“Avatar” filmini izleyenlerden oldum. Bu iyi bir hal olabilir, çünkü görmediğim bir film hakkında sorulacak sorulara yanıt verebilmem olası değildi. Şimdi soranlara kendi anlayışıma göre yanıt verebileceğim. Düalite gereği bu, aynı zamanda “iyi olmayabilir” de diyorum çünkü filmin pek çok yönüyle ilgili soru işaretlerim oluştu. Bu soru işaretleri birer komplo teorisi gibi algılanabilirler; belki de öyledirler. Öyleyse sorumluluğum çok ağır olacaktır. Öte yandan düşündüklerimde gerçek payı varsa ve paylaşmazsam bu da başka bir sorumluluk yükü getirecektir.

Öncelikle bu yönetmen James Cameron film için 10 yıl uğraşmış kısmı ilginç. Sanırım o 10 yıl sadece teknolojiye ve teknolojinin kurguyla nasıl bağdaştırılacağına ayrılmış. Filmin hikayesini oluşturan kısmı zaten vardı, hazırdı. Yazanlar kopyalayıp yapıştırmış.

Filmde ilk alıntı Thea Alexander’ın MS 2150’sinden alıntı sanki. Bacakların sakatlığı ve ikinci gerçekliğin ancak rüyada yaşanabilmesi bu kitapta da mevcut; okuyanlar bilirler. İkinci alıntı tabii Matrix’ten. Özellikle genetik klonlama yoluyla üretilmiş temsilcinin uzay istasyonundaki aslına bağlı kalıp yaşamını öyle sürdürebilmesi kısmı… Başka gezegene gidip bilmem ne madeni dünyada çok para ediyor diye istila etmek bölümü de, İspanyol ve Portekizlilerin altın elde etmek için Maya uygarlığına ve sonrasında İngiliz ve Fransızların diğer Amerika Yerlileri’ne yaptıklarından… Bu arada Zecharia Sitchin’in “12 Gezegen” kitabı da oldukça ilham vermiş anlaşılan. Sitchin, bu kitabında destan olarak kabul gören Sümer öykülerinin aslında dünyanın kuruluş öyküsünün ta kendisi olduğunu önermektedir.

Onun anlatımına göre kendi gezegenlerinde atmosfer incelmesi deneyimlemekte olan bir grup dünya dışı varlık buraya altın aramaya gelir. İşçiler ve yöneticilerden oluşan bu grup Mezopotamya’da konuşlanmış olsalar da işçiler altını Afrika’nın güneyinde aramaktadır ve çok zor koşullarda çalışmaktadırlar. Sonunda bu zorluğu yenmek adına bir robot üretmeye karar verirler ve ilk insanı kendi genlerinden aldıkları parçalarla karıştırarak, kendi benzerliklerinde üreterek maden ocaklarında çalıştırırlar. Bir süre sonra sürekli yeni robot üretmenin zorluğunu fark eden bu grup sonunda yarattıkları bu robotlara doğurganlık da vererek kendi kendilerine çoğalmalarını sağlarlar. İşte biz insanlar bu süper teknoloji bilgisine sahip atalardan geliyoruz Sitchin’e göre. Filmdeki ve Matrix’teki insanların kendileri yerine gezegene inen temsilcileri anımsattı mı size de?

Dönelim filme. Önce bir sömürgeciler grubu temsilcisi ve her emri uygulayan bir asker olan başkahraman daha sonra “iyi ve haklı” bulduğu tarafa geçer. Dünyada öğrendiğimiz doğrulardan açısından bakınca aslında o önce bir casustur. Sonra da bir hain haline gelir ve filmde bunu sadece kötü adam olan kumandan dile getirir. Casus olduğunu fark eden diğer tarafın onu kahraman olarak kabul etmesi de elbette başka başarılar ortaya koymasına bağlıdır. En zor OLAN ı başarmalıdır ki diğerlerinin yeniden güvenini kazansın. Başarır… Aslında kötü olan daha dürüsttür mesajı da var ama izleyenlerden kaç kişi gördü bilmiyorum. Peki, kahramanımızın taraf değiştirme seçimi yapmasının sebebi nedir? Kendi söylemine göre o taraftakilerin yaşamına aşık olmuştur. Bu filmden kaç tane gördünüz?

Kısacası adam bence öyküyü değil de sadece kurguyu hazırlamış ve dedikleri 10 yılı da sadece teknoloji için ayırmış…

 

İşte benim sorularım ve adına öyle deniyorsa komplo teorim tam da burada başlıyor.

