Salon bomboş… Koltuklar kırmızı, ışıklar açık, ses yok, ben varım…Cüneyt var…

El çırpsın birileri, ışıklar sönsün, hayat dursun, film başlasın!

Pencerelerinizi aralayan bir filme gittiniz mi daha önce? Hangi niyetle, hangi hevesle girdiniz bir sinemanın kapısından? Nefes almadan izlediğiniz kaç film, dinlediğiniz kaç müzik oldu? Herkesin “çok” sevdiği, “fan”ı olduğu bir şarkıcı vardır. Bir yönetmene, bir ressama aşık olan azdır. Bir yönetmen seviyorum artık! Bir yönetmene aşık oldum ben!

 

İlk sahnedeki yüzün filmin devamını müjdeleyen bakışına vuruluşumla başladı “La Finestra Di Fronte” , “Karşı Pencere”. Hadi biraz “aşktan”, biraz “karışıklıktan”, biraz “pastadan” konuşalım.  

Yıllar önce hayatı yeni yeni ama biraz hızlı tanımaya başladığım bir yaşta seyrettiğim bir filmi hala unutamadım bugün. Bette Midler oynuyordu o filmde. İki arkadaş… Birinin kansere yakalanışı ve aralarında geçen “aşk dolu dostluk” konusu işleniyordu filmde. O filmi bugün her yerde arıyorum. “Kumsalda” filmi! Asla unutamadım. Çünkü gözlerimi dolduran, “tek” diyebileceğim bir filmdi o. Bette Midler’ı bugün gördüğümde hâlâ içim bir garip olur. İşte yine yıllar sonra sinemanın kapısından çıktığımda saatlerce konuştuğum, günlerce anlattığım, telefon açıp ona buna “mutlaka gitmelisiniz” dediğim bir film seyrettim. İçimde hâlâ ürpertisini hissediyorum.

Şimdi bu yazıyı yazarken “Karşı Pencere”nin  film müziklerini dinliyorum. Filmden çıkar çıkmaz gidip CD’yi aldım. Filmin her karesi aklımdayken müziklerle daha da kuvvetlendirdim görüntüleri. Zaten filmin içerisinde öylesine garip oluyorsunuz ki müzikler sizi ister istemez bu CD’yi almaya zorluyor. Sezen Aksu faktörünü de unutmamak lazım tabii.

Biraz aşktan…

Susuzluk bu! Sevmeye alışmak ve sevmeden yaşamak… Zulüm bu! Hayata aşk olmadan devam etmeye çalışmak, otobüse biletsiz binip son durakta inmeye çalışmak gibi bir şey. İstedikten sonra aşk insanı karşı pencere de bile yakalıyor. Çok yerden baktım aşka bu film ile birlikte. Karşıya bakmayı öğrendim, sonra soluklanmayı köşede… İzlenmeyi öğrendim bir de. İzlenilmeyi öğrenmeyi… İhanetin bile gerçekten “aşk” için olabileceğini öğrendim ve kendi camımdan “Karşı Pencere”deki adamı öpmeyi… Biraz aşktan bahsetti “Ferzan Özpetek” bana. Biraz aşktan bahsetmek istedim Ona. Aşk anlattığınız gibi olur, kapıları tekmeletir adama, pasta yapmayı öğretir demek istedim.

Biraz karışıklıktan…

1 kadın 3 erkek tanıdım… Kadından öpülmeyi, erkekten öpmeyi öğrendim. Camlarımı kapamamayı, aşka bıçakla saldırmamayı öğrendim. Sanki bir matematikti bu film. Sanki bir kimya problemi. Kadının kimyasını erkeğin kimyasında çözündürmeyi izledim. Yavaş yavaş sevdiler önce… İzleyerek! Seviştiler sonra. Birbirlerine “değmeyerek”. Cam cama!

Bugün hâlâ kabullenilemeyen “eş aşk” vardı “Karşı Pencere”de… Bir adam ve bir adam daha… Herkesi ama herkesi özendirecek bir “eş aşka” tanık oldum. Tanık oldular… Ferzan Özpetek araya girdi ve kameranın arkasından anlatmaya çalıştı : Aşk her yerde aşktır. Aşk eğer gerçektense herkeste de aşktır! Aşk uğradığı her yerde aşktır. Aşk yaktığı her yerde aşktır. Aşk erkek erkeğe de aşktır, kadın kadına da aşktır. Aşk aşktır!

Yaşlı adam… Filme girdiği noktada hayatımın aşktan yana sorularını darmadağın eden yaşlı bir adam. Karşı Pencerelerden birbirlerine aşık olan kadın ve adamın yardımına yetişen bu yaşlı adam bir erkeğe aşıktı dersem gözleriniz cümlenin bitişinde mi kilitlenir yoksa devamına mı mıhlanır? 2.si olsun ne olur! Aşkı “karşı cinse” endeksleyen bir görüşün dışına çıkın biraz da olsa. Ne olur! Ya da gidip izleyin bu sahneleri. Bir erkeğin bir erkeğe yazdığı mektubun bir kadını aratmadığını hissedeceksiniz. Ve aslında bir sonraki sahneyi izlemeden önce, okunmakta olan mektubun bir kadına yazıldığını zannedeceksiniz. Bir erkeğin bir erkek için, bir kadının bir kadın için hafızasını kaybedebileceğini, sokaklar boyu hayalinin peşinden gidebileceğini izleyeceksiniz. Gidin ve izleyin lütfen… Aşkın estetiğini, aşkın konduğu yeri seçmediğini göreceksiniz. Eşcinsellik ile ilgili önyargılarınızı bir kenara bırakacaksınız. Etrafınızdaki insanlara “karşı pencere” den bakmayı başaracaksınız. Bu film işte böylesine şiddetli aşkların filmiydi.

Öylesine büyük bir yolculuk olacak ki bu… Hayatınıza bir  pencere açacaksınız. Belki de öylece olduğunuz yerde sayacaksınız. Ama içinizde bir yerlerde gururunuzu yenmeye çalışacak bir “film kahramanınız” olacak. Mutlaka bu 1 kadın 3 adamdan biri olmak isteyeceksiniz. Ya dünya işlerine takılıp kafanızı kuma gömeceksiniz ya da içinizde aşkın konabileceği her yeri boşaltacaksınız.

İlk sahnedeki yüzün hüznüne aşık oldum. Raflarda duran ekmek hamurlarının koltuğuma kadar gelen kokusuna, elleri unlu adama aşık oldum. Sokaklar arasında koşan o adamın duvara çıkan el izine aşık oldum. Sigara içmediğimden midir bilmem ama “Karşı Pencere”yi izlediği sırada  sigara içen o kadının dumanı üfleyişine, seyrettiği adamın sessizliğine aşık oldum. Derken yaşlı adamın yaşlı bakışlarına, kolundaki sayılara, yüzündeki izlere aşık oldum. Ve kapıları tekmeleyişine, sokaklarda koşuşuna, pastalarına, mektuplarına aşık oldum. “Eş Aşka” aşık oldum ve bir erkeğin bir erkeği severkenki estetiğine…

Bir erkek bir kadını böyle eşsiz sevemeyecekse bir kadını  sevmesin. Bir kadın bir erkeği böyle sevemeyecekse o da bir erkeği sevmesin.

Adamın fırından kaçışını, el izini, gözündeki hüznü kıskanıyorum. Kadının penceresini, adamın penceresini, kadının adamı sevişini, adamın kadına “sevisini” kıskanıyorum. Yaşlı adamın yazdığı mektupları, mektupların sahibini kıskanıyorum. Kadının kocasına ihanetini, kocasının aldatılışını kıskanıyorum. Dedim ya “aşk” içinse, gerçekten “aşk” içinse ihaneti bile kıskanıyorum! Kadının karşı penceredeki adama sarılışını, adamın kadına bakışını, kadının adamı öpüşünü, kadının “öpülüşünü” kıskanıyorum!

İtalya’yı kıskanıyorum! Böyle aşkların yaşandığı, kimsenin ses çıkarmadığı, ihanetin bile aşk yüzünden olduğu ülkeleri kıskanıyorum! Ben artık bir yönetmen seviyorum!

Hiç bitmesin istemiştim ama bitti işte… Devamını siz yaşayın artık der gibi bitti film! Ama ben az filmde aşık olurum, az filmde kıskançlığım tutar, azında içim ürperir. Ben hâlâ ayaktayım. Ayakta alkışlıyorum!

Pasta kokuyor hâlâ her yanım, ben artık bir yönetmene aşığım!

Çisel Onat