“Dünya ölü bir beden değildir…” Ortaçağ’da yaşamış bir simyacı olan Basilius Valentinus’un Yerküre’nin kendi başına canlı bir varlık olduğunu dile getiren bu sözü Anima Mundi’nin (Dünya canı) var olduğunu savunan birçok okültist düşünceyi özetleyen bir sözdür. Dünya’nın canlı bir varlık oluşu kavramı 19. yy.’dan itibaren teozoflarca da benimsenmiş ve bu kavramdan yol çıkan yazarlarla “kutsal coğrafya” konusunun yeniden gündeme gelmesi sağlanmıştır.

leydunya3Okültizm Dünya gezegenini bir insan bedeni gibi ele alır. Nasıl insan bedeninde çeşitli dolaşım ve sinir sistemleri varsa, yerkürede ve hatta kozmozda da böyle dolaşımlar ve içinde bir tür tesir akımlarının aktığı kanal sistemleri vardır. İşte mistik, okült ve psişik terimlerle ifade etmek gerekirse, yerkürenin organlarını, çakralarını, akupunktur meridyenlerini, bunlarda dolanan seyyal (akışkan) akımları ve psişik-inisiyatik merkezlerin konumlarını konu alan coğrafyaya “kutsal coğrafya” denir. Batılı okültistlere göre yerküre aynen insan vücudundaki kan damarları ve sinirlere benzeyen enerji kanallarıyla örülü durumdadır. Okültizme göre, peygamberlerin ve kimi mistiklerin spiritüel temaslarının hep dağlarda olması rastlantı değildi ve ley hatlarını konusunda uzmanlaşmış bazı eski uygarlıklar tapınaklarını ve kutsal merkezlerini rastgele yerlerde değil, bu hatlar üzerinde, özellikle bu hatların kesiştiği kavşak noktalarında kurmuşlardı.

John Mitchell Atlantis’in görünümü adlı kitabında şöyle der:

“Dünya tarih-öncesi mühendislik çalışmalarının yapıtlarıyla dolu (…) Dağlarda, yaylalarda, ormanlarda, çöllerde hatta deniz altında bulunan büyük taş harabelerin birbirleriyle bağlantılı oldukları anlaşılmaktadır. Eski zamanların bilgelerine göre Dünya canlı bir yaratıktır. Onun da gövdesi canlı yaratıklar gibi bir sinir sistemiyle kaplıdır ve sinirler bir enerji alanına bağlıdır. Dünyanın sinir merkezleri akupunktur iğnelerinin batırldığı noktaları andırmaktadır. Bunlar üzerinde tapınaklar, kutsal yapılar yapılır, yapılar kozmik bir düzen içindeki mikkrokozmoslar gibi düzenle yerleştirilirdi.”

Ley araştırmacılarına göre bu hatlarda ya da kanallardaki enerji dolaşımı akupunkturda bilinen biyoenerji dolaşımını andırmaktadır. Bu kanallarda akan enerjiye “telürik enerji” denir. Çin geleneğinde ley hatlarına ejderha çizgileri ve bu hatlarda dolanan güce Ch’i gücü denir. Kutupsallık gösteren bu güç, insan bedenindeki kanallarda nasıl akıyorsa, yerküredeki kanallarda da öyle akar. Çin’de yerkürenin bu kanallarındaki gücü konu alan ve halen uygulama alanı olan bu uzmanlık alanına feng-shui adı verilir. Çin’de ve Uzakdoğu’da uygulanan feng shui’ye göre bina sağlık verici olumlu enerjiyi yeryüzündeki dragon çizgilerinden alır. Bina öyle bir yere kurulmalıdır ki üzerinde kurulduğu topraktan akan “enerji nehri”, olumlu bir akışa ve yaşamsal berekete sahip olmalıdır.Feng shui’ye göre bu sağlandıktan sonra sağlık ve huzur getirecek ayrıntılar evin yapıldığı malzeme, kapısının açıldığı yön, içindeki eşyalar, suyun ateşin ve odaların şeklidir. Feng shui, cansız nesnelerin, mobilyaların ve dünya toprağının canlılara etkisini en uygun hale getirmeye çalışır. Feng shui uzmanlarına danışılmadan saray veya ev yapılmazdı. Günümüzde bile Çin evlerinde (pagoda) ley hatlarının yayılma biçimi olan ‘güneş ışınları tarzındaki yayılma halen görülebilir. (Bu tarz yayılma Moğol obalarında da görülür.) Feng Shui o denli ciddiye alınır ki, dünyanın en yüksek gökdelenlerinden Taipai 101‘e doğrudan gelen caddenin yaratacağı olumusuz enerji akışını dengelemek için mimarlar binanın önüne su çeşmesi ve havuz yaptırmıştır.

