O gün yılın son günüydü..
Adam garip bir huzursuzluk duygusuyla okuduğu kitaptan başını kaldırdı. Biraz ilerde karşısına rastlayan yerde bir kadın oturduğu banktan merakla kendisine bakıyordu. Adam, tedirginlikle bakışlarını kadının bakışlarından kaçırdı ve okuduğu kitaba geri döndü ama okuduğu şeylerden hiçbirşey anlamadı. Kadının hala kendisine bakıp bakmadığını merak ediyor ancak ona tekrar bakmaya cesaret edemiyordu. Bir süre sonra başını tekrar ürkekçe kaldırdığında kadının gözlerini kendisinden ayırmadığını gördü. Telaş içerisinde kitabını kapattı, ayağa kalktı, geri dönüp oradan koşar adım uzaklaştı. Merdivenlerden inerek bir alt kattaki odasına gitti, kapıyı arkasından kapadığında kadının iri güzel gözlerini hala üzerinde hissediyordu. Hafif bir ürpertiyle pencereye gitti, perdeleri yavaşça aralayarak dışarı baktı. Yağmur yağacak gibi görünmüyordu, buna sevindi. Geri dönüp yatağına uzanarak düşüncelere daldı. Ama başka şeyler düşünmek isterken aklına yine kendisine bakan o kadın geliyordu. Biraz sonra gözleri yorgunlukla kapandı, uykuya daldı.
Uyandığında öğlen olanlara dair hiçbirşey hatırlamıyordu, tekrar pencere kenarına giderek dışarı baktı, yağmur yoktu. Akşam yemeği için yukarı çıkması gerektiğini hatırladı, gömleğini değiştirdi ve yukarı, yemekhaneye gitmek üzere odasından çıktı. Koridor penceresinden dışarı bir göz attı, herşey yolundaydı. Yemek salonuna girdi, sırasını bekleyerek yemeğini aldı masalara yöneldi, gözüne ilk çarpan boş masaya oturarak iştahsızca yemeğe başladı. Aynı anda yanında bir sesle irkildi, karşısında yemek tepsisiyle duran kadın, öğlen kendisine bakan o kadındı ve masasına oturmak için geldiği belliydi, şaşırdı, kızardı. Kadın sorusunu yineledi ;
“ Masanıza oturabilir miyim?”
Her ikisi de kadının masaya izin istemeden oturabileceğini biliyordu, bakışlarını kaldırmadan karşısındaki sandalyeyi işaret etti. Kadın yerine bir tüy hafifliğiyle oturdu, çatalını eline aldı ancak yemeğe bir türlü başlamıyordu.
“ Haftada üç kez aynı şeyleri yemekten sıkılmıyor musunuz?”
“ Benim için fazla birşey farketmiyor. ” diye yanıtladı adam.
“ Bu gün büyük bir dikkatle ne okuduğunuzu doğrusu çok merak ettim.”
“ Eski bir kitap, zaman zaman tekrar okuyorum. ”
“ İlginç olmalı!” dedi kadın, “ Belki birgün sizden ödünç alıp ben de okurum.”
“ Olabilir!” dedi adam ürkek bir ifadeyle .
Bir süre hiçbirşey söylemeden yemeklerini yediler. Adam yemeğin sonuna doğru yavaşça başını kaldırdı, aşırı beyaz bir ten üzerinde, bal rengi gülümseyen iri gözlerle karşılaştı. Bu defa bakışlarını kaçırma ihtiyacı duymadı.
“Kitap” dedi “.. aslında bir çocuk romanı, uzun yıllar önce okuduğumda çok sevmiştim. Hala okuyorum.”
“Çocuk kitapları güzeldir.” dedi kadın, “Büyüklerden daha çok şey anlatırlar çocuklara.. Yemekten sonra ne yapacaksınız?”
“Biraz daha okuyup sonra da erkence yatmak istiyorum.”
“Akşamın bu saatinde bahçe çok güzeldir.. Yürüyüşe ne dersiniz?”
Adam endişeyle pencereden dışarı baktı, yağmur yağacağa benzemiyordu. Yine de bu öneriden tedirginlik duydu.
“Mümkün olacağını sanmıyorum.” dedi, “Her an yağmur yağabilir.” Bir kaç saniyelik sessizlikten sonra yerinden kalktı, kapıya yöneldi, sonra geri döndü;
“Belki yarın öğlen yürürüz.” duraksadı, “Tabii eğer yağmur yağmazsa.”
