Bu film hayatın ta kendisi gibi: Katman katman… Her yaştan, her tip insan farklı şeyler buluyor içinde… Semboller öyle ustalıkla örülmüş ki birbirine, istisnasız hiçbir sahnesi “öylesine” olmayan, özenle dokunmuş yapısında görüp farkedebildiğiniz kadarını yanınızda taşıyabildiğiniz bir oyun… İşte benim gördüklerim:

Okuduğum yıllarda beni müthiş etkileyen bir romana gitti aklım: Trevanian’dan Shibumi… İsmini Japonca’da “basitlik ve sadeliğin içinde gizli olan güzellik ve zerafet” anlamına gelen sözcükten alan romanda kahramanımız Nikolai Hel’in gençlik yıllarında daha sonraları yaşam tarzı haline gelecek olan Go oyununu öğrendiği Japon hocanın vurucu bir cümlesi vardı: “Hayat, Go’nun basitleştirilmiş halidir.” Yıllar sonra, Matrix’i ilk kez seyrettiğimde içimden kopan cümle şu olmuştu: “Bu film, hayatın basitleştirilmiş hali…”

Gündelik yaşantısında, sıradan bir isimle sokaklarda dolaşıp köşebaşındaki pizzacıda karnını doyuran başkahramanımız içinde yüzüp durduğu suların doğasında iğreti duran, eksiklik duygusuna yol açan bir şeylerin olduğunu farkettiğinde kendi gerçekliğinde “Neo” adını alarak arayışa geçiyor… Neo… Latince’de “yeni” anlamına gelen bu kelimeyi “yeni gelen” olarak da yorumlamak mümkün… Kıymetli bir dostumun “şuursuz mesih” benzetmesi Neo’ya cuk oturuyor. Neo, Morpheus’un peşinde… “Morpheus” Latince’de “biçim” anlamına geliyor… Aynı zamanda adeta büyük üstat Orpheus ile “metamorphosis” kelimelerinin bir karması gibi…. Neo, biçimin peşinde… Neo, şekil değiştirmiş Orfe’nin, eşyanın devingen doğasının peşinde… Bir gece, tam uykudayken, kendini Neo olarak varettiği (iç dünya, subjektif realite) internet aracılığıyla Trinity ulaşıyor ona… Bu isim de rastgele seçilmemiş: “Üçleme” anlamına geliyor Latince’de… Hıristiyanlıktaki teslis inancından, ezoterik bilgilerde 3 rakamının sembolize ettiği “kelam” kavramına dek uzanan göndermeler çarpıyor gözüme… “Olan”ın eril ve dişil hallerinin (Osiris ve İsis’in) ürünü olan Horus, tanrısal ifade… Trinity’de hem anne, hem baba, ama en önemlisi; “meyve” var; söz var, kelam var…

“Beyaz tavşanı izle.”, diyor Trinity Neo’ya… Lewis Carroll’un psychodelic romanı “Alice Harikalar Diyarında”ya gönderme yaparak… Romanda Alice, beyaz bir tavşanın peşine takılıp girdiği delikten uzun bir düşüş sonucu Harikalar Diyarı Wonderland’e varır. Alışagelmiş olduğu hiçbir tabiat yasası anlam ifade etmemektedir tavşan deliğinin açıldığı bu diyarda… 60’ların efsanevi rock topluluğu Jefferson Airplane’ın “Alice In Wonderland” adlı şarkısı şöyle başlar: “One pill makes you smaller,and one pill makes you large…” (Bir hap küçültür seni, bir hap genişletir…) Neo’nun başına gelecek olan da budur ergeç… Morpheus’un sol elinde mavi bir hap vardır Neo’nun algısını sonsuza dek matrikse hapsedecek denli küçültebilecek; sağ elindeyse farkındalığını alışılmışın dışına doğru genişletmeyi vaadeden kırmızı bir hap… Sol el karanlığın, sağ el ise ışığın sembolü olarak geçer eski kaynaklarda… Alice’in aksine, Neo’nun tek bir seçim hakkı vardır: Herşeyi unutup Matrix’teki yatağında sıradanlığa uyanmak veya bir daha unutma şansı olmayacağı bilgilere giden yola geri dönüşü olmayan bir adım atmak… Neo fazla tereddüt etmez, ama tam elini kırmızı hapa doğru uzatırken Morpheus son bir uyarıda bulunur: “Unutma; sana sadece gerçeği vaadediyorum; daha fazlasını değil…” Vurucu bir cümledir bu… “Biçim”, Morpheus, Neo’nun gözünde bir rehberdir ve Olan’ın doğası salt gerçeği vaadetmektedir yolun başında… “Fizik”tir Morpheus… Evrenin oluş şekli, biçemi, varolmanın şekli… Hiçbir öznellik içermez doğasında…

