Delilerden korkar mısınız? Çöp toplayan insanlardan? Peki ya evsizlerden? Yani huyu huyunuza, suyu suyunuza, “cüzdanı cüzdanınıza” uymayan insanlardan? Tarih en çok ne zaman karışmıştır biliyor musunuz? Savaşlar en çok neden çıkmıştır? İnsan olmak ne demektir? İnsan hırs ve egoizmin birleştiği bir madde midir? Müzik nedir? Evrensellik nedir?

 

Ben delilerden korkmuyorum uzun zamandır. Bana yaklaştıklarında kaçtığım o “delilerden” korkmuyorum artık. 2 kocaman hikaye yaşadım onlardan 2’siyle. Başta korkarak girdiğim bu hikayeden büyük derslerle ayrılmıştım üstelik. Kendimi hiç akıllı ve “insan” gibi görmezdim de zaten. Ama bir “deli” ile muhabbet etmediyseniz ne demek istediğimi hiç anlamayacaksınız demektir. Onların hayata bakış açısı kendini akıllı zanneden ve buna kesinlikle kendini inandıran birinden belki de bin kat daha gerçek ve mantıklıdır. Delilerin gözlerinde perde yoktur onlar herşeyi olduğu gibi görürler görmek istedikleri gibi değil. Zaten bu yüzden deliler. Gerçekleri sevdikleri için. Çöp toplayan insanlardan da, evsizlerden de korkmam. Onların da aslında deliler kadar “gerçek” hayatları vardır. Kimse onların duyduğu kokuları duymaz, kimse onların yattığı kaldırımlarda yatmaz. Hayat onlara aslında en “gerçek” rolleri vermiştir. Ama ben “cüzdanı cüzdanıma” uymayan insanlardan her zaman korkuyorum. Onlar hiçbir zaman “gerçek” ne demek bilemeyecekler ya da doğrusu bildiklerini kendilerine kabul ettiremeyecekler. Onlar en tehlikelileri aslında. Tarih en çok “Para” bulunduğunda karışmıştır. Savaşların çoğu “para” uğruna yapılmıştır. Yani masallarda, filmlerde “aşk” uğruna yapılan savaşları unutalım. Para girdiği her yerde her zaman en büyük “sebep” olacaktır. Savaşı da, başarıyı da, aşkı da hep “para” alacaktır. İşte bunu böyle biliyorsanız deli olma şansınız sıfırdır. Deliler parayı sevmez, deliler paraya güvenmez, deliler para için savaşmaz. “İnsan” olmak “deli” olmaktır aslında. Ve akıllı olmak deliliktir. Müzik sestir, yorumdur, histir…

Saçma sapan bir konuya takıldım kaldım. Delilik sınavından çakacağım bu gidişle ama yine de bir yere kadar susuyor insan. Şiddetle “insan” olmayı reddediyorum aslında ama yine de damarınızı söküp atamıyorsunuz. Her türlü canlı varlığın suretine bürünebilirim. Beni herşeye benzetebilirsiniz, izin sizin. Yeter ki “insan” damgasını vurmayın bana. Çünkü baktığımda gördüğüm “insan” manzaraları fena halde karamsarlığa itiyor beni. Ne çok şey var Atatürk ile biten. Geri gelmeyen… Ne çok şey var!

Garip bir konu bu… Müzikten konuşalım mı? Hayır!  Ne müzik dinlediğinizle ilgilenmiyorum. Benim tek derdim dinlediğiniz “şeyi” ki o müzik mi, ses mi, yorum mu, jazz mı pop mu bilmiyorum ama o “şeyi” nasıl dinlediğiniz ilgilendiriyor beni. Duyduğunuz ses size sadece bir “ses” mi yoksa “müzik” mi? Uzun zamandır müzik kelimesini elinde oyuncak edenlere takığım. Müzikle ilgili bir iş yaparak “ben müzik konusunda bir şey söyleyemem” diyen “insan”lara da…

Yıllarca müzik için gerçekten “yürek” harcayan insanların anlamsız kalmasına da takığım. Her gece bir kanalda gösterilen herhangi bir yarışmada duyduğum kötü seslere, anlamsız muhabbetlere de…

Bunları izlememek için direndiğim her anda kendimi “insani” bir zaafla ekranın başında bulmama takığım. Kendime yani… Tamamen kendime… Ama sebepsiz değil!!! Gerçekten değil!!!

İlk çıkan yarışmayı hepimiz izledik sanırım. Uzun yıllar sonra bir ilk oluşu çekmişti herkesi… Ama o geçti gitti. Onun devamı hala var. “Turk”leştirilmiş olanı da var. Ben “kaliteli” olduğu yorumuna içerisinde bulunan “bir” jüri üyesi yüzünden inandığım bir yarışmadan bahsediyorum. Tüm ipuçlarını vereceğim ama isim asla. Bu jüri üyesini tanımayan bir kişinin olduğunu bile sanmıyorum. Kariyerinin belki de en ama en verimli döneminde desem, ağlayarak, tepinerek dinlediğimiz tüm şarkılarda ya sözünde, ya bestesinde eli var desem, dizi sektörünün en doruk noktasında yer aldı desem ve en önemlisi “deli” bir kadının hayatında tanıdık onu desem? Anladınız sanırım. Hayır isim yok.

