, hastalık gibi fiziksel köleliklere boyun eğmeyen, değişmez bir disipline bağlanmaya zorlanamayan, sosyal baskılardan etkilenmeyen belki de tek öğesidir. Tabii ki düşüncelerimizi ve bunların ürünlerini paylaşmamamız şartıyla huzurlu yaşayabiliriz!!! Burada bir paradoks karşımıza çıkıyor. İşte düşüncelerini ve bunların sonucunda elde ettikleri ürünlerini paylaşan bazı ünlülerin yaşarken başlarına gelenler: Confucius yurdunu terk etmeye mecbur kalmıştır, Socrates ölüme mahkum edilmiştir, Platon esir olarak satılmıştır, Aristo ümitsizlik ve dışlanmışlıktan kendisini zehirleyerek intihar etmiştir, Spinoza Yahudilerce lanetlenmiştir, Kant Protestanlarca lanetlenmiştir, Wagner dinleyenlerince piyanosuyla resital verirken düşünceleri nedeniyle ıslıklanmıştır, Galilée hapsedilmiştir, Baudelaire’nin yapıtlarının yayınlanması yasaklanmıştır, Pasteur meslektaşları tarafından dışlanmış ve nefret edilmiştir. Burada Swift’in bir sözüne değinmeden geçemeyeceğim: “bir deha ortaya çıktığında kendisini tanımamıza en iyi olanağı sağlayan o anda bütün budalaların kendisine karşı birleşmeleridir”

İnsan Hakları Beyannamesi ile toplum; insana tam bir özgürlük içinde düşünme ve konuşma hakkını bahşeder. Diğer taraftan aynı toplum insanı sürekli olarak baskı altında tutar. Toplumun sosyal ve hatta fiziksel baskısı altında insan; dokunulmazlığı olan, dayatmaların olmadığı, kontrol edilemeyen tek kalesine sığınır. Düşünce şatosuna yerleşir, rahatlar ve hiçbir zarar görme kaygısı olmaksızın güven içinde en tutucudan en sapığına kadar uzayabilen düşünce oyunlarına dalar. Kendini düşünce ve akıl spekülasyonlarına hiç rahatsız edilmeksizin terk eder. Burada insan, eşitsizliklerin, nankörlüklerin, sıkıntının karşısında mantık ve alışılagelmiş şartlanmaların dışında düşünmeye başlar. Düşünce kimi zaman o kadar ileriye gider ki, saçmayı kabul eder, kötüyü onaylar, ilerlemeyi horlar, ahlak kurallarıyla alay eder, erdemleri yıkar. Bu nedenle, her şeyin olduğu gibi düşünmenin de bir sanatı olmalıdır.


Düşünce akıcı olma niteliğine de sahiptir. Akıcılıktan kastım; düşüncenin bloke edilemediği, sınırlandırılamadığı, hapsedilemediği, yani zaman ve mekanı sınırlı olan bir daire içine kapatılamadığıdır. Bununla birlikte duyguların, anıların, durumların kendi aralarındaki fikir ilişkileri ve benzerlikleri ile sebep-sonuç etkileşimleri anında bir tepkimeye girer, ortaya çıkan anlık sonuç bizim bu birikimimize ve birikimimizi o an nasıl yorumladığımıza bağlıdır. Yani düşünce değişkendir ve yönlendirilebilir. Olayların akış sırası, gelişme şekli, bizim o andaki duygularımız, şartlanmalarımız, tecrübelerimiz, sembollerin bizde oluşturduğu farklı etkiler ve benzeri gibi nedenlerle aynı olay sonucunda farklı kişilerde farklı düşünceler oluşabileceği gibi aynı kişide farklı zamanlarda farklı düşünceler de oluşabilir. Burada bahsetmek istediğim düşüncelerimizin kişisel  ve değişken olduğudur. Hatta bunu daha da ileriye götürebilir ve olaya sosyal bir içerik de kazandırabiliriz. Günlük iletişimde kullandığımız sembolleri yani kelimeleri ve beden dilimizi ele alacak olursak, aynı kelime bireyin değer yargılarına, sosyokültürel seviyesine hatta cinsiyetine göre farklı anlamlar kazanmakta ve bunun sonucunda farklı düşünceleri doğurmaktadır. Benzer farklılık toplumlar için de geçerlidir. Davranış tarzları da aynı benzerliği göstermektedir. Eskimolar arasındayken misafir bulunduğunuz evde ev sahibinin eşiyle yatmazsanız hakaret sayılır, Yunanistan’da elinizin beş parmağını açarak karşıya doğru gösterdiğinizde –ki ülkemizde beş derken bizim doğal olarak yaptığımız şeydir bu- Yunanlılar tarafından tacize uğrayabilirsiniz. Çünkü bu harekete Yunanistan’da hakaret anlamı bindirilmiştir. Yeri gelmişken “taciz” kelimesi de kendisine bindirilen anlamlar açısından kişilere göre farklı anlamlar taşımaktadır. Bu örnekleri rahatlıkla hem toplumlar hem de kişiler açısından çoğaltabiliriz.

