“Sanat ne işe yarar?” diyenlere atfetmek istediğim bu defaki yolculuğumda bulunacak herkesten bu konuyu ayrıca düşünmesini rica ediyorum… Öncelikle, ilki 1951 yapımı bir bilimkurgu klasiği olan ve geçtiğimiz sene yeniden çekilerek vizyona girmiş olan “Dünya’nın durduğu gün” filminin yönetmeni Scott Derrickson ve David Scarpa’ya teşekkür ederek başlamak istiyorum. Ve ne acı ki 60 yıl önce düşünülmüş olan bu senaryo, bu kocaman uyarı kaale alınmamış hızla bu sona doğru ilerliyoruz halen daha…

“İşte sanat bu işe yarar” denilecek türden bir sunumdur yaptıkları.

Sanat=Düşünmek=Düşündürmek!

Sanat dikkat çekmektir. Bir davası olmasıdır kişinin, kişilerin…

Bu filmin dikkatlerimizi çekmek istediği konu ise DÜNYA’MIZ!

İzleme fırsatı bulamamış okurlarımız için kısaca bahsetmek gerekirse:

Dünya birçok bilimkurgu filminde olduğu gibi işgal altındadır. Ama bu defa kendi özel güçleri ile aramıza katılan ve insan formunda görünen, konuşan Klaatu adlı varlık (Keanu Rives başarı ile canlandırmış) Dünya’yı kurtarmak için gönderiliyor aramıza. Kimden mi dersiniz? Üzerinde yaşayan diğer tüm türler için önemli bir tehdit haline gelen tek bir türden kurtarmak için; “İNSAN”dan.

Ne acı bir gerçek değil mi? Filmin ilk tokadı bu bence.

Türümüz diğer tüm türler için tehdit halini almış durumda! Küresel ısınmanın, yani kendi sonumuzun sorumlusu biziz. Kanserli hücreler insan bedeni için ne ise, Dünya için insan denen varlık da aynı. Kendi üretimi ama bütüne zarar verdiği için yok edilmeli. Dünya insanlığa doğanın gücü ile kemoterapi uygulayacak dostlar, böyle devam edersek bu kaçınılmaz!

Ya da bu filmde söylendiği, gösterildiği gibi bir başka medeniyet bize müdahale edecek haklı gerekçekleri ile karşımıza dikilerek. Aşağıdaki diyalog filmin ikinci tokadı oldu bana.

Neden Dünya’mıza geldiniz? (ABD Savunma Bakanı)
Sizin Dünya’nız mı? (Klaatu)
Evet burası bizim gezegenimiz. (Bakan)
Hayır değil. (Klaatu)

O an düşündüm, sahi ne zamandan beri buradayız ki biz sahiplenebiliyor, Dünya’mız diyebiliyoruz…

Burada bilimin kapısını çalmak gerekiyor hemen başvurumuzu yapıyoruz ki doğru bir muhakeme yapabilelim.

Dünya’mızın tahmini yaşı 5.5 milyar yıl. İnsanı oluşturmaya başlayan organik evrim “bilimsel adı olan Antopogenesis” zamanımızdan yaklaşık 3,5 milyon yıl önce başlamıştır. İnsan adını hak eden başlangıç noktası ise Homo cinsinin ortaya çıkması ile olmuştur. Çağdaş insanın ve diğer insansı maymunların ilk ortak atası kabul edilen iki ayak üzerinde duran ve gözleri ileri bakan canlının bundan yaklaşık 6.5 milyon yıl önce Afrika’da ortaya çıktığı tahmin edilmektedir. Fosil kayıtlarına göre anatomik olarak çağdaş insan tanımına uyan en eski fosiller 130.000 yıl öncesine aittir ve Afrika‘da bulunmuşlardır. Çağdaş tipte homo sapiens altürünün ilk ırkı olan Cro-magnon İnsanı ise zamanımızdan 50 bin yıl önce ortaya çıkmıştır. (Vikipedi)

Yukarıda edindiğimiz bilgiyi daha anlaşılır biçimde örneklemek gerekirse. Bir binada 55 yıldır oturan sakinler dururken 5 gündür orda yaşayan bir ailenin burası benim apartmanım demesi gibi bir şey bizim diğer canlılara, özellikle de Dünya’ya yaptığımız. (Oran çoook daha da büyük olsa da anlaşılır olsun diye örnekte küçülttüm.)

