Geçen yüzyılda Avrupa’da, tinsel konularla yakından ilgili olanlar, yıllarca Rudolf Steiner adlı olağanüstü bir insanın tinsel anlamda çok yönlü faaliyetlerine tanık oldular. Bu insanların R. Steiner ile yıllar sürecek karşılaşmalarının ve birlikteliklerinin sonucunda zamanımıza çok değerli ve derin bir ‘bilgelik’ ulaştı. Steiner’in aslında tüm insanlığa sunduğu bu bilgelik henüz büyük bir çoğunluk tarafından bilinmese de, zamanımızda giderek daha çok insanın ilgisini çekmektedir. Eğitimi itibariyle bir bilim adamı olmasından başka, sıra dışı bir eğitmen, araştırmacı, yazar, filozof ve bir sanatçı olan Steiner’in insanlığı ilgilendiren pek çok konuda, merkeze daima ‘insanı’ koyarak yaptığı olağanüstü çalışmaları ve eserlerini göz önünde bulundurduğumuzda, onun bir dahi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Steiner sınırsız bir dünya bilgeliğine ve kozmik bilgeliğe sahipti. Ve ölüm tarihi olan 1925’e kadar, yaptığı tüm faaliyetleri antroposofi (tin bilim) tanımlaması altında sürdürdü. Steiner’in yaptığı çalışmaların devasa boyutuna ve arkasında bıraktığı kitapların sayısına baktığımızda ve en önemlisi, sunduğu bilgeliğin içeriğini incelediğimizde hayret ve takdir etmemek mümkün değildir.

Bu yeteneklerinin yanı sıra, R. Steiner yüksek derecede bir inisiye idi ve ayrıca duru görü yeteneğine de sahipti. Onun gibi bir inisiyenin sahip olduğu bu yeteneği, niyeti meçhul tinsel varlıklardan gelme olasılığı yüksek ve bundan ötürü doğruluğu şüpheli bilgilere kanal olan bir medyumun algıladıklarıyla karıştırmamak gerekir. Sıradan bir medyuma kıyasla, Steiner’in, duru görü yeteneğini berrak bir bilinçle kullanabilme kapasitesi vardı. Steiner, yüksek bir inisiye olduğu için tarih boyunca gizem merkezlerinde muhafaza edilmiş olan okült bilgilere sahip olduğu gibi, Akaşa Kayıtlarını (*) en doğru biçimde okuyup buradaki ‘tinsel dünya kaynaklı’ bilgileri indirerek objektif bir yaklaşımla insanlığa aktardı.
(*) Tinsel Dünyada, eterik (canlı) biçimde, içeriğine göre farklı katmanlarda kayıtlı olan tinsel bilgiler.