“ Öğlen mi, Ah! Ama bu imkansız!” diye üzüntüyle mırıldandı kadın uzaklaşan adamın ardından. Adam kapıdan çıkarak kayboldu .
Akşamodasına döndüğünde biraz şaşkın biraz da heyecanlıydı adam. Kadının teklifini düşündü, aslında bir akşam yürüyüşü gerçekten de keyifli olabilirdi. Dışarıda çiçek kokuları arasında birlikte yürüdüklerini hayal etti. Ama! Ama, ya o anda yağmur başlarsa. Elinde olmadan bir an için yağan yağmurun altında korumasız kaldığını düşündü, aynı anda gökten bir felaket gibi inen iri yağmur damlalarının boş bir varili döven çekiç sesleri gibi beyninin içinde bitmeyen yankılarla patlayacağını, delicesine düşen o sıcak damlaların altında zayıf bedeninin bir buz kalıbı gibi eriyip tükeneceğini gözlerinin önüne getirerek kaskatı kesildi, yatağının kenarına sıkı sıkı tutunarak gözlerini kapadı ve içindeki titremenin geçmesini bekledi. Neden sonra kanı çekilerek bembeyaz olmuş elleri gevşedi, kendini bitkince yatağın üzerine bıraktı.
Sabah uyandığında hemen pencereye koştu, perdeyi aralayarak dışarı baktı. Gökyüzünde pamuk yığınları gibi beyaz bulut yığınları vardı, aralarında hiç gri yağmur bulutları yoktu ama yine de tedirginlik duydu. Kahvaltıya çıkmak üzere giyindi, kitabını alarak odadan ayrıldı. Yürürken kahvaltıya gitmek için acele ettiğini fark etti, nedenini anladı. Dünkü kadını tekrar görmeyi arzuluyordu. Henüz erken bir saat olduğundan salon hemen hemen boştu. Kahvaltısını aldı, kapıyı gören bir masaya oturdu.
Canı yemek istemiyordu, bir iki lokma yemeyi denedi, sonra vazgeçti. Saat ilerlemiş kahvaltı salonu neredeyse tamamen dolmuştu, ancak kadın kahvaltıya gelmemişti. Öğle olmadan onu görmeyi istiyordu. Diğer masaları dikkatlice ve birer birer gözden geçirdi. Hayır, bu sabah kadın yoktu. Garip bir burukluk hissetti, kahvaltısına devam edemedi, tepsisini bankoya bırakarak salona, daha önce kitap okuduğu yere döndü. Onunla salonda karşılaşabileceğini ümit ediyordu. Beklediği yine olmadı, saatler geçmesine rağmen kadın ortalıkta görünmedi. Okuduğu kitaptan da birşey anlamadı, çünkü aklı kadına takılmıştı.
Öğle yemeğindeki bekleyiş de boşuna bir bekleyiş oldu. Adam hayal kırıklığı içinde yemekhaneden çıktı, artık kadını düşünmemeye çalışarak odasına döndü. Uyumak için yatağına uzandı, ilk kez pencereden yağmur yağıp yağmadığını kontrol etmeyi unuttuğunu anımsadı. Yağmayacağını umarak pencereye arkasını döndü . Birkaç dakika içinde yavaşça uykuya daldı.
Sonra yıllar sonra ilk kez rüya gördü ya da gördüğü rüyayı ilk kez hatırladı. Rüyasında, kendisini güvende hissettiği kapalı bir yerde, dışarıda yağan şiddetli yağmuru izlerken buldu -oysa normal zamanda dışarda yağmur varsa, pencereleri, perdeleri sıkıca kapar, damlaların sesini duymamak için kulaklarını pamuklarla tıkayarak yağmurun geçmesini yatağının içinde beklerdi. Çoğu kez yağmurun kesildiğini fark etmez bu yüzden saatlerce yatağa esir olurdu- .
