Gerçekleştirdiğimiz seminer ve kurslarda ‘beyaz ve mavi lotus’ kavramını sıkça dile getiriyoruz. Söz konusu kavram, Kozmik Hareketi’nin Fransa’daki son gruplarından birinde ‘pasif/alıcı’ (grup içerisinde kutsal bir görevi üstlenen kimse) bir üyenin bize emanet ettiği kadim bilgileri incelerken ortaya çıktı.

Yayımlanmayan ‘MAVB İncelemeleri’nin el yazmalarında şöyle ifade edilir:

“Söyle bana, ela ile incelikli olan gecenin ve güzelliğin kraliçesi, kutsal olan lotusun anlamı nedir?”

“Lotus çiçeği, Alifa dönemine ait kutsal çiçeğin Azert (ekosistem olarak Toprak Ana) tipidir.”
…/…

“Alifa, iyi ve kötü arasında gerçekleşen ve bilinen çatışmaların ilki olup, lotus çiçeği birlikte mücadele edenler tarafından sembol olarak kullanılmıştır. Burada beyaz lotus düzen isteyenleri, mavi lotus ise onlardan kendilerini farklı görenleri temsil etmekteydi. Bazı anlayışlara göre söz konusu çatışma, zannedildiği gibi zulüm ve nefret dolu, acımasız bir tutku değildi. O, daha çok entelektüel düzlemde, önce geçici olan, ancak doğrulandığında sürekli bir hal alan bir ayırımdı.”

Özet olarak beyaz ve mavi lotus bölünme, ayrılma üzerinedir.

Yaratılış hikayesinde Şeytan’ı (yılan aracılığıyla) ya Adem ve Havva’yı baştan çıkarırken, onları maddeye özendirirken (Hristiyanlık’taki yorum), ya da Adem’in önünde boyun eğmeyi reddeden Azazil, İblis (İslam’daki yorum) olarak görürüz. Her iki yorumda da Şeytan lanetlenip, Tanrı’nın yanından ve Cennet’ten kovulur.*

[*Musevi geleneğinde ise Şeytan’ın ‘muhalif’ olarak anılması kayda değerdir. Diğer iki dinde, özellikle Hristiyanlık’ta, gördüğümüz Şeytan’ın izine burada rastlamayız. O, eski Ahit’in ilk kitabında ‘yılan’, Eyüp kitabında ise ‘muhalif’ vb. olarak ifade edilir.]

Hristiyanlık’ta Tanrı, İyilik ve Kötülük Hakkındaki Bilgi Ağacı’nın meyvelerini yemek isteyen Adem ve Havva’yı cezalandırır, Cennet’ten kovar ve onlara yeryüzünde tövbe etmenin yolunu bulmak üzere bir fırsat verir. Bu daha çok Tanrı’nın İyilik ve Kötülük Hakkındaki Bilgi Ağacı’ndan yememekle ilgili emrine uymamakla ilgili. Bundan sonra Şeytan, baştan çıkarmaları ve yalanlarıyla bizi Tanrı’dan uzaklaştırma görevini üstlenen, kesinlikle kötü olandır. Bu, mavi lotusun doğuşudur. İnsanoğlu Tanrı’ya uzanır ve bilgi, Tanrı’nın krallığındaki konumunu yenilemek için dönüş yolunu arayan insana hizmet edecek olan, olağanüstü bir araç olarak görülür. İşte bu görüş Batı toplumunun temeli olup, deneyimciliğe, deney ve gözlemle elde edilen bilgiye dayanır. Babil Kulesi bunun bir örneğidir, dillerin çeşitliliği ile yaşanan dağılma ve hedefin şaşırtılması durumu açıklıyor.

Müslümanlıkta Azazil-İblis yeni yaratılan Adem’in önünde boyun eğmeyi red eder, onu aşağı görür. Tanrı, Adem’in suretinde kendisini görmediği için İblis’i kovar ve insanoğlunun kendisini Dünya’nın ve madde olan her şeyin prensi olan Şeytan’ın aracılığıyla aramasını sağlar. İblis’te gurur ve kendini beğenmişlik görüyoruz, zeka ise onun kaderi hakkında verilen kararın bir aracıdır. Ancak buradaki zeka, bilinçten yoksundur. Bu, kaybedilen bir birliğe giden yolculuktur. İnsanoğlu, Çokluktan Birliğe, Tanrı’ya dönüş yolundadır.

