derKi’nin 33. sayısında derKi’daşım Cihangir Gener,  İlluminati’yi konu alan bir yazı(1) ile yerini alınca dikkatimi çekti. İlluminati’nin bolca övüldüğü bir yazı idi. Ben ise İlluminati gibi “ruhu, maddeye tutsak olmuş” insanların üyesi olduğu ezoterik grupları ciddiye almadığım gibi yozlaşmış olarak görürüm.

İlluminati, kökenini Batık Ada-ülke Atlantis’e kadar uzatabilen Masonik Gelenekten doğmuş bir örgüt. Bu nedenle inanç sistemi ve simgeciliği ile öncellikle ezoterik bir örgüt, ama aynı zamanda siyasal ve ekonomik alandaki uzantıları ile egemenliğini dayatan bir örgüt olması nedeni ile etkisi ezoterik alandan taşarak, bir örümcek ağı gibi tüm dünyayı saran da bir örgüt.

Ezoterizm’de  “Sır Tutma Geleneği” vardır. “ Sır Tutma Geleneği’nin” ise geçmişe baktığımızda iki türde yorumlanarak uygulandığını görüyoruz.

Birincisinde “ Sır Tutma Geleneği’nin” amacı, bir yandan toplumun tutucu ( muhafazakar) kesiminin hoşgörüsüzlüğünden doğan “hakaretten şiddete doğru”  genişleyebilen tepkilerinden korunmak diğer amacı ise  “ezoterik anlayışın uç düşünceler gibi gözüken bakış açılarını”  toplumun tutucu olmayan ama ezoterik bakış açısını da kabul etmeyen kesiminin alaycılığına kurban etmek istemeyişidir.

İkincisinde uygulana gelmekte olan  “Sır Tutma Geleneği”,  ilkinde olduğu gibi kendi varlıklarını, düşünce birikimlerini korumak amaçlı saf bir niyete dayanmaz. İkinci gelenekte amaç seçkinler iktidarına dayalı bir kast düzeni kurarak topluma egemen olmaktır. Burada Ezoterizm, güç tapıncının, paraya zaafın sadece bir kılıfıdır. Siyasi arenada demokrasi adı altında ülkelerin bombalanması nasıl ki aslında Çok Uluslu Şirketlere yeni pazarlar açma amaçlı ise, ikinci gelenekte de inanç alanında Ezoterizm adı altında insanlığın sömürülmesidir.

Yazının devamında göreceğimiz üzere İlluminati üyeleri, Kapitalist Düzenin teknoloji alanındaki büyüleyici(!) gelişimi sayesinde yerküreyi hızla küresel bir köy haline çeviren uygarlığımızın(!) yönlendiricileri olan para-babalarından ( finans-kapital) oluşur.

Bu bir avuç zengin altı küsür milyar civarı bir nüfusa sahip uygarlığımızın  ekonomi alanında kurdukları insanlık-dışı tekel sayesinde,   “hukuk, siyaset, felsefe, kültür ,din…vb” tüm alanları etkiler ve  yönlendirir.

İllimunati üyesi olan aileleri, dünyamızı yönlendiren çeşitli örgütlerin kuruluşunda ve yönetiminde de görüyoruz; Federal Reserve Bank, CFR , Bilderberg, Trilateral Comission, Mont Pelerin, RTI ( Rount Table İnternational), RIAA, IMF, Dünya Bankası, Açık Toplum Enstitüsü…vs.

Sözkonusu ailelerden birkaç örnek vermek gerekirse: Rockefeller, Rotschild, Morgan, Carnegie, Rhodes, Oppenheimer, Bundy, Warburg, Lazard, Mellon, Dupont, Astor, İngiliz Kraliyeti… vs.

Öncellikle Cihangir Gener’in yazısından bir alıntı ile İlluminati’yi o ezoterik maskesinden kurtarıp somutlaştıralım; aslında ne olduğunu ve ne amaçladığına bir bakalım:

Bu yapılanma, dünya çapında bir seçkinler demokrasisine doğru gitmektedir. Sonuçta bir gurup akil adamın kontrolünde bir toplum sistemi oluşturulacak ve yönetim Yeni Dünya Seçkinlerinin ellerine bırakılacaktır.

Ulusal devlet veya sınır kalmayacak, uluslar üstü evrensel kardeşlik birliği hedefine ulaşılmış olacaktır. Tek Devlet, Tek Para, Tek Kanun tüm dünyada geçerli olacaktır. Tüm kararlar merkezi parlamento tarafından alınacak, her bireyi bağlayan bu kararlar merkezi hükümet aracılığıyla uygulanacaktır.

Yeni Dünya Devletinin bir din tercihi yoktur…

İlluminati’nin bu seküler ve liberal düzenden vazgeçmeye asla niyeti yoktur. Masonik örgütlerin çoğu, bu hedef doğrultusunda spekülatif faaliyetlerde bulunmaktadır. Ancak İlluminati ve onun yönlendirdiği diğer uluslararası örgütler amaca yönelik operatif faaliyetleri yürütmektedirler. 1930’larda ABD’nin seküler bir devlet olarak genel kabulü için yoğun faaliyet gösteren İlluminati, 1970 yılında da Sekülerizmi Yeni Dünya Düzeninin yeni dini olarak kabul ve ilan ettirmiştir.