Okültistlerce vaktiyle dile getirilmiş ve skemb hatları,geomantik koridorlar, jeodetik çizgiler gibi çeşitli adlar verilmiş bu hatları Batı’da yeniden gündeme getiren kişi Alfred Watkins olmuştur. Bunlardan The Old Straight Track adlı kitabında söz eden Watkins keşfettiği bu hatlar için 1920’li yıllarda “ley hatları” terimini kullanmıştır.

Britanya’daki eski yollar üzerinde çalışmalarda bulunan amatör arkeolog Watkins, bir gün dikili taşların, kutsal binaların ve eski çağlardan kalma birçok yapının hep aynı doğru üzerinde yer aldığını farketti. Çalışmalarını sürdürdüğünde şunu keşfetti:Eski patikalar, kurganlar, höyükler, kutsal yapılar, tarih-öncesinden kalma dikilitaşlar rastlantıyla açıklanamayacak bir şekilde kilometrelerce uzanan çizgiler oluşturacak tarzda, aynı doğrular üzerinde bulunmaktaydı. Bunun bir rastlantıdan ibaret olduğunu ileri süren matematikçiler, bunu kanıtlamak için formüller hazırlayıp bilgisayarda sınamışlar, fakat sonuçlar rastlantı olasılığının çok düşük olduğunu ortaya koyunca şaşkınlıklarını gizleyememişlerdir. Örneğin 50 km.’den fazla olmayan aralarla sıralı 7 noktadan geçen bir ley hattında rastlantı olasılığı binde birdi.

Watkins’e göre eski uygarlıklar yapılarının yanısıra ana yollarını da ley akışları üzerine kurmuşlardı. Ley hatları bilgisiyle hareket etmeye başlayan Watkins modern haritalarda görünmeyen toprak altında kalmış eski yapıları da keşfetmeyi başardı. İlk kitabını 1925’te yayımlamışsa da konu ancak 1960’lı yıllarda güncel hale gelmiş, bu yıllarda “Ley avcısı” adlı bir dergi yayımlanmaya başlamış ve nihayet Cambridge’te Jeomantik Araştırmalar Enstitüsü (Institute of Geomantic Research) kurulmuştur.

Watkins hatların bazı yerlerde bir merkezden çıkan güneş ışınları gibi yayılmalar gösterdiklerini, bazı yerlerde ise tren rayları gibi paralel uzandıklarını saptamıştır. Ona göre, bu hatlar bataklıklarda ve uçurumlarda bile kesintiye uğramadan devam etmektedir.Ley hatları ilk kez dikili taşlar yoluyla Britanya’da gündeme gelmişse de, sonradan dünyanın pek çok yerinde ley hatlarını belirten işaretleme sisitemlerinin bulunduğu anlaşılmıştır.

Ley hatlarında dolanan güç, insanların bozucu yapılaşmasıyla bozulabilmektedir; bu gücün yapay müdahalelerle bozulduğu takdirde ortaya çıkan olumsuz etkilere Batılı radyestezistler kara akım adını verirler. Sözkonusu güç, elektriksel ve manyetik alanlarda olduğu gibi, pozitif ve negatif olarak belirtilebilecek ikili bir kutupsallık göstermektedir. Bu güç dengeli bir şekildedolandığında canlılar üzerinde şifa verici bir etki yapmakla birlikte, akışının dengesi yapay müdahalelerle (gelişigüzel yerlere bina yapma, madencilik, yol yapımı çalışmaları vs.) bozulduğu takdirdeolumsuz etkiler de ortaya çıkabilir. Nasıl insan vücudundaki biyoenerji akımı yanlış odaklandığında, tıkanıklığa uğradığında, yani dengesi bozulduğunda birtakım olumsuz etkiler yaratıyor ve bazı hastalıklara neden oluyorsa, ley hatlarındaki güç de, aynı şekilde, yer yüzeyinde yanlış odaklandığı veya bir yerde sıkışıp kaldığı takdirde, o bölgede olumsuz etkiler yaratmaktadır. Radyestezistler böyle yerlerde yüzeyde genellikle asitli bir toprak tabakasının oluştuğunu bildirmektedirler.

Kara akım Çin geleneğinde sha adıyla bilinir. Çin geleneğine göre bir yerde yin veya yangın gereken orandan fazla olması dengesizliğe yol açar. Sha yaşamı yok edici,ve sağlığı kötü şekilde etkileyici bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden özellikle eski Çinliler binalarını kurarkenbu enerji dengesini bozmamaya çok dikkat ederlerdi.1964’te ölene dek kendisini ley hatlarındaki gücü incelemeye adamış radyestezist Guy Underwood’a göre bu güç özel ve bilinmeyen bir enerji türüdür; yerçekimine, dünyanın dönüşüne ve manyetik alanlara ilişkin güçlerle açıklanamaz. Underwood ayrıca, “dünya enerjisi” olarak adlandırdığı bu enerjinin tek tip olmadığını, kimi yerlerde değişiklikler gösterdiğini saptamıştır. Örneğin birbirleriyle kesişen enerji hatları üzerindeki bazı noktalarda enerji yoğunlaşmakta ve dairesel biçimde yayılmaktadır.O, bu tür noktalara “kör yay” adını vermiştir. Aynı özelliği radyestezist Tom Lethbridge de saptamıştır. Porsukların ve karıncaların yuvalarını “kör yay”larda kurduklarını saptayan Underwood’a göre bu enerjiyi yalnızca eski çağlardaki insanlar değil, bitkiler ve hayvanların çoğu algılayabilmektedir.