Biz ki kainatın bile kendimiz için yaratıldığını düşünecek kadar kibirli varlıklarız. Oysaki varlığımızın esamesi bile okunmayacak bir büyüklüğün içinde yaşamaktayız. “Deryada katre” deyimi tam da durumumuzu açıklamak üzere söylenmiş olsa gerek…

Gelelim filmdeki bir diğer tokat repliğe. Klaatu Dünya’ya daha önceden gönderilmiş, 70 yıldır aramızda yaşayan bir diğer insan görünümlü uzaylı ile durum görüşmesi yapıyor.

Her şeyi yok ediyorlar ve bu asla değişmeyecek. (Diğer uzaylı)

Resmi görüşün bu mu? (Klaatu)

Sorun şu ki; kaderlerini biliyorlar. Bunu hissedebiliyorlar. Ve bu konuda hiçbir şey yapılamaz. (Diğer uzaylı.)

Ne acı değil mi? Yukarıdaki sözler… Hatırlatıyorum bu filmin orijinal versiyonu 1951 yapımı. Neyse ki o günden bugüne az da olsa ilerlemişiz bu konuda. Kyoto Protokolü diye bir şey var, bu protokolü imzalayan ve imzalamayan ülkeler de var tabii.

Lütfen vakit ayırıp, aşağıda gördüğünüz linkten ulaşıp okuyunuz, başta A.B.D. ve Çin olmak üzere, bazı hükümetlerin imzalamakta zorlandığı, nazlandığı bu protokolü: http://tr.wikipedia.org/wiki/Kyoto_Protokol%C3%BC

Film bu konuya da el atmış ta o günlerden. Eğer siz protokollerinize bile uymayacak olursanız biz gelir sizi uydururuz diyor bizden ileri medeniyetlerin ağzından. Nasıl mı?

Klaatu filmin sonunda var olan teknolojimizi durdurarak ayrılıyor Dünya’dan. Yani enerji ile ilgili tüm bilgimizi birikimimizi yok ederek. Tüm elektronik cihazların çalışmasını durdurarak bizi Doğal olmaya mecbur kılarak gidiyor…

Konu her ne kadar bir bilim kurgu filminin senaryosu olarak karşımızda dursa da gerçeklik payı büyük. Nereden mi biliyorum. Yakın zamanda yayınlanmış iki başka film söylüyor; bu defa Belgesellere uzanıyoruz.

Birinin adı YUVA (Home) ve tanıtımında şöyle deniyor:

  • 5 Haziran 2009 Dünya Çevre Günü’nde 90 ülkeyle eş zamanlı yayınlanan ‘Yuva’ (Home) belgeseli ülkemizde ilk defa NTV ekranında gösterildi. Çekimleri 3 yıl süren ve 54 ülkede, havadan çekilen görüntülerle inanılmaz bir görsel mesaj sunan belgeselin yönetmenliğini Yann Arthus-Berntrand üstlenirken dağıtımını Luc Besson sağlıyor.
  • 90 ülkede, milyonlarca izleyiciyle buluşan bu görsel şölenin anlatıcılığını Glenn Close üstleniyor. Gezegenimizin geleceğini kurtarmak için hala geç değil. Ancak YUVA’nın (Home) alanında birbirinden deneyimli isimlerden oluşan ekibinin de söylediği gibi, karamsar olmak için artık çok geç!
  • İnsanlık geçtiğimiz birkaç kısa on yılda, gezegenin yaklaşık dört milyon yıl süren evrimle kurulan dengesini altüst etti. Ödenecek bedel ağır, ama artık karamsar olmak için çok geç: İnsanlığın bu gidişatı tersine çevirmesi, Dünya’nın zenginliklerini yağmaladığının farkına varması ve tüketim kalıplarını değiştirmesi için hemen hemen 10 yılı var.

Yuva’da göz önüne konulan gerçeklerden bazıları:

Dünya nüfusunun yüzde yirmisi, gezegenin kaynaklarının yüzde seksenini kullanıyor. GEO4, UNEP (United Nations Environment Programme) 2007

Dünya’da, gelişmekte olan ülkelere edilen yardımın 12 katı, askeri giderlere harcanıyor. SIPRI Yıllığı, 2008 (Stockholm International Peace Research Institute) OECD, 2008 (Organization for Economic Cooperation and Development)

Bir günde 5000 insan kirli içme suyu yüzünden ölüyor. Bir milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. UNDP, 2006 (United Nations Development Programme)