Bu kapsamda, tin bilimde (antroposofi’de), insan ve evrene dair ‘tinsel oluşumlar ve işlemler’ ve evrenin sonsuzluğu içinde daima var olmuş olan “Tanrısal gerçekler” ayrıntılı bir biçimde incelenip açıklanır. Dünyaya olağanüstü yeteneklerle gelmiş olan Steiner, gençliğinden beri varoluşun arkasındaki bu tinsel gerçeklerin bilincindeydi ve bunu şimdiki zamanda anlaşılabilir bir şekilde insanlığa nasıl bir yöntemle aktarabileceğini bulmaya çalıştı. Buna bir çözüm buluncaya kadar da sessiz kalmayı tercih etti. Ona göre; nasıl ki bilim, objektif bir yaklaşım ve incelemeler sonucunda bazı kesin bilgilere ulaşabiliyorsa, tin bilim kapsamında da bir inisiye, duru görü yeteneğiyle objektif tinsel gözlemler yaparak kesin tinsel bilgilere ulaşılabilir ve sonra da bu gerçekleri insanlığa aktarabilirdi. Bu aktarımı yaparken de Steiner, 19. yüzyılda yerleşmiş ve artık geçerli olan bilimsel bir dil ve öğretiş yöntemi ile sahip olduğu ‘tinsel gerçeklerin içeriğini’ birleştirdi.  Dolayısıyla, Steiner’in oluşturduğu bu yöntemle, insanlık bundan böyle tin bilimin aktardığı Tinsel Dünya kaynaklı bilgeliği, yaşadığı uzun evrim süresince geliştirmiş olduğu sıradan düşünce, akıl ve mantık ile doğrudan kavrayabilecekti. Ancak, Steiner’in oluşturup başarıyla uygulamış olduğu bu metodun bilimde kullanılan yöntemle temelde bir benzerliği olsa bile, antroposofi’de yapısı çok farklı olan –tinsel dünya kaynaklı– tinsel konulara odaklanıldığı için bilimdeki gibi sadece kuru ve cansız bir gözlemle yetinilmemekte, ayrıca insanın ‘imgeleme’, ‘esinlenme’ ve ‘sezgileme’ yeteneklerinin ortaya çıkartılıp geliştirilmesi de hedeflenmektedir.
R. Steiner, antroposofi ya da tin bilim kapsamında evrenin tinsel boyutundan kaynaklanan tinsel bilgileri aktarmanın yanı sıra, insanlığa, eğitim (Waldorf okulları), alternatif tıp/şifa  (antroposofik klinikler), müzik, resim, heykel, mimari, tarih ve tiyatro konularını da tinselleşmiş biçimleriyle sunmuştur. Bu konulardaki çalışmalar ve etkinlikler çeşitli Avrupa ülkelerinde yıllardır sürmektedir. Ayrıca, yine Avrupa’da dört yıllık eğitimi verilen Öritmi (Eurythmy) dansı da, antroposofi’nin ‘tinsel bilinç’ geliştirmeye katkısı olan yaratıcı yönünün bir yansımasıdır.

R. Steiner ayrıca, daha çok kazanç sağlamak amacıyla tarımda ve gıda üretiminde bilinçsizce kullanılarak insanlığı zehirleyen kimyevi maddelere ve etik olmayan yöntemlere karşı insanlığı yaklaşık yüz yıl evvel uyarmış, ayrıca, son zamanlarda dünyada giderek benimsenmekte olan biyo-dinamik tarım tekniğini bu soruna bir çözüm olarak çok önceden sunmuştu. Eğer Steiner’in bu konudaki son derece bilinçli uyarıları kaale alınmış ve onun tarım ve her türlü gıda üretimi için özellikle önerdiği yöntemleri dünya çapında uygulanmış olsaydı, insanlığın bugünkü ve gelecekteki beslenmesine büyük bir tehlike ve tehdit oluşturan GDO’ lu gıdalar soframızda yer alamayacak ve bedenlerimizi zehirleyemeyecekti.

İnsanlığın sosyal sorunlarına da her türlü dogma ve politik görüşten arınmış bir çözüm olan (ama varlığı henüz insanlığın dikkatini çekmemiş olan) ‘Üç Yönlü Sosyal Düzeni’ öneren Steiner’in, bunlardan başka, yazdığı elli kadar kitap mevcuttur. Fakat onun insanlığa sunduğu en büyük arman, Antroposofik Toplumun üyelerine ve başka birçok ülkede verdiği altı binin üzerinde ders ve konferansla aktardığı antroposofik bilgeliktir.  Bu konferans ve derslerin hepsi stenograflar tarafından kaydedilmiş olup bizlere kitaplar halinde ulaşmıştır. Steiner’in derslerinden derlenerek sonradan kitap haline getirilmiş olan kitaplarının çok enteresan bir özelliği de, bu kitapların başında bunların verilen derslerden derlenmiş olduğu açıklanmasa, bu kitapları Steiner’in özellikle kitap olarak yazılmış olan kitaplarından ayırt etmek mümkün değildir.

R. Steiner’in bu bilgeliğe verdiği isim olan ‘antroposofi’, Grekçe ‘insan’ anlamına gelen ‘antropos’ ve bilgelik anlamına gelen ‘sofi’ (Sofya – Sophia) kelimelerinden oluşmuştur. İfade ettiği anlam da “insan olmanın bilgeliği”, “insan olmanın bilinci ”dir. Bu bilince ve bilgeliğe ulaşabilmek için de insanın kendini (bir insan varlığı olarak kendini) tanıması; yani, kendini tinsel bakımdan anlayıp bilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, Delfi’deki Apollon tapınağının üzerinde yazan “insan kendini bil” sözünün gereği de, ancak insanın ‘gerçek kimliğini’ derinlemesine anlayıp kavramasıyla yerine gelebilir.

Steiner, dünyanın sadece materyalist bakımdan tek yönlü olarak algılanması ve yaşanmasının insanı giderek bir uçurumun eşiğine sürüklediğini ve bu durumun dengelenmesi için artık insanlığın yeni ve güçlü bir tinsel anlayışa sahip olması gerektiğini görmüştü. Çünkü  15. yüzyılda başlayıp, daha sonra bilimin ortaya çıkışı ve ardından gelen teknolojiyle devam eden ‘geçiş süreci’ boyunca insanın dünya ve evrene bakış biçimi  tamamen değişti. Evvelce insanlar, -Kutsal Tinsel Dünyayla bağları tamamen kopmadan önce-, materyal değerler üzerine kurulu bir dünyaya ve fiziksel bir uzaya değil, Tinsel Dünya Varlıklarının yansıması olarak gördükleri bambaşka bir dünyaya ve evrene bakıyorlardı.

İnsanlık, bilimsel gelişmelerin başlattığı değişim ve dönüşümlerin ve bunu takip eden teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak, sadece materyal değerlere dayalı bir yaşam biçimi oluşturdu. Bilim ve teknoloji çağına girmiş olmaktan kaynaklanan etkilerle insanın materyalizme bu denli gömülmesi ve giderek daha dejenere olmasının en önemli sonucu, insanın gerçek tinsel doğasından giderek uzaklaşması ve kökeni ‘tinsel olan her şey’ ile ilgili bilgilerini tamamen yitirmesiydi.

Çok uzun bir zaman süreci içinde gerçekleştiği için farkında olmadığımız bu önemli kayıp, özellikle son zamanlarda belirgin bir şekilde insanlığın her bakımdan ‘katılaşmasına’ ve ‘fiziksel ve ruhsal sağlığının bozulmasına’ neden oldu. Bu katılaşma olayı, insanı oluşturan daha ince unsurlardan ‘yaşam bedeni’ etkileyip pek çok hastalığa neden olmaktadır. Bunun yanı sıra, insan hastalıklarıyla bağlantılı olarak, “karmik faktörlerin de” rolünü göz önünde bulundurmak gerekir. Bu bağlamda, insanın gerçekten sağlıklı olabilmesi için, ardı kesilmeyen sağlık sorunlarıyla başına geldikçe uğraşmak yerine, kaybettiği tinselliğe tekrar kavuşmaya çalışması gerekir. Çünkü Tinin varlığı, insanda bir dönüşüm sağlayarak bu katılaşma sürecine bir karşıt güç (sağaltıcı bir karşıt güç) oluşturur ve her bakımdan kalıcı bir sağlık getirir. İnsanın ‘düşüş’ ve ‘katılaşma’ yönünü tersine çevirir. İnsanlığın geçmişindeki en önemli olaylardan olan “cennetten düşüş”den önce, henüz Tinsel Dünyadayken, insanın hiçbir sağlık sorunu olmadığını ve hatta orada ‘ölümsüz’ olduğunu anımsamalıyız. Bu bakımdan, antroposofi’nin kapsadığı konuların hepsinin, özde insanın fiziksel dünya yaşamına tinsellik ve sağlık kazandıracak bir şekilde ele alınıp işlendiği belirtilmedir.

Ancak insan, Tinsel Dünyaya yönelirken ‘bazı kaypak öğretilerin’ öne sürdüğü (hatta dayattığı) gibi fiziksel dünyayla ilişkisini kesip uçup gitmemeli, dünyadan ayrılmamalıdır. Kendini daha gerçek bir varlık haline dönüştürecek olan yüksek ideallerini ve hedefini Yüksek Tinsel Dünyaya odaklarken, bir ayağının da dünyaya sağlam basması ve fiziksel dünyanın gereklerini ‘tinsel olan’ ile uyumlu olacak bir biçimde yerine getirmesi gerekir. Bu anlayışla baktığımızda, bir yanda en yüksek derecede bir kozmik tinselliği anlatan antroposofi’nin, aynı zamanda, örneğin: toprağa, biyo-dinamik tarıma, çocukların eğitimine, kısacası insanın maddesel dünyayla ilişkisini içeren konulara neden çok önem verdiği daha iyi anlaşılabilir.

Steiner’in bütün çalışmalarının temelinde, tüm insanlık için tinsel gelişim kapılarının açılması ve insanın içine düştüğü karanlığın farkına varmasına yardımcı olmak motivasyonu vardır. Bu bakımdan antroposofik bilgilerin yardımıyla, zamanla yitirmiş olduğumuz ‘varoluşun gerçeklerine’ açılmış olan bu yeni tinsel anlayışı özümsememiz ve buna sahip çıkmamız insanlığın geleceği açısından çok önemlidir.

İnsanın nasıl ve nerede yaratıldığına; yaratılışında rol alan Tinsel (Tanrısal) Varlıkların kim olduğuna; Onların kozmik hedeflerinin ve insanla ilgili amaçlarının ne olduğuna (insanın tinsel evrimine); ve ‘zamanın başlangıcına’ dair tinsel bilgileri antroposofik bilgelikten öğrenebiliriz. Bunun yanı sıra tin bilim, tüm insanlığın üzerinde etkin olan ve varlıklarından artık haberdar olmamız gereken karanlık tinsel güçlerin nasıl varlıklar olduğunu ve niyetlerini de açıklar.

Ayrıca antroposofi’de; insanın evrendeki maddesel bir dünyada varoluş nedeni; karma ve reenkarnasyonla ilgili gerçekler; yaşam ve ölümün gizemleri; hastalığın varlığı ve karma ile bağlantısı ve insanın ölümden sonraki tinsel dünya deneyimleri ayrıntılı bir biçimde incelenir. Bunlarla bağlantılı olarak, egoizm ve kötülüğün kaynağı; insan üzerinde nasıl bu kadar etkin olabildiği ve kötülüğün misyonu açıklanır. Ayrıca, bütün dinlerin ardındaki tinsel gerçekler ve insan evrimine getirdikleri itkiler de ayrıntılı bir biçimde ele alınıp açıklanır.
Gittikçe karanlığa gömülen insanlığın kaderini tamamen değiştirecek güçte, Kutsal Tinsel Dünya kaynaklı ve insanlık için son derece hayati bir önemi olan bir ‘fenomenin’ (tinsel itkinin) ne olduğunu ve dünyaya ne zaman gelip, nasıl etkin olduğunun ayrıntılarını da tin bilimden öğrenebiliriz.

Antroposofik bilgelik, Makrokozmos ve Mikrokozmos’ la ilgili bilgiler aktarırken, insanın dünyadaki misyonunun ne olduğunu, en uzak geleceğinin nerelere kadar uzandığını ve ‘insan olmanın’ kozmik bakımdan ne anlama geldiği de açıklar.
İnsan evriminin her birey için ne anlam ifade ettiğini açıklayan ve yaşamakta olduğumuz ‘tinsel evrimin’ insanlığın ‘yücelmesi gerekliliği’ ile bağdaştırılmadan anlaşılamayacağını vurgulayan antroposofi, bu doğrultuda ‘yüksek benliğimizin’ geliştirilmesine ve bu benlikle Yüksek Tinsel Dünyaya nasıl erişebileceğimizi anlatır.

Kısa bir makalede ‘antroposofik bilgeliğin’ kapsadığı konuların tüm başlıklarına ayrıntılı olarak  değinmek elbette mümkün olamaz. Ancak, bu bilgeliğin  tinsel konularla ilgili her soruyu en doğru şekilde yanıtladığı gibi, insanın aklına hiç gelmeyecek gizemlere de işaret ettiğini ve bunları da aydınlattığını mutlaka belirtmek gerekir.

Başlangıçta ‘bir düşüş’ yaşamış olduğu için evriminin şimdiki aşamasında insanlığın‘tinsel anlamda’ bir karanlıkla kuşatılmış olduğuna sadece dikkat çekmek yeterli değildir. Bu doğrultuda, antroposofik bilgiler, bu düşüşün ve içinde bulunduğumuz karanlığın nedenlerini aydınlattığı gibi, evrimimizin geleceği için tehlike oluşturan bütün nedenleri de açıklar ve çıkış yoluna da ışık tutarak insanlığın acil sorunlarına  somut çözümler sunar. Bunu yaparken, antroposofi, hiç kimseyi bir şeylere inandırmaya veya ikna etmeye çalışmamaktadır. Bu bilgeliğin tüm içeriği insanlığa en objektif ve tarafsız bir biçimde sunulmaktadır, çünkü antroposofi’nin temelinde “tinsel inanç özgürlüğü” bulunmaktadır.

Hakikatlerin arayışı içinde kapılıp benimsediğimiz, fakat gerçek yanıtlar sunamadığı için yardımı dokunmayan, hatta insanı ciddi bir şekilde yanıltıp bireysel evriminde geriye gitmesine (geri kalmasına) neden olan bazı sözde öğretilerin aksine, antroposofi’nin aktardığı bilgeliği kavrayıp özümsemek, insanın tinsel sorumluluklarını kavramasına ve ruhunda fark edilir bir tinsel dönüşüm başlamasına yardımcı olabilir.
Antroposofi’nin sunduğu kavrayış ile insan, aradığı tinselliği ve ‘Kutsal  olanı’, içinde var olduğu dünyanın dışında değil, fiziksel dünya boyutunda bulabilir. Böylece ‘cennetten düştükten’ sonra kendinin ve yakından bağlantılı olduğu diğer üçâlemin (mineraller, bitkiler ve hayvanlar âlemlerinin) yitirdiklerini de telafi edebilir.

Tin bilim, Yüksek Tinsel Dünya Varlıklarının insanın gelecekte varmasını amaçladıkları hedef ile uyumlu ve sağlıklı bir tinsel gelişmenin yolunu açar.
Antroposofik bilgiler ruhumuzun daha yüksek katmanlarında kalıcı bir biçimde içselleşirken, aynı zamanda bunların birer anahtar olduklarını ve tinsel dünya ile aramızdaki kapalı kapıyı açmaya yaradıklarını hissedebiliriz.

Antroposofi, duyuüstü dünyadan (Tinsel Dünyadan) kaynaklanan bilgileri, inanç ve dogma ötesi bir arınmışlıkla, değişik din, kültür ve milletlerden gelen her insanın normal düşünce ve mantığıyla açıkça anlayabileceği bir biçimde aktarır. Antroposofinin merkezinde daima ‘insan’ vardır.

Antroposofi hiçbir ayırım yapmadan bütün insanlığa ait bir bilgeliktir.


SORULAR  ve  YANITLAR

Rudolf Steiner’in doğum yeri ve tarihi nedir? Ayrıca, hep spiritüel konularla ilgili olan yaşamına bakınca onun bir ilahiyatçı olması beklenirken onun bir bilim adamı olduğu belirtilmiş. Aldığı eğitimin ve insanlığa aktardığı bilgilerin içeriği çelişkili değil mi?

Steiner 1862’de  Avusturya’da doğdu. Viyana Teknik Üniversitesinde eğitim gördü. Bu bakımdan aslında onun tam anlamıyla bir bilim adamı olduğunu söyleyebiliriz. Eğitimi itibariyle sadece bir ilahiyatçı olsaydı, belki de insanlığa antroposofik bilgeliği bu kadar objektif bir biçimde sunma olanağı bulamayacaktı. Steiner’in bir yüksek inisiye olduğuna değinmiştim. Bir insan tek bir enkarnasyonda yüksek inisiye olma aşamasına gelemez. Bu demek oluyor ki, Steiner’in bu özel yeteneği evvelki enkarnasyonlarından gelmiştir.  Bu durumda da, karmik faktörlerin etkin olduğunu ve sahip olduğu tinsel bilgeliği insanlığa en verimli bir biçimde anlatabilmek için yapmış olduğu eğitimi bilinçli bir biçimde seçmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Steiner’in antroposofik bilgileri Almanca aktardığı biliniyor. Bunların orijinal halleri bozulmadan ve kaybedilmeden zamanımıza kadar nasıl ulaştı?

Bilindiği gibi bu bilgiler orijinalde Almanca anlatılmıştır. Ama bu bilgeliği aktarmaya başlarken Steiner’in amacı bunların tüm insanlığa ulaşmasını sağlamaktı. Bu doğrultuda, Almanya ve Avusturya’da dersler verdiği gibi, sıklıkla Avrupa’nın diğer ülkelerine de giderek oralarda verdiği derslerle antroposofi’nin içeriğini oradaki tinsel çevrelerle de paylaştı. R. Steiner’in verdiği her ders ve konferans daima stenograflar tarafından titizlikle kaydedildi ve o zamandan beri arşivlerde muhafaza edildi. Ayrıca, belli tinsel konuların ayrıntılı biçimde ele alındığı bu dersler sonradan kitap olarak basıldı. Daha sonraki yıllarda da bu dersler ve kendinin özellikle yazdığı kitaplar birçok dile çevrildi. Steiner, -aktardığı bilgelikte anlam sapması olmaması için- kullandığı terimlerde daima çok titiz davranmıştır. Bu doğrultuda, kullandığı her özel terimin çok belli bir anlamı ve kapsamı vardır. Örneğin; yazdığı kitaplar ve verdiği dersleri İngilizceye çevirecek olan çevirmenlere, Steiner bizzat İngilizcede kullanılacak her tin bilim (antroposofi) kökenli terimin ne olması gerektiğini özellikle belirtmiştir.

Antroposofik Toplumun merkezi nerededir,  Bu topluma üye olmanın herhangi bir şartı var mıdır?

Antroposofik Toplumun merkezi İsviçre Dornach’dadır ve adı Goetheanum’dur. R. Steiner, son derece alçak gönüllü bir kişiliğe sahip olmasından ötürü, buranın kendi adıyla değil, Goethe’nin adıyla anılmasını istemiştir. Şimdiki  binanın ve ilk orijinal binanın dış ve iç mimari planlarını en ince ayrıntısına kadar Steiner çizmiştir.
Evvelce eski Mısır ve Yunan eserlerinde ve sonra da Ortaçağ katedrallerinde etkin olan tinsel dürtü, yapılan ilk Goetheanum’da ‘yeniçağın tinsel dürtüsü’ olarak yansımıştı. Ancak, ilk bina 1922 yılında, sonradan Nazi görüşleri benimseyecek olan bir örgüt tarafından yakıldı. Antroposofik Topluma üyeliğin hiçbir şartı yok, ayrıca üye olmak için üye olmak isteyenin onaylaması gereken bir dogma veya inanç da yoktur. Üyeleri birleştiren tek şey, insanda ve evrende var olan (ama insanın maddesel dünyayla özdeşleştikten sonra kaybettiği) Tin‘in bilgisine erişmek için gösterilen çabadır. Dileyen her insan, kimseden bir direktif almadan bu çabayı özgürce gösterebilir. Ayrıca, antroposofik bir dünya görüşünü paylaşmak için özellikle bir üye olmak gerekmez, bunun için antroposofi’nin ne dediğini biraz olsun anlamak yeterlidir.

Steiner’in  Goethe ile ilişkisi nedir?

Steiner yirmi üç yaşındayken ona, incelemesi, yorumlayıp açıklaması ve editörlüğünü yapması için Avusturya’daki Goethe arşivleri açıldı. Bu incelemelerin sonucunda Steiner, Goethe’nin de kendisi gibi tinsel bir dünya görüşüne sahip olduğunu ortaya çıkardı ve Goethe’nin  tinsel yönü ve bu doğrultudaki çalışmalarıyla ilgili kitaplar yazdı.

Steiner’in ve Antroposofik Toplumun, Teosofik Toplumla bir ilgisi var mı?

20. yüzyılın başlarında henüz antroposofik Toplum oluşmamıştı, o zamanda var olan Teosofik toplum, kendisinden Almanya’da bu toplumun bir şubesini açmasını ve orada tinsel konularda ders vermesini istedi. Bunun üzerine Steiner Almanya’da bu şubeyi açtı ve dersler vermeye başladı. Ancak Steiner derslerinde, Teosofik Toplumun o sıralarda etkisi altında olduğu ve benimsediği, Uzakdoğu (Hint) öğretilerinden kaynaklanan bilgi ve kavramları anlatmadı. Baştan itibaren hep, farklı bir içeriği olan antroposofik bilgeliği aktardı. Daha sonra, esas Teosofik Toplumun bazı ileri gelen üyelerinin ısrarla sürdürdükleri ‘tinsel anlamda büyük bir yanlış girişime’ katılmak istemeyen Steiner ve onunla aynı düşünceleri paylaşan üyeler, 1912 yılında Teosofik Toplumdan ayrıldılar ve 1913 yılında Antroposofik Toplumu kurdular. Böylece, antroposofik bilgeliğin ve Teosofik Toplumun benimsediği bilgilerin içeriğinin farklılıkları da belirginleşmiş oldu.

Tinsel yolda ilerleyebilmek için Antroposofi’nin anlattıklarına inanmak mı gerekiyor?

Antroposofik bilgilerin elbette bizlere tinsel anlamda çok yararları dokunabilir. Ancak, antroposofi çalışırken bu bilgilere inanmak mecburiyetimiz olduğu düşünülmemeli. Çünkü antroposofi’nin gayesi kimseyi inandırmak veya ikna etmek değil, sadece bu objektif tinsel bilgileri dikkatimize sunmaktır. Önemli olan, anlatılanları sahip olduğumuz düşünce akıl ve mantık yeteneklerimizle anlamaktır. En doğru bir biçimde anlaşılmaları ve kavranabilmeleri için de, bizim bu bilgilere önyargısız bir tutumla yaklaşmamız yeterlidir. Fakat zamanla ‘entelektüel anlama’ aşamasını ‘bilinçli bir kavrayışa’ dönüştürebilmek için daha öte bir gayret göstermek gerekir. Antroposofinin temelinde insanin ‘tinsel inanç özgürlüğü’ prensibi olduğu için, aktarılan bilgiler aslında her insanı mutlaka ilgilendiren varoluşun gerçekleri bile olsa, insan evriminin şimdiki aşamasında, bu bilgileri derinlemesine anlayıp kavramadan sadece inanarak yüzeysel bir biçimde benimsememiz söz konusu değildir.

Antroposofi’yi yaşamımıza nasıl uyarlayabiliriz. Bu bağlamda, çocuklarımızın geleceği için ne yapılabilir?

Antroposofi aynı zamanda bir ‘dünyaya bakış’ ve kendi kendine özgürlük içinde oluşacak bir yaşam biçimidir. Bu farklı anlayış insanda, yaşamın her anını bir meditasyona dönüştürebilme farkındalığının gelişmesini sağlar. Yani, antroposofik bilgeliği benimseyenlerin bir manastıra ya da aşrama çekilmeleri söz konusu değildir. Aksine, antroposofi, insanın her bakımdan maddesel dünyadaki varlığını sürdürmesi gerektiğini vurgular. Antroposofik bilgelik kavranıp ruhumuzda etkin olmaya başladığı zaman, ‘doğruyu yanlıştan ayırt edebilme kapasitemiz’ geliştiği gibi, ruhumuzda daha sağlam bir ahlak anlayışı, iyilik, merhamet, şefkat, adil olabilme ve gerçek tinsel sevgi gibi nitelikler de belirgin bir biçimde yer almaya ve güçlenmeye başlar. Bunlar, bireysel evrilme sürecinde doğru etkileri alan bir insanda görebileceğimiz dışavurumlardır. Çocuklarımıza sadece kuru ve katı bir materyalist bir dünya görüşünü benimsetmeyip, onlara aynı zamanda ruhsal ve tinsel bir derinliği de yansıtarak tinsel nitelikler geliştirmelerini sağlayabilirsek, ilerde, gerçek mutluluğun sadece dünyevi şeylerde olmadığını anlayıp sahip oldukları içsel zenginlikle yaşamda daha mutlu olabilirler. Belli bir yaştan itibaren çocukların giderek ‘antroposofik bir dünya anlayışını’ benimsemeleri, onlara bir insanın ‘tinselleşmiş bir benliğe’ sahip olmasınınne kadar gerekli olduğunun bilincini kazandırabilir. Dünyanın şimdiki iyi olmayan ve kaygı veren halini göz önünde bulundurduğumuzda, böyle bir edinimin yetişmekte olan çocuklar ve gençlik için ne kadar elzem olduğu açıkça anlaşılabilir.

Bülent Akan