Ailemin de dahil olduğu kalabalık bir akraba topluluğu, yaşlı atalarının göçmen geldikleri o eski zamanlardan beri sanki birlikteliklerinden doğan gücü duyumsamak ve paylaşmak istercesine her ayın ilk pazarı bir araya gelir, ailedeki kadınların hazırladıkları o usta işi lezzetli yemekleri yerken bir taraftan da hasretle eski güzel günleri anarlardı. Neşeli kahkahalara karışan çocuk seslerinin, büyük iki katlı eski evlerin yüksek ve süslü ahşap tavanlarında çınladığı toplu yemek geleneği çok uzun yıllardan beri hiç bozulmamıştı .
Onu ilk kez bu yemeklerin birinde fark ettim. Daha doğrusu çocukluktan gençliğe geçiş çağımda olduğumdan farklı bir gözle ilk kez gördüm denilebilir. Küçük kardeşimle onu yıllardan beri “Sevda Teyze” diye çağırıyorduk. Yaşı sanırım benim yaşımın iki katına yakındı. Aslında her ne kadar “ teyze ” diye çağırsakta onun gerçekte çok uzak bir akrabamız olduğunu biliyordum. Şişman, bıyıklı, kalın gözlüklü, güleç yüzlü, yaklaşık elli yaşlarında ve enişte diye hitap ettiğimiz bir kocası, sekiz-on yaşlarında iki tane çocuğu vardı. Bir ilkbahar ayında, herkesin katıldığı meşhur yemeklerden birinin hazırlığı esnasında hazırlananları izlemek üzere büyük bir telaş yaşanan mutfağa girdim, bir köşeye çekilip ustaca bir iş bölümü içerisinde ve aralarında annemin de bulunduğu yemek hazırlayan kadınları izlemeye başladım. Uzunca bir süre kimse varlığımın farkına bile varmadı. Sonra yaptığı işten başını kaldıran Sevda teyze ile yüz yüze geldik.
“ Dışarda mis gibi bahar havası varken senin mutfakta ne arıyorsun bakayım?”
“ Sizin güzel yemeklerinizden çok fazla yiyebilmek için sabah kahvaltı etmedim, şimdi de açlıktan ölüyorum. Dışarda bekleyecek halim kalmadı ben de hiç olmazsa yemek yapanları izleyip avunayım dedim.”
Bu acındırmaya güldü.
“ Vah yazık sana. Öyleyse şu böreğin tadına bir bak bakalım iyi pişmiş mi. ”
Yemeğe çalıştığım börekten ağzım yanarken konuşamadığımdan başımı sallayarak böreğin yeterince güzel olduğunu anlatmaya çalıştım. Herhalde komik görünüyordum ki halime gülmeye başladı.
O gülerken ben de ilk kez Sevda Teyze’ nin çok güzel beyaz bir teni, kendinden sürmeli siyah parlak gözleri, düzgün beyaz dişleri ve her iki yanağındaki küçük gamzeleriyle insanın içini ısıtan çok özel bir gülüşü olduğunu fark ettim.
“ Bedava yemek yok , hadi şu sebzeleri bahçedeki muslukta güzelce yıka da gel bakalım! ”
Sebzeleri alırken bu kez de gözlerim o küçük ve becerikli narin ellere takıldı. Dönüşte sebzeleri verirken özellikle ağırdan alarak ellerini biraz daha inceledim ve biraz daha ileri giderek boşta kalan elini bir kaç saniye elimde tutarak onlara yakından baktım.
“ Sevda Teyze ne kadar güzel ellerin var senin. ”
Sevda teyze bu beklenmedik hareket ve alışık olmadığı iltifat karşısında şaşırdı, elini telaşla geri çekti. Utançtan yanakları kızarmıştı. Sözlerimi ciddiye alıp yanakları kızardığı için içimde garip bir haz duydum.
“ Neresi güzel, ev kadını elleri işte.”