Rüyasında dışarıda yağmur altında kendisinden yardım isteyen birini görüyordu. Kendisine yardım etmesi için ellerini uzatan kadının, kendisiyle konuşan ama hala adını bilmediği o kadın olduğunu fark etti. Yağmurdan yüzü seçilememesine -hatta aslında yüzünü de hatırlayamamasına- rağmen kadını tanımıştı. Kalp atışları bir anda sıklaştı, yüzünü ateş bastı. Ona yardım etmeyi çok istiyordu, ah ! ama bunu yapamazdı ki, asla yağmur altına çıkamazdı o. Çünkü yağmur altında kalırsa … Ve eğer o korkunç damlalar kendisine bir kez bile dokunursa.. Bunu düşünmek bile içinin titremesine, kanının damarlarından çekilmesine neden oldu. Gözlerini kapadı, yumrukları sıkılı bekledi. Gözlerini yeniden açtığında yağmur hala yağıyor, kadın da hala kendisinden yalvaran gözlerle yardım bekliyordu.
“ Tanrım bana güç ver, ona yardım etmeliyim diye inledi. ”
Ama öyle çaresizdi ki. Sanki bedenini saran çelik eller kıpırdamasına engel oluyorlardı. Yine de tüm gücünü harcayarak ayağa kalktı, bir iki adım attı ama daha fazla ilerleyemedi. Kadın kendisini kurtarması için gözleriyle yalvarıyordu. Şimdi adamla kadın arasında yalnızca damlalardan bir duvar vardı, elini uzatmak istedi, uzatamadı… Aynı anda ter içinde sıçrayarak uyandı. yatağından indi, cam kenarına giderek perdeyi hafifçe araladı ve dışarı baktı. Cama küçük damlalar çarpıyor sonra da yavaşça aşağıya kayıyorlardı, gördüklerinden irkilerek perdeyi aceleyle kapattı, ışığı yaktı ve sıkıntı içinde yatağına döndü.
Kafası karmakarışıktı. Başucundaki ilaçlarını gördü, saate baktı ilaç vakti gelmişti. Akşam yemeğe çıkmayarak odasında kaldı ve bütün gece sadece iki-üç saat uykuyla yetinmek zorunda kaldı.
Sabah kendini oldukça bitkin ve keyifsiz buldu. Herşeye rağmen acıkmıştı. Kahvaltıya çıkmak üzere isteksizce hazırlandı. Az sonra elinde kitabı kahvaltı salonuna ulaştı. Kahvaltısını alarak birgün önce oturduğu masaya yöneldi. Oturmadan hemen önce tatsız bir gecenin ardından sabahın hoş sürpriziyle karşılaştı. O anda yüzündeki ılık esintiyle sıklaşan kalp atışlarının nedeninin sadece iki masa sağında oturduğunu görmüştü. Bir kaç saniyelik tereddüt sonrasında bu defa kendisinde kadının masasına gidecek gücü buldu. Masaya yaklaştığında cesareti, geniş aydınlık bir gülüşle karşılık buldu. Kadının karşısına oturdu. Birkaç saniyelik bir sessizlikte söze nasıl başlayacağını düşünürken aynı anda kadının gözünün altındaki mor halkaları farketti.
“ Dün sizi hiçbir yerde göremedim, oysa bir yürüyüş planlayacağımızı sanıyordum. ”
Kadın mahçup bir ifadeyle gülümsedi.
“ Biliyorum, ancak gelecek durumda değildim, fenalaştım ve geceyi doktor gözetiminde geçirdim. ”
“ Üzüldüm, umarım şimdi daha iyisinizdir. ” dedi adam sözlerinin biraz da basmakalıp bir ifade taşıdığını farkederek. Oysa gerçekten üzülmüştü kadın için.
“ Bu arada.. Kitabımı istediğiniz zaman alabilirsiniz. Belki dinlenirken okumak istersiniz. ”
“ Kendimi daha iyi hissetiğimde alırım, teşekkürler. ”
Birkaç dakika konuşmadan geçti. Böyle durumlarda çok uzun bir süreydi birkaç dakika. Daha sonra olabildiğince basit konulardan seçilmiş konuşmalar eşliğinde kahvaltının da sonuna gelinmişti.
Birlikte kalktılar, oturma salonuna yöneldiler. Kadın gerçekten de oldukça bitkin görünüyordu. Adam kendi keyifsizliğini unutmuştu, daha çok kadınla ilgiliydi.
“ Bu koşulda yürüyüşü ertelemeliyiz, bu halinizle yürüyüş sizi yorabilir. ”
“ Yarına bir şeyim kalmaz, ” dedi kadın “ .. ancak size birşey söylemeliyim.. Ben.. gün içerisinde bahçeye çıkamam” .
“ Niçin ? ” diye sordu adam şaşkınlıkla.
