Ferdinand Ossendowsky’nin “ Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar Esrarengiz Agarta’nın Kapılarında” adlı kitabındaki Agarta Söylencesi’ne dair anlatımlar ve Dünya Hakimi’nin kehaneti!

Bu yazıda geçen yazıda belirttiğim üzere Ferdinand Ossendowsky’nin “ Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar Esrarengiz Agarta’nın Kapılarında” ( Dharma Yay.) kitabındaki Agarta Söylenceleri’ne dair anlatımların bir kısmını inceleyeceğiz.

Kitapta, Çarlık Rusyası’nda gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Moğolistan taraflarına kaçan yazar Ossendowsky, başından geçen olayları anlatıyor. Bunu yaparken de o bölgede Agarti ( Agarta) adı ile adlandırılan söylenceleri de anlatıyor. Kitabı okurken yazarın da bu söylenceye inandığını görebiliyoruz.

Agarta’ya dair söylencelere kısaca ilk yazıda baktığımız için bu yazıda doğrudan kitaptaki alıntılara geçiyorum.

Agarta ve Çingeneler:

“…Bir doğu ülkesinden birkaç kabilelik esmer tenli insan da Agarthi’ye girip, yüzyıllarca orada yaşadılar. Sonraları bunlar bu hükümdarlıktan atıldılar ve iskambil ile otlarla ve el çizgileriyle falcılığın sırlarını yeryüzüne getirdiler. Bunlar Çingenelerdir…”

( Syf 330)

Avrupa’nın hakkında çok sayıda söylence çıkarılmış bu gizemli kavimi elbette ki kendisine Agarti’de yer bulmalıydı ki Avruplalılar’ın dikkatini çeksin.

Diğer yandan bu bilgi aslında Ossendowsky’den önce ilk yazıda hakkında bilgi verdiğimiz Saint Yves’in “ Hint Misyonu” kitabında da geçiyor ki kitabın sunuş bölümünde de kitabın çevirmeni olan Cem Çobanlı, Ossendowsky’nin kitabını yazarken Saint Yves’ten alıntı yapmakla suçlandığını yazmış. ( Syf14)

İçeriden çıkan olduğu gibi içeriye girenlerde olmuş:

“…Vaktiyle bir avcı bu kapıdan devlet sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı.Sırların sırrından bahsetmesine engel olmak için Lamalar onun dilini kestiler. Avcı, ihtiyarlığında mağaraya döndü ve hatırası onu göçebe kalbine haz ve neşevermiş olan yeraltı devleti içinde kayboldu…” ( Syf 319)

Bu da bir çelişki; koskoca Dünya’nın Efendisi ve Agarta Uygarlığı, avcının içeri girdiğini tespit edemiyorlar! Lamalar duruma el atmak zorunda kalıyorlar. Halbuki Dünya Hakimi, “kaderi ve insan kalplerini bilir” deniyordu.

Sayfa 320’de , Chultun Beyli ve Lama Gelong anlatmaya devam ediyor:

“…Bununla beraber, o zamandan sonra birçok kişi, Sakia Mouni, Under,Gheghen, Paspa, Babür Han ve daha başkaları yeraltı devletlerini ziyaret etti.Hiç kimse bu yerin nerede olduğunu bilmiyor. Kimileri “Afganistan’da”, kimileri “Hindistan’da “ der.

Sınırları içerisinde bulunan tüm insanlar kötülüğe ve suça karşı korunmuşlardır. Bilim burada sessizce gelişmiş, hiçbir şey yok edilme tehdidiyle yüz yüze gelmemiştir. Yeraltı halkı en üst düzeyde bilgiye erişmiştir. Şimdi o milyonlarca insanıyla büyük bir ülkedir ve Dünya’ın Hakimi’nin yönetimi altındadır. Dünya hâkimi yeryüzünün bütün güçlerini bilir, insanların ruhlarını ve onların kaderlerinin büyük kitabını okur.