Martin Mystere okuyanlar bilir, kara adamlar vardır bilgiyi çağlar boyu insanlıktan uzak tutmak adına cinayetler işleyen… Steven Spielberg’in yapımcılığını üstlendiği “Men In Black”te sempatik bir ikilide karşımıza çıkan siyah kıyafetli bu gizli görevlilerin komplo teorilerinin anavatanı olan Birleşik Devletler’deki karşılığı derin devlete bağlı gizli ajanlardır. UFO görüntüleri kaydettiğini veya uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia eden her Amerikan vatandaşının ikinci cümlesi şu olur: “Ama daha sonra evime gelen siyah takım elbiseli, siyah güneş gözlüklü adamlar elimdeki bütün kanıtları aldılar ve beni susmam yönünde tehdit ettiler.”

Matrix’te de karşımıza çıkar bu siyah kıyafetli ajanlar. Görevleri uyanışı engellemektir, zihinleri uyuşturmak ve kurulu olan sahte gerçekliği muhafaza etmek… Neo’yu önce susturur, sonra da aklını karıştırırlar. Önce konuşma hakkını elinden alır, sonra da yaşadığı herşeyin bir rüya olduğunu sanmasına yol açarlar. Hakikate giden yolda araç olarak zihni ve sezgilerinden başka hiçbir şeye sahip olmadığını düşünen beşer, zihninin kendisine oyunlar oynayabildiğini görünce bulanır, korkar, güvenini kaybeder.

İlk buluşmalarında Morpheus’un gözlük camlarından kendi yansımasını görür Neo: “Biçim”in bakışında kendini görür, boşluk bakışının biçimini alır. Ve sonra, kırmızı hapı içer Neo… Götürüldüğü odada, sağ yanındaki kırık ayna çeker dikkatini… Kendi görüntüsü bu aynanın yüzeyinde parçalanmış, bölünmüştür… Gerçeğe doğru yaklaşırken farkeder ki, ayna mucizevi bir şekilde düzelmiştir. Artık baktığı yerdeki görüntü bölük pörçük değil, tamdır. Aynen, “Biçim”in gözlük camlarında gördüğü gibi… Şaşkınlılkla yanındakilere dönüp: “Gördünüzmü?”, diye sorar. Şuursuz mesih ilk kez görmeye başlamıştır ve şaşkınlığı onay ihtiyacı doğurur içinde. Kamera ondan başkasını göstermez, “yönetmen” şunu söylemektedir kahramana: “Artık onaya ihtiyaç duymayacağın bir farkındalığa geçiyorsun, dön ve tekrar bak aynaya; farkettiğin gerçekliğe dokunma zamanı geldi…” Yönetmene itaat eder Neo: Gördüğü gerçeğe doğru elini uzatır… Ve aynadaki görüntüsü parmaklarından kollarına ve derken bütün bedenine doğru yayılır. Zahiri görüntüsüyle birleşmektedir kahramanımız. Gerçeği önce görmüş, sonra “gerçek olmaya” başlamıştır.

Morpheus’un gemisi Nebuchadnezzar, tanrıya isyan eden bir Babil kralının adıdır. Ve gemi tayfasının isimleri de teker teker yerine oturmaktadır hikayede: Apoc… Ya da “Çağ” anlamına gelen, bir nevi zamanı temsil eden Epoque… Cinsel kimliği yok gibidir bu şahsiyetin… Filmin devamında insanoğluna ihanet edecek olan Cypher ise adını şeytanın isimlerinden biri olan Lucifer’in son iki hecesinden almıştır.

Filmin ilginç kahramanlarından biri de kahindir… Oracle… Mutfağının kapısında “Nosce Te İpsum”… Yani “Kendini bil”… Aynı cümle Yunanistan’daki ünlü Delph Tapınağı’nın giriş kapısında da yazmaktadır. Zaten içerideki kahin de aynen Delph Kahinleri gibi anlaşılmaz ve çok yönlü sorular ve yorumlarla Neo’yu gerçeği kendisinin bulmasına iter. Doğru soru “Bunu nasıl bildin?”, değil; “Sen söylemeseydin vazoyu yine de kırar mıydım?”, olmalıdır kahinin nazarında… Zamanı lineer olarak algılamamaktadır zenci kadın. Aslında kaşık da yoktur ki zaten… Boşluk her daim bakışımızın şeklini alır Hubert Reeves’in kitabındaki gibi… (Tübitak Yayınları)

