Issız adaların popüler kültürde özel bir yeri vardır. Modern insanın doğayla ve uygarlıkla ilişkisine yönelik söyleyeceğiniz bir şey varsa, ıssız adalar tüm el değmemiş güzellikleriyle imdadınıza yetişebilir. Modern hayatın günlük yükümlülükleri ve düzeninden bir kurtuluş fantazisi de olabilir adalar, iletişim ve ulaşımın sınırlarının giderek yok olduğu bir dünyada en büyük kabus da.

 

Bazen erkek çocuklarının en büyük hayali olabilirken ıssız adalar (“İki Yıl Okul Tatili”), bazen de erkek çocuklarının gerçek birer kabus olabileceğini gösterir (“Sineklerin Tanrısı”). İnsanlık tarihinin en büyük başarıları insanın doğaya karşı edindiği zaferlerdir. Ve yaratıcı bir beyin, insan-doğa ilişkisiyle ilgili kafasındaki her türlü soruyu, ısız bir adayla sorabilir.

Issız ada bir dolu kitaba ve filme güzel bir malzemedir, ama ya ada herhangi bir hikayeyi anlatmak için bir araç, bir mekandan daha fazlasına dönüşürse. Başlıbaşına bir varlık, bir karakter olursa. İşte o zaman karşımıza son birkaç yılın en önemli popüler kültür fenomenlerinden “Lost” çıkar.

The ‘Lost’ Files

“Lost” fenomenini bilmeyen var mı acaba? Ya da daha önemli soru, neler olduğunu bilen var mı? Digiturk, DVD, Divix ya da dibimizde bir türlü bitmeyen “Lost” sohbetleri sayesinde popüler hayatın çeşitli yerlerinden bombardımanına uğradığımız “Lost” olayı, geçtiğimiz haftalarda en önemli sohbet konularından biriydi. Dünyanın her yerinde oynayan bu TV dizisinin ikinci sezonu, şanına yakışan bir şekilde ortalığı karıştırarak sona erdi.

Bir uçak kazası sonucu kendilerini gizemli bir ıssız adada bulan bir grup yolcunun hikayesini anlatan “Lost,” bir sezonda bitebilecek bir TV dizisiyken, dünya çapında gördüğü ilgi sonucu altı sezona kadar uzatıldı. Gene Digiturk’te oynayan “Alias”ın da yaratıcısı olan J.J. Abrams ve Damon Lindelof’un, bilimkurgu ve doğaüstü temalarla oluşturdukları “Lost,” yaratıcılarının da hayran olduğu iki başka TV olayıyla benzer bir yolculuk izliyor gibi. Bu iki TV olayı (ve TV dizisi), Laura Palmer’ı kimin öldürdüğünü 1990’ların en önemli sorularından biri yapan “İkiz Tepeler” ve dokuz yıl boyunca yukarılarda hayat olup olmadığını öğrenmeye çalışan iki FBI ajanıyla, her bölümün sonunda suratımızda şaşkın bir ifade bırakan “The X Files” (ya da zamanında bizde oynadığı adıyla “Gizli Dosyalar”).

“Lost”un bu iki diziye benzerliği, doğaüstü motiflerle kurgulanmış olmasından çok, popüler kültürdeki konumlarından kaynaklanıyor. Dizideki çözüldükçe sayısı çoğalan gizemler ve karakterlerin gizemli geçmişleri, yaratıcılarının “Lost mitolojisi” dediği alternatif bir dünya oluşturmuş durumda. Numaralar, canavar, hayvanlar, DHARMA girişimi, karakterlerin isimleri, okudukları kitaplar, karakterlerin uçak kazası öncesi birbirleriyle garip bağlantıları, bu mitolojinin önemli parçaları.