Her iki yolda da, bilgi ve zeka yanlış kullanılmakta, bölünmeye, maddeye ve entropiye durdurulamayan bir düşüşü yaratmaktadır. Tarif edilende insanoğlu Tanrı’ya giden yolu bulmalıdır. Şeytan’ın görevi onu serseri yapmak, hatta ona dönüşe duyduğu özlemi unutturmaktır. Bu da mavi lotusun bir tanımıdır, insanoğlu kendini bir tanrının seviyesine yükseltmek için çabalar ve Dünya’yı acımasızca yönetir.

Bu, Tanrı’dan, Kaynak’tan, Tek’ten ayrılmadır. Bu ayrılma gönüllü mü, yoksa zoraki midir? Kendimizi dualitenin deneyiminde kaybettik ve kaybedilmiş birliği bulmak için çabalıyoruz. Hristiyanlık ve Müslümanlık’ta insanoğlu az çok bir kurban olup, hatası yüzünden ağır bir ceza (düşüş) ödemektedir, aynı zamanda daha büyük bir oyunun parçasıdır (insanoğlu beni senin aracılığın ile görecek).

Kötülük problemi temel bir bileşendir ve sorunludur. Tanrı kötülüğe nasıl izin verebilir? Kötülük Tanrı’nın muhalifidir, o halde ona eşdeğer midir? Burada bir sorun var. Ve yeryüzüne inmiş (düşen) meleklerin başı olan Şeytan için bu durum elverişli olup, Kötülüğü Tanrı ile eşdeğer kılar.

Aynı zamanda deneyimin siyah ve beyaz alanındayız; dualite her şeyin ölçütüdür: Bir tarafta iyi, diğer tarafta kötü insanları görüyoruz. Bir taraf kutsal erdemlere veya özniteliklere veya arketiplere özendiriyor, diğer taraf ise üstün-insana özgü erdemleri ve türleri. Bir taraf özgür iradenin var olduğu ve kaybedilmiş birliğe ilişkin arayışın yüce sayıldığı Dünya’daki ikameti geçici bir sınav ve okul gibi görüyor, diğer taraf ise özgür iradeyi olumluyor, ancak verilmesi gereken bir karar olmadığı için o iradeyi kullanmıyor. Bu tarif edilen, mükemmel mavi lotus toplumunun mühendisliği ile yaratılan bir sonuçtur; insanlar yerleşiyor ve kaybedilmiş birliği veya ‘var olmayı’ artık arzulamıyor. Bunun yerine maddi dünyamızı sembolize eden her şey için, sahip olmayı temel alan ihtiyaçlar piramidi için can atıyor.

‘Var olmanın’ yerini ‘istemek’ aldıysa ve istediğimizin bedeli ‘olmayı’ kaybetmekse, ayrılma gerçekleşmiştir. ‘Sahip olma’ ve ‘var olma’nın zıtlığı, beyaz ve mavi lotusun en temel farkı, esasında aynı zamanda muhalif bir yaşam tarzıdır. Beyaz lotus ile Evren’i ‘bizi kullanmaya’ davet ediyoruz, içimizde ‘var olmayı’ gerçekleştiren bu olağanüstü deneyimin görgü tanığı oluyoruz. Mavi lotus yolunda ise, biz Evren’i ‘kullanmaya’, onu evcilleştirmeye, ona sahip olmaya çalışıyoruz. Ancak yaşanan felaketler, hayal kırıklıkları ve başarısızlıklar, gerçekçi ve acı. Nihai olarak içimdeki boşluğun ve ‘var olma’nın yoksunluğunun farkına varıyoruz.