Dünyaya görünmez bir biçimde hükmederken, yeryüzündeki 800 Milyon kişi, O’nun buyruğunu yerine getirir…”

Yeraltı halkı en üst düzeyde bilgiye erişmiş ama hala krallıkla yönetiliyor ve Dünya Hakimi’nin kraldan öte tüm dünya ruhlarının da hakimi olduğunu yani Dünya Tanrısı gibi bir konumda olduğunu görüyoruz; Tanrı-kral…

Başka bir anlatımda ise Tanrı-kral gidiyor yerine eski dünya hakimi ile Tanrı’ya danışan bir kral portresi çıkıyor. Sayfa 326’da “Dünya Hakimi’nin kendinden önceki dünya hakiminin tabutunu içeren karanlık mağara-tapınağına gittiği, buraya gittiğinde “duvarlarda ateşten çizgiler belirdiği, bu esnada tabuttan da alevler yayıldığı” anlatılıyor. Daha sonra Dünya Hakimi’ne hizmet eden Goro adlı garip varlıkların en yaşlısı Dünya Hakimi’nin önünde durup, ruhlarla iletişime geçermiş. Bu yaşlı Goro’nun her yeri örtüymüş çünkü başı “ gözler, dil ve kafatasından” ibaretmiş.

Dünya Hakimi, bu tabutun başında dua edince , duvarda yazılar ortaya çıkar sonra tabuttan yayılan ışıklar Dünya Hakimi’ni sarmalarmış, bu da önceki dünya hakiminin düşünceleri imiş, daha sonra ateşten harfler Tanrı’nın emirlerini duvara yazarmış. Bu arada Dünya Hakimi’de dünyada ne kadar etkili insan varsa hepsi ile iletişim haline geçip, zihinleri okurmuş. Tanrı’nın hoşuna gidecek düşünceleri görünmez yardımı ile gerçekleştirirken, aksi durumda ise engellermiş.

Bu anlatım daha sonraki paragrafta daha ayrıntılı biçimde yer alıyor, bu ayrıntılı anlatımın sonunda ise “sözkonusu mağara duvarında Tanrı’nın yüzü belirir ve Dünya’nın Hakimi son emirleri” alır.

Üst tarafta özetlediğim anlatılanlardan hiçbiri makul değil. Yeryüzü uygarlığından çok daha gelişmiş, sözde her türlü bilime vakıf yeraltı uygarlığına dair anlatımların bilim-kurgu öykülerindeki gibi olması gerekirken, basit masallar gibi olmuş, teknolojiden habersiz Lamalar ancak böyle bir öykü uydurabilmişler.

Yazarın söylence ile ilgili kaynaklarından Chultun Beyli “ Batı ve Doğu’daki iki kayıp kıtanın yani Atlantis ve Mu Kıtası’nın Agarti ile ilgili olduğunu” iddia ediyor:

“…Prens Chultun Beyli ilâve etti:

– Bu hükümdarlığın adı Agarti’ dir. Agarti yeraltı geçitleri ile tüm dünyayı kaplar.

Çinli bilgin bir lamanın, Amerika’daki yeraltı mağaralarının tümünde , yer altında gözden kaybolmuş kadim bir halkın yaşadığından Bogdo Han’ a bahsettiğini işittim.

Bu halklarla, bu yer altı boşlukları , Dünya’nın Hakimi’ne bağlı olan yöneticilerin sorumluluklarındadır. Bunda olağanüstü bir şey yoktur. Bilirsiniz ki batı ve doğudaki iki büyük okyanusta vaktinde iki kıta bulunurdu. Bunlar sular altında kayboldularsa da sakinleri yeraltı devletine geçmişlerdir. Yer altı mağaralarında , tahılların ve bitkilerin yetişmesini sağlayan , insanlara da hastalıksız, uzun yaşam veren tuhaf bir ışıkla aydınlanmaktadırlar. büyütülmesini sağlayıp halka hastalıksız uzun bir hayat veren ışıkla aydınlanmaktadır. Burada sayısız millet ve kavim yaşar…”

Burada da Agarti gizemine İstanbul’da da bulunduğu rivayet edilen, tüm dünyayı kapladığı iddia edilen yeraltı geçitleri dahil edilmiş. Yeraltı boşluklarına dair söylencelere ise yazının sonunda değineceğim.