Bu noktaya kadar anlatılanlar göz önüne alındığında, planlarını gerçekleştirme yolunda büyük mesafeler kat etmiş görünen İlluminati’nin ve onun yan kuruluşlarının niyeti bir dünya diktatörlüğü, bir baskı rejimi kurmak değildir. Evet, yönetim seçkinler yönetimi olacaktır.

Hali hazırda İlluminati’nin öngördüğü sistemle yönetilmekte olan ABD, İngiltere ve diğer batı tipi demokrasilerden baskı rejimleri, faşist rejimler olarak bahsetmek mümkün değildir. İlluminati ve onun altında çalışan örgütlerin tamamı ezoterik öğretilere sahip, inisiyatik üyelik sistemi ile çalışmakta olan yapılardır. ABD benzeri seküler ve liberal bir yönetim sisteminin, hukuk sisteminin, sosyal sistemin ve diğerlerinin, kısacası batı tipi demokrasi dediğimiz çağdaş sistemin tüm dünyaya yaygınlaştırmanın nesi yanlıştır? Aksine, insanlığı beklediği aşikar olan devasa sorunlar belki de ancak bu sayede aşılabilecek, insanlık kendi doğal mecrasında yürüyebilecektir…”

Yazarımız  “Bir Grup Akil Adam” önderliğinde “Seçkinler Demokrasisi” oluşturmak ve bunun için,  “ Merkezi Parlemento-Merkezi Hükümet” kurmaktan bahsediyor ve ekliyor:  “Liberalizm”  ve Batı Tipi Demokrasi’nin”  ne kötülüğünü gördük?

Ezoterik adı İlluminati olan Kapitalist örgütlenmenin Rotschildler ile birlikte asıl ailesi sayılan Rockefeller Hanedanlığı’ndan bir temsilcinin sözlerine, yine aynı yazıdan bir alıntı ile baktığımızda asıl amaç belirginleşiyor.

David Rockefeller, 1999 yılında uluslararası Newsweek Dergisine verdiği bir mülakatta,

‘Yeni Dünya Düzeninde, uluslararası toplum yararına bağımsızlıklarımızdan vazgeçmeli ve Dünya Vatandaşlığını benimsemeliyiz.

Gelecekte dünya üzerinde, ülkeleri yöneten hükümetler olmayacak. Bunun yerine uluslararası şirketler olacak.

İnsanlığa hizmet için en uygun yol, serbest piyasa ekonomisidir ve bunun sağlanması adına hiçbir sınır kalmamalıdır’ demiştir”

Burada da ne diyor Rockefeller :“ uluslar arası toplum yararına ulus-devletler ortadan kalkacak, yerini dünya vatandaşlığı alacak”…

Rockefeller’e göre bunun için de Çok Uluslu Şirketler/Ulus-Ötesi aracılığı ile işleyen Serbest Piyasa Ekonomisi’ne dayalı bir Demokrasi anlayışı küresel çapta uygulanmalıymış.

Bu yönetimin asıl adı, erdemli insanların yönetimi düşüncesi ile özdeşleştirilmeye çalışılan “Seçkinler Demokrasisi” değil, “ Plütokrasi’dir (Zenginlerin Egemenliği).

David Rockefeller da küresel çaptaki bu sözkonusu plütokratlardan biridir.

Üst kısımda okudunuz,  Rockefeller Hanedanlığı, söz konusu yazarımıza göre insanlığa barışı, kardeşliği, eşitliği getirecek bir grup akil adamdan oluşacak olan seçkinler demokrasisinin mimarı ailelerden…

Aslında tam bir noktada yani Rockefeller denince bende bir çağrışım oluyor; önceden okuduğum bir makaleden dolayı.

Makalenin adı “Nelson A. Rockefeller’den ABD Başkanı Eisenhower’e 1956’da Yazılan Gizli Mektup” . Makalede geçen bilgiler, M. Emin Değer’in “ Oltadaki Balık Türkiye” ( Çınar Yayınları, 1993) adlı kitabından…(2)

Rockefeller Hanedanlığı’nın 50’li yıllardaki sözcüsü Nelson Rockefeller’in söz konusu mektubundan Türkiye ile ilgili kısımdan bir alıntı:

 “Sevgili Başkanım,

3. Bu ilkelerden hareketle, Amerikan iktisadi yardımının yapılacağı ülkeleri üç grupla toplamayı teklif ediyorum. Ekonomik işbirliğinin çeşitli biçim ve metotları, bu her üç grupta da kullanılmalıdır:

Birinci gruba bizimle dost olan ve bize uzun süreli, sağlam askeri paktlarda bağlanmış olan antikomünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkeler girer. Bu ülkelerde yapılacak yardımlar ve açılacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalıdır.

Oltaya yakalanmış balığın yeme ihtiyacı yoktur. Bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim, genişletilmiş iktisadi yardım, örneğin Türkiye’ye, bazı hallerde düşünülenin tersi sonuçlar verebilir.

Yani, bağımsızlık eğilimini artırıp, mevcut askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkelere –Türkiye gibi- doğrudan doğruya iktisadi yardımda yapılabilir, ama bu ancak bize uygun ve bağlı hükümetleri iktidarda tutacak ve bize düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçim ve miktarda olmalıdır.