Sebzeleri doğranmak üzere diğer kadınlardan birine uzatırken bu kısa diyaloğun diğer kadınlar tarafından duyulup duyulmadığını anlamak için sessizce etrafa göz gezdirdi. Hayır bu telaş içinde kimse konuşulanları fark etmemişti. Ne de olsa on dokuz yaşındaydım
-aslında onsekizimi yeni bitirmiş ondokuzdan gün almıştım- ve bu diğer kadınların duyması halinde utanılacak bir şey olurdu sanırım. Yanaklarındaki kızarıklık hala geçmemişti, ama artık o bana bakamıyordu . Oysa ben köşemde kollarımı kavuşturmuş sürekli onu izliyordum.
Sonunda dayanamadı .
“ Hadi bakalım sen burada çok kalabalık ettin.. artık dışarı. ”
Onu daha fazla huzursuz etmemek için ağır adımlarla dışarı çıktım.
Oynadığım oyundan müthiş hoşnut yemekte, uzun masada özellikle onun karşı çaprazına gelecek bir sandalye seçtim. Zaman zaman bakışlarım bir kaç saniyeliğine üzerinde yoğunlaştığında Sevda teyze telaşlanarak ya hemen yanındakilerle konuşmaya başlıyor ya da yerinden kalkıp servise yardım ediyordu. Yemek bitip ayrılma zamanı geldiğinde vedalaşmak üzere onu en sona bıraktım. Veda için yanaklarımdan öperken Sevda teyzenin huzursuzluğunu açıkça belli oluyordu. Onu cesaretlendirmek istercesine ellerini yumuşakça sıktım ve bir kez daha yanaklarının kızarmasına neden oldum. Buna engel olamadığı için kendine kızdığına, yanaklarındaki kızarıklığın diğerleri tarafından fark edilmemesi için dua ettiğine yemin edebilirdim.
Sonunda annem , babam ve kardeşimle eve döndük . O gece geç saatlere dek uyku tutmadı, uykuya daldıktan sonra da rüyalarımda hep Sevda teyze ile uğraştım. Karanlıklar içinden bana ellerini uzatıyor, ama ben onları tutamadan geri çekiyordu. Bana gülümsüyordu, ama göz pınarlarında parıldayan yaşlar vardı.
Son yemekteki bu kısa yakınlaşmadan fazlasıyla etkilenmiş artık gün içerisinde onu düşünüyor, akşamlarıysa onunla ilgili hayaller kuruyordum. Bir akşam yatağıma uzandığımda onu ilk kez çıplak hayal ettim. Yaptığımdan huzursuz bir utanç duymama karşın aynı zamanda içimi sıcak bir istek ve sahiplenme duygusunun doldurduğunu şaşırarak duyumsadım. Sonra kocasını ve çocuklarını düşündüm. Enişte. Küçük Sema ve Salih. Yaptığım işte bir yanlışlık vardı. Bir süre öncesine dek teyze diye hitap ettiğim bir insan için böyle şeyler düşünmemem gerektiğini biliyor ama belki de içinde bulunduğum yaşın etkisiyle bunu bir türlü başaramıyordum.
Aradan bir süre geçtikten sonra bu kez de bir sonraki ayın toplu yemeğinin derdine düştüm. Anneme bunu sorduğumda elinde düğmesini diktiği gömleği bırakıp gözlüklerinin üzerinden bana baktı.
“ Hayrola ? Her defasında zorla gelirdin akraba yemeklerine. ”
“ Evet ama bu son yemek gerçekten eğlenceliydi. ”
diye yanıtladım, düşüncelerimi gözlerimden okunmasından korkarak,
“ Hem büyüdüm artık, akrabalarla bir arada olmak benim de hoşuma gidiyor. ”
“ Önümüzdeki ayın ikinci pazarı. ”
Annem elindeki dikişe geri döndü.