Sayfa 329’da Dünya’nın Hakimi’nin beş kez göründüğü şöyle anlatılır:

“ …Siyam ve Hindistan’da yapılan eski Budizm törenlerinde Dünya Kralı’nınbeş kez göründü. Beyaz fillerin çektiği, altın ve değerli taş ve harikulade kumaşlarlabezenmiş çok güzel arabadaydı. Beyaz bir giysiye bürünmüştü ve taçtan aşağıya sarkan elmas dizileri yüzünü örtüyordu.

Üzerinde bir kuzu figürü bulunan altın bir elma ile halkı kutsamıştır. Dünyanın Hakimi’nin bakışları ne yana çevrildiyse o yandaki körler gördü, dilsizler konuştu,sağırlar işitti, kötürümler yürüdü ve ölüler ayağa kalktı…”

Bu olayın gerçek olmadığını tahmin etmek zor değil; “bakışları ile ölüleri ayağa kaldırmak!?.”

Ayrıca Dünya Hakimi bu süslü kıyafetleri ile yüksek bir uygarlığın temsilcisinden daha ziyade, şatafat düşkünü , süslü eski çağ krallarına benzemiş. Ama buradaki alıntıdan ” altın elma ile kutsama” simgeciliği, Türk tarihi için önemlidir zira Kızıl Elma, Türklükte ve Türkler’in eski dinsel anlayışının baskın olduğu Alevi-Bektaşilikte önemli bir yer kaplar ki bu konuyu daha sonra Derki’de işleyeceğim.

Sayfa 27’de yazar, Narabanşi Kure’de iken Hutuktu’nun, özel bir yer olan 2 katlı ve iyi döşenmiş bir yapıyı Prens Chultun ve kendisine gösterdiğini anlatır.

Yazar burayı ayrıntılı bir biçimde tarif eder ve ardından Hutuktu’nun kendisine “buraya bir kış gecesi bazı süvarilerin gelip, herkesi topladığını ve bunların içinden birinin 2 katlı yapıdaki tahta oturup, başlığını çıkarınca bütün lamaların diz çöktüğünü zira bu kişinin Dünya’nın Efendisi olduğunu ve Dünya’nın Dalay Lama, Tashi ve Bogdo Han’ın emirnamelerinde geçen bu efsanevi kişinin Tibetçe bir dua okuduktan sonra yarım yüzyılı kapsayan kehanetlerde bulunduktan sonra yanındakilerle birlikte hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolduğunu ve geçen bu sürede bir bir kehanetlerin gerçekleştiğini ” anlattığını yazar.

Ossendovsky’e anlatılana göre bu olay 30 yıl önce olmuş, Ossendovsky ise sayfa 333’te Narabanşi Hututusu ile 1921 yılı başlarında görüştüğünü yazar ve 1890 tarihli kehaneti anlatır.

Kehanetleri özetlersek :

” …insanlar birbirine düşecek, aileler ve sevgi ortadan kalkacak,tüm halklar arasında korkunç bir savaş olacak, açlık sefalet her yanı kaplayacak,onbin insanda bir kişi ayakta kalacak,o da çıplak ve delirmiş olup, kendine ev yapayacakadar bilgisiz olacak.