Bunlarla bağlantılı olarak özel sermaye yatırımlarını da ayarlamak gereklidir. Hükümet, özel sermaye yatırımlarını cesaretlendirmeli ve onlardan akıllıca yararlanmasını bilmelidir. Bu yatırımlar yardımıyla birçok politik amaca ulaşılabilir.

Bu tip özel sermaye yatırımları, zamanla bütün gayrimeşru muhalefeti ve politikalarımıza karşı mukavemeti ortadan kaldırabilmeli veya nötralize edebilmelidir. Ayrıca bizi desteklemekte kararsız ve sallantılı olan bütün şahsi teşebbüs ve menfaat çevrelerini etkilemelidir.

Aynı  zamanda ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım artırılmalı ve böylece bu işadamlarının, ilgili ülkenin ekonomisinde kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak politik etkilerinin artması sağlanmalıdır…”

Türkiye ve ABD arasındaki ekonomik ilişkinin Milli Eğitimimize nasıl yansıdığını Metin Aydoğan’ın “ Türkiye Üzerine Notlar 1923-2005”  adlı kitabından verelim:

“…ABD ile yapılan ikili anlaşmaların tümünde ortak olan bir özellik vardır; Bu anlaşmalar planlı bir bütünsellik taşır ve birbirleriyle tamamlayıcı bağlantılar içindedir. Burada görüldüğü gibi, Eğitimle İlgili anlaşma’nın kaynağı, Borç Verme Anlaşması’nın bir maddesiyle karşılanır.

Anlaşma’nın 5.maddesi en dikkat çekici maddelerden biridir. Bu madde yukarıda açıklanan işleri yapma yetkisinde olan ve Türkiye’nin bağımsızlığını dolaysız ilgilendiren kararlar alabilen “Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu” un kuruluşunu belirlemektedir;

“Komisyon, dördü T.C. vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır…

ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.”

Milli Eğitim Bakanlığında bugün çalışmalarını “etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, imam-hatip okulu açılmasından yüksek islâm enstitülerinin yaygınlaştırılmasına dek pek çok konuda stratejik kararlar “önerebilen”; “Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır.

1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı. Komisyonun başında L. Cook adlı bir Amerikalı bulunuyordu. L. Cook’tan ayrı olarak, adı Howard Reed, unvanı “Milli Eğitim Bakanlığı Bağımsız Başdanışmanı” olan, bir başka “etkin” Amerikalı daha vardı. …

Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949’dan beri süregelen “ilgileri”, günümüze dek hiç eksilmedi. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasından yatılı bölge okullarının işlevsizleştirilmesine, “vakıf üniversitelerinden” yabancı dilde eğitime dek yaratılan karmaşa ortamında; paralı hale getirilen Türk Milli Eğitimi bugün, altından kalkılması güç sorunlar içindedir
…”

Rockefeller’ın ülkemizdeki etkilerini gördük şimdi de diğer bir para-babası olan Rotschildlara değinmek için Osmanlı’nın çöküş dönemine uzanalım.

Bu arada  “ Gavur İzmir” lakabının, kentteki çağdaş yaşamdan ötürü yobazlarca değil de başka bir sebeple konduğunu da görmüş olacağız:

“İzmir’in en lüks semti sahilde, Kordon’da Avrupalılar ve Ermeniler; kuzeyde Rumlar, güneyde Agora ve civarında Yahudiler, kent dışında Türkler yaşamaktaydı.

Azınlıklar nüfusun yüzde 85’ini teşkil ederken, Türkler üçte birden daha az sayıda idiler.

Bu durum İzmir ilinin ’’Gâvur İzmir’’ olarak adlandırılmasına neden olmuştur.

Bu dönemde, Ortodoks kiliselerinin sayısı 7’den 12’ye, Rum okullarının sayısı da 12’den 28’e çıkmış; öğrenci sayısı da dörde katlanarak 8-9 bin olmuştur…

Nasıl olmuştu da kendi ülkesinin en önemli şehrinde Türkler azınlığa düşmüştü?

1866-1867 tarihleri arasında …. ’’Ecnebilerin ( Yabancıların) Gayrimenkul Edimine Dair Kanun” ile başta İngilizler olmak üzere, yabancılar batıda büyük arazileri; savaşlar nedeniyle yorgun düşmüş yoksul Türk köylüsünün elinden dönümü 1 veya 1.5 sterline kapatmışlardır.

1868 yılında ise, İzmir yakınlarındaki toprakların üçte biri İngilizlerin tapulu malı haline gelmiştir.

1877 Rus savaşından iyice yorgun ve bitkin çıkan köylü elinde ne varsa çaresiz, İngilizlere satmak zorunda kalmıştır.

İngilizlerin Batı Anadolu’da satın aldıkları toprakların miktarı 2.800.000 dekar, yani 2.800 km2. Bir anlamda İzmir, İngilizlerin eline geçmiş sayılırdı.

İngiliz Kraliçesi Victoria ’nın doğum günleri, İngiliz bayraklarıyla süslenmiş kentte, görkemli gösterilerle kutlanıyordu…(3)

İzmir’in “Gavurlaştığı(!)” yıllarda “Çökertme” türküsüne konu olan Halil Efe’nin Kolculara direnişi  vardı:

Gidelim gidelim de Halil`im Çökertme`ye varalım

Kolcular geliyor Halil`im nerelere kaçalım

Teslim olmayalım da Halil’im aman kurşun saçalım…”

Prof. Dr. Tayfun Özkaya’nın Selim Somçağ’dan yaptığı alıntıya göre Kolcular,  “Düyun’i Umumiye’nin” kurdurduğu Tütün Rejisinin adamları idi ve Türk Köylüsüne, Batı’nın çıkarları adına baskı yapıyorlardı:

En önemli gelir kaynağı olan tütün vergisinin tahsili için bir süre sonra Düyun-u Umumiyeye bağlı bir Tütün Rejisi kuruldu ve üreticinin tütününü Reji’ye satması şart koşuldu.

Reji Türk köylüsünden tütünü uluslararası piyasa fiyatının dörtte birine satın alıp yüksek fiyatla ihraç ediyordu. Bu şekilde olay tütün vergisine el konmasından çıkıp resmen Türkiye’nin tütün mahsulüne el koymaya dönüştü. Köylünün kendi tüketimi için bir balya tütün ayırması dahi kaçakçılık sayıldı.

Reji kendi özel güvenlik örgütünü kurdu. Tütün kolcusu denen bu kişiler atının terkisinde bir balya tütünle gördükleri bir köylüyü vurma yetkisine sahiptiler. Nitekim Batı Anadolu’da ve Canik vilâyetinde sayısız köylü kolcular tarafından öldürüldü…” ( 4-5)

Düyun-u Umumiye-i Osmani ( Osmanlı Genel Borçlar İdaresi) nasıl kurulmuştu:

“..1881 yılında Osmanlı Devletinin borçlarının ödenmesi için Osmanlı Devletinden bağımsız, Avrupa devletleri temsilcilerinden oluşan Düyun-u Umumiye İdaresinin kurulmasına karar verildi.

Rüsum-u Sitte denen altı verginin (tuz, tütün, ipek, balık, alkollü içki, damga vergileri) tahsili Düyun-u Umumiye’ye bırakılacak, yani İdare devlet gelirlerine doğrudan el koyarak borçların ödenmesini sağlayacaktı. Bu tabiî ki bağımsız, hükümran bir devlet olmakla bağdaşmayan bir yarı-sömürge sistemiydi…”

Aslında hepimiz az çok tarih derslerinden, Düyun-i Umumiye’nin, Osmanlı’nın borçları için kurulduğunu biliriz de ondan önce aynı amaçla kurulan Osmanlı Bankası’nın tarihini bilmeyiz:

Bank-ı Osmanî-i Şahane’nin kuruluşu, 4 Şubat 1863 günü imzalanan bir sözleşmeyle gerçekleştirildi. 1856’da İngiliz sermayesiyle kurulan Ottoman Bank’in İngiliz ortakları, şirkete yeni katılan Fransız ortaklar ve Osmanlı makamları tarafından imzalanan sözleşme, Kırım Savaşı’ndan beri süregelen mali krize son vermeye kararlı Sultan Abdülaziz tarafından kısa bir süre içinde onaylandı. Böylece Ottoman Bank’in mirasını devralan Bank-ı Osmanî-i Şahane, 1 Haziran 1863 tarihinden itibaren yeni kimliğiyle hizmet vermeye başladı.

Para sisteminin sağlıklı hale getirilmesi ve Bank-ı Osmanî-i Şahane’nin kurulması, Tanzimat’ın maliye alanındaki icraatlarının başında yer alıyordu. Banka, Osmanlı İmparatorluğu’na borç kaynağı yaratacak, borçlanmalarda aracı rolü üstlenecek ve devlet bankalarının en önemli imtiyazlarından biri olan para basma hakkını kullanacaktı..

Osmanlı İmparatorluğu’nun mali krize girmesi sonucunda, Banka, bu duruma çare olarak görülen Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin 1881’deki kuruluşunda aktif rol aldı…”(6)

Üstteki alıntıda eksik kalan bir bilgi var, o da Osmanlı Bankası’nın Fransız ortaklarının Rotschild Hanedanlığı olduğudur. Keza Halil Efe’yi, kolcularına öldürten Tütün Rejisi de Rotschild Hanedanlığı’nındır.

Ve evet, yazarın yazdığı gibi Rotschildler, İlluminatici Hanedanlardandır…

Bor  Madenleri…

Tütün Rejisi’nden birden Bor Madeni’ne geçmemize sebep olan bağlantı da yine Rotschild Hanedanlığı’dır.

Eti Holding Emekli Başmüfettişi Galip Türkmen’in “ Küreselleşmenin Madencilikteki Amiral Gemisi Rio Tinto ve Bor’un Pazar Yapısı”(7) adlı makaleye göre Bor Pazarı’nda karşımıza başta Rotschildlar olmak üzere İlluminati ile adı anılan hanedanlıklar çıkıyor, işte o yazıdan birkaç alıntı:

“…19. yüzyılın başlarında, House of Rothschild (Rothschild tröstü) ABD’de bazı yatırımlar yaptı ve kendine bağlı bankalar kurdu.

Rothschildlar’ın ABD’de kurduğu bu bankaların ilki, The City Bank adını taşıyordu.

1812 yılında New York’ta kurulan banka, daha sonra National City Bank adını aldı ve 50 yıl boyunca da Moses Taylor tarafından yönetildi. Taylor 1882’de geride 70 milyon dolar bırakarak öldü ve yerine oğlu Percy geçti.

Ertesi yıl, John D. Rockefellerlar’ın kardeşi William Rockefeller bankaya yüklü bir para yatırarak ortak oldu. Bu firma şimdiki Citicorp’tur…”

“…Rio Tinto, 1873 yılında Jardine Matheson firması tarafından kurulmuştur.
Şirkette en büyük hisse Rothschild ailesine aittir ve İngiliz kraliyet ailesinin de hissesi bulunmaktadır.

Jardine Matheson 1800’lü yılların başından itibaren Türkiye’den Çin’e “afyon” ticareti yapan bir firmadır.  1837 Paniği’nde diğer afyon tüccarları Russel ve Perkins firmalarının zor duruma düşmeleri ve Rothschildlere başvurmaları üzerine, Jardine Matheson, Russel Co ve Perkins Co birleştirilerek Rothschild aile­sine ait J.P. Morgan denetiminde afyon karteli oluşturuldu.

O yıllarda afyon tica­reti serbestti ve en gözde ticari işti.

1839 yılında Çin ile İngiltere arasındaki Afyon Savaşı’nın Çin’in mağlubiyeti ile sonuç­lanması üzerine Hong Kong İngilizlere bırakıldı. Burada, Rothschildler’in kontro­lündeki Hong Kong Shangai Bank Corporation (HSBC) afyon ticaretini fi­nanse etmeye başladı…”

“…Rockefeller‘e ait Chase Manhattan, Rio Tinto’nun ikinci büyük kurumsal ortağı olduğu gibi Rothschild ailesinin kontrolündeki J.P. Morgan ile birleşerek J.P. Morgan Chase adını almıştır…”

“…Osmanlı ilk dış borcunu 1854’de Palmer ve Goldshmidt’den almıştır. Kırım savaşını ise Rothschildler finanse etmiştir. ..”

“…Alman ve İngiliz firmalarının ortaklıklarının arkasında, Rothschild,  Oppenheimer  ve Goldschmidt ailelerinin Frankfurt kökenli aileler olmaları yatmaktadır.

Daha sonra İngiltere’ye göçen bu ailelerin soyağaçları 1600’lü yılların başında Oppenheimer ailesinde birleşmektedir. 1700’lü yılların sonunda Rothschildler daha güçlü olmuşlardır…”

“…Bor madenlerinin devletleştirildiği 1978 yılından önce Türkiye’deki bor madenlerinin % 80’ine Türk Borax adlı firması ile hakim olan Rio Tinto, Anatolia Mineral Development Ltd isimli firması ile bu günlerde ülkemizde altın, gümüş, bakır, çinko v.s. araması yapmaktadır…”

“…Dünya üzerinde liberal felsefenin yaygınlaşması için faaliyet gösteren Mont Pelerin Topluluğu’na büyük oranda destek verdiği belirtilmektedir.

Bu topluluk aynı zamanda Globalleşme’nin/ Küreselleşmenin fikir babası olarak bilinmektedir…”

“…Bu tür bir örgütlenmenin felsefi alt yapısını oluşturmak için Mont Pelerin Topluluğu (uzantıları Liberal Düşünce Toplulukları), Aspen Enstitüsü gibi entellektüel kulüpleri, siyasi alt yapı için CFR, Bilderberg, RIIA gibi kuruluşları kullanmışlardır…”

İlginç bağlantılar değil mi: Madenler, Bor, Rocekefeller, Rotschild, Goldsmith, Oppenheimer, İngiliz Kraliyet Ailesi, CFR, Bilderberg, Serbest Piyasa Ekonomisi, Küreselleşme

Rotschildlerin 20. y.y.’ın başında Azerbeycan’da,  Nobel Kardeşler ile beraber petrol işinde olduklarını da eklemek gerek. . Ama o zamanlar Nobel Kardeşler henüz Nobel Ödülü’ni icat etmemişti. Ettikten sonra da “Yeni Dünya Düzeni’nin” emrine nasıl amade olduğunu en son Orhan Pamuk ve Obama örneklerinde gördük… Batı Tipi Demokrasi’nin İsveç Şubesi’nin, o sonsuz hoşgörüleri ile Banu Avar’ın “Nobel ve İsveç Demokrasisi’nin”  gerçek yüzünü ortaya çıkaran belgeselinden sonra söz konusu TV’daki yayınlarını nasıl yasaklattıklarını da gördük…

İşte yazarımızın o çok övdüğü İlluminati kurucu- üyesi Rockefeller, Rotschild ve diğer bağlaşıkları hanedanlıklar ve onların denetimindeki Batı Tipi Demokrasisi…

Bu arada Batı Demokrasisi derken, yazarımız biraz da o ülkelerin toplumsal refahını vurguluyor.

Batı Demokrasilerinin Toplumsal (Sosyal)  Refahı, o ülkelerin para-babalarının dünyanın geri kalan kısmını sömürmesinden elde ettikleri gelirin bir kısmını toplumu uyuşturmak için halka aktarması ile oluşur, böylece toplum Kültür Endüstrisinin çarkları arasında uyuşur, sınıf mücadelesi içerisine girmez.

Batı toplumun refahı ile Emperyalizm ilişkisine değinmiştim; bizim gibi ülkeler sadece halkının cehaleti, yöneticilerinin kendi çıkarlarına düşkünlüğü nedeni ile geri kalmaz, kendisinden önce gelişmiş ülkelerin müdahaleleri sebebi ile de gelişmesi engellenir.

Hem ABD Halkı, bizim halkımızdan çok mu bilinçli; kendi sinemacıları İdiokrasi (8) adlı filmi, Amerikan Halkı’nın cehaletinden ilhamla yazmadılar mı?

Kaldı ki neye göre bilinç, neyin bilinci, tüketim toplumunun uyuşmuş, uyuşturulmuş bilinci mi, o toplumu uyuşturanların bilinci mi? Yabancılaşmış insanın bilinci mi? (9)

Peki eğitim yetiyor mu bilinçli olmak için?

Hiroşima’ya atom bombasını diplomasız cahiller mi, yoksa o çok seçkin “ Sarmaşık Birliği (Ivy Leauge; Harvard, Yale, Princeton, Columbia, Brown, Cornell, Pennsylvania, Dartmouth) mezunu ABD li siyasetçiler, yönetciler mi attı?

Yazarımızın övgüler dizdiği İllumunatici’lerin denetimindeki ABD, Hiroşima’da ne yapmıştı?

Ne anlatıyordu o Hiroşimalı kız çocuğu bize Nazım Hikmet’in kaleminden:

Kız Çocuğu

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

1956

Ne tesadüftür ki Hiroşimalı kız çocuğunun bize seslendiği yıl ile Nelson Rockefeller’in mektubu aynı tarihli: 1956…

O müthiş teknolojik ve insani (!) gelişmemize rağmen nasıl bir çağda yaşıyoruz, bir de Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın “ Neoliberal Küreselleşme, Sosyal Devlet ve Kemalizm” (10) adlı yazısında verdiği rakamlarla bakalım:

“…1960’ta, dünya nüfusunun en zengin ülkelerde yaşayan yüzde 20’sinin zenginliği en yoksul ülkelerde yaşayan yüzde 20’sinin 30 katı iken, 1995’te 82 katı olmuştur.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya nüfusunun en zengin yüzde 20’si dünya gelirinin yüzde 82’sini alırken, en yoksul yüzde 20’si yalnızca yüzde 1,4’ünü almaktadır.

1996’da, 358 adet dolar milyarderinin servetlerinin toplamı, yeryüzü nüfusunun en yoksul yüzde 45’inin yıllık gelirlerinin toplamına eşittir.

Bir başka hesaplamaya göre, dünyanın en zengin 200 kişisinin serveti, iki milyar insanın gelirlerinin toplamından daha fazladır…”

1996 yılı rakamlarına göre dünyada yoksulluk içerisinde yaşam kavgası veren % 45 lik kesimin hakkı 358 adet dolar milyarderi tarafından gasp edilmiş.  Yani her on kişiden dört kişinin hakkı…

İşte bu 358 kişi gezegenimizin bize seçkin diye sunulan sakinleri; hani alıntısını yaptığım İlluminati yazısında bahsedilen o akil adamlar!

Görüldüğü üzere üstte alıntısını yaptığım rakamların bize ispat ettiği gibi yerküremizde görünmez bir kast düzeni söz konusu…

İlginç olan daha 18. y.y. da para-babaları,  kast düzeni istediklerini “ 1 ABD Doları’na” işlemişlerdir.

 

Yazısını eleştirdiğim Cihangir Gener geçen yazısında bu konuya da değinmişti:

“…ABD Büyük Mührü, Ezoterik sembollerinin birleşimi ile oluşmuştur. Bir Dolarlık banknotlardan tanıdığımız Büyük Mühür 1776 yılında Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve John Adams tarafından dizayn edilmiştir. Bir Dolarlık banknotun üzerinde, üstünde üçgen içinde bir göz bulunan, tamamlanmamış bir piramit vardır…”

“…Piramidin hemen altında Latince, “Novos Ordo Seclorum” yazmaktadır. Anlamı, Yeni Seküler Düzen’dir. Bu söylem, İlluminati’nin hedefidir…”

“…Novos Ordo Seclorum’un hemen altında 1776 tarihi bulunmaktadır. Bu tarih, bağımsızlık ilanının yanı sıra, ABD’ndeki İlluminati’nin de kuruluş tarihidir…”

“…Bu sembollerin altında yine Latince, “Annuit Coeptis” yazmaktadır. Türkçe’ye, “Plan mutlaka başarılacak” şeklinde çevrilebilir. Plan, İlluminati’nin “Yeni Dünya Düzeni” kurulması hedefidir. Paranın üzerindeki bir diğer Latince cümle, “E Pluribus Umum”dur. Bu ifade de, “pek çoklarının arasında tek” şeklinde çevrilebilir.

. ABD, o günkü dünya üzerinde İlluminati hedefleri doğrultusunda kurulmuş ilk ve tek devlettir. Tüm bu sembol ve cümleler birleştirildiğinde, mutlaka başarılması gereken büyük bir planın bulunduğu ve bu planın sadece ABD için olmadığı anlamı çıkmaktadır. ‘Yeni Seküler Dünya Düzeni’ bu uluslararası planın adıdır…”

Yazarımız piramidin üzerindeki “üçgen içindeki gözü (her şeyi gören Evrenin Ulu Mimarının)” açıklamıştır da piramidin anlamını açıklamamıştır. Piramidin tepesi, yazarın daha sonra değindiği “seçkinler iktidarını” simgeler, alta doğru da gittikçe yoksullaşan insanlık!

Bunun dışındaki simgelerin bir kısmından bahsetmiş, onlar belki başka bir yazı konusu olurlar ama o simgeler arasında zaten niyeti apaçık ortaya koyan üzerinde Roma rakamı ile 1776 olan ve bugün “ Yeni Dünya Düzeni” biçiminde söylenen “ Yeni Seküler Düzen/ Novus Ordo Seclorum” yazısıdır…

O seçkinler iktidarının akil adamlarının bugün dünyayı yönetmek için kullandığı akla “araçsal akıl” deniyor:

“… Araçsal akıl, dünyayı ve diğer insanları nasıl sömürebileceğine bakmakta ve değerleri, bilgi ve yaşam açısından önemsiz bir role indirmektedir…” (11)

Yazarımız şu soru ile yazısını bitirmiş:

“…Hali hazırda İlluminati’nin öngördüğü sistemle yönetilmekte olan ABD, İngiltere ve diğer batı tipi demokrasilerden baskı rejimleri, faşist rejimler olarak bahsetmek mümkün değildir. İlluminati ve onun altında çalışan örgütlerin tamamı ezoterik öğretilere sahip, inisiyatik üyelik sistemi ile çalışmakta olan yapılardır.

ABD benzeri seküler ve liberal bir yönetim sisteminin, hukuk sisteminin, sosyal sistemin ve diğerlerinin, kısacası batı tipi demokrasi dediğimiz çağdaş sistemin tüm dünyaya yaygınlaştırmanın nesi yanlıştır?

Aksine, insanlığı beklediği aşikar olan devasa sorunlar belki de ancak bu sayede aşılabilecek, insanlık kendi doğal mecrasında yürüyebilecektir…”

Yazarımız Cihangir Gener’in o pek övdüğü Batı Tipi Demokrasileri üzerine  20. y.y. büyük düşünürlerinden  Adorno, şöyle eleştiri getirmiştir:.

“…Adorno, batı uygarlığının bilim, teknoloji ve ekonomik gelişme anlayışından hareketle söz konusu “gidişat”a ciddi eleştiriler yönelten düşünürlerin başında gelir. Ona göre, batılı anlayış, ahlaki ve insani sınırlardan yoksundur. Bu sebeple, insan hayatı tehdit altındadır. Zira değer ölçütleri ortadan kalkmış ve değerler, pratik amaçlar ve teknolojik uygulamalar alanına hapsedilmiştir.

Modern bilim mutlaklaştırılmış ve yıkıcı amaçlar için kullanılır hale gelmiştir. Teknolojiyle birlikte insan hayatı bir makine gibi dakikleşmiş, kesinleşmiş ve tüm bunlar insanın hunharlaşmasına yol açmıştır. İnsan hareketleri, incelikten, düşünceli olmaktan ve edepten arındırılmış ve insan hareketleri nesnelerin amansız ve tarih dışı taleplerine bağımlı kılınmıştır.

Teknolojik gelişmeyle birlikte, bunalım, yalnızlaşma, kişiliksizleşme, kimlik yitimi ve nesneleşme söz konusu olmuştur. Bu süreçte insan derinlikten yoksun, içeriksiz ve anlamsız bir varlık haline gelmiştir. Nesneleşen insan ve onun değerlerden yoksun düşünme gücü, her şeyi kavrayan “ekonomik cihaz”ın basit bir ayrıntısı haline gelmiştir.

Modern dönemde geçerli olan kapitalizm ve onun inşa ettiği toplumsal yapı, pazar ekonomisinin etkisiyle ilişkileri, sevgiyi ve dostluğu “şeyleştirmek” suretiyle ruhsuz bir toplum ortaya çıkmasına neden olmuştur…”(12).

Ne demiştim yazının başlangıcında, “ ruhunu, maddeye tutsak eden İlluminati benzeri örgütler yozlaşmıştır”. Görüldüğü üzere onların biçimlendirmeye çalıştığı toplum da, onlar gibi ruhunu kaybediyor…

İlluminati nasıl bir ezoterik örgüttür ki, insanlığı, ekonomik çıkarlara kurban etmektedir!

Ezoterizm’in amacı ne maddeye saplanmak ne de maddeyi yadsımaktır. Ezoterist’in amacı içine doğduğumuz dünyada eşitlikçi bir toplum kurmak ve müzikle, sanatla, sporla, felsefeyle, bilim ile kendini eğiten, kendi gizemli var oluşunu araştıran bir toplum ortaya çıkarmaktır.

Ezoterizm’de amaç, bir avuç zenginin geri kalan insanlığı robotlaştırması değil, tam aksine toplumdaki gelir dağılımı eşitsizliğini ortadan kaldırarak ve insanların işlerini eksiksiz yapabilecek robotlar icat ederek, insanı özgür bırakmaktır.

Ama İlluminati ve benzeri masonik örgütler, ruhu maddeye baskın hale getirecek eşitliği yerküreye yaymaktan ziyade kendi ruhlarının maddeye tutsaklığın getirdiği bir aç gözlülükle dünyayı bir sömürü düzeni içerisinde yönetmeye çalışıyorlar…

Unutmadan, İlluminati ile özdeşleşmeye başlayan sistemin bir özelliği daha var:

“Kültür Endüstrisi, tüketiciyi düşünmeye yöneltmez, tersine ona dünyanın hazır yorumlarını sunar…” (13)

Bunun için de kendi sözde muhaliflerini kendisi kitleye sunar; Matrix, Zeitgeist… vs.

Bunun yanı sıra Texe Marrs gibi aşırı muhafazakarlar ise sisteme karşı kendi dar bakış açılı dünyaları üzerinden muhalefette bulunurlar; bir yandan bir avuç zenginin dünyayı yönettiğini doğru olarak teşhis eder ama diğer yandan da alternatif olarak kendi yobaz görüşlerini ortaya döker.

Bir başka tip ise David İcke gibilerdir, David İcke gibiler İlluminati mensubu ailelerin bilmem kaçıncı boyuttan gelen uzaylılar olduklarını iddia ederek, apaçık ortada olan bir sömürüyü gizem içerisine sokarak, gerçeklerden uzaklaştırırlar.

İnternette dolaşan İlluminati Belgeseli’nde ( 14) David İcke’nin yanı sıra “bir de kerameti kendinden menkul bir Katolik rahip” vardı, aklınca kızın içine şeytan girmiş, onu çıkarıyormuş; mafya, yolsuzluk ve engizisyon ile özdeşleşmiş Vatikan’ın rahibi insanlığı İlluminati’den kurtaracak!

Yazımı özetlersem, İlluminati ve benzeri örgütler, üyelerinin maddeye açlığı yüzünden bencilce bir düzen kurmaya meyillidirler. Kendileri, maddeye aşırı tutku ile bağlandıkları için ruhları ile ve dolayısı ile insani değerler ile olan bağları zayıflamış olduğundan onların yönetip, biçimlendirdiği toplum da “ sevgiyi ve insani değerleri”, maddi çıkarlara feda ederek, ruhsuzlaşmaktadır.

İlluminati üyesi ailelerin gücü ise esasen büyük servetlerinden değil, kendilerinde bulunan maddeye zaafın aynı biçimde insanlığın büyük çoğunluğunda bulunmasından gelir. Siyaset, toplumun aynasıdır derler, yanlış mı?

İlluminaticilerin, Küreselleşme ya da Tek Dünya Devleti diye ortaya attıkları ideal, bana göre ruhun maddeye tutsak olması ve sevginin bencilliğe kurban edilmesinden öte bir anlam ifade etmemektedir.

Başka bir yazıda da İlluminati Simgeciliği üzerine değinmeyi düşünüyorum.

derKi’nin 35. Sayısında başka bir yazıda görüşmek üzere…

 

KAYNAKLAR

1-) İlluminati- Cihangir Gener

https://www.derki.com/dergi/index.php/illuminati.html

2-) NELSON A. ROCKEFELLER’DEN ABD BAŞKANI EİSENHOWER’E

1956’DA YAZILAN GİZLİ MEKTUP

http://www.mudafaai-hukuk.com.tr/arsiv/nisan03_08.htm

3-) “Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi”, Orhan Kurmuş , BilimYayınları,İstanbul 1977

4-) ” Çökertmeden Çıkan Halil İşte Şimdi Öldü!” – Prof. Dr. Tayfun Özkaya

http://www.odatv.com/Siyaset/cokertmeden_cikan_halil_iste_simdi_oldu-17317.html

5-) “IMF’nin İflas Planı: Yeni Düyun-u Umumiye”- Selim somçağ

http://www.selimsomcag.org/tr/articles.asp?ID=55

6-) “Osmanlı Bankası Tarihi”

http://www.obarsiv.com/ob-tarih.html

7-) “Küreselleşme’nin Madencilikteki Amiral Gemisi Rio Tinto Ve  Bor Pazar Yapısı” – Galip TÜRKMEN (Eti Holding A.Ş. Başmüfettişi)

http://www.metalurji.org.tr/dergi/dergi127/der127_13.pdf

😎 ” Gelecek Gerzeklerin; İdiokrasi

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=5919174&yazarid=25

9-12) “Yabancılaşma Üzerine”

http://yakincografya.blogspot.com/2008/04/yabanclasma-uzerine_07.html

10-) “Neoliberal Küreselleşme, Sosyal Devlet ve Kemalizm” Prof.Dr. Alpaslan IŞIKLI

http://www.add.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=295&Itemid=31

11-13) ” Frankfurt Okulu ve Kültür Endüstrisi Eleştirisi, Mustafa Kemal Şan-İsmail Hira”

http://www.daplatform.com/images/frankfurtokulu.pdf?PHPSESSID=6c23c158b366

14-) İlluminati Belgeseli

Derya Koca