Bu teknoloji bu kadar yüksek giderlere rağmen birileri tarafından finanse edilmiş olmalı. ABD’de hele ki sinema sektöründe kimse karşılık almama riskini göze alarak bu kadar zaman ve para harcamaz. Orada zaman da paradır, adam da paradır ve isim de paradır ve para da her şeydir. İster istemez aklıma düşük titreşimli ve fesat bir soru geliyor: Kime ne söz verildi ki adamlar bu teknolojiye bu kadar para yatırma riskini göze aldılar. Sadece çok para mı? İnanmam zor gerçekten. Güç, bir tür eline geçirene özellik sağlayan güç olmalı arkasında bu işin. Harcanan para ve ortaya konan bütçeyi söylerken korkuyor insan…

Zamanında keşfedilen ve sinema için 26. Kare olarak adlandırılan bir teknik vardı. Aynı sahne normalde 24 kare peşpeşe sıralanınca hareketlilik sağlıyor bildiğiniz gibi ve 25. Kez tekrarlanırsa bilinçaltına “bunu uygula” mesajı veriyor. Sinemada bu 26. Kare ile emir mesajı şeklinde sağlanabiliyor. Bir zamanlar kullanılan bu teknik sayesinde birçok ürünün tüketimi hızla arttı. Sonunda bu tekniği sinemada ve reklamlarda uygulamak yasaklandı. Yasaklanana kadar ise kaç kere kullanıldığını kimse bilmiyor. (Aslına bakarsanız hali hazırda kullanılıyor olması da mümkün. Kaç kurul, kaç kişiyle var olan tüm gösterimi denetleyebilir ki?) Akla “acaba bu kadar para dökülüp saçılan bu teknik de bilinçaltına…. “diye başlayan sayısız soru geliyor.

Benim ilk aklıma gelen: “Sözü edilen teknoloji ile çekilmiş bir film insanların ayırt etme yeteneği olmadan sadece aldığı veriyi kopyalayarak işleyen ve sık gelen veriyi bir bilgisayar programı haline getirip o programa uygun davranmayı zorunlu kılan bilinçaltı titreşimsel alanında nasıl bir etki yaratıyor acaba?” sorusu oldu.

Ne yazık ki ilk gelen yanıtta filmin ikinci yarısında gizliydi. Filmin ikinci yarısı etten kemikten bir orduyla 2052 yılında geliştirilmiş olduğu varsayılan en öldürücü (her nedense nükleer değil, belki maden zarar görmesin diyedir) silahlardan oluşmuş bir ordunun savaşı vardı. Görüntüde büyük eşitsizlik vardı. Birinin sadece silahı diğerinin ise sadece imanı oradaydı. Biri eliyle yarattığı güce tapınıyor ve onunla her şeyi yapabileceğini sanma gafletini sergiliyordu, diğeri çevrenin desteğine güveniyordu.

İşte tam burada filmin can alıcı mesajlarından bir devreye girdi. “Doğa ana taraf tutmaz, onun için en önemli şey yaşam ve dengedir”. Güzel mesaj ama filmi yapanlar arkasında durmadılar. Herşey kaybedilmeye başlandı. Kötü olan kazanıyordu. Umutsuzluğun en yükseldiği anda doğa ana seçim yaptı ve taraf tuttu. İyiler kazandı ve ne zaman biteceği bilinmeyen bir süre için “felaket dönemi” olarak adlandırdıkları süre ile film de sona erdi.

Konuyu dağıttık yine sorumuza dönelim. Bu filmde kullanılan teknoloji alttan alta “savaştan medet umanların yararına çalışan, cidden üzerinde durulması ve önemle arındırılması gereken bir bilinçaltı programı oluşturulmasına” neden olabilir mi?

Bütün o iyi niyetli “doğa ana bile iyinin yanında yer alır, sevgi, enerji, her şey BİR’dir, enerjiyi ancak borç alabiliriz, sevgili geyik seni öldürdüm özür dilerim, vb mesajları” aslında bu savaşı pompalayan mesajları gizleyen birer örtü olabilir mi?

Bir arkadaşım bir sabah meditasyonda bir vizyon/biliş hali yaşamış: “ABD özel bir teknoloji kullanarak yine bir kaos yaratıyor, bu iyi ya da kötü değil ancak bunu arındırmak gerekli diye düşünürseniz bunu yapın.” Vizyonun devamındaki bir önermeye bağlı olarak beni de aradı ve “neyle ilgili bilmiyorum ama katılmak istersen OLAN a arındırma gerekli” dedi.

Bir dakika sonra burada bulunan bir müşteriyle Avatar konusu açıldı ve bende de ani bir şimşek çaktı. Bu o filmde kullanılan teknolojiyle ilgili bir hal deyip “evreka” diye fırladım vallahi.

Bu zamandan sonra, zaten var OLAN sorularım tamamen pekiştiler:

Filmde savaş gerekli miydi? O kadar varlıkla zihinsel temasta olup barışı sürdürebilen Na’viler neden başka bir yol seçmediler? Biz kutupluluk dünyasının ortasında yaşarken bile taraf olanın taraf yarattığını fark ettik. Gözlemlemekle yargılamak arasındaki farkı ayrımsadık. Dışlananın, savaşılanın ve sistemden ayrı görülenin giderek güçlenip daha çok saldırdığını gördük. Onlar bilmiyorlar mıydı? Bilmeleri gerekli değil miydi?

Film boyunca kullanılan “seni görüyorum” tekniğini kullanmaya çok önceden başladık. Bu tekniği bildiğine göre yönetmen ve yazarlar savaşsız da halledebilirlerdi barış haline dönüşü. Neden yapmadılar? Neden Na’viler bu kadar korku içinde kalıp çaresizlik içinde savaşmaya evet dediler? Oysa “sizi görüyoruz ve varlığınızı onurlandırıyoruz” söylemi ile başlayıp yürüdükleri yolu aydınlatan enerji kullanma becerilerini o para ve güç hırsı içinde kayboluş insan kalplerini aydınlatmaya odaklayarak barış sağlayabilirlerdi. Kurtuluş değil barış mesajı. Çok mu fazla şey bekliyorum acaba?

Benim aklıma ilk gelen Ho’oponopono Tekniği oldu. Yönetmen tüm kalan kısmı bu kurguyla yapabilir, savaşın çıkmasının bile orada tüm iyi niyeti ve doğayla uyum içinde yaşayan varlıkların bilinçaltı korkularından kaynaklandığını anlatabilirdi. Filmde daha önce yaşanmış bir “büyük felaket” zamanından da söz edilmiyor muydu zaten?

Işıklı ağaçların eski yaşanmış tüm deneyimleri hafızasında tuttuğu, kayıtların varlığı hep vurgulandı filmde. İşte o hafızanın savaşı yaratacak bir program gibi çalıştığını anlatan birkaç sahne ve halkın hep birlikte mükemmelleştirme çabasıyla açgözlü, hırslı insanın yüreğindeki korku ve yok bilincini yaratan anıları temizlemesine ve böylece kurtuluş değil iyileşmenin yaratılmasına ulaşıldığını anlatabilirlerdi. Filmde spiritüellik iyi niyetle ele alınmıştı ya! Ondan diyorum…

Nasıl mı? Bu filmde bütün işi gücü ağaç altında uyumak, arada gereğince avlanmak, ejder yakalayıp, sahiplenilmesine izin vermesini beklemek, izni alınca onunla uçmak, doğadaki her şeyle uyum içinde olurken öte yandan ışıkla oyun oynamak olan bir grup varlıktan söz ediliyor.

Filmde süper güçleri olan bir halk var. Enerjiyi müthiş bir ustalıkla kullanabilen, bir varlığın canını diğerine aktarabilen tanrısal teknolojik bilgiyi de içinde (varlığında) taşıyan bir halk. İşte bu varlıklar o filmde gelen tehlikeyi eski anıların bir sonucu olarak görmek yerine korkuyor ve korku yüzünden saldırganlaşabiliyor. Hem de kendini uğruna feda etmeye hazır olduğu sevgilisine karşı… Pöööh! Bunu ancak insan yazar ve buna ancak insan inanır. İnananı anladım da bu kadar araştırma ve geliştirmeden sonra oturup sadece bu basit hikayeyi yazanın art niyeti olmadığını kabullenmem biraz zor vallahi.

Kabul ve sabır (Morfogenetik Alan Çalışması) ya da mükemmelleştirme (Ho’oponopono), tıpkı savaş gibi insanların kullanabildiği birer teknik. Bu işe gönül vermiş 10 yıldır araştırma yapan bir yönetmenin bu kolay teknikleri duymamış olabilmesi olası bile değil. Anlaşılan Cameron seçimini asıl inandığı şeyden, şöhret, para ve güç ile bir de bunların kalıcılığını garantileyecek öngörülerinden yanan kullanmış. Sponsor kumandandır ve emir demiri keser mantığı…

Düşünelim. İçinde sıfır ya da çok az şiddet olan bir film tıpkı kullandıkları teknoloji gibi çok yeni hatta bir ilk olurdu. Farkı şu ki ilgi çekmezdi. Her şeyin iyilikle, sevgi, sabır ve kabulle çözülebildiği çocuk filmleri bile para etmezken, sadece iyi haberlere yer veren gazete okunmayıp kapanmak zorunda kalmışken harcanacak para nasıl geri gelecekti? Onca parayı harcayıp sonra izlenmemek, sponsorların, finansörlerin yıldırımlarını üzerine çekmek Cameron’un cesaretini aşmış olmalı. O bir kahraman değil alt tarafı 1 milyar dolara sadece iki film yapmış bir film yönetmeni, sonra aç falan kalır aliamallah!