Dizinin parçalarının toplamından çok daha büyük bir şeye dönüşmüş olması da, “Lost”u diğer benzer dizilerden ayırıyor ve bir TV dizisinden çok bir fenomen haline geldiğini gösteriyor. Şöyle ki, “Lost” mitolojisinden yola çıkan ve diziyle bir ilgisi olmayan bir sürü web sitesi ve kitap var piyasada. Sözünü ettiğimiz, hayran siteleri ya da her gün yeni bir teori üreten siteler değil. Mesela, kahramanlarımızın yolculuk yaptığı hayali havayolu Oceanic Flights’ın web sitesinden bilet ayırtmak mümkün. Ya da dizide olmayan uçak yolcularının günlüklerini çeşitli web sitelerinden okuyabiliyorsunuz. Her geçen gün, diziye paralel ama tamamen diziden farklı yeni bir “Lost” kitabını da kitapçılarda bulabilirsiniz.

‘Lost’u nasıl bilirsiniz?

“Lost”u başından beri seyreden insanlara “Ne kadar sürede diziye kaptırdın?” diye sorarsanız, “İlk bölümden itibaren.” cevabını alacağınız kesin. Uçağın enkazının dumanının hala tüttüğü, ölü ve yaralıların kumsala serpiştirilmiş görüntülerinin fondaki denizle şok edici bir tezat yarattığı, ayağa kalkabilenlerin çığlıklar içinde koşuşturduğu ilk sahneden itibaren, yavaş tempolu bir ıssız ada dizisi seyretmeyeceğimizi anlamıştık. Fakat ilk bölümün ikinci yarısında, hiç bir bölümünü kaçırmayacağımıza emin olmamızı sağlayan şey adanın doğaüstü kimliğinin farkına varmaktı. Adanın diplerinden gelen o içimizi ürperten sesi duyduğumuzda, farklı bir şey seyredeceğimizi anladık.

Sonrası malum. 48 hayatta kalan yolcu. Bunların on-on beş tanesi esas karakter. Kişilerin geriye dönüşlerle anlatılan hikayeleri. Ve birbirine bir türlü bağlanmayan, bir türlü çözülmeyen gizemler dizisi. Tropikal bir adada yaşayan bir kutup ayısı, düzenli olarak kazazedelerin tüylerini diken diken eden, kimsenin görmediği canavar, alakasız yerlerde karşımıza çıkan o numaralar ve birinci sezonun final bölümünde açılan metal kapak.

Birinci sezon, kazazedelerin adadan kolay kolay kurtulamayacakları duygusunu içselleştirmeye ve bu adaya düşmelerinin arkasında daha büyük bir neden olabileceğine inanmaya başlamalarıyla sona ermişti. Metal kapak açılmış, bir grup salla denize açılmış, biz de geçen yazı spekülasyonlarla geçirmiştik.

İkinci sezon ise birinci sezonun pilotundan da daha müthiş bir bölümle açılış yaptı. Metal kapağın arkasındaki dünyayla ilk tanışmamızla, kazazedelerin tahmin edebildiğimizden çok daha büyük bir şeyin içinde olduğunu farkettik. Jack’le yıllar önce ilginç bir şekilde tanışmış Desmond’ı tanıdık. Sonra uçağın arka tarafından hayatta kalan diğer yolcuları tanıdık. Ana-Lucia’yı, Mr. Eko’yu, Libby’yi ve Bernard’ı. “Diğerleri”nden bile bir iki kişiyi tanıma fırsatı bulduk.

Eski karakterlerle ilgili daha ayrıntılı geri dönüşler, adada neler döndüğüyle ilgili soru işaretlerimize, bu insanların tam olarak kimler olduğuyla ilgili soru işaretleri de eklendi. Karakterlerin kaza öncesi hayatlarında birbirleriyle tuhaf bağlantıları olduğunu görmek, çok daha büyük bir olayın içinde oldukları düşüncemizi daha da fazla pekiştirdi. “Lost” teorileri web’i sarmaya başladı. Yapımcılar, sabırlı bir şekilde kahramanların bir tür Araf’ta olmadıklarını, alternatif bir gerçeklik yaşanmadığını, olayların bir rüya ya da bir “reality show” olmadığını tekrarladı.

Adanın karanlık yüzüyle beraber, kazazedelerimizin karanlık iç dünyalarına da yolculuk ettik. En azından beş kişinin bir şekilde katil olduğunu gördük. Altı ay boyunca, 108 dakika sonra şifre girilmezse ne olur diye merak ettik. Yeni aşklara, devam eden cinsel gerilimlere, trajik bir şekilde son bulan ilişkilere ve mutlu gözüken çiftlerin en gizli sorunlarına tanık olduk.

Altı yıl okul tatili

Ve bu sezonun da son bölümü geldi. Kahraman, anti-kahraman ve güzelimiz (Jack, Sawyer ve Kate) “Diğerleri” tarafından yakalandı. Sayid, Jin ve Sun, adanın diğer tarafında dört parmaklı dev bir ayak heykeline rastladıl. Micahel ve Walt (bu sefer yalnızca ikisi) denize açıldı.

Ama final bölümünün en önemli olayı, ikinci sezonun önemli bir teması olan inanç ve bilimsel gerçeklik çatışmasının doruğa ulaşmasıydı. 108 dakika daha dünyanın sonunun gelmesini erteleyen sistem ilk defa sorgulandı. Birinci sezonun sonundaki Jack – Locke çatışmasında inancı savunan Locke, bu sefer bilimin yanına geçti ve karşısına rahip Mr. Eko’yu aldı. Numaralar bilgisayara girilmedi, sistem kilitlendi ve tabii ki ne olduğunu bilmiyoruz. Bir yaz daha yepyeni spekülasyonlara yelken açtık.

Giderek büyüyen “Lost” fanatizmi ve dizinin gerçek bir kült statüsüne ulaşması, yapımcıları da gaza getirmiş gibi. Geçen sene dizinin iki üç sezon süreceğini söyleyen yapımcılar, televizyon kanalı ABC’yle altı sezon için anlaştıklarını açıkladı. “Lost” hakkında dört yıl daha konuşmak isteyen, teori üretmek isteyen hayranlar için iyi bir haber gibi gözükse de, dizinin gelişim sürecini yakından takip edenlerin bu karara biraz şüpheyle yaklaşmaması imkansız. En ufak ayrıntısına kadar tasarladıklarını söyledikleri bir sonu yaratıcı ekip, daha fazla ne kadar erteleyip, yayabilecek? Yeni oluşacak yan hikayeler ana öyküye ne kadar eklemlendirilebilecek? Bir TV izleyicisinin on bölümden daha fazla dayanma sınırı olmayan gizemler daha ne kadar saklı tutulabilecek.

Dileriz, “İkiz Tepeler”in başına gelenler “Lost”un da başına gelmez. Bir gizem çözülmeden ortaya atılan başka gizemler, toparlanamayan bağlantılar, karakterlerin giderek tekboyutlu hale gelmesi ve diziye özgü oluşturulan mitolojinin dallanıp budaklanması, diziyi iki sezondan sonra sona erdirmişti. Beklemekten başka yapacak bir şey yok ama. Dört yıl daha numaraları gireceğiz ve J.J. Abrams ve Damon Lindelof’dan yeni numaralar bekleyeceğiz.

Ada sakinleri

Dr. Jack Shephard (Matthew Fox)

Cerrah kimliği ve kriz yönetimi becerileriyle, ilk sezonda grubun doğal lideri olarak konumlanan Jack, ikinci sezonda kamplaşmalar sonucu daha az popüler bir karaktere dönüştü. Düzgün fiziği, cahil cesareti, keskin bir iyi-kötü ayrımı ve ahlakçılığıyla tipik bir kahraman Jack. Babasının kariyerini sonlandıran Jack’in uçuş nedeni, babasının cenazesini geri götürmek. Kate’le aralarındaki elektrik, Jack’in olaylara siyah-beyaz yaklaşımından dolayı somut bir şeye dönüşemedi. “Çoban” anlamına gelen soyadı, 48 kazazedeye tasladığı liderlik pozisyonuyla da örtüşüyor

James “Sawyer” Ford (Josh Holloway)

Sawyer, herkese taktığı aşağılayıcı takma isimler, terbiyesiz ve saldırgan tavırlarıyla adanın anti-kahramanı. İronik bir şekilde sık sık bir şeyler okurken gördüğümüz Sawyer, dolandırıcılık geçmişi ve trajik çocukluk hikayesi sonucunda kendinden nefret eden bir adama dönüşmüş. Uçaktan kalan eşyaları toplayıp, bunlardan birisi gerektiğinde de problem çıkarmayı misyon edinen Sawyer’ın ilgi nesneleri Kate ve Ana-Lucia.

Kate Austen (Evangeline Lilly)

İki erkek arasında (Jack ve Sawyer) bir türlü karar veremeyen dizinin serseri güzeli Kate, dizi boyunca masum kadından, karanlık geçmişi olan suçluya ve en sonunda da iyi niyetli kader kurbanına büründü. İyi silah kullanabilmesi ve sukunetli cesareti, Kate’in en önemli maceralarda başrolde olmasını sağladı. Alkolik ve tacizci babasını öldürmüş olan Kate, Avusturalya’da yakalanıp, ülkesine iade edilmek üzere kelepçeli bir şekilde Oceanic 815 seferinde yolculuk ediyordu. İsmini 19. yüzyılın önemli anarşist feministi Kate Austin’den almış olabilir.

 Sayid Jarrah (Naveen Andrews)

Diziye Orta Doğu kontenjanından giren Sayid, askerlik geçmişi sayesinde bozuk telsizlerin çalıştırılması, ada sakinlerine işkence yapılması ve adanın keşfedilmesi gibi elzem görevlerde rol alıyor. Shannon’la yaşadığı aşkın trajediyle bitmesinden sonra bir süre ortalarda görülmeyen Sayid, hassas durumlarda soğukkanlılığı, askeri deneyimi ve güçlü içgüdüleriyle en çok güvenilecek kişilerden biri.

Claire Littleton (Emilie de Ravin)

Doğmamış bebeğini evlatlık vermek için Los Angeles’a uçuyor olan Claire, birinci sezonun sonlarına doğru Aaron’ı dünyaya getirdi. Bebeklerle ilgili bir saplantıları olan “Diğerleri,” hamileyken Claire’i kaçırıp, bir takım testler yaptılar. Genelde insanların uzak durduğu meleksi ve sakin Claire, bir ara araları bozulmuş olsa da rock yıldızı ve eski eroin bağımlısı Charlie’yle yakın. Bebeğini evlatlık vermesi konusunda hastalıklı bir şekilde ısrar eden medyumun uçağın düşeceğini bildiğini düşünüyor.

Hugo “Hurley” Reyes (Jorge Garcia)

Karbonhidrat ve çikolatanın olmadığı (birinci sezon boyunca), düzenli hareketin şart olduğu bir ortamda bile kilo vermeyi başaramayan obez Hurley, adanın en canayakın ve açıksözlü sakinlerinden. Kaza öncesi büyük ikramiye kazandığı numaraları telsiz sinyalinden, daha sonra da metal kapakta gören Hurley, numaraların lanetli olduğunu düşünüyor ve kazadan kendini sorumlu tutuyor. Bir süre akıl hastanesinde kalmış olan Hurley’nin ikinci sezonda yakınlaştığı Libby’nin de aynı hastanede olduğunu geriye dönüşlerden biliyoruz.

John Locke (Terry O’Quinn)

Doğa ve uygarlık arasındaki ilişkiyle ilgili kafa yoran felsefeci Locke’ın adaşı kahramanımız, adanın ruhani liderlerinden. İz sürme ve avcılık yetenekleriyle, kazazedelere bir çok durumda fayda sağlayan Locke, uçak düşene kadar terkerlekli sandalyede. Kaza sonrası mucizevi bir şekilde tekrar yürümeye başlayan John, geç yaşta bulduğu babasının kendini ciddi bir şekilde kandırması sonucu mutsuz ve şüpheci birine dönüşmüş. Adaya düşmesinin daha büyük bir nedeni olduğuna inanıyor ve adadaki “canavar”ı gören iki kişiden biri.

Ana-Lucia Cortez (Michelle Rodriguez)

Uçağın arka tarafındaki gruptan olan Ana-Lucia için en arızalı karakter diyebiliriz. Polislik yaptığı dönemlerden kalma tramvaları saldırgan ve taviz vermeyen bir kişilik olarak dışa vuruyor. Havalanında tanıştığı Jack’in babasının korumalığını yapmak için Avusturalya’ya gelen Ana-Lucia, Oceanic 815 sefer sayılı uçağa binmeden önce de havalanında Jack’le flörtleşiyor. Adada ve önceki hayatında birilerini öldürmüş olan Ana-Lucia, ikinci sezonun sonlarına doğru beklenmedik bir sonla karşılaşıyor.

“Mr.” Eko Tunde (Adewale Akinnuoye-Agbaje)

İkinci sezonda varlıkları ortaya çıkan kazazedelerden olan “Mr.” Eko, güçlü fiziği, karakteri ve inancıyla, Locke’un diğer gruptaki izdüşümü gibi. Nijerya’dan uyuşturucu kaçırmaya çalışırken erkek kardeşinin ölmesi, kardeşinin rüyalarında ona yol göstermesi ve öldüğü uçağın adada ortaya çıkması, “Mr.” Eko’nun kadere inancını arttırırken, 108 dakikalık rutinin ilahi bir anlamı olduğunu düşünmeye başlıyor.

Elizabeth “Libby” (Cynthia Watros)

Hurley’nin kaldığı akıl hastanesinde aynı zamanlarda kalmış olan Libby, kendini psikolog olarak tanıtıyor. Claire’e ve Hurley’e gerçek bir psikolog gibi yarım eden Libby, aynı zamanda Desmond’ın dünya turuna çıktığı yelkenliyi ona veren kişi. Hurley’le romantik ilişkileri önemli bir noktaya gelirken, Ana-Lucia’yla aynı kaderi paylaşıyor.

 

Teoriden teori beğenin

Bu kadar birbirine bağlanmak bilmeyen gizem, bu kadar doğaüstü olay olunca dünyanın her yerinden pop kültür canavarları adada neler olduğuna dair teoriler üretmez mi? Web, “Lost”ta herşeyin nereye varacağına ve küçük büyük, her türlü gizemin ne anlam ifade ettiğine dair yüzlerce teoriyle kaynıyor. Birkaç popüler ve dikkate değer teori şöyle:

Numaralar dünyanın sonunun ne zaman geleceğini söylüyor. 4 Ağustos (ya da Amerika’da yaşıyorsanız 8 Nisan) 2015, saat 16:23:42 kıyametin geleceği zaman. Tabii bu hesaplarda yaz saati uygulaması nasıl yapılacak, ya da Hicri takvim mi Miladi takvim mi kullanılmış bilinmiyor.

Yapımcılar, ikinci sezon canavarı birden fazla kez gördüğümüzü söyledi. Canavar aslında insanların düşüncesini okuyan bir sistem (“Lost” dünyasında insanların ne dediğini anlamaya çalışmak yersiz) ve kişinin aklında yoğun olarak ne varsa onu görüyor. Jack’in babasını, Kate’in siyah atı ve Hurley’nin hayali arkadaşı Dave’i görmesini buna bağlıyor bu teori.

En ilginç teorilerden biri de “Lost”un aslında Homer’in Odysseia’sından bir parça olduğu. Truva Savaşı’ndan sonra evine dönmeye çalışan Odysseus’un yolculuğu yıllar sürer. Yolculuğu sırasında gizem dolu adalarda kaybolur. Son bölümde görülen ayak heykelinin de antik Yunan’a bir gönderme olduğunu söylüyor bu teorisyenler. Odysseus’u yıllarca bekleyen karısının adı Penelope’dir. Yelkenliyle dünya turuna çıkan Desmond’ın karısının adını hatırlayan var mı?

Konuk Yazar