“ Güneşe dayanamıyorum. ”
“ Nasıl yani? ” dedi adam artan bir şaşkınlıkla,
“ Güneş altında kaldığımda kuruyorum, bütün kanım çekiliyor, kurudukça da küçülüyorum. Bu yüzden asla güneşe çıkamam ben. ”
Adam bir an sessiz kaldı, sonra da ;
“ Öyleyse siz de güneşe çıkmazsınız “ dedi, “ Ama bu çok saçma ! ” diye
geçirirken içinden, “ Biz de uzun koridor yürüyüşleri yaparız. ”
Sevindi buna kadın. Dinlenmeye gitmek üzere ayrılırlarken ertesi gün kahvaltıda görüşmek üzere sözleştiler .
O sabah herşey daha iyi görünüyordu. Kadın kendini gerçekten toparlamış, güzel gözlerine yine aynı canlı ve sıcak bakışlar yerleşmişti. Kahvaltıda buluştuklarında ‘ Güçlü kadın ’ diye geçirdi adam aklından. Sonra öğle yemeğine kadar yüksek tavanlı, yumuşak renkli, huzurlu manzara resimleriyle süslenmiş koridorlarda yürürken havadan sudan konuştular ancak birbirlerinin geçmişine dair hiçbir şey sormadılar.
Daha sonra öğle saatinde adam yemeğe giderken kadın da bir iki saat uyumak üzere odasına döndü.
Sonraki hafta birbirine benzeyen ancak daha keyifli günlerle geçti. Sözleştikleri gibi koridorlarda yürüdüler, konuştular, kitap okudular, yemek yediler. Zaman zaman kadın yorulduğunda adamın koluna yaslanıyordu. Böyle anlarda adam içini bir heyecan dalgasının kapladığını fark ediyor aynı anda kadının teninden yayılan huzur veren kokusunu duyumsayarak o anın olabildiğince uzamasını diliyordu. Bazen de adam birşey anlatırken fark etmeden elini kadının omzuna koyuyor, bu defa kadın adamın ellerinden bedenine sıcacık bir güven ve şefkat duygusunun aktığını fark ediyordu.
Dostluklarınınüçüncü haftasında kadın yine hastalanarak iki gün doktor kontrolünde kaldı. Adam, kadın için endişeleniyor, zaman geçmek bilmiyordu. Bu süre içerisinde canı hiçbirşey yapmak istemedi. İştahsızdı. Sonunda yine görüştüler. Günler geçerken geniş salondaki dinlenmelerin birinde kadın uzun zamandan beri ilk kez adamın geçmişine ilişkin sorular sordu. Adam biraz da gergin sisler arasından hatırladıklarını anlattı. Renkli ve hareketli bir yaşamı hiç olmamıştı. Evet, bir zamanlar evliydi ama onbir yıl önce eşi ölmüştü. İçine kapanık kişiliği yüzünden eşinin ölümünden sonra tamamen kabuğuna çekilmişti. Son altı yıldır da buradaydı işte. Doğrusu anlatılacak fazla bir şeyi yoktu.
Adam aynı soruları kadına sorma cesaretini gösteremedi, zira onun dışarıyla herhangi bir bağının olması ve gitme ihtimali kendisini oldukça tedirgin ediyordu.
Kadınsakendiliğinden; o güne kadar özgür ve kendi halinde bir yaşam sürdüğünden ama yaşamı sırasında insanlara duyduğu güven ve sunduğu sevginin her zaman dönüp kendisini yaralayan bir silah haline geldiğinden, bu yüzden de uzun zamandır küçülttüğü dünyası içerisinde kendi kendisine yetmeye çalıştığından bahsetti. Yıllar boyunca hep kendi ayakları üzerinde durmak zorunda kalmış, bir bakıma yaşamla mücadele etmeyi öğrenmişti. Ama sonunda biraz yorgunluk belirtileri kendini göstermeye başlamıştı, bu yüzden de son birkaç aydır buradaydı. Adam bunları dinlerken bir yandan da kadının bir ilişkisi, herşeye karşın kendisini dışarıda bekleyen biri olup olmadığını merak ediyor ama bunu sormaya çekiniyordu. Belki onu dışarıda bekleyen, kadının bahsetmek istemediği bir aşık vardı kim bilir. Kadın adamın düşüncelerini okumuş gibi birden apansız soruverdi .