Cypher, Matrix’teki lüks bir restoranda Ajan Smith ile yemektedir: Ajan Smith gerçekliğin şehrine, insanların kurtarılmış bölgesine, adeta Agarthi’ye giriş kodlarını istemektedir (Lu)Cypher’dan… İsyankar melek bu bilgiye haiz değildir, ama bilgiyi elinde tutan “Biçim”i, “Morpheus”u tuzağına düşürüp istediklerini onlara verebileceğini vaadeder. Burada çok ağır metaforlar gizli kanımca: “Şeytan kötülüğün yaratıcısı değil, sadece karanlığın hizmetkarıdır. Ve beşeri zihnin farkındalığına vurulacak darbede kullanılacak hakiki bilgiden yoksundur; bu bilgi Morpheus’ta yani “fizik”te gizlidir. Şeytan, karanlığa şu sözü verir: Biçimin doğasını, fiziği getireceğim size… Eğer dilini çözmeyi başarabilirseniz, hakikatin son kalesini de teslim alır ve insan zihnini sonsuza dek sizin seçtiğiniz bir gerçekliğe hapsedebilirsiniz.” Bilgiyi kullanarak sezgiyi kısırlaştırma mahareti… En sık düştüğümüz tuzaklardan biri değil midir bu?

Ajan Smith bu vaatten tatmin olmuş görünür: “Peki Mr. Reagan, karşılığında ne istiyorsunuz?” Eski bir aktör olan eski bir Amerikan başkanıyla adaş olan Cypher konuşur: “Zengin olmak istiyorum. Ve ünlü… Mesela bir aktör… Ve herşeyi unutmak istiyorum. Bunca zaman sonra neyi farkettim biliyor musunuz? Cehalet en büyük erdemdir.” Milos Forman’ın filme aldığı 60’ların beat felsefesine dair yazılmış belki de en güzel müzikal olan Hair’in ilk sahnesinde Vietnam’a asker olarak yolladığı oğlu Claude Hooper Bukowski’yi otobüse bindirirken cahil çiftçi de benzer bir cümleyle nasihat vermiştir seyirciye: “Unutma oğlum, endişelenmek akıllılara mahsustur; tanrı cahilleri korur.” Görmeye başlamanın bedeli, gördüklerini taşıyamayacak yüreklerde ıstıraptan başka nedir ki?

Filmde akaşik kayıtlara da yoğun gönderme var. Kahramanlarımız ihtiyaçları olan her türlü bilgiye (örneğin helikopter kullanmak) kolayca ulaşabiliyorlar. Yapmaları gereken tek şey hakikatle olan bağlantılarını muhafaza etmek.

“Bir ajan gördüğünde yapman gereken tek şey var: Kaçmak. Onlar herkesin kılığına girebilirler. Bizden olmayan herkes, potansiyel ajandır.” Filmin sonlarına doğru, metro istasyonu sahnesinde, Neo kaçmak yerine dövüşmeyi seçtiğinde Trinity’nin açıklaması şu olmuştur: “İnanmaya başladı.” Uyanmak yeterli değildir. Fizikte termodinamiğin ilk yasası şudur: “Enerji yoktan varolmaz, vardan yokolmaz.” Bir başka deyişle uyanmak ve varlığın bakiliğini görmekilk adımdır. İkinci yasa ise Enerjinin Kullanılabilirliği Yasası’dır. Neo, istasyon sahnesinde ikinci yasayı uygulamaya soyunmaktadır. Gücünü farketmekle kalmayıp ona inanmak ve kullanmak.

Bu arada… “Bizden olmayan herkes potansiyel ajandır.” Cümlesi üzerine sayfalar dolusu yazmak geliyor içimden, ama bu noktada okuyucuyu sıkmamak adına yorumu size bırakıyorum. Kapalı öğretilerde inisiye olmamışlara bakış açısından tutun da paranoyak şizofreninin doğasına dek çok şey yazılabilir bu cümleden yola çıkarak…

Filmde Neo kendi hayatı ve Morpheus’unki arasında bir seçim yapma noktasına geldiğinde onu kurtarmak adına kendininkini feda etmeye karar verir. “Ego”nun çöpe atıldığı, alışılagelmiş önceliklerin terkedildiği noktadır bu… Mülkiyet duygusunun kaynağında “kendisine sahip olmak” varken, aydınlanmış bir zihnin mutfağında “bütüne ait olmak” yer alır. Bu noktadan sonra Neo ölümsüzdür zaten.

Matrix hakkında yazılabilecek daha çok şey var. Benim göremediklerim, görüp de unuttuklarım, unutmayıp da yazmamayı seçtiklerim… Yorumlarınızı , eklemelerinizi ve sorularınızı bekliyorum… Üzerinde çok düşünülesi bir senaryo… “Senaryo” diyorum, çünki teknik açıdan “sinema filmi” olarak ele almaktan ziyade sinopsis üzerinden gittim sanki… Sonu bir başlangıç havasında olan, hayat tadında bir sinopsis…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...