O kadar sayılı bir yeri var ki içimde. O kadar benimsedim ki yaptığı herşeyi, yazdığı her sözü… Onun da bir “deli” olduğuna inanmak istiyorum ben. Ama her defasında “neden” diye soruyorum. Neden bu karar? Yanlış karar? Haksız karar? Ve omzumdaki şeytan avaz avaz o pis sırıtmasıyla bağırıyor : “Reyting Reyting” … Aşağıdaki sözlerim ona değil. Yanındakilere… Çünkü eminim ki ya da öyle olmak istiyorum, benim inandığım bu kadın her karar aşamasından sonra mutsuz oluyor. Sadece orada öyle davranmak zorunda kalıyor ve bundan da rahatsızlık duyuyor. Anlaşması ne kadar sürelidir, ne zaman biter bilmem ama eğer gerçekten gözümdeki perdeler inmiş ve ben onu doğru tanımışsam bir dahakine orada olmayacaktır. Olmamalıdır!

Şimdi sözüm bu yarışmaları yapanlara ve yayınlatanlara; hani demiştim ya her savaşın özünde “para” var aslında. “kazanmak” var. Siz bu tür yarışmalara sadece bir kazanç kapısı, reyting aracı, TV programı ya da her ne gözle bakarsanız bakın hepinize karşı direnebilirim. Müzik ya da tiyatro… Kimse tarafından bir TV aracı olmayı hakeden varlıklar değiller. Hakeden zaten hakkettiği yere geliyor bir şekilde. Türkiye’nin bir ayda 45 tane şarkıcıya ihtiyacı mı var?

Televizyonun herşeyi ne kadar da anlamsızlaştırdığını, basitleştirdiğini kimse göremiyor mu? “Para” için insan müzikal bilgisinden, hayat değerlerinden vazgeçer mi? Gerçekten sordum bu soruyu tanıdığım insanlara. Çoğu “evet” dedi. “Evet vazgeçer. Çünkü para her şeyi halleder”. Şimdi bu cevabı aldığım insanlarla nasıl ömür geçiririm ki ben? Müzikal ya da tiyatral alanda söylenen hiç bir renkli söze inanmıyorum. Televizyon demek reyting demek ve reyting demek “para” demek. Para için “müzik” görmezden gelinebilir mi? Ya iyi işler yapanlar? O bu dergiye poz vermeden şarkı söyleyenler? Eğitilenler? Para için müziği satacak kadar fakirleştik mi biz?  Avrupa’ya gitmesi için seçilen yarışmacı acaba neye göre seçiliyor merak ediyorum. En başından beri bir “görüntü ve koreografi” davasıdır sürüyor. Aslında bunlara bu kadar zaman harcayıp yazdığıma değer mi bilmiyorum ama yazacağım. Son kez!

Yarışmacılar tüm hafta koreografileri için çalışıyorlar ve şov gecesi eksiksiz yapmak için şarkılarını unutuyorlar. Suç kimde? Onlar da değil! Onları böyle olmaya zorlayanlarda. Avrupa da sadece görüntü ve dans mı satıyor bilmek istiyorum. Çağdaş Türkiye ne demek açıklasınlar istiyorum. Türkiye’de hala “develere” bindiğimizi sanan Batı’ya sahnede iç çamaşırı defilesi vererek ve o şekilde şarkı söyleyerek mi “gerçek Türkiye”yi göstermeye çalışıyoruz? Sahnede striptiz şov yaparak ne kadar da “modern” bir ülke olduğumuzu mu kanıtlıyoruz? Tarkan sahneye hiç çıplak çıkmadı! Sertab Erener de çıplak çıkmadı! Fazıl Say’da öyle çıkmıyor sahneye.  Müzikleriyle çıkıyorlar onlar! Olması gerektiği gibi. Biri çıkıp  “halkımız detone, es, nakarat, performans” gibi “müzikal” kelimeleri öğrendi, kültürümüz gelişti” diyor. Tüm bunları birilerine anlatmak için en önce “biliyor” olmak gerekmiyor mu sizce? Oysa ben artık her kanalı açtığımda detone sesler duymaktan, sahne şovu diye abuk sabuk hareketler yapan (ki bunları hiçbir star yapmadı bugüne kadar), hayattaki “tek ve en büyük” emelini bu yarışmalara bağlayan genç insanlar görmek istemiyorum. Bu yarışmalar sayesinde TV izleme haklarım elimden alındı!

Bu yarışmalar önce de vardı ama “çağdaş” olmadığımız zamanlara denk geldi sanıyorum ki o yarışmalardan Sezen Aksu, Nilüfer, Ajda Pekkan gibi bir çok başarılı isim çıktı. Bugün bu tür yarışmalarda en çok söylenen şarkılar onların ki… Ama “modern” olmaya çalıştıkça batıyor bir şeyler. Cıvık cıvık oluyor inançlar, değerler…

Bu yüzden sıkıldım bu karmaşalardan. Müzik dinlemek istiyorum. Gerçek müzik. Kaliteli müzik! Beni yerden yere vuracak şarkılar. Hiçbir birinci Türkiye adına beni temsil etsin istemiyorum. Abuk sabuk bir sinir yaptım bu gece ne olduysa birden bire. Sanıyorum değer verdiğim şeylere pislik bulandığında sahip olduğum tüm “insan” suretlerinden çıkıp vahşileşiyorum. Elimizde kalan gerçek sanatçıların yokolduklarını gördükçe doğamdan çıkıyorum. Yakıp yıkmak geliyor içimden herşeyi. Hep özlem duydum Kurtuluş Savaşı yıllarına ya da daha da geçmişine. Saf olsaydı herşey keşke, pislik bulanmamış olsaydı. Teknoloji geliştikçe herşey anlamsızlaşıyor. Sanıyorum geri kafalı bir deli olmayı seviyorum ben. Buna fena halde alıştım.

Bu hayata katlanabilmek için perde örmek lazım gözlere…

Ama ben çoktan beridir deliyim, “perdesiz” gözlerim var benim ve onun her telinden “doğru” sesler çıkarmaya çalışacağım ömrümün sonuna kadar.

Deliyim ama benden korkmayın…

Müziğe aşığım sadece …