“ Sen hiç aşık oldun mu ? ”
Adam bu beklenmedik soru karşısında irkildi, garip bir ifadeyle kadına baktı. Cevap veremedi. Aklından yoksa sesli mi düşünüyorum diye geçirerek endişelendi. Kadın tekrarladı ;
“ Aşk için ne düşündüğünü merak ediyorum, lütfen söyle bana, sence aşk nasıl birşeydir ? ”
Adam yutkundu, üzerinde düşünmeyeli gerçekten çok uzun zaman olmuştu. Kolay ve kabul edilebilir bir yanıt aradı, karşısındaki gibi duyarlı bir insana herhalde “ Aşk kırmızı bir kurdeledir. ” gibi kestirme ve aptal bir cevap verilemezdi. Kendini tarttı, yeniden geçmişi düşündü. Söyleyeceklerini toparlamakta zorlandı. Ayağa kalkıp koridorda yürümeye başladılar. Kadın soran bakışlarını sürdürüyordu.
“ Çocukluğum kadar uzaklarda kalan bir duyguyu soruyorsun bana, ama yine de yanıtlamaya çalışayım.. Aşk, sanırım uzun süre sunulamayan bir sevginin, insanın içinde birikerek patlamaya hazır bir duygu yoğunluğuna dönüşmesidir. ”
“ Öfke gibi mi yani ? ” diye sordu kadın.
Adam aradaki benzerliği düşünmemişti.
“ Evet.. Belki de ortaya çıkışı öfkeyle benzerlik gösterebilir.. Tabii kaynakları çok farklı. ”
“ Yani bu görüşe göre aşk önce bir bireyin içinde mi baş verir, yani insan karşısında biri olmadan da aşka hazır mıdır bir anlamda ? ”
“ Sanırım öyle! ” dedi adam, “ Bu tarif benim aşk anlayışımı daha iyi ifade ediyor. ”
“ Bu durumda kendini aşık olmaya hazır hissettiğinde karşına çıkan herhangi birine aşık olunabilir. Öyle mi? ”
“ Sanırım olunabilir. ”
“ İlginç ! ” diye yanıtladı kadın, “ Hiç böyle düşünmemiştim. Genellikle insanlar farklı yorumlarlar aşkı.”
“ Herkese bunları sorar mısın ? ” dedi adam hayal kırıklığı içinde.
Kadın yüzüne yayılan aynı sıcak gülümseyişle cevapladı.
“ Hayır, son kez aşk üzerine konuştuğum gün o kadar gerilerde kaldı ki hatırlamıyorum bile ! ”
Adamın alınganlığı geçmemişti. Kırgın bir ifadeyle sordu ;
“ Sanırım sen çok farklı düşünüyorsundur bu konuda. ”
“ Benim aşk anlayışımda önyargılar, beklemeler, hazırlıklar yoktur ! ”
dedi kadın, “Herşeyi önceden tasarlanmış bir aşk biraz da kurgu bir aşktır. Gerçek aşkınsa ne zaman nerede karşımıza çıkacağı belli olmaz. Yalnızca o geldiği anda gelenin aşk olduğunu anlayabilir insan. ”
Adam kadının geçmişinde yaşadığı aşklara ait herhangi birşey sorma cesaretini kendinde bulamadı, çünkü kadının anlatabileceklerinden peşin bir kaygı duyuyordu.
“ Yani senin anlayışına göre benim aşk anlayışım bir anlamda yapay, zoraki bir aşk anlayışımıdır ? ” diye sordu bu kez biraz da öfkeyle.
“ Yani acıkınca yemek yemek, uykusu gelince uyumak, aşka özlem duyunca da bir süreliğine aşık olmak gibi.. ”
“ Ah hayır ! Bunu kastetmedim. ” diye yanıtladı kadın yumuşak bir sesle,
“ Ben sadece kendi adıma konuşuyordum. Aslında yöntemler çok da önemli değil, önemli olan bu duygunun aynı zamanda aynı yerde ve aynı kişilerce paylaşılıyor olmasıdır. ”
Adam hafiflediğini hissetti. Kadın, bunları söylerken dışarı bakıyordu, Adam, tam birşey söylemek üzereyken kadın hafifçe yan döndü, güzel gözlerinde iki damla yaş dışardan gelen ışıkla parladı ve söndü. Adam söyleyeceği şeyi unuttu, içinin sevgiyle aydınlandığını hissetti, kadını kendine çekip göğsüne bastırdı.