Ben bunları yazınca iş sadece filmden kazanılacak para olarak anlaşılmasın. Ben filmin verdiği mesajdan kazanılacağı öngörülen para ve güçten söz ediyorum. Savaş korkusu, ekonomik kriz, yokluk bilinci ve bunların getirileri. Ya iyi çocuk OL ve toplumda yer tut, Yüce Yaratan sana destek verir toplum da seni taltif eder, ya da kötü, hırslı OL dışlan ve kaybet… Tamam bu mesaj hep vardı da, ahhh işte o teknik. Kokusu yakında çıkarsa ve o 26. Kare tekniğine benzer bir şey olduğunu anlarsak diye endişeliyim sadece.

Umarım % 100 yanılıyorumdur ve birileri hakkında şüpheli olanın sorumluluğuyla yüzleşmek zorunda kalırım. Ben razıyım açıkçası, neyse bedeli benim kötümserliğimin öderim seve seve.

Öyle ya! Belki de ben art niyetli ve aşırı yargıcıyım. Belki de gerçekten duymadı bu tekniklerle ilgili hiçbir şey. Olsun benim yine söyleyecek sözüm var emin olun:

Eğer gerçekten insanlara dünyayı sömürmeyin yeter artık mesajı vermek istiyorsam ve böyle bir filmin yönetmeni isem daha çok araştırma yapardım. 10 yıl harcamışsam az bir süre daha harcayıp başka teknikleri de öğrenirdim. En son enerjiyle iyileştirme teknolojisini bulur çıkarır filmde onu kullanırdım.

En son enerji tekniği (ki bugüne dek en çok işe yarayan da o oldu) sabır ve kabulü bir arada kullanıyor. Kişinin OLAN neyse onun oluşumundan da % 100 sorumlu olduğunu kabul etmesini ve sabırla o hali yaratan anılarını silmesini öneriyor. Bunu birkaç tümce ile sözün sihrinden yararlanarak yapıyor tekniği uygulayanlar.

Her türlü kitapçıda bu konuda kitap taşıyan raflar giderek genişlerken, ben az sayıda kitap üretebilen ülkemde onların pek çoğuna ulaşabilirken, böyle bir ekiple üstelik ABD’de Cameron ulaşamadı belki de…

Neden böyle olmadı? Komplo teorisi de olabilir ama bana sorarsanız bu kasıtlı bir durumdu ve uyanık olmamız akıllıcadır.

Bu film bize ne ve nasıl öğretti? İyi OL yoksa ölürsün mü? Kötü olursan BİR’likten daha güçlü olamazsını mı? Sevgiyle mi öğretti yoksa korkuyla mı? Bütün bu sorulara verilen yanıtlar teorime destek olacak demiyorum. Bunları da ayrıca düşünmek gerekir diyorum.

Kısaca merak ediyorum Avatar Filmi: “Ancak iyi OLAN kazanır, kazanmak için savaşmak gerekir bileşkesinden gelen önermeyi” daha ne kadar güçlü olarak beyinlerimize kazıdı acaba? Savaştan kim kazanır? Cameron değil herhalde… Ya sponsorlar?

AVATAR’I yaratmalarına ve bu kadar büyük pompayla gösterime sunmalarına sebep OLAN anılarım sizi görüyorum, varlığınızı onurlandırıyorum. Sizi seviyorum, özür diliyorum, lütfen beni bağışlayın, teşekkür ediyorum. Ho’oponopono, AN’dan AN’a Ho’oponopono.

Avatar’ı yaratanların varsa içlerindeki yönetme, sömürme, savaşı pompalama isteklerini yaratan anılarım sizi görüyorum, varlığınızı onurlandırıyorum. Sizi seviyorum, özür diliyorum, lütfen beni bağışlayın, teşekkür ediyorum. Ho’oponopono, AN’dan AN’a Ho’oponopono.

Avatar Filmi ve yönetmeni hakkında bütün bu şüphelerimi yaratan anılarım sizi görüyorum, varlığınızı onurlandırıyorum. Sizi seviyorum, özür diliyorum, lütfen beni bağışlayın, teşekkür ediyorum. Ho’oponopono, AN’dan AN’a Ho’oponopono.

Var OLAN her şeye EVET!

Zeynep Alan Sevil Güven