Biraz nostalji yapalım da artık yavaştan vuslata doğru adım adım ilerlediğimiz belli olsun. 🙂
Efendim vakti zamanında Netflix falan yoktu elbette. Zamanın Netflix’i video kasetçilerdi. Hatta o kadar yaygınlardı ki Mersin gibi küçük bir şehrin bir caddesinde altı tane video kasetçi vardı ve bu kardeşiniz hepsiyle de muhabbetteydi. Hangi kasetçide hangi film var, hepsini bilirdi. Sürekli de film izlerdi.
Ayrı bir keyfi vardı o kasetçiye gitmenin. Önce anneden para alınır. Sonra oraya gidilir ve o video kaset kapaklarına bakılarak filmler seçilmeye çalışılırdı. O dönemin “Bunu beğendiyseniz benzer filmler” özelliği kasetçideydi. “Abi böyle dövüşlü falan film ver güzel olsun” derdik domatesin iyisinden ver der gibi. Van Damme ve Jackie Chan filmleri ortalığı yıkar geçerdi. Hele bir de “Yeni gelenler” bölümü. O filmleri çıkar çıkmaz kiralardım. Mesela “Pretty Woman” beyaz kapaklıydı kasetin kapağının dokusu bile çok özeldi. Evet o filmleri önce duyularımızla deneyimlerdik. Sadece görmezdik, dokunurduk, koklardık, video oynatıcı içine konulunca bir sesi olurdu duyardık.
Hele fotoğraftaki Raksotek serisi çıkınca bayılmıştım. Onlar kiralanmazdı, satılırdı. Asteriks almıştım, döne döne izlerdim. Ne değerliydi.
Sonra VCD çıktı ve kasetler yavaş yavaş çekildi piyasadan DVD çıkınca da VCDler silindi. Şimdi ise dijital portal dönemi. Kasetçide gezen o çocuklar Netflix’te geziyorlar ne izleriz diye. Ama sadece görme ile o eski tat olmuyor haliyle. Bazen düşünüyorum bu filmler o kasetlerde olsa nasıl çılgın olurdu seçme süreci. Alıp kapak resmine bakacaksın ki öyle güzel tasarımlıdır onlar. Dokunacaksın kapağa, videocu abiyle muhabbet edeceksin, koklayacaksın… sonra bir de izlenmiş filmi geri götürmesi vardır. Götürmezsen ceza alırlar da seni tanıdıkları için bir şey demezler… 🙂
Güzel bir dönemdi çok… 🙂