Bir milyara yakın sayıda insan açlık sınırında. FAO, 2008 (Food and Agriculture Organization of the United Nations)
Dünya’da yapılan tahıl ticaretinin yüzde ellisi hayvan besini ya da biyolojik yakıtlar için gerçekleştiriliyor. Worldwatch Institute, 2007 – FAO, 2008

Ekilebilir arazilerin yüzde 40’ı, uzun süreli zarar görmüş durumda. UNEP (United Nations Environment Programme), ISRIC World Soil Information

Her yıl, 13 milyon hektar orman yok oluyor. FAO, 2005

Dört memeliden biri, sekiz kuştan biri ve hem karada hem suda yaşayabilen her üç canlıdan biri soyunun tükenmesi tehditi altında. Canlı türleri doğal oranlarının 1000 katı hızlı bir şekilde ölüyor.

Balık avlama alanlarının dörtte üçü, tükenmiş durumda. Bu bölgelerdeki balıklar ya tükenmiş ya da tehlikeli boyutta azalmış oranda. Kaynak: UN

Son 15 yılın ortalama sıcaklıkları bu güne kadar kaydedilen en yüksek sıcaklıklar. NASA GISS data

Kıta buzulu, 40 yıl öncekinden yüzde 40 daha ince. NSIDC, National Snow and Ice Data Center, 2004 2050 yılında en az 200 milyon iklim mülteicis olabilir. The Stern Review: the Economics of Climate Change, Part II

Yuva’yı izlemek isteyen olursa DVD film satan tüm müzik marketlerde mevcut, ayrıca internet ortamında da bulup izleyebilirsiniz.

Konuya dair çarpıcı bir diğer belgeseli ise National Geographic çekmiş adı 6 Derece.

Ne mi anlatıyor:

Altı Derece – Six Degrees – National Geographic
Yapım : 2008, ABD
Tür : Belgesel
Yönetmen : Ron Bowman
Oyuncular : Alec Baldwin
Yapımcı:: National Geographic

Konusu:
Bu belgeselin amacı önümüzdeki dönemde ısı’da artacak 6 derecenin dünyayı nasıl değiştirebileceği…

+ 1 Derece de: Küresel marketlerde buğday kalmıyor.

+2 Derece de: Mercan resifleri ölüyor.

+3 Derece de: Paris’te ve aynı enlemde olan yerlerde kum fırtınaları başlıyor.

+4 Derece de: New York tamamen sular altında kalıyor.

+5 Derece de: İklim mültecileri az bulunur kaynaklar için savaşıyor.

+6 Derece de: Dünya mezozoik dönemdeki haline benziyor.

Mezozoik Dönem, dinazorlar çağı olarakta bilinir. 251.4 milyon yıl önce başlamış ve 65.5 milyon yıl önce dinazorların yerlerini memelilere bırakmasıyla sona ermiştir. Kendi içinde Trias, Jura ve Kretase olarak 3′e ayrılır. Bu dönemde kıtalar henüz şu anki hallerini almamışlar ve bir bütün olarak durmaktadırlar. Kutuplarda buzullar yoktur, iklim sıcak ve karasaldır. Yaygın inanışa göre dünyaya çarpan göktaşı son kitlesel yok oluşu başlatmış ve dünyayı memeliler için daha uygun hale getirerek dinazorların milyonlarca yıl süren hükümdarlıklarına son vermiştir…

Açıkça görüldüğü üzere ya doğa ya da başka bir güç bize DUR diyecek. Bu kaçınılmaz sonumuz. Ve aynı zamanda da bazılarımız için başlangıç. Biz içinde yaşadığımız düzeni, kavramları sonsuz sanan varlıklar haline geldik ama öyle değil.

Öte yandan 2012 ile ilgili özellikle bir günlük yıkım beklentisi içinde olanlar yanılacaklar çünkü 2012 ekinoks gibi sadece özel bir tarih yani bir dönüm noktası ama o gün bir şey olmaması sonrasında olmayacağı anlamına gelmiyor.

2009 Kasım ayında vizyona girecek olan bir diğer film 2012’de ise Dünya’mızın yok oluşu görsel efektler ile çok çarpıcı bir şekilde anlatılıyor. Lakin bu sadece dikkat çekmek, uyarmak için, olacakların önüne geçebilmemiz adına fırsatı kullanmamız için, Dünyaca harekete geçmemiz için bir hamleden başka bir şey değil ve şimdiden çok teşekkür ediyorum ben insanlığın kendi ile yürüttüğü bu savaşta Dünya’mızdan yana olan, çalışan, çaba sarfeden herkese.

Tüm Dünya’lılar “Yuva”mızı korumak adına iş başına!