Bundan 11 sene önce, 1995… Koza, Cannes Film Festivali Uluslararası Kısa Film Yarışması’na davet edilen ilk Türk kısa filmi olur. İki insanın birbirinden ayrı ilerleyen, evlilikle birleşen ama sonra yine ayrılan yollarının sessiz öyküsüdür, bu diyalogsuz kısa film. Nuri Bilge Ceylan’ın özellikle çevre seslerini (rüzgârın, kapıların sesleri, arı vızıltıları…) ön plâna çıkarması, çiftin arasındaki sessizliği iyiden iyiye belirginleştirir. Karakterler hiç konuşmazlar. Koza aynı zamanda Ceylan’ın gelişkin sinemasının ipuçlarını da verir: Yönetmenin fotoğrafçılık geçmişinden kaynaklanan başarılı çerçeve ve arka plân seçimleri, anlamlı mizansenleri (aynı kare içindeki karakterlerden birinin mutlaka diğerine sırtını dönmesi), öyküyü eski Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi sesle vermek yerine görüntüyü tercih etmesi…

1959 yılında İstanbul’da dünyaya gelen, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik- Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde sinema yüksek lisansı yapan yönetmenin ilk uzun metrajlı çalışması olan Kasaba ise mevsimleri imgeleyen dört kısımdan oluşur. Ailenin 11 yaşındaki kızının okuduğu bir ilkokul sınıfı, ilk kısımda mevsim kış. İlkbaharda geçen ikinci bölümde, iki kardeşin mısır tarlalarına yaptıkları ve doğanın gizleriyle karşılaştıkları yolculuğu izleriz. Üçüncü kısım, çocukların erişkinlerin dünyasının karanlığı ve karmaşıklığıyla tanıklığıdır. Anne-babaları, büyükanne-büyükbabaları ve hayatı manasız bulan ama kendi hayat yolunu çizememiş kuzen Saffet’in (Mehmet Emin Toprak) ateş etrafında toplanıp konuşmaları filmi ilginç kılar. Birinci Dünya Savaşı’ndaki deneyimlerini aktaran büyükbaba, aydın bir karakter olan baba, hiçliğin temsilcisi Saffet ve sorumluluk sahibi anne ve büyükanne ilginç bir sosyolojik tablo oluştururlar. Gerçeklikle rüya arasında gidip gelen son kısımsa evde geçmektedir.

Koza’da parlak geleceğini muştulayan Ceylan, Kasaba ile doğru yolda olduğunu gösterir bizlere. Popüler gişe sinemasına sırtını dönmüş, kendi izlencesinde ilerleyen bir auteur yönetmen olacağının ilk garantisidir, Kasaba.

 

Çanakkale’nin Yenice ilçesinde yaşayan annesiyle babasının ve yakın akrabalarının karakterlerini canlandırdığı Koza ve Kasaba’nın yanına 1999 yılında Mayıs Sıkıntısı’nı ekler, Ceylan. Çocukluğunun ardından bırakıp gittiği kasabasına film çekmeye dönen bağımsız sinemacı Muzaffer’in (Muzaffer Özdemir) öyküsü, Mayıs Sıkıntısı. Tabii aslında N. B. Ceylan’ın ta kendisini izleriz Muzaffer’de. Kasaba’nın eleştirilebilecek belki de tek yönü olan filmin kimi diyaloglarında biraz fazla kaçmış edebilik, yönetmenin ikinci uzun metrajında filmin akışına uyum gösteriyor. Bize de “Türk Sineması üzerine konuşmadan önce izlenmesi gereken on filmden biri” nitelemesini yaptırıyor film için. Zira Mayıs Sıkıntısı’nda Ceylan’ın senaristliği, görüntü yönetimi ve yönetmenliğindeki tüm taşlar yerli yerine oturuyor. Sayıca az da olsa kendisini takip edecek bir sinemasever kitlesinin oluşmasını sağlıyor.

Uzak; hem de çok…

Yönetmenlikte onuncu yılını deviren Ceylan, film çekmenin illa ki milyon dolarlar gerektirmediğini, minimalist bir anlayışla da geleceğe iyi işler bırakılabileceğini ispatlıyor. Kasaba gibi Mayıs Sıkıntısı da gittiği her ulusal ve uluslararası festivalden gurur verici ödüllerle dönüyor.

Ve Uzak…Gün geçmedi ki, Uzak hakkında dünyanın türlü festivallerinden başarı haberleri almayalım. Ama bu haberlerin arasında hiç beklenmedik bir ölüm sarstı hepimizi. Uzak’ın başrol oyuncularından biri, yönetmenin kuzeni ve tüm filmlerinde oynayan Mehmet Emin Toprak, memleketi Yenice’de talihsiz bir trafik kazasına kurban gitti (2 Aralık 2002). Oynadığı son filmin vizyona girdiğini göremeden, James Dean gibi erken yaşta, daha 28 yaşında, “kasaba”sında sonsuzluğa gitti…

Evindeki rahatı memleketten gelen akrabası yüzünden kaçan, karısından ayrılmış, yaratıcılığı tıkanmış fotoğrafçı Mahmut’un (Muzaffer Özdemir) kendisiyle, şimdisiyle hatta geçmiş ve geleceğiyle hesaplaşmasıdır, Uzak. Ölü zamanın çok olduğu, repliklerin günlük hayatta olduğu gibi tanzim edildiği, kar altındaki İstanbul’u harikulade bir biçimde pelikülüne taşıyan film ironik biçimde ülkemizde 60 bin seyirciye ulaşırken, Fransa’da 400 bin sinemaseverce izlendi.

Sinemamız üzerine kötümser yorumlar yapacağımıza, elimizdeki nitelikli yönetmenlerin (N. B. Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim gibi) farkına varmamız elbette daha manalı. Şu ana dek Ceylan’ın incelikli sinemasıyla tanış(a)mayanlar için “İklimler” kesinlikle iyi bir fırsat olacak. İklimler, kadın-erkek ilişkileri, aslında aşk üzerine bir film. Başrollerinde ise yönetmenin kendisiyle (Ceylan, bu kez kamera önünde de boy gösterdi) birlikte Uzak’ta da izlediğimiz karısı Ebru Ceylan var. Görece büyük bütçeli bir filme imza atmak isteyen yönetmen, ilk kez bir yapımcıyla çalıştı. Türkiye-Fransa ortak yapımı olan filmin finansmanının dörtte biri Fransız Pyramide Productions’a ait. İklimler, 59. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışacak yirmi filmden biri oldu. Da Vinci Şifresi filminin gösterimiyle açılış yapan festivalde, İklimler Uluslararası Film Eleştirmenleri Derneği FIPRESCI Ödülü’ne layık görüldü. Bize bu gururu yaşatan Nuri Bilge Ceylan’a ve en iyi yirmi kısa film arasına girmeyi başaran Poyraz adlı kısa filmiyle yönetmen Belma Baş’a sonsuz teşekkürler…

Konuk Yazar