Bundan yıllar yıllar önce, Mersin’deki evimizin balkonunda bakınırken birden bir arabanın durduğunu ve elinde bir bidon olan adamın, eline hoparlör alıp konuşmaya başladığını gördüm. Adam yavaş yavaş kalabalığı etrafına topluyordu ve ben de merakımdan aşağı inip yanına gittim. Sürekli olarak aynı cümleyi söylüyordu bu orta yaşlı amca: “Bu bidonda bir yılan var. Biz bu yılanı görünce elimize bir taş alır kafasına atarız. İşte o yılanı az sonra size göstereceğim.” Bidonun içinde de gerçekten bir karaltı vardı ama ne olduğu belli değildi. Kalabalık iyice artarken amca sürekli olarak bu cümleyi tekrarlıyordu ve sunumunda öyle başarılıydı ki, insanlar “Ee hadi kardeşim göster be” diyemiyorlardı. Derken aniden arabasından bir sebze soyucu çıkardı ve “Yılanı az sonra göreceksiniz, ama bakın bende bir de ne var” dedi. Bunu duyunca kalabalık dağıldı sanıyorsunuz değil mi? Hayır, adam satışını yapmaya başladı bir yandan ve kalabalık da, günlük hayatlarının işleyişleri içinde pek göremeyecekleri bir yılanı görmek uğruna beklemeye devam etti…
Lost Lost diye nicesine sarıldık…
“Lost”un finalini izlediğimde aklıma ilk o amca geldi. “Ha gösterdim, ha göstereceğim” diye 6 senedir tüm bir gezegeni bekletmişti yapımcılar ve arada dünyanın parasını da kazanmışlardı. Sonuçta “Lost” bir TV şovuydu ve tıpkı tüm TV şovlarında olduğu gibi amaç reklamların daha fazla izlenmesini sağlamak; böylece de para kazanmaktı. Bu yüzden reyting listeleri takip ediliyor ve bir dizi, “hayatın sırrı” veriyor olsa bile, reytingleri düşük olduğu ve dolayısıyla reklam alamayacağı için anında iptal ediliyordu. Hayatlarının anlamını TV şovlarında arayan niceleri için farkında olmadıkları buydu belki de ve “Lost” bizlere bir kere daha bunu hatırlatmıştı: Biz bir TV şovu yaptık, tıpkı o yılancı adamın yaptığı gibi “ha gösterdik, ha göstereceğiz” diye diye sizleri topladık, bol bol satış yaptık ve sonra da tası tarağı toplayıp bir sonraki sahneyi hazırlamaya doğru yollandık. Nitekim oyuncular da bunun farkındaydı ve birbirlerine sarılmaları da aslında yıllardır bir arada yer aldıkları sahneden vedalaşmalarını anlatıyordu.
Gelelim “Final”in değerlendirmesine…
Aslında 6 sezon boyunca gizemlerle giden bir diziye, o ana kadarki gidişata göre farklı biçimde yazılmış, fazlasıyla sembolik ve derin anlamlı spiritüel bir final oldu. Evet birçokları duygusal bir final olduğundan dem vurmuş, haklılar da; ama aslında çok daha derin mesajlar vardı bence. Karakterlerin “hatırlamaları”, buluşmaları ve sonrasındaki yaşanan final. Aslında Shakespeare’in “Hayat bir tiyatrodur, bizde oyuncuları” sözünü bir kere daha hatırlattı. Senaristler “Ada”nın ne olduğunu açıklamadılar aslında, zaten açıklanabilecek bir durum da söz konusu değildi; tıpkı şu anda üzerinde olduğumuz “Yaşam” sahnesi gibi. Ömrümüz boyunca birisi çıkıp “Yaşam” budur diyebiliyor mu bize? Yaşıyoruz ve zamanı gelince de ayrılıyoruz, kafamızda yanıtlanmamış birçok soru eşliğinde. “Ada” da böyle bir yer işte. Hep varolmuş ve üzerinden bir sürü farklı insan ve medeniyet geçmiş ve geçmeye de devam edecek. Oyuncular onun üzerinde yerlerini almış ve zamanları gelince de ayrılmışlar. En sonunda ayrılırken de buluşup, birbirlerini tebrik etmişler, ne kadar güzel roller oynadıklarına dair… Bizlerin de muhtemelen bu dünyadan ayrılırken yaşayacağımız gibi. Bizlerin de “Ada”dan ayrılma zamanımız gelecek ve senaryomuzda birlikte oynadığımız oyuncularla bir araya gelip, hem “hatırlayacağız”; hem de tebriklerimizi sunup, sonraki aşamaya doğru birlikte adımımızı atacağız.
O yılancı adam, hiçbir zaman bidonu açıp içindeki yılanı göstermedi izleyicilerine; “Lost”un da yaptığı üzere. Geriye birkaç hoş anı, geçirilmiş hoşça bir zaman ve üzerine düşünülecek şeyler kaldı yadigar. Şahsen ben “Lost”un finalinin bundan daha iyi olamayacağı kanısındayım, ama final hakkında her türlü görüşün de haklı olduğunu düşünüyorum, tıpkı “Yaşam” üzerine her öznel fikrin kendince haklı olduğuna inandığım gibi… Teşekkürler “Lost” bizlere yaşattığın bu 6 sene için ve bir başka sefere kadar Aloha!