Uzak diyarlarda, çok uzak bir zamanda, zamanın da dışında belki.
Küçük bir çocuk vardı. İnsan suretinde, kendi aleminde, gezip dolaşan bir çocuk. Her daim AN’da yaşardı. Öncesi veya sonrası ile alakalı bir fikri yoktu. O AN’da ne yapıyorsa, tüm ilgisi ondaydı. Etrafında olup bitenlerden bihaberdi. İlgilenmiyordu da. Algılanan zamanın çok dışındaydı. Kendi zaman diliminde sürdürüyordu yaşamını. Ormanda yürüyor, önüne çıkan ağaçları inceliyor, böcekleri kurcalıyor, hayvanlarla oynaşıyordu. Bastığı toprağı tanımaya çalışıyor, kafasını kaldırıp gökyüzünü çözümlemeye çalışıyordu. Asla ama asla arkasına dönmüyordu ama. Çünkü önüne çıkan her şey arkasındakilerden katbekat daha dikkat çekiciydi onun için.
Sonra bir gün çok değişik bir şey oldu. Bu zamana kadar keşfettiği tüm doğadan daha başka birşeydi bu. Kendisinin aynısını gördü. Ellerine baktı, onun ellerine baktı, ayaklarına baktı, onun ayaklarına baktı, gövdesine baktı, onun gövdesine baktı. Şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Bu da neydi şimdi. Bu zamana kadar hep değişik bambaşka şeyler görmüş, kendini hep farklı zannetmişti. Kendisinin aynısı bir türü görmek hiç beklediği birşey değildi. Bu tür ona dokundu. Saçlarını okşadı. Ellerini tuttu. Sarıldı. Sıcacıktı. Bütün orman boyunca böyle bir şey yaşamamıştı. Bu kendisinin aynısı olan tür ona çok garip gelmişti. Ama gözünü ondan alamıyordu. Bitmişti tüm orman,doğa, hayvanlar ve diğer tüm yaratıklar. Kendi aynasına bakarken, etrafındaki diğer herşey tüm cazibesini yitirmişti. Bu zamana kadar hiç yaşamadığı garip hallere giriyordu. Bedeninde tanımadığı şeyler oluyordu. Asla tanımadığı çok enteresan heyecanlar içindeydi. Bu tür ona dokundu. Onu öptü. Öpüldükçe kalbini hissetti çocuk. Normal seyrindeki vücudunun dengesi sarsılmıştı. Her zaman vücudunun ritmi normal olduğundan kendi vücuduna bakmaya ve incelemeye hiç ihtiyaç duymamıştı. Oysa şimdi çok başka şeyler oluyordu. Doğada incelediği ağaçlar gibi, böcekler gibi, toprak gibi inceleyip tanıması gereken yabancı hisler vücuduna saldırıyordu. Bugüne kadar yaptığı etrafı tanımlama çabasını kendisine de yapması gerekiyordu artık çocuğun. Kalbini dinledi. Ne kadar da farklı ritimlerde atıyordu. Bugüne kadar saat gibi tik tak tik tak çalışan bir organ bir anda hızlanmıştı. Saat tik tak atmıyor, koşuyordu resmen. Motor hızında koşuyordu akreple yelkovan kalbinde. Yüzüne dokundu. Sımsıcaktı. Bugüne kadar yüzünü böylesine sıcak hissetmemişti. Kafasını kaldırdı. Boynunun altından gövdesine doğru akan su damlalarına hissetti. Bu da nesiydi böyle. Yağmur mu yağıyordu. Yağmıyordu. Vücudundaki bu yoğun ısı ve gövdesini ıslatan sular da neydi böyle. Neler oluyordu böyle. Ayaklarına baktı. Yerde duran, onu dimdik tutan organını hafif titrerken gördü. Öyle ki ayakta dimdik durmasını çok zorlaştırıyordu. Kendini inceleyip neler olduğunu anlamaya çalıştığı anda karşısındaki aynaya bir daha baktı. Bana ne kadar da benziyor diye bir daha hayran oldu. Bıraktı kendi bünyesinde olanları incelemeyi. Aynasına bakmaya başladı. Kendinde olanları onda da gördü. Koskoca ormanda, zamanın ötesinde kendisinden bir tane daha görmenin verdiği hazzı her anıyla tamı tamına yaşıyordu. Sarıldı tekrar aynasına. Öptü. Kokladı. Kokusunu sevmişti. Aynasının herşeyi ona gitgide normal ve güzel görünüyordu. Etrafa olan tüm ilgisi yok olmuştu. Aynasına sarılıp ormanda yürümeyi onunla sürdürdü. Ormanı keşfetmek artık daha güzeldi. Çünkü gördüğü herşeyi aynasıyla beraber görüyordu ve konuşuyorlardı. Artık koca ormanda ve zamanın ötesinde yalnız değildi. Aynası da onunla birlikteydi. Ve gördüğü herşeyi aynasıyla paylaşmak, onunla konuşmak çocuğa çok farklı, bambaşka hissettiriyordu. Artık kalbindeki akreple yelkovanın koşturmasına alışmıştı. Bu ritim onun hayatının bir parçası olmuştu. Garipsemiyordu artık duygularını. Normal hayatının seyri o duygularlaydı artık.
Günler böyle ilerlerken bir gün aynası ona gitmek zorunda olduğunu söyledi. Artık başkalarına da ayna olmam gerekiyor. Başka diyarlarda da aynası olmadan yaşayan türlere ayna olmam gerekiyor dedi. Ve çocuğu dinlemeden geriye doğru, ormana girdiği yere doğru hızla koşmaya başladı. Çocuk ne olduğunu anlayamamıştı. Neden gelmişti? Neden gitmişti? Bütün bedeni alt üst oldu. Kalbindeki akreple yelkovan o kadar hızla koşuyordu ki. Yerinden çıktı. Bozuldu. Vücudunun ısısı aynasını ilk gördüğü anın 2 katına çıktı. Kafasını gökyüzüne kaldırdı. Ayakları onu taşımıyordu artık. Ve diz çöküp kaldı öylece. Zamansız ormanda uzun bir zaman kalakaldı öylece.
İşte hikayenin başında AN’da yaşayan o çocuk, bu olaydan sonra, belki aynam geri gelir diye umut etmekten kendini alamayarak, hep aynasıyla geçirdiği zamanları düşünmeye başladı. Ormanda yürümeye ve keşfetmeye devam ederken, bundan sonra hep arkasına bakacaktı. Her anını arkasını düşünerek geçirecekti. İlk keşfinde dönüp arkasına bakacaktı. Artık AN’da yaşayan o çocuk yoktu. AN bitti. Giden aynası AN’ın yerine geçti. Artık o çocuk hep aynasını bekleyecek, gelmese de arkasına bakmaktan kendini alamayacaktı. Bozulan tüm dengesi ve hisleriyle beraber…