Bölüm 1: Nerede Kaldı Bu UFO’lar?

Sene 1996, Ankara’da yurttaki odamızda arkadaşlarla birlikte “UFO Gerçeği” programını izliyor ve bir yandan da kendi aramızda “varlar mı, yoksa uydurma mı” diye tartışıyoruz. Derken bizim “Adanalı”, elleri arkasında volta atma halindeyken, odaya giriyor, şöyle bir ekrana bakıyor ve “Gardaşım, nedir bu varlar mı, yoklar mı olayı! Eğer bu uzaylılar deliganlılarsa, inerler ‘biz varık!’ derler, ne uğraştırıyorlar milleti!” yorumunu yaptıktan sonra, bizim UFO’lara dair düşüncelerimiz netleşiyor: Delikanlı uzaylı iner dünyaya, biz varık! der.

Uzaylılar da böyle bir “delikanlılık” anlayışı olmadığı belli ki hani bir türlü inip “biz varık!” diyenini görmedik. Sürekli görüntülerini çekiyoruz; ama bir türlü şöyle bir acı kahvesini içebildiğimize de rastlamadık. Bunun temelinde de aslında yine biz yatıyoruz aslında: İnsanlığın toplu bilincinin henüz böyle bir karşılaşmaya hazır olmaması. Bunu biraz açayım isterseniz…

Evrenin Efendisi(!) İnsanoğlu

Dünya’nın Güneş’in etrafında dönen bir gezegen olduğu gerçeğini kabullenmemiz yüzyıllar aldı ve çok da canlar yandı bu uğurda. Hatırlarsınız Ortaçağda, Dünya evrenin merkezi olarak kabul ediliyordu ve tüm evrenin çevremizde döndüğüne inanılıyordu. Bilimin gelişimiyle, artık işin aslını biliyoruz; ama bilinçaltımızda halen aynı görüş sabit duruyor; Dünya’nın, evrenin merkezi olduğuna inanıyoruz. Bunun da altında da “varolan her şey insanoğlu içindir” gibi aşırı bencil bir görüş yatıyor. Daha da deşerseniz, bireysel bencilliğimize ve kendimizi evrenin merkezi sanmamıza kadar ilerler bu silsile. Zaten insanlığın ortak bilinci dediğimiz de, bizlerin düşüncelerinin toplamı. Aşırı bencillik de, aslında kim olduğunu bilmemenin derin boşluğundan kaynaklanır; kendinin yaşamdaki ve evrendeki yerini bilmeyen kişi de kabuğuna kapanır ve merkezi bu kabuğun içi sanır. İşte Dünya gezegeninde yaşayan insanlık olarak bizim de aynen yaptığımız bu; kendimizin ne olduğunu ve evrendeki yerimizi bilmediğimiz için bir güzel kapandık ve merkeze kendimizi koyduk. Bu hislerle de şekillendiriyoruz yaşamımızı ve çevremizi. Bu bilinçte olan insanlığın da, uzayda başka varlıkların olduğunu kabullenmesi henüz mümkün değil; çünkü bizler, kontrol edemediğimiz ve alışkanlıklarımız dışına çıkan her türlü duruma korkuyla yaklaşıyoruz. Şimşeklerden korkan mağara adamlarından beri bu huyumuz hiç değişmedi temelimizde. Bir fikri kabullenebilmemiz için de önce ona alışmamız gerekiyor. İşte UFO’ların bir görünüp bir kaybolmalarında böyle bir neden olabileceğini düşünüyorum: Bizleri alıştırmak…

Denge Herşeydir!

İnsanoğlunun değişiminde ikinci bir yöntem daha mevcuttur ki bu, tepeden inme darbedir. Yani yarın sabah bir bakarız ki tüm ülkelerin başkentlerinde birer uzay gemisi bizleri selamlıyor. Böyle bir sahne insanlarda ciddi travma yaratır ve Dünya’nın dengesini bozar. Nitekim denge yerinden oynadığında da; sistem kendini dengelemek için karşı bir harekete geçecektir. Bu noktada da, korku kültürü içinde yaşayan insanoğlunun tepkisi de korkmak ve kendini güvende hissetmeye çalışmak ve büyük ihtimalle de saldırmak olacaktır ki bu içgüdüyü, elinde taşla uzaylı kovalayan köylüde örneğinde olduğu üzere gözleyebiliriz. Tabii ki gönül ister, şöyle bir Siriuslü’yle karşılık çay içelim, “Hacım memleket nire?” muhabbeti yapalım, “Sizin ordan arsa alsak, torunlara falan yarar mı?” diye akıl alıp, bir de hamama götürüp ona, “Var mi len sizin gezegende böyle muhabbet” deyip, şak şak vura vura kese attıralım. Ama şu anki ortak bilincimiz “henüz” buna uygun değil.