Beyaz lotus veya Hermetik Yol’da, nitelikler birleşik olup özel bir alan yaratırlar. Tanrı’nın sayısız öznitelikleri olarak yeryüzünden merkeze raporlayan bizler, burada her şeyi olduğu gibi anlarız ve birlikle bağlantıdayızdır. Thomas Bromley’in ifade ettiği gibi: ‘Buna göre Dışa Doğru olandan (dıştaki yaratılış) İçe Doğru olana (içteki yaratılış), buradan ise En İçtekine doğru gelişiriz. Dışa Doğru olan İyiliğin ve Kötülüğün yeri olup, bu yozlaşmadan ötürü Yaratığın Krallığı’dır. İçe Doğru olan ikili olup, ya Karanlık ya da Işıklı Dünya’dır. Karanlık olan Ejderha’nın Krallığı, Kötülüğün ve Gazap’ın merkezidir. Işıklı Dünya Cennet’e ait Katmandır, ya da Mezopotamya’sına yerleşmiş veya o büyük Gazap ve Sevgi nehirlerinin arasında sıkışan Eden Bahçesi’dir. İlki kükürt ile yanan Ateş Gölü olarak, diğeri ise yaşamın kristal gibi şeffaf olan suyu, Tanrı’nın tahtından ve kuzudan (kuzu imgesi Hristiyanlık’ta Sevgi prensibinin sembolüdür) akan Saf Nehir şeklinde tabir edilir. En İçteki, sonsuz Sığınak veya Tanrı’nın dinleme yeridir. Bu spiritüel Huzur Ülkesi İbrahim, İshak, Yakup ve tüm diğer geçmiş Azizlerin yaşadığı yerdir.’ **

[** Kaynak: Thomas Bromley, ‘Way to the Sabbath of Rest’, London 1656.]

Beyaz lotus tarafından sembolize edilen ve doğası gereği simyayı, kabalayı ve kahinliği temel alan tüm hermetik süreç, bireysel nitelikleri ve karşıtlıkları harmanlamak, kaybedilmiş birliği bulmak, aslında içimizde var olan birlik tohumunun kaynağını bulmasına izin vererek tekrar filizlenmek ile ilgilidir. Tüm süreç bilgiyi parça parça toplamaktan vazgeçmek üzerine kuruludur, çünkü ortaya çıkan aktif zıtlık ve safsatadan dolayı bilgi aslında artık yararsızdır ve bizi eylemde felç eder veya bizi gitgide yüzeyselleştirir, acılı ve kuşkulu hale getirir. ‘Beni hatırla ve ben seni hatırlayacağım.’ Kuran, II-152

Mavi lotus, veya büyü, deneysel bir süreç ile bilginin geliştirilmesi, evrendeki güçlerin evcileştirilmesi ile ilgilidir. Böylece onlar bizi arzuladığımız şeylere ulaşmamıza yardımcı olacaktır. Ne kadar çok istersek, evrenle olan ilişkimiz o kadar umutsuzlaşır. Hiçbir şey, hiçbir zaman yeterli olmaz ve elde ettiğimiz deneyimler zararlı ve öldürücü hale gelir. Tekrar edecek olursak, bu parçalara bölünmüş bir bilgidir ve bizi bir zamanlar bastırılmış olan olumsuz güçleri beslemeye iter, bize tuzak kurar ve özümüzü kaybettirir.

Beyaz lotus ile sembolize edilen hermetik gelenekte, insanoğlu kaçınılmaz bir düşüş yaşayan evreni eski haline getirmek için gerekli olan bir araçtır. Bu bizi meleklerin yeryüzüne inişinin (düşüş) ve dualitenin doğuşunun gerçek anlamına götürür. Burada çok derinden gelen bir sevgiye ve daha iyisi (büyük resim) için kendini feda etme isteğine tanıklık ederiz, çünkü gerçekten gerçekleşen budur. Yukarısı nasılsa, aşağısı da odur! İsa’ya ihanet eden ve hainlik elbisesini uzun zaman giyen Judas’ın hikayesini biliyoruz. Aslında tam zıttı gerçekleşti. Judas eylemini bilinçli bir şekilde yerine getirmeyi seçti, böylece kehanetler yerine getirilebildi, Mesih-Sevgi ilkesi yine madde aracılığıyla çivilendi. Bir kez daha insanlığın günahlarından kurtulabilmesi için bir kapı açıldı.

Son Yemek, İsa’nın yaşam gücünün, yani kanının paylaşıldığı ezoterik bir törendir. Bu eylem ile havarileri kendisi ile belli bir zaman için eterik bir bağ kurabildiler. Bu şekilde göğe çıkışından önceki dirilişini, görünmelerini de açıklayabiliriz. Aynı şekilde Thomas’un, bize dirilişin yolunu gösteren Yeni İnsan İsa’nın ihtişamlı bedenine dokunmasını da.