Gelelim “özgür düşünce” kavramına. Yukarıda yazdıklarımı hızlıca bir tekrarlayalım:

1- Düşünmek korkunç bir yetenektir. Kişinin kaderi ve birçok kez de başkalarının kaderi insanın düşünce tarzına bağlıdır

2- Düşünce günümüze değin gelişmiştir ve hala da gelişmektedir. Maddesel nesnelerden fışkırıp soyutlaşmaya doğru yönelmiş, bilinç, erdemler ve ahlak kavramlarına ulaşmıştır.

3- Düşüncenin iki esası, dayanağı vardır: Bilinçli düşünce ve bilinçaltı.

4- Düşünce; insanın ölüm cezası korkusu, hastalık gibi fiziksel köleliklere boyun eğmeyen, değişmez bir disipline bağlanmaya zorlanamayan, sosyal baskılardan etkilenmeyen belki de tek öğesidir.

5- İnsan Hakları Beyannamesi ile toplum; insana tam bir özgürlük içinde düşünme ve konuşma hakkını bahşeder. Diğer taraftan aynı toplum insanı sürekli olarak baskı altında tutar.

6- Düşünce akıcı olma niteliğine sahiptir.

7- Duyguların, anıların, durumların kendi aralarındaki fikir ilişkileri ve benzerlikleri ile sebep-sonuç etkileşimleri anında bir tepkimeye girer, ortaya çıkan anlık sonuç bizin bu birikimimize ve birikimimizi o an nasıl yorumladığımıza bağlıdır.

8- Düşünce değişkendir ve yönlendirilebilir.

9- Olayların akış sırası, gelişme şekli, bizin o andaki duygularımız, şartlanmalarımız, tecrübelerimiz, sembollerin bizde oluşturduğu farklı etkiler ve benzeri gibi nedenlerle aynı olay sonucunda farklı kişilerde farklı düşünceler oluşabileceği gibi aynı kişide farklı zamanlarda farklı düşünceler de oluşabilir.

Şimdi size bir sorum var, özgür düşünce nedir?

Medya, çevremizdekiler, toplum kuralları yada doğa şartlarının bizi yönlendirmesi sonucunda, şartlanmışlık yada bilinçli olarak kısıtlı bilgilendirilmişliğin ışığında elde ettiğimiz bilgileri yorumlamak mı?

Birtakım çevrelerin ulaşmamızı istediği yorumlara gidiş yolu mu?

Düşünmeyi bir sanat haline getirebilmek mi?

Bence kavram olarak “özgür düşünce”; düşünmeyi bir sanat haline getirebilmektir.

Bir soru daha; Bir insan düşünmeyi nasıl sanat haline getirebilir, düşünme sanatını nasıl anlamalıdır?

Bence, bir insan doğruluktan şaşmayan bir sağduyunun yönlendirdiği ilke ve kurallardan oluşan sütunların arasında ve bunların üzerine oturtulmuş sevgi tavanının korumasında düşünmeli ve çevresini, olup biteni yorumlamalıdır. Sevgi, düşünmenin ve esinlenmenin yegane dopingidir.

Kendi düşüncesini oluşturmada bir kişinin metodu; disiplin, sembolizm ve deneyimlerinin verdiği kademeli bilgiler olmalıdır.

Disiplin; bize fiziksel ve ahlaki sağlığımızı korumamızı, sosyal hayatımızda gerek hareketlerimizde gerekse konuşmalarımızda aşırılığa kaçmamamızı ve düşüncelerimizi insanlık mabedine yönlendirmemizi öğretir.

Sembolizm; bizi pürüzsüz, net, sağlıklı, isabetli fakat aynı zamanda bir ve aynı konu hakkında anlam çeşitliliği yelpazelenmesine açık, dolayısıyla daima yenilenen ufukları açan bir düşünceye yönlendirir.

Deneyimlerimiz; aldığımız dersle ile bilincimizde yeni kurgulara neden olur, düşünce ufkumuzu genişlettiği gibi derinleşmemizi de sağlar. Yatay büyüme ise kişinin kendini geliştirme çabasında verdiği emeğe, samimiyetine ve yeteneğine kalmıştır.

Çok yönlü büyük bir düşünür olan Nietzsche’nin baş eseri olan “Böyle Buyurdu Zerdüşt” yıllar sonra tekrar elime geçti. Kitabın üzerine “18 Haziran 1989 Pazar” diye not düşmüşüm. Alır almaz bir hışım okumaya başlamıştım. Kitabı pek bir şey anlamadan biraz da zorlanarak bitirdiğimi hatırlıyorum. Kitabı tekrar okumaya başladım. Daha başlardayım. Fakat duvara çarpmış gibi oldum. Eskiden pek anlam veremediğim, sıkılarak okuduğum bölümler şimdi önümde eğlenceli bir tiyatro oyunu gibi, kelimeler anlamlı, anlamlar bilinçli artık. Düşündüm. Düşündürüyor kitap. Elimde alt tarafı kırk senenin verdiği deneyim ve bunlardan kendimce edindiğim dersler, arada bir bazı olaylarda kendimi kandırma yolunu tercih ederek rasyonalize ettiğim ama genelde objektif olmaya çalıştığım düşünce ve sosyal disiplin kavramlarım var ama bunlar bile Nietzsche’nin baş yapıtında kendilerine yer buluyorlar, baş yapıtı anlamlı kılıyorlar. Serpiştirme değil, silme dolu, dopdolu. İnsan fark ettikçe kitapla arasında bir iletişim doğuyor fakat bu da daha yavaş okumaya, okuduğunu anlamlandırmaya itiyor insanı, acaba bir şeyi atladım mı, bir şeyi kaçırdım mı diye. Artık kitaba ayırdığım vaktimi, okumaktan çok kitabın düşünce ufkumda yarattığı ormanda gezinmekle geçiriyorum. O ormanda neler buluyorum, neler yaşıyorum bir bilseniz…

Kitaptan bir paragrafı sizlerle paylaşmak istedim, aktarıyorum;

Tanrı insanın içinde ölmüştür, insan kendi eliyle öldürmüştür onu; tanrının ölümüyle açılan boşluğa yuvarlanmakta; en büyük tehlikeyle, yok olmakla karşı karşıya; fakat bu en büyük tehlike onun en büyük olanağıdır, insan ne yapıp yapıp bu boşluğu kendi varlığıyla, kendini alt ederek, doldurmalıdır, ancak böyle değer kazanacaktır tanrıyı öldürmesi. İnsan eksiktir, ama bu eksiği kendisi giderecektir; kurtuluş kendisinden gelecektir ona; şimdiye dek kendi dışında sanarak yücelttiği varlıkların bütün görkemi, güzelliği onun olacaktır. Bir var ki insan, kendi içinde kalarak gerçekleştiremez bunu; insan varlığının yöneldiği, erek bildiği bir örnek koymak gerek onun üstüne: Üstinsan. İnsan var gücünü seferber ederek bu örneğe doğru akmasında hep kendini aşmaya çalışmalıdır.

Ne dersiniz, sizce neyi anlatıyor?

Mantık, düşünce, ilerleme sevgisi ve teknolojik her aşamanın barışa yarayacağı kanısına dayandırılmalıdır. İnsanların ve ulusların mutluluğuna doğru yönelmelidir. Anladığım kadarıyla şayet yaşım daha de ilerleyebilirse -ki buna bilinç düzeyim de diyebilirsiniz- her seferinde bu kitabı yeniden okuyacağım ve her seferinde de ilave deneyimlerim ve bunlardan çıkardığım dersler doğrultusunda elde ettiğim yeni bilgi ve kavramların ışığında farklı anlamlara ulaşacağım.

Unutmamalıyız ki, kişinin gerçek onur ve saygınlığı, her şeyden önce düşünce özgürlüğü üzerine kurulmuştur.

  

Kaynaklar:

Böyle Buyurdu Zerdüşt. Friedrich Nietzsche

Masonluk Bir Ahlak Okuludur. Dr. Selami Işındağ

EON. Jean E. Charon

Nirengi Noktaları. Alber N. Arditti

Current Medical Diagnosis & Treatment. LM Tierney, SJ McPhee, Papadakis MA

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi

Konuk Yazar