Ley hatlarındaki gücün mahiyeti ya da ne tür bir güç olduğu konusundaki görüşleri iki grupta toplamak mümkündür:

1- Bu, yerküreye özgü, belirli çizgilerde akan diğer enerji türlerinin bir biçimi olmayan yeni bir enerji türüdür.

2- Bu, yerkabuğunun biyoenerjisidir. Canlıların vücutlarındaki biyoenerji gibi davranır. Bu gücün aktığı hatlar akupunktur meridyenlerini andırır.

Cambridge’deki Institute of Geomantic Research araştırmacıları bu güçle ilgili olarak şu sonuçlara varmışlardır:

*Eski insanlar bu güçten taşlar aracılığıyla yararlanıyordu. Bu enerji taşların konum ve boyutlarına göre değişik yoğunlaşmalar göstermektedir. ( Menhirler insan vücuduna batırılan akupunktur iğneleri gibi ley hatlarındaki güç akışıyla ilgili olarak dikilmişlerdir. Drüidler’in psişik etkinliklerinde bu taşlardan yararlandıkları bilinmektedir. Prof Kotwicz Orta Asya’da Türkler’e ait onbinlerce menhirin bulunduğunu bildirmektedir.)

*Enerjinin şiddet ve yoğunluğu hep aynı kalmamaktadır.

*Güneş, Ay ve gezegenler gibi kozmik cisimlerin bu enerji alanı üzerinde etkileri olmaktadır.

*Bu enerjinin etkileri üç grupta toplanabilir:

a) Canlı ve cansızlar üzerindeki fiziksel etkiler.

b) Biyosfer üzerinde tam olarak bilinmeyen etkiler (Örneğin bitkilerin verimini yükselttiği saptanmıştır. Bir iddiya göre göçmen hayvanlar uzun göç yolculukları sıarasında ley hatlarını izlemektedirler.)

c) İnsan zihni üzerindeki etkiler.Fakat karşılıklı bir etkileşim sözkonusudur; çünkü insan zihninin de bu gücü kullanabildiği ileri sürülür. Örneğin ruhsal şifacılık,telepati, durugörü ve benzeri psişik etkinliklerde zihnin bu güçten de yararlanabildiği ileri sürülür.

İnsan zihninin bu enerjiyle ilgili psişik etkinliklerine ilişkin olarak Jacques Bergier “Başka bir Everene Geçiş” adlı kitabında şöyle der:

“Psişik faaliyetin uzak mesafelerden etkili olmasına inanmak güçse de, telepati ve telekinezi deneylerinin sonuçları bunun mümkün olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır.ABD’li bilgin Wheeler gibi birçok bilgin evrenin yapısında maddenin yok olmasından doğan enerjilerden çok daha büyük enerjilerin mevcut olduğu görüşündedir. Jeometrodinamik enerji, sübkuvantik enerji gibi çeşitli adlarla adlandırılan böyle bir enerji düşünceden etkilenebilir, açığa çıkabilir ve yönlendirilebilir.Psişik etkinliğin çevremizde bulunan, henüz inceleyemediğimiz enerji türleri üzerinde katalizör etkisi vardır. Fakat bu enerjiler psişizme bağlıysa, yani psişik etkinliklerde kullanılabiliyorsa, etkileşimin karşılıklı olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır; onların da tüm canlıların psişizmleri üzerinde etkileri var olabilir.”

Ley araştırmacılarına göre sözkonusu güç hatları eski yerleşim merkezleri arasında fiziksel olduğu kadar psişik bir iletişimin kurulmasına da olanak sağlıyordu. Nitekim kızılderililer ve Avustralya yerlilerinin geleneklerinde bu halkların birtakım güç hatları boyunca etkinliğe geçirilen bir psişik iletişim yöntemini kullandıkları söylenir.

Ley araştırmacılarına göre ley hatları sözkonusu gücün eşit oranda aktığı birbirine denk hatlar değildir. Enerji hatların bazı noktalarında, kesişme kavşaklarında ve yayıldığı lokal merkezlerde güçlenmektedir. Öte yandan, bu enerji doğrusal yollar izlemekle birlikte, yoğunlaşma ya da yer üstüne çıkma noktalarında dairesellik göstermekte, yani çevreye dairesel dalgalar halinde ya da bir spiral biçiminde yayılmaktadır, tıpkı biyoenerjinin vücudun belirli yerlerinde dairesel biçimde yoğunlaşması gibi.Ley araştırmacıları ley hatlarının kesiştiği kavşaklarda kaynağı belirsiz sesler işitilmesi,garip görüntüler algılanması,levitasyon gibi paranormal fenomenlerin yoğunlaştığını bildirmektedirler. İngiltere’deki Chanctonbury halkası bu tür yerlere örnek olarak gösterilir.

Piri Reis’in haritasındaki kerte hatlarının ana ley hatları olduğu ileri sürülür.Ley hatlarıyla ilgili bir başka iddia Ufologlardan gelmiştir: Bazı UFO’lar ley hatlarındaki güçten yararlanmaktadır, çünkü ley hatlarını çok sık kullanmaktadırlar. UFO’ların ley hatlarını izleyerek uçtuklarına ilk dikkat öeken araştırmacı fransız ufolog Aime Michel’dir. Aime Michel Fransa UFO Akını denilen, Fransa’da UFO gözlemlerinin yoğunlaştığı dönemde (1954) UFO gözlemlerini Fransa haritasında işaretlemiş ve şunu saptamıştı: Yalnız bir gün içinde görülen UFO gözlemleri bile bir merkezden çıkan ışınları andırmaktaydı. Ünlü ufolog George van Tassel yerkürenin ana ley hatlarının bir dodekahedron (12 beşgenden oluşan cisim) üzerinebir ikozahedronun (20 eşkenar üçgenden oluşan cisim) geçirilmesi yoluyla elde edilebileceğini ileri sürmüştür.

Ley araştırmacılarının ley hatlarını saptamada yararlandıkları araçlar çeşitlilik göstermekteyse de başlıcaları şunlardır:

*Çeşitli ölçeklerdeki coğrafi haritalar, arkeolojik sita lanlarını gösteren haritalar ve cetvel. (tarih-öncesi dikili taşlar, eski uygarlıklara ait yerleşim merkezleri, tapınaklar, höyükler,eski mistik merkezler vs. Harita üzerinde işaretlenip, cetvelle hangilerinin aynı doğrular üzerinde bulunduklarına bakılır.)

*Radyestezide (dowsing) kulanılan araç gereçler (sarkaç, çatal çubuk vs.)

*Parapsikoojide kullanılan bazı araçlar, enerji algılama hassasiyetine ve çeşitli yeteneklere sahip medyumlar.

*Ufo gözlemlerinin sıklaştığı yerlerin işaretlendiği haritalar.

*Akupunkturdaki iğneleme sistemine benzer şekilde kullanılan kazıklar.

*Manyetik alanların ölçümünde kullanılan aygıtlar.

Ley araştırmacaları günümüzde bilgisayarlardan da yararlanmaktadır. Günümüzde toprak altında kalmış eski kentler ve arkeolojik eserler, ley hatları bilgisiyle kolayca gün ışığına çıkarılabilirler. Tek yapılması gereken, oradan geçen ley hattının saptanmasıdır.

Kutsal Coğrafya konusunu işleyen yazarlar ley hatlarının yanısıra insandaki gibi yeryüzünde de 7 çakranın bulunduğunu ve tarih boyunca yeryüzündeki kutsal ve mistik merkezlerin 7 çakrayla ilgili olarak konumlanmış olduğunu bildirmektedir.

Kaynakça

Bergier, Jacques. “Başka bir Evrene Geçiş”, çev. Enis Aköz, ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 1980.

Broadhurst, Paul & Miller, Hamish. “The Sun And The Serpent “,1989, 1991, 1994, 2003 Pendragon Press, Launceston, Cornwall

Graves, Tom. “Needles of Stone” ,1978

Guénon, Rene. “Le Roi du Monde”, Editions Gallimard,1958.

Lippard, Lucy R: “Overlay: Contemporary Art and the Art of Prehistory”. New York, 1983 ISBN 0-394-54812-8

Michell, John .”A Little History of Astro-archeology”, Thames & Hudson, New York,1989.

Watkins, Alfred. “The Old Straight Track”, Abacus,1974.

Watkins, Alfred. “Early British Trackways” ,1922

Watkins, Alfred. “The Old Straight Track: Its Mounds, Beacons, Moats”, Sites and Mark Stones ,1925; reprinted as ISBN 0-349-13707-2

Watkins, Alfred.”The Ley Hunter’s Manual”,1927

Wedd, Tony.” Skyways and Landmarks” ,1961

Williamson, T. and Bellamy, L., “Ley Lines in Question”. World’s Work Ltd.(1983) ISBN 0-437-19205-9