Derin bulutların üzerindeydim. Değişiyorlar, birleşiyorlar, uzuyorlar. Birbirlerinin içinden geçip dağılıyorlardı. Dev gibi bir tanesinin üzerindeyken, dağıldı beyaz bulutlar. Turkuvaz çıktı karşıma arasında turuncu dalgalar ince kırmızı çizgilerle sonsuza uzanan bir duvar, üzerinde beyaz kapılar. Uzayan bulutların üzerinde eğilirken ben sağa sola, anladım, ölmüştüm. Fantastik bir rüya değildi gördüğüm. Uyanmayı bekledim yine de. Sonsuza kadar kalamazdım bu kapıların önünde, yol gösterecek kimse de gelmedi; Ne tanrı, ne melekler, ne şeytan! Etrafında turuncular olan kapıya yaklaştım. Üzerinde spiral olan anahtarı çevirip açtım kapıyı.
“Ne kadar güzel gözleri var” dedi sevgiyle bebeğine bakarken babası. “Evet çok güzel” dedi annesi, gözleri parladı. Mutluydular. Ağladı bebekleri gözlerinden yaşlar gelinceye kadar. Kızamık oldu bir gün annesi iyileştirdi onu. Oyuncak eviyle oynardı hep, içinde minik insanlar olan hayaller kurardı. Kovalardı kertenkeleleri
babaannesinin kocaman bahçesinde. Elma ağacındaki salıncakta sallanırdı. Arkadaşlarını da sallardı. Severlerdi onunla oynamayı. Saklambaç oynarlardı en çok ağaçların arasında. Bahçedeki en büyük ağaca oyun evi yapmıştı babası. Okula gitti. En güzel A harfini o yazdı. En güzel kış resmini o çizdi, o güzel gözlü kız. 2 ile 2’yi en iyi o topladı. 14 yaşında aşık oldu; platonik.
Kedisi vardı siyah, bir gözünün etrafı beyaz. Bir de köpeği oldu, oyuncak ayı çekiştirmeyi seven. Annesiyle su kaplumbağası aldılar bir cuma günü, sonra birlikte çukulatalı pasta yaptılar. Üniversiteye gitti veteriner olmaya güzel gözlü kız. Sokak köpeklerini kedilerini besledi hayatı boyunca. Evlendi 26 yaşında. Bahçeli bir evde kedileri ve köpekleriyle mutlu mutlu yaşıyorlardı, sürekli gülümseyen kocasıyla. Çocukları oldu. Küçük yaramaz bir oğlan. Güzel hikayeler yazdı bütün sevdiği hayvanlar için. 80 yaşında huzurlu ve mutlu bir hayata veda etti. Gözyaşları içinde kaldı kocaman yaramaz oğlu.
Derin bulutların önünde buldu kendini. Değişiyorlar, birleşiyorlar, uzuyorlar, uzuyorlardı… Birbirlerinin içinden geçip dağılıyorlardı. Giderken bulutların üzerinden sonsuza uzanan duvar çıktı, mavileşip dağılan bulutların arasından, üzerinde beyaz kapılar. Anladı ölüydü. Bekledi…bekledi… Yol gösterecek kimse gelmedi. Ne tanrı, ne melekler, ne şeytan! Üzerinde oturduğu bulutlar dağıldılar Düştü mavi bulutların içine. Karşısında üç spiralli anahtarı olan kapı…
“Bebek ters” dedi hemşire; dökerken rüzgar, kırmızı ağacın yapraklarını kadınların üzerine. Ters duruyordu bebek çevirmek zorundaydı. Doktorda gelemedi. Hemşire 3 saat uğraşıp annesinin karnından çıkardı bebeği. Hala dökülüyordu kırmızı yapraklar. Bir oğlan diye bağırdı hemşire gökyüzüne kaldırırken bebeği. 8. oğlan. Bakamadılar. Evlatlık verdiler çocuğu olmayan akrabalarına. Kitapların arasından çıkmazdı hiç. Kızlar delice aşık olurlardı ona, kırmızı yaprakların altında doğduğundan mı? Küçük robotlar yapardı, el kadar, parmak kadar, böcek gibi robotlar, 10 gözlü robotlar. Profesör oldu. Öğrencileri aşık oldu. Kesin kırmızı yapraklar yüzünden.
Dünya tanıdı onu, robotlarını. Robotlarıyla yaptıklarını herkes bildi. 46 yaşında aşık oldu kızıl saçlı bir kadına sonbaharda dökülürken ağaçlardan yapraklar. Mavi yolculuğa çıktılar birlikte. Batınca gemi, kadına yalnızca robotlar kaldı.
Kocaman derin bulutların üzerindeydi, birbirlerinin içinden geçip dağılan. Öldüğünü anladı hemen fantastik düşler görmezdi yaşarken. Bulutların arasından kırmızıya dönüşen sonsuz duvar çıktı karşısına. İçinde mavi dalgalar azalırken kırmızılar, ince mor çizgilerle çoğalıyordu maviler. Gelmedi hiç kimse, Ne melekler, ne şeytan, ne tanrı! Yukarı doğru yükseldi ayağının altında tül gibi ince bir bulutla. Yükseldi sonsuz duvarın önünde. Morların içindeki kapıdan girmek istedi 7 spiralli anahtarı olan. Çevirip anahtarı 7 kez açtı kapıyı.
Dünyaya geldiğinde hiç ağlamadı. Annesinin yaz aşkıydı babası. Gitmişti uzaklara. Haberi bile yoktu ondan. Ağlattı zorla doktorlar onu. Dünyaya hoş geldin ağla. Ama o güldü hep. Rengarenk boyalı bir karavanda yaşıyorlardı. Resim yapardı annesi dünyayı dolaşırken. Neşeli küçük bir kızdı evlere resimler yapan. Kızarlardı ona, sildirirlerdi yaptığı resimleri ama o silmeye başlar sonrada kaçardı. İnsanı mutlu eden resimler yapardı. Annesi oradaki herkesin resmini yaptığında giderlerdi başka yerlere. Kıkırdardı küçük kız arkasında bıraktığı boyalı evlere bakarak. Kazandığı paralarla annesi oyuncak tren almıştı ona 6. yaş gününde, karavandan çıkmadı günlerce. Bir bahar sabahı evden kaçmış özgür ruhlu bir papağan konunca karavanın renkli penceresine, çıktı dışarı.
Arkadaş oldular, omzunda dolaştı hep papağan. O da resim yapardı annesiyle. Bir keresinde kocaman bir ağacı süslemişti oyuncaklarının resimleriyle. İnsanlar günlerce seyretmişti. Büyüyünce, annesiyle dünyayı dolaşmaktan sıkıldı. O kadar çok yer, o kadar çok insan görmüştü ki. Burası güzel diye düşündü deniz kenarında, evlerinin duvarları sarmaşıklarla kaplı bir yer. Boş kalan yerleri de o boyadı. Annesini en son gördüğü yer. İçi cız etti ama yine de kalmak istedi burada ölene kadar. Oyuncakçı dükkanı açtı çocuklar çok sevindi. Kendisi gibi neşeli bir kız getirdi dünyaya. Oyuncakları çok seven kocasıyla ölene kadar orada yaşadı. Sarmaşıklarla kaplı boyalı evlerin olduğu o yerde, deniz kenarında.
Kocaman derin bulutların üzerindeydi. Değişiyorlar, birleşiyorlar, uzuyorlar… Dağılırken bulutlar çıktı karşıma mavi, içinde ince sarı çizgiler. Turkuvaza dönüştü. Sonsuza uzanan duvar, üzerinde beyaz kapılar kocaman anahtarları olan beyaz kapılar. Evlerin duvarlarını ben bu kadar güzel renklere boyamadım hiç diye düşündü. Ayaklarının altından dağılınca bulutlar düşmeye başladı. Kapılardaki anahtarlardan birini yakaladı. Anladım ölmüştüm! Yine ölmüştü. Yine ölüydüm yine. Neden hiç kimse gelmiyordu. Tanrı? Melekler? Şeytan bile gelmiyordu. Ölümle yaşam arasında sonsuza uzanıyordu kapılar. Sararıp mavileşen beyaz kapının çevirdi 2 spiralli anahtarını girdi yaşama.
Kozanın içinden çıktı 8 bacağıyla parlak renkli, küçük bir meyve örümceği. Plesiometa örümceği. Ağaçların altındaki çalılarda ağını ören bir örümcek. Sessiz bir günde dev kız böceklerinin saldırısına uğradı ama kurtuldu. Korku ve endişeyle devam etti hayatına. Bir gün yaban arısına benzeyen ince uzun metalik mor gövdeli ufacık bir yaratık yakalanmıştı ağına uzun antenlerinden. Ön ayaklarıyla kurtarmaya çalışıyordu yapışkandan antenlerini. Biraz sonra suya düştü bütün ümitleri çırpınarak sağa sola dönmeye başladı çılgınca
Plesiometa’nın yapışkan ağında. Bir gün uzun ince bacaklı bir yaban arısı uçarak gelip, iğnesini batırdı ağzına Plesiometa’nın donup kaldı örümcek. Karnına bırakıp yumurtalarını, uçup gitti yaban arısı.
Kendine geldi Plesiometa karnındaki yaban arısı larvalarından habersiz devam etti yaşamına. İki hafta sonra birdenbire tombul yaban arısı larvası ele geçirince örümceğin beynini. 40 kere gidip geldi aynı yerde Plesiometa hiçbir işine yaramayan bir ağ ördü durup ortasında öldürülmeyi bekledi.
Derin bulutların üzerindeydi yine. Sonsuza uzanan duvar, sonsuz beyaz kapılar. Yine ölmüştü! Gelmiyordu hiç kimse yol gösterecek. Tanrı? Melekler? Şeytan… Sonsuza kadar kalamazdı kapıların önünde. İçindedir beklide hayatın yol gösterici. Etrafı sararan beyaz kapının 5 spiralli anahtarını çevirdi yeniden yaşamak için.
Annesi hamileyken ona, maviler giymişti oğlan olsun diye ama o tam babasının istediği gibi kız oldu. Raci dediler adına. Alıp kucaklarına merdivenlerden çıkarıp indirdiler; dünyada inişe geçmeden önce yükselsin diye.
Kötü ruhları kaçırmak için beşiğine çıngıraklar astı babası. Kesti annesi ilk buklesini yaşamı sona erdiğinde varolma çemberini tamamlayarak rahatça gitsin diye. Saklandı ömrü boyunca dişleriyle saçları. İlk doğum gününde ay şeklinde yapıldı kekler, söndürünce tek üflemeyle mumları Raci, Artemis hoşnut kaldı. İnce kemikli güzel bir kadın oldu büyüyünce Raci. Uzun siyah saçları derinden gelen bakışları vardı. Kontrbas çalardı. O kadar ruhuyla çalardı ki, orkestradaki mavi gözlü kadın kıskandı Raci’yi baktı ona kem gözlerle.
Koruyamadı hiçbir nazar boncuğu altüst oldu hayatı. Ruhu karardı çalamayınca kontrbas. Geleceğini bilmek isteyen Raci gitti falcıya, uzun ince yolun sonundaki eciş bücüş evde oturan falcı karanlık bakışlı, siyah saçlı, siyah tenli, simsiyah bir kadın. Yedinci çocuktan olma yedinci çocuk olarak geldiği için dünyaya geleceği görme güçleri vardı. Beyaz çarşaflar giymiş bağdaş kurmuş yere geleceğini bilmek isteyen Raci’ye buradan çıkınca sen merdivenlerden ineceksin, çıkacaksın, ineceksin, Çıkacaksın, ineceksin, çıkacaksın… şimdi git dedi. Gitti Raci kararmış ruhuyla indi merdivenlerden. İndi…İndi…İndi… Merdivenlerden
Çıktı…Çıktı… Merdivenlerden çıktı…Çıktı…
İndi çıktı ölene kadar.
Derin bulutların üzerindeydim. Altıncı kez. Değişiyorlar, birbirlerinin içinden geçiyorlar. dönüşürken turuncudan maviye dağıldı bulutlar. Sonsuza uzanan duvarın önündeydim altıncı kez. Beyaz kapıların önünde sonsuza kadar… Falcı doğaüstü güçleri aldatmak, onları kimsenin ölmediğine inandırmak için şarkı söyleyip dans ederek indi merdivenlerden. Geldi Raci’nin yanına. Kendine yeni bir yaşam aramasın diye Raci kapattı gözlerini kendi elleriyle. İnce bulutların üzerindeyken ruhu maviden beyaza dönüşen sonsuz duvar kayboldu. Kayboldu kapılar sonsuza kadar.