Bütün yeryüzü boşalacak ve ortalığı karanlık ve ölüm kaplayacak sonra Dünya’nın Efendisi tanınmayan bir halk yollayıp, ulusların ölümü ile arınmış bir dünyada yeni bir yaşam kuracaklar. 50. yılda yanlız 3 büyük krallık ortaya çıkacak ve 71 yıllık bir mutluluk döneminden sonra18 yıl savaş ve yıkım olacak, Agartiler bunun üzerine mağaralarından çıkacaklar…”

Bunlara ek olarak ” Hilalin ışığının sönükleşeceği, takipçilerinin sefalete düşecekleri , başlarına diğer insanların karşısında aşağılanmaları ile sonuçlanacak iki ağır felaket geleceği” de bu kehanette yer alıyor.

Kehaneti şöyle bir inceleyelim.

Kehanetin tarihi 1890, kapsadığı süre 50 yıl. Buna göre 1890 yılı ile 1940 yılları arasını kapsayan bir kehanet. Bu süre içerisinde 2 Dünya Savaşı çıktı ama kehanette söylendiği gibi ” onbin insanda bir kişinin sağ kaldığı” savaşlar olmadığı gibi bu sürede ” tüm halkların birbirlerine düştüğü” bir savaş da olmadı.

50. yılda yani 1940 yılında geriye üç büyük krallığın kaldığı ve bunların 71 yıl boyunca yani 2011 yılına kadar mutluluk içinde yaşadığı bir dönemde (2008 tarihinden bakarsak ) olmadı. Kehanet, tamamı ile başarısızdır ayrıca klasik kıyamet kehanetlerine benzediği düşünülürse yazarın ya da yazarın kaynağı olan Hutuktu’nun uydurması olduğunu düşünmememiz için bir sebep yoktur.

Kehanetteki ” Hilal ve takipçileri” kısmı da ilginç hem Osmanlı’yı hem İslam’ı kapsar gözüküyor. Anlaşılan Dünya’nın Efendisi, 1. Dünya Savaşı ile ortaya çıkan ulus-devlet yapılarını da öngörememiş. Üstelik bu kehaneti kim ortaya koymuşsa ümmetçi bir yapıda olduğu belli ki , kalkıp, Hilal’in takipçilerine özel bir yer ayırıyor sanki Türkler, Araplar, Farslar ve diğer tüm İslam ülkeleri hep birlikte hareket ediyorlarmış ve sanki hepsinin din anlayışı aynıymış gibi. Bunun örneğini de 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’ya karşı savaşan Araplardan verebiliriz.

Diğer yandan Dünya’nın Hakimi, 1. Dünya Savaşı’nda Hilal’in bazı takipçilerinin Osmanlı’dan ayrılıp, kendi devletlerini kurmak için Haç’ın takipçileri işbirliği yaptığını bile görememiş , halbuki daha 1907 yılında Atatürk gelecekte olacakları askeri ve siyasi bilgilerine dayanarak tahmin edip, bugünkü Türkiye sınırlarını gösteren bir harita çizmişti.

Nostradamus’un kehanetlerinin 2. Dünya Savaşı’nda hem Hitler Almanyası hem de ABD ve müttefikleri tarafından propaganda amaçlı kullanıldığını düşünürsek, bu kehanetlerin de Lamalar tarafından propaganda amaçlı olarak kullanıldığını görebiliriz. ( Nostradamus’u değerlendirirken kehanetleri propaganda amaçlı kullananları ayırmak gerek. )

Agarta Söylencesi de bu tür bir propaganda olarak gözükmekte, tıpkı Vatikan’ın “ Fatima’nın Sırrı” kehanetlerindeki gibi. Vatikan, bu gizemli olay ile kendilerinin seçkin konumlarını Katolikler üzerinde sağlamlaştırdı.

İşte Lamalar da aynı biçimde kendilerine seçkin bir konum yaratıyorlar; istisnalar dışında sadece Lamalar ve Lamaların Dini’ne hizmet eden liderler Dünya’nın Hakimi ile temas edebiliyorlar. Böylece Lamalar, halkın gözünde Dünya Hakimi’nin kutsal yerüstü temsilcileri oluyor. Bu da Lamalar’ın halkı yönetmesi için gerekli otoriteyi sağlıyor…

Derya Koca