Tabii insanın aklına şu soru geliyor: “Kardeşim kim takar bilinci, adamlar madem izliyorlar gezegeni, yardıma da ihtiyacımız var görünüyor hani; ne diye inmezler?” Bir diğer alternatifi olarak, “Bunların arasında karanlık güçleri olanları da yok mu, ne diye işgal etmiyorlar Dünya’yı?” sorusu da duruyorlar öyle tepede. İkinci alternatif zaten insanlığın herhangi bir imkan bulsa yiyeceği halt. “Avatar” filminde gördük, böyle yaşayabileceğimiz, kaynaklarını değerlendirebileceğimiz yeni bir gezegen veya gezegenler bulsak; iliğini sömürürüz orasının. Kendi gezegenimize saygımız, ilgimiz, hürmetimiz yok ki başkasınınkine olsun. Ah bir bulsak yenisini, onun da canını nasıl çıkarırız! Bu bağlamda insanlık olarak teknolojisi yetersiz işgalci bir türüz aslında. Ama bir yandan da evrende de bizlerin pek anlayamadığı bir düzen ve yapı mevcut. Biz henüz uzaylıların varlığını kabul etmiyoruz ki, onların kendi aralarındaki iletişimi, siyasal ve sosyal yapıyı bilelim. Çok fantastik düşünce atayım: Belki de evrenin dengesini ve düzenini sağlamak adına karanlık güçlerin dünyaya gelmesini engelleyen farklı güçler vardır. Veya belki de uzaylıların varlığını henüz kabullenmememiz, bizleri uzaylının her türlüsünden koruyordur. Veyahut da aslında gerçekten de uzaylı diye bir şey yoktur da, ben yüksek sesle saçmalıyorum.

Ya gerçekten yoklarsa?

Carl Sagan’ın şu sözünü hiç unutmam: “Eğer evrende yalnız biz varsak, çok büyük bir alan israf olmuş demektir.” Ben şahsen böyle büyük bir israfın söz konusu olduğuna inanmıyorum. Zamanı geldiğinde ve hazır olduğumuzda, önce Güneş Sistemi’ndekiler olmak üzere, birçok gelişmiş uygarlıkla tanışacağımızı ve Dünya’nın da, “kendilerinin evrendeki varoluşlarını ve bu varoluşun değerini öğrenip, kabullenmiş” insanoğlu ile evrende, yenilenmiş bir anlayışla yer almaya devam edeceğini düşünüyorum. Ne kadar çok insan “kendini tanırsa”, bunu yaşamamızın da o kadar kolay olacağının da altını çiziyorum. Umarım yanılmam.

“İyi” Dünyalı, “Kötü” Uzaylıya Karşı…

Dünyaca ünlü bilim adamı Stephen Hawking, geçtiğimiz hafta Discovery Channel için hazırlanan bir programda aynen şunları söyledi: “Evrende 100 milyar galaksi, bu galaksilerin her birinde de 100 milyonlarca yıldız var. Bu şartlar altında sadece dünyada yaşam olduğu düşünmek imkânsızdır. Benim matematiksel beynime göre, bu rakamlar bile uzaylıların varlığını gayet rasyonel kılıyor. Esas soru, uzaylıların neye benzediğini çözebilmek. Bu zeki yaşam formlarının insanlık için tehdit oluşturabilir ve bu canlılarla irtibata geçmenin yıkıcı sonuçları olabilir. Uzaylıların dünyaya yapabileceği olası bir ziyaret, kaşif Christoph Colomb’un Amerika’yı keşfine benzeyebilir. İşin sonu, Amerikan yerlileri için pek iyi sonuçlanmamıştı.”