İsa ve kutsal eylemi, geçmişte yaşanan başka kutsal dramların tekrarıdır. Burada en önemlisini dile getirelim, İsis ile Osiris ve İsis’in Osiris’in parçalanmış bedenini onarmaya dair çabası, vb. Ancak en temel dram, hepsinin kaynağı olan Meleklerin Düşüşüdür (yeryüzüne inişi).

Tüm tozlu dünya dinlerinden bize ulaşan rivayetlere göre yaratılış ile birlikte güçlü bir kopma yaşandı ve dualitenin hakim olduğu bir dünya ortaya çıktığı. Burada zıtlıklar ve çatışmalar, İyilik ve Kötülük arasında bitmek bilmeyen kavgalar, arkalarında perişanlık ve ızdırap bıraktılar. Düşmüş melekler, cesaretlerini ortaya koydular ve kendilerini feda ettiler. Yıllar sonra cesur ve seven Judas aynı şeyi yaptı. Hiçbir şeyden madde yaratabilmek için kadim kabalistlerin ‘tzimtsum’ları, kendilerini ‘kaybetmeliydi’ ve nihai maddeleşmeye doğru düşmeliydi. Madde, içerisinde Kaynak’tan kopmuş, sanrılarla dolu bir girdapta, azalan bir bilinç ile yaşayan ışık parçaları, ‘keliphots’ları, barındırıyordu. Başta değindiğimiz ayrılma burada da karşımıza çıkıyor. Sevgiden ötürü melekler kendilerini feda etti ve kaderlerine boyun eğdi, Tanrı ile olan hayat bağlarını kaybedeceklerini bile bile. Böylece mevcut evrenin temeli sağlam bir şekilde atılabildi. Bu ayrılmanın sonuçları ayrıca zekalarına karanlık çökmesi, dikeylikten vazgeçme ve bitmek bilmeyen düzeyliğin laneti idi. Ayrıca kötülük ve gurur, karmakarışık egolar filizlendi, kana susamış virüse benzeyen yaşam formları gibi. Tükenmez merhametinden ve adaletinden dolayı Tanrı, Gilgul’u – ruhların enkarnasyon çarkını – devreye soktu, böylece her biri düşmüş ‘keliphot’ parçalarından bazılarını alabilme ve O’na geri getirebilme fırsatına sahip oldu. Bu Tikkun’un (‘dünyayı iyileştirme’) bir kavramı olup, tüm yaratılışa ve İnsanlığa, düşüşün bir kurbanı olduğumuzu ve kozmik bir savaşın ortasında bulunduğumuzu savunan görüşten ziyade, daha büyük bir rol biçiyor.

Bizi bilinçli ve istekli, ‘kullanılmaya’ hazır aracılar olarak konumlandırıyor. Evren, düşen meleklerin ‘kutsal acı duygusu’ (Hz.İsa’nın çarmıha gerildiğinde çektiği acı) ve katarsis ile kurtarılmasıyla kendini iyileştiriyor, Tanrı’nın Yargı Günü’nde ‘hiçbiri eksik olmamalı’ sözünü yerine getiriyor.

Düzey bilgiye ve zekaya sahip olan insanlar olarak değil de, uyanmış, sessizlikte yeterince topraklanmış, yine de içinde Tanrı’yı birlik, uyum ve huzur içerisinde karşılamaya yeterli bireyler olarak. Bu karşılaşmalar harikulade varoluşsal bir yolculuk yaratıyor.

Beyaz lotus yolu, kendimizi bu tarz bir role hazırladığımız yoldur. Bu yöntem bizi Gerçeğe yetiştiren, özendirici ve dinamik bir denge yaratıyor.

İçimizde, çok derin bir yerde taşıdığımız ve kurtarılması gereken keliphotların sonucu olan ego, kasıtlı olarak kendini büyük resmin içinde görür. Söz konusu büyük resimde, konumumuzu ve görevlerimizi Çalışma, Adanmışlık ve Hayırseverlik ile eski haline getirerek, yukarıdan Kutsal Sevgi, Umud ve İman’ı kendimize çekerek, aktif olarak Dünya’nın iyileştirilmesine katılıyoruz.

Nalan & Nicolas Lecerf