“ Bağışla beni.. Ne kadar aptalım, yol ve yöntemlerin canı cehenneme. Aşk üzerine söylenmiş ve söylenecek ne varsa şu anda, soluk aldığımız bu yerde aramızda yaşanıyor. ”
Kadın başını adamın göğsüne yasladı, iki kristal damla gözlerinden koparak minicik şeffaf gezegenler gibi sessizce boşluğa yuvarlandılar.
“ Ben de seni seviyorum ve buradan gitmek istiyorum, sevgimizi dışarıda sınırsızca yaşamak istiyorum. ” dedi adam içinden taşan bir heyecanla..
Ama aynı anda dışarı çıkamayacağını anımsayarak sarsıldı.. Gözlerinden yağmur altında kalışı, damla damla, bir parça kar ya da şeker gibi eriyişi geçiyordu . Karmakarışıktı, içi isyanla doldu.
“ Ama dışarı çıkamayız ki ! ”
dedi hüzün içinde kadına sarılmaya devam ederek,
“ Bu ikimiz için de imkansız biliyorsun. Ne bu lanet yağmurlar izin verirler benim dışarıda yaşamama ne de acımasız güneş seninkine. ”
Kadın gözlerini kaldırdı, bu defa yaş yerine kararlı ve güçlü bir bakış yansıyordu güzel gözlerden,
“ İmkansızlık kavramı sadece kafalarımızın içindedir. Birlikte herşeyin üstesinden gelebiliriz biz. ” dedi, “ Hatırlasana, sen yağmur altında yaşayamazsın ama ben seni koruyabilirim, yağmur bana zarar veremez, sana kol kanat gerer, yağmura engel olurum, asla ıslanmana, yok olmana izin vermem, asla ! ”
Adam bir an için bunun gerçek olup olamayacağını düşündü, tereddüt içindeydi, içinde yağmurun düşmanlığıyla kadının sevgisi kıyasıya savaşıyordu. Birden içi sevinçle doldu, olabileceğine inanmıştı.
“ Tanrım, bunu yapabileceğini, beni yağmurlardan koruyabileceğini biliyorum ve bende seni güneşin acımasızlığından koruyacağıma, kuruyup gitmene asla izin vermeyeceğime yemin ediyorum, ne güneş, ne de başka birşeyin seni incitmesine razı olamam. Seni artık hiçbir şekilde kaybedemem..
Uzun bir süre birbirlerine sarılı kaldılar.
O gün, hüzünlü geçen bir yılın son günüydü..
Şehrinen ünlü sinir ve ruh hastalıkları kliniğinin başhekiminin telefonu sabah saat dörtte acı acı çaldı, geniş yatakta yatan kadın telaşla doğrulurken, adam da başucundaki gece lambasını yakarak çalmaya devam eden telefona uzandı. Telefonun diğer ucunda bu gece klinikte görevli genç nöbetçi doktor vardı. Sesi telaşla titriyordu ;
“ Özür dilerim efendim ama çok beklenmedik birşey oldu. Bu gece hastalarımızdan ikisi, bir kadın ve bir erkek kaçmışlar. Çok üzgünüm efendim, daha önce başımıza hiç böyle birşey gelmemişti. Görevli hastabakıcı kadının odasını boş bulmuş, adamın odasındaysa sadece eski bir çocuk kitabı bırakılmış. Nereye gittiklerine dair en ufak bir ipucu yok, güvenliğe hemen haber verdim, ne yapmamı istersiniz ? ”
“ Pekala doktor. ” dedi başhekim , “ …gerisiyle ben ilgilenirim, siz raporunuzu yazarak masama bırakın. ”
Hafifçe doğrularak sırtını yastığa dayadı. Yüzündeki sert ifade yumuşamıştı. Karısı endişeyle kötü birşey olup olmadığını sordu. Klinikte olan biten herşeyden haberdar olan yaşlı başhekim yüzünde bir gülümsemeyle karısına döndü, saçlarını okşadı. Kadın hiçbirşey anlamamıştı
“ Merak edecek birşey yok canım” dedi, “ Hastalarımızdan ikisi yağmur ve güneşle yeniden dost olmaya karar vermişler hepsi o kadar. Haydi sen uyumaya çalış. ”
Karısına sevgiyle sarıldı.
Uzakta gün ışımaya başlıyordu.
Ve o gün, yeni yılın ışıltılı ilk sabahıydı..