Colomb’un Amerika’yı Keşfi

Aslında pek iyi değil, yerliler açısından kesinlikle faciayla sonuçlanmıştı. Aztek İmparatorluğu gibi dev bir medeniyet, 500 İspanyol askeri tarafından yok edilmişti ve liderleri de “Fetheden” olarak ölümsüzleştirilmişti. Keza Kuzey Amerika yerlileri toplu katliama uğramışlar ve sonunda da kendi toprakları üzerinde hediyelik eşya satan “yabancılar” konumuna düşürülmüşlerdi. Binlerce yıldır “şanlı” fetihler yapan medeni(!)yetimiz, şimdilerde acaba biz de bu duruma düşer miyiz sorgulamasına girişiyor. Medyada yer alan haberleri de dikkatlice takip ediyorsanız, yavaş yavaş uzaylılar var mıdır yok mudur tartışması sonlanmaya ve bir sonraki aşamaya geçilmeye başladı: “Evet, uzaylılar var; ama bunlar kimler bilmiyoruz!”. Bir yandan da korku içindeyiz ya kötülerse diye; ama aslında tek duamız onların bizler gibi olmamaları; çünkü biz kendimizi iyi biliyoruz ne kadar “şöhret”, “zafer” gibi kelimelerle işlediğimiz cinayetleri farklı göstermeye çalışsak da. Geçenlerde TV’de bir profesör, bir karikatür gösteriyordu: Tarih boyunca insanlar ve silahları. Ok yaydan başlıyor, nükleere kadar uzanıyor. Sayın profesör soruyordu: “Biz nükleer silahları kimleri öldürmek için yaptık?” Evet, kimler için yaptık arkadaşlar? Uzaylılardan korunmak veya geyik avlamak  amacıyla mı? Yanıtı hepimiz biliyoruz aslında, birbirimizi öldürmek veya tehdit etmek için. Birbirimize, diğerinden güçlü olduğunu ve gerekirse tüm insanlarını, hatta daha da gerekirse gücünü gösterme uğruna tüm insanlığı dünyadan silerim diyebilmek için. “Yakarım bu dünyayı layn” diye sokakta nara atan gence, kötü gözlerle bakarız ama ülkemiz nükleer silahı çekip, “Yakarız bu dünyayı” dediğinde geçip arkasına alkış tutarız. Biz insanlar böyleyizdir işte ve çok iyi biliyoruz ki herhangi bir uzaylı temasında, aklımızdan geçen ilk düşünce, işgale mi geldiler olacaktır; çünkü biz onların yerinde olsak doğrudan işgale giderdik. Onlar, işgalci değil de dost görünüyorlarsa da onlardan ne kopartabiliriz acep diye hesaplara girişirdik.

İlk Uzaylı Teması

Düşünsenize şimdi yarın bir uzaylı grup iniyor dünyaya ve “Biz dostuz” mesajı veriyor. İlk tepkimiz ne kadar topumuz, tüfeğimiz, nükleerimiz varsa hazır etmek olacaktır. Elinde sopayla gezerken karşısına bilmediği bir hayvan ya da şey çıkmış mağara adamı ne tepki verirse aynen onu veririz; çünkü genetiğimiz böyle, önce sopayı uzatırsın tehditkar biçimde. Hadi diyelim, karşıdakilerin dost olduğuna ikna olduk. Sonraki hamlemiz, onlardan birkaçını çaktırmadan laboratuarlarımıza hüpletip, aynen kesip biçmek olur. Bir yandan da teknolojilerini incelemeye çalışırız. Hele bizden daha güçlülerse tek derdimiz vardır: onlardaki teknolojiye sahip olmak. Hatta birkaç “önemli” uluslar arası kartel sahibinin ricasıyla, gezegenlerindeki madenleri ve yeraltı kaynaklarını da çaktırmadan sorgulamaya başlarız. Eğer es kaza bir şeyler öğrenirsek ve karşımızdaki uzaylılar “çok saf” çıkarsa, bir sonraki adım bir birlik hazırlayıp, onların gemilerini kullanarak, gezegenlerine göndermek olur ki böyle büyük bir işgal için ortam var mı diye yoklama çekeriz. Bu arada dünyaya inmişleri de rehin almışızdır çoktan. Olan biteni protesto eden grupların üzerine de gereken güçlerimizi salıp, onları yola getirmişizdir copla veya biber gazıyla. Liderlerimiz TV’lere çıkıp, o gezegene nasıl özgürlük ve demokrasi getireceğimizi anlatacaklardır; hatta halkın desteğini almak için bir iki dünyalıyı el altından şehit edip, suçu uzaylılara atmışızdır bile. Tüm Dünya uzaylı kanı istemektedir ve onlar gereken derslerini alacaklardır, hiçbir dünyalının kanı yerde kalmayacaktır…

Fazla karamsar bir senaryo mu diye düşünüyorsunuz? Aksinin olabileceğini iddia eden beri gelsin. Birbirimizin ve gezegenimizin canına okurken, dışarıdan gelecek birilerine karşı aksi nasıl davranabiliriz ki? Ben Hawking’in söylediklerine ek yapmak istiyorum ve teknolojisi bizden ileri “dost” uygarlıkları buradan uyarıyorum: İnsan yaşam formu sizler için büyük bir tehdit oluşturmaktadır, lütfen bizlerden uzak durun; gelecekseniz de bunları bilip gelin ve önleminizi alın. Sevgiler…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...