Demek onu tekrar görebilmek için yaklaşık iki hafta daha beklemeliydim, onbeş uzun gün, üçyüzaltmış geçmek bilmez saat. Acaba o da bir sonraki akraba yemeğini benim gibi heyecanla bekliyormuydu, yoksa düşündüklerim ve hissettiklerim saçma bir kuruntudan mı ibaretti sadece?
Bunu anlamak için iki hafta daha beklemek zorunda olmak fazlasıyla canımı sıkıyordu. Zor geçmesine rağmen Sevda teyzeyi bir kez daha görebilmek için beklemek zorunda olduğum süre nihayet sona erdi ve tüm akrabalar yeni bir yemekte, başka bir akraba evinde bir araya geldiler. Bir kaç merhaba ve hatır sormadan sonra yine soluğu mutfakta aldım. Mutfak alışıldığı üzere kalabalık ve hararetli bir yemek hazırlama talaşına sahne oluyordu.
Mutfağa girdiğimi önce annem fark etti;
“ Sen yine burada mısın? İyice mutfak kuşu oldun artık ! ”
“ Bu güzel yemekler sofraya gelene kadar zor sabrediyorum zaten, bari pişerlerken kokusundan istifade edeyim. ”
“ Tövbe yarabbim.. Duyan da evde yemek pişmiyor sanır ! ”
Ben annemle konuşurken Sevda teyzenin arkası dönüktü, ama sesimi duyduğunu biliyordum. Ben tepkisini heyecan içinde beklerken o bana yüzünü dönmekte acele etmedi. Ancak bir kaç dakika sonra bir nedenle benim bulunduğum köşeye döndüğünde içimden yukarı yükselen yakıcı ve tatlı bir heyecan dalgası bir ay boyunca düşündüklerim ve hissettiklerimin boşuna olmadığını bana kanıtlamış oldu. Israrlı ama içtenlikli bakışlarım Sevda teyzenin yüzünde saniyeler süren sıcak ve ışıklı bir gülüşle karşılık bulmuştu ama bu kez heyecandan kızaran ben oldum.
Ne yapıp edip onunla konuşmanın bir yolunu bulmalıydım çünkü bu kez bir yemek süresince onu seyredip sonra hiç bir şey olmamış gibi gidemezdim. Üstelik de söze ben girmeliydim, çünki ben konuşmadığım sürece onun sonsuza dek ağzını açmayacağını adım gibi biliyordum.
Bu arada onun için böylesine farklı duygular içimde uyanırken onu hala Sevda teyze diye anmak saçma gelmeye başlamıştı, o teyzem falan değil sadece çok uzak bir akrabaydı o kadar.
Ben konuşmak için bir bahane ararken annem imdadıma yetişti; Yaşça Sevda teyzeden daha büyük olduğundan -tanrım ona hala Sevda teyze diyordum- rahatlıkla kendisinden bir şeyler yapmasını isteyebiliyordu.
“ Sevdacığım bu soğanlar yetmeyecek, aşağı kilerden üç beş baş daha getiriversen ! ”
İşte bu benim için umulmadık bir fırsattı, hemen atıldım ;
“ Ne ! Aşağıda bir kiler mi var sahi, ben bugüne kadar hiç kiler görmedim. ”
“ Zamane çocukları işte ne bilsin mahzeni kileri ! Hadi çok istiyorsan Sevdayla sen de aşağı inip gör neye benzediğini. ”
Sevda teyze endişe içinde tutulup kalmıştı. Şaşkın bakışlarla bana bakıyordu. Bu bakışlarını sürdürürse annem bir şeylerden kuşkulanabilirdi. Sonunda eline bir tepsi alarak çaresiz kilerin yolunu tuttu. Annem arkamızdan seslendi ;
“ Biraz da patates getirin bari gelirken ! ”
Sevda teyze ürkek bakışları, küçük ve hızlı adımlarıyla önde, ben arkada ahşap merdivenlerden evin mahzenindeki geniş kilere indik. Kiler soğan ve nem kokuyordu. Yüzüne baktım, Sevda teyzenin konuşmakta zorlandığı belliydi. Yine de ;
“ Ben soğanları seçerken sen de alttaki çuvallardan birini açarak patatesleri çıkarıver. ” dedi.
Çuvallardan birini açıp bir kaç tane patates çıkardım.
“ Bu kadar patates yeter mi sence ? ”
Bakışları elindeki soğan dolu tepside, yanıtladı ;
“ Sekiz-on tane olsun işte ! ”
Elimde patateslerle yanına gittim.
“ Neden yüzüme bakmıyorsun? ”
Kilerin loş ışığında bile kızardığı belli oluyordu. Bakışlarını yavaşça elindeki tepsiden kaldırdı;
“ Biliyor musun ! Bir önceki akraba yemeğinde daha önce farkına varmadığım bir şey fark ettim. Sadece ellerinin değil senin bütünüyle çok güzel bir kadın olduğunu ! ”
İnce kaşları çatıldı ;
“ Böyle şeyler söylememelisin. ”
“ Neden söylememeliymişim? ”
“ Bu tür şeyleri yaşıtın kız arkadaşlarına söylemen gerekir… Hem ben senin teyzenim, senden çok büyüğüm. ”
“ Benden büyük olabilirsin ama benim teyzem falan değilsin, biz sadece çok uzak iki akrabayız seninle. ”
“ Yine de söylememelisin ! Haydi yukardan bekliyorlar. ”
Hızlı minik adımlarıyla kilerin kapısına yürümeye davrandı. Tam yanımdan geçerken onu kolundan tutarak durdurdum.
“ Sevda ! ”
Ona ilk kez adıyla seslendiğimi fark ettim. Yüzüme yalvarır gibi baktı.
“ Bunu yapma, lütfen yapma ! ”
Ona sarıldım, hem de delikanlı gücümün acımasızlığıyla bütün gücümle sarıldım. Elindeki tepsi yere düştü, soğanlar sağa sola dağıldı. Kollarımın arasında küçücük kalıyordu. Göğüslerinin arasından çılgın bir tempoyla, yerinden fırlayacakmışçasına atan kalbini duyumsadım. Aslında o anda benim kalbim de en az onunki kadar hızlı atıyordu ve bunu yaptığıma inanamıyordum .
Yalvarır gibi bir sesle;
“ Bırak beni ! ” dedi “ Ne olursun bırak ! Yukarıda bekliyorlar. ”
Onu bir kez daha heyecanla göğsüme bastırdım, sonra yavaşça bıraktım. Ondan önce davranıp yere dökülen patateslerle soğanları toplayarak tepsiye koydum, hızlı adımlarla kilerden çıktık . Mutfaktaki telaş nedeniyle geciktiğimiz fark edilmemişti. En azından ben kimsenin bir şeyden kuşkulanmadığına emindim.
Yine de o gecikmemizi aklamak istercesine anneme döndü, onun sözlerini tekrarlayarak;
“ Zamane çocuğu bunlar, hiç kiler görmemiş ki, kilerin her tarafını karıştırdı. ” diye yakındı.
Bu kez yemekte Sevda bana bakmamaya çalışıyordu. Yine de nadir bakışlarını yakaladığımda bu kez onların bir parça endişeli, soru soran, ama aynı zamanda duygularımı paylaşan bakışlar olduğunu fark edip hafif bir zafer sarhoşluğu içinde yemeği tamamladım. Aslında kadınların duygularını, tutkularını, zaaflarını, belli sorunlar karşısındaki davranışlarını, sonuç olarak kadınları çok iyi tanımıyordum.. yani hiç tanımıyordum sayılırdı. Bu yüzden yaşadıklarımı bir anlamda onları tanımak için bir fırsat gibi de görüyordum. Sevda ile yakınlaşmamız bir sonraki yemekte de benzer şekilde devam etti. Ama artık duygularım kaçınılmaz bir şekilde yavaş yavaş tensel isteğe dönüşmeye başlıyordu. Peki ya o ne hissediyordu benim için acaba ? Akraba yemeklerindeki bir kaç saat görüşme, bir kaç dakikalık konuşma ve bir kaç saniyelik sarılmaların ikimizi de tatmin etmeyeceği açıktı. Sevda ile aramızdaki ilişkinin onun açısından giderek bir tutkuya dönüştüğünü düşünmeme karşın o, ailesine karşı sorumlulukları nedeniyle müthiş bir ikilemi ve omuzlarına yüklenen ağır bir duygu yükünü de birlikte yaşıyordu. Aslında garip birlikteliğimiz -buna bir birliktelik denilebilirse- onun açısından utanılacak bir ilişkiydi. Kalın gözlüklü, şişman eniştenin Sevda’ya sadece içinde yaşanan bir ev, sağlıklı çocuklar ve son derece tekdüze, heyecansız bir yaşam sunabildiğini açıkça görüyor, buna karşılık Sevda’nın içerisinde gizleyemediği heyecanlarıyla kalabalık ailenin diğer kadınlarından oldukça farklı bir kişilik taşıdığını açıkça fark ediyordum. Belki onda beni çeken bu özgün ruh yapısıydı. Benden ona giden en küçük duygu kırıntılarını bile algıladığını, onları özenle sarıp sarmalayarak sakladığını görüyordum. Açıkçası bu ufak tefek, güzel ve duyarlı kadın beni inanılmaz derecede kendine çekiyordu. Sanki o hiç bir zaman Sevda teyze olmamıştı, o hep Sevda idi, tüm ruh ve fizik güzelliğiyle sadece orada olmuş, benim onu keşfetmemi ve sevgisini paylaşmamı beklemişti.
Arada bu birlikteliğin aslında büyük tehlike içerdiğini çünkü onun evli, iki çocuk sahibi, üstelik uzak bile olsa akrabamız olduğu gerçeğini hatırlıyordum. Böyle zamanlarda aklıma şakacı ve yumuşak huylu Enişte’ nin güleç yüz ifadesi geliyor, yaptıklarımdan yakıcı bir utanç duyuyordum. Ancak bir süre sonra onların yerini Sevda’nın güzel gözleri, çekici gülüşü, beyaz elleri alıyor, tekrar onun büyüsüne kapılıveriyordum. Diğer yandan annemin bir şeyleri fark edebileceği korkusu içimde büyümeye başlamıştı. Çünki o , akıllı ve deneyimli bir kadındı. Eskiden akraba yemekleriyle fazlaca ilgilenmezken birdenbire ortaya çıkan bu aşırı ilginin annemin dikkatli gözleri tarafından fark edileceği korkusuyla yemeklere ilişkin sorularımı olabildiğince umursamaz ve üstü kapalı bir edayla sormaya çalışıyordum;
‘ Gelecek ayın yemeği kimin evinde düzenlenecekti..? Kimler kimler katılacaktı..? Şey, yani.. aslında yemekler keyifliydi ama bazen kalabalıktan sıkılabiliyordum da ondan soruyordum.. Son yemeklerin hiç birini kaçırmamışmıydım? A ! Evet, ama o güzel yemeklerin cazibesine dayanılmıyordu ki! Hepsi birbirinden lezzetli özgün yemeklerdi, hani başka yerde bulma şansımın olmadığı o eski güzel yemekler.. tabii annem de pişiriyordu o yemekleri evde ama.. kalabalıkta daha bir şenlikli oluyordu işte! Ne !? Haziran ayının yemeği bizim evde mi olacaktı ? Gerçekten mi ?’
“ Niye şaşırdın bakayım ? ” dedi annem, “ Senede iki kez sıra bize gelmiyor mu?. Önümüzdeki ayın yemeği de haftaya bizim evde verilecek işte. Ayrıca..” diye ekledi annem, “ O gün sakın bir yere kaybolma evde lazım olacaksın. ”
Demek ki Sevda’ yı kendi evimizde ağırlayacaktık.
Bir an için sevincim yüzüme yansıyacak, annem tarafından fark edilecek diye çok korktum .
Hafta sonunu müthiş bir sabırsızlık ve heyecanla bekledim, odamdaki kitaplarımı düzenledim, oraya buraya atılmış eşyalarımı, gömlek ve pantolonlarımı topladım . Odama ciddi bir hava vermeye çalıştım. Nasıl becerebileceğimi bilmemekle birlikte Sevda ile yalnız kalma hayalleri kuruyordum. Tanrım ! Bir kaç dakika bile bana mutluluk vermeye yeterdi.
Nihayet beklenen gün geldi, güleç yüzlü akrabalarımız kalabalık gruplar halinde gelmeye başladılar. Henüz gelenler arasında enişteyle Sevda yoktu. Gecikmişlerdi . Bir an aklıma gelmeyecekleri ihtimali geldi, allak bullak oldum, tüm neşem kaçtı, bana verilen işleri büyük bir isteksizlikle yapmaya başladım. Gözüm her an kapıda, kulağım zildeydi. Bir süre sonra dış kapıda eniştenin neşeli sesini duyduğumda içimdeki huzursuz kıpırtılar da bir anda coşkuya dönüştü, bağıra bağıra şarkı söylemek istedim, çevremde rengi solmuş her şey parlak canlı renklerine yeniden kavuştu, dışarıdan içeriye kocaman bir gün ışığı demetinin girerek duvarlarda yankılandığını o anda fark ettim.
Sevda gelmişti.
Haziranın onikisiydi ve bu güzel yaz havasında yemek ağaçlıklı arka bahçede verilecekti. Bütün yemek hazırlığı boyunca onunla yalnız kalabilmek için fırsat kolladım ancak yemek telaşı ve kalabalık bir türlü buna izin vermiyordu. Bir şeyler bulabilmek için kendimi zorladım ama beceremedim. Onunla yalnız kalma fırsatını göz göre göre kaçırıyordum. Bu yüzden bir anda karar vererek cesaretime kendim de inanamadığım bir şey yaptım ve onu koridordan geçerken durdurdum.
“ Sevda teyze birazdan yemek başlar fırsat bulamam, gel sana okulda ödül aldığım bir kaç fotoğrafımı göstereyim ! ”
Bakışlarında, buna nasıl cesaret ettiğime şaşırmış, hatta biraz korkmuş bir ifade vardı. Bir an cevap veremedi, çünki koridordan geçen başkaları vardı, sonra toparlandı.
“ Yemekten sonra bakayım istersen ! ”
“ Yemekten sonra belki fırsat olmaz haydi gel lütfen ! ”
Israrla gelmemesi de yanlış anlaşılabilirdi. İster istemez peşimden yukarı kattaki odama yürüdü . Odamdan içeri girdiğimizde kapıyı arkamızdan ittim, geri dönüp açmak üzere atıldı, onu tuttum. Kıpkırmızı bir ifadeyle yalvarır gibi fısıldadı ;
“ Ne yapıyorsun ? Bırak beni, lütfen bırak, şimdi biri girer içeri. ”
Kollarımdan kurtulmaya çabalarken içten davrandığı belliydi. Onu sıkı sıkı göğsüme bastırdım. Göğüslerinin vücuduma teması beni tepeden tırnağa ürpertiyordu .
“ Yapma ne olur ! ” diye yanıtladım, “ Bu an’ı o öyle uzun zamandır bekliyorum ki ! ”
“ Beni teyze diye çağırdın ! Teyzenim ben ! ”
“ Mecburdum , mecburdum, bunu anlamalısın, sen benim teyzem değilsin Sevda, asla değilsin, bunu artık aklından çıkar, sen çok , çok uzak bir akrabasın, seni sevmememi engellemeyecek kadar uzak bir akraba.”
“ Sevmek mi? Bu kelimeyi nasıl bu kadar çabuk ve bu kadar kolay kullanabiliyorsun ? Sen daha çocuksun, sevmenin anlamını biliyor musun ? ”
Artık çırpınmıyordu .
“ Seni seviyorsam biliyorum demektir, ondokuz yaşındayım ben. ”
“ Sus ! Söyleme bunu, çocuksun sen daha, çocuksun ! ”
“ Olmadığımı biliyorsun ! ”
Gözleri yaşarmıştı . Şimdi o da bana benim ona sarıldığım kadar içtenlikle sarılıyordu.
Yine kollarımda küçücük kalmıştı, çenesini yukarı kaldırdım, yaşlar gözlerinden süzülüyordu, gözlerimi kapadım ve heyecandan titreyen dudaklarımla onu ilk kez öptüm. Ondokuz yaşımın bu ilk öpüşüyle dudaklarım ateş gibi yandı, onlara ulaşan bu tadın yaşamdaki en güzel tadlardan biri olduğunun ilk kez farkına vardım. Kollarımdan sıyrıldı, gözlerinden yaşlar süzülerek yatağımın kenarına oturdu ;
“ Neden yapıyorsun bunu bana ? ”
Kekeledim.
“ Ben.. Ben seni seviyorum ! ”
Gözyaşlarını elleriyle kurulayarak yataktan kalktı, yanıma geldi. Gözlerimin içine sevgiyle bakarak o güzel elleriyle yüzümü, saçlarımı okşadı. Yüzünde acılı bir gülümseme vardı.
“ Bu yakınlaşmadan ne bekliyorsun ? ”
Şaşırdım, verecek bir yanıt bulamadım. Çünkü bu hiç beklemediğim bir soruydu ve ne yazık ki henüz böyle bir soruyu yanıtlamaya hazırlıklı değildim.
Yüzünde aynı acılı gülümseme derinleşirken;
“ Artık aşağı inmeliyiz, ” dedi, “ yoksa onlar buraya gelecekler ama aşağı böyle inemem, yüzümü yıkamalıyım. ”
“ Bana bir söz ver ! ” dedim, ona odamdaki sürahiden ıslattığım temiz bir mendili uzatırken “ Yoksa seni asla bırakmam ! ”
Bakışlarında bu kez şaşkınlık okunuyordu.
“ Annem ve babam iki hafta sonra tatile gidiyorlar, dayımların yanına. Beni onaltıncı gün telefonla aramanı istiyorum. ”
“ Sen.. sen neler söylüyorsun !? ”
Bakışlarından ‘Delirmiş bu çocuk!’ diye düşündüğü çok açıktı.
“ Çok kararlıyım, bana bunun için söz vermezsen seni asla aşağı bırakmam, yemin ederim bırakmam! Ta ki aşağıdakiler gelip beni burada sana sarılmış bulana dek! ”
Bakışlarımdaki ifade yapılacak tüm tartışmaların boşuna olduğunu anlatıyordu ki başını çaresizce olur anlamında salladı. Başarmıştım, mutluluk kanıma karışarak damarlarımda dolaşmaya başladı. Ona son bir kez sarılarak saçlarının kokusunu içimde hapsetmek ister gibi derin derin içime çektim.
Keşke şu anda içinde bulunduğumuz oda aşağıda yaşanan gerçek yaşamdan bağımsız, çok uzaklarda küçücük bir adacık olsaydı, kimsenin bizi ayıplayamayacağı, kimsenin hesap soramayacağı.. Ya da uçsuz bucaksız uzay içinde, üzerinde sadece iki kişinin yaşadığı sessiz ve yalnız bir dünya..
Aşağıda yemek boyunca Sevda’ ya sahiplenen, gururlu, Enişte’ ye ise daha çok utanan, çokça da acıyan gözlerle bakıp durdum. Sevda ara sıra sevgimi kabul ettiğini onaylayan kaçamak utangaç bakışlarla bana gülümsüyordu. Sevdanın aşkımı kabul ettiğine inandığım o andan itibaren ise enişte sanki hak etmediği, aslında bana ait olan bir emaneti uzunca süre alıkoymuş, şimdi zamanı geldiği için iade etmesi gereken bir emanetçi gibi görünüyordu gözüme.
Sonunda annemle babamın gitme günü geldiğinde sabah çok erken bir saatte onlarla birlikte kalktım. İlk kez uzun süreli gidişlerine seviniyor ve bunu onlara hissettirmemeye çalışıyordum. Terminalden ayrılan otobüslerinin ardından el sallarken içimdeki tutku artıyor ve Sevda’ya neden hemen bugün aramasını söylemediğim için kendime öfkeleniyordum. Ama hayır, her şey bu kadar kolay ve sıradan olmamalıydı. Beklemesini öğrenmeliydim. Üstelik bir parça cesaret toplamam gerektiğinin da farkındaydım. Terminalden sonra hemen eve döndüm, odamda değişiklikler yapmaya başladım. Her şeyden önce odamın ergenlikten delikanlılığa geçiş yaşındaki birinin değil, olgun bir erkeğin odası olarak görünmesi için bir dizi değişiklik gerekiyordu. Öncelikle odamda çocukluğumdan kalma, kardeşimin bile dokunmasına müsaade etmediğim nostaljik anıları olan bir kavanoz içerisindeki rengarenk bilyaları ortadan kaldırdım, sonra çeşitli boylardaki toplara ve duvarda asılı resimlere sıra geldi. Fakat odamda çocukluk yıllarımı hatırlatan o kadar çok eşya vardı ki. Örneğin kitaplığımdaki atmaya kıyamadığım eski okul kitaplarım başlı başına bir sorundu. Sonunda odamla uğraşmaktan vazgeçtim. Bu ev tümüyle bana ait değilmiydi, onu istediğim odada ağırlayabilirdim. Salondaki dağınıklığımı büyük bir özenle toplamaya çalıştım, camları açarak evi havalandırdım, her odaya bahçeden topladığım çiçeklerden yerleştirdim. Her şey yolunda görünüyordu. Gün ve gece geçmek bilmedi, ertesi gün erken bir saatte uyandığımda içimde hem coşku hem de önceki günden kalan bir tedirginlik vardı. Her an çalabileceği beklentisi içinde sabahtan itibaren bakışlarım telefona kilitli beklemeye başladım ama yüreğimi hoplatacak, beni sevinçten havalara sıçratacak o telefon bir türlü gelmiyordu. Öğlen saatleri geride kaldığında Sevda hala aramamıştı. Sabahtan beri bir şey yemediğimi fark ettim. Açtım, ama isteksizdim. Ah şu telefon bir gelseydi.
Gün ışığı yavaş yavaş solarak akşam karanlığının yaklaştığını haber verirken telefonun başındaki gergin bekleyişim hala sürüyor, gerginliğim yerini üzüntüye hatta kızgınlığa bırakmaya başlıyordu. Acaba numarayı mı yanlış mı biliyor diye geçirdim aklımdan, ama hayır, daha önce de annemle sık sık görüşürlerdi. Yoksa.. yoksa ilişkimiz mi fark edilmişti. Eğer öyle ise.. Aynı anda çalan telefonla yüzümü bir alev sararken ilk zil sesi sona ermeden ahizeyi kaptım, aynı anda hayal kırıklığı bir titreme olarak sesime yansıdı. Arayan yaşlı akrabalarımızdan biriydi ve annemlerin yokluğunda beni yemeğe çağırıyordu. Hayatımın en kısa telefon konuşmasını yaptım ve yaşlı akrabamıza bu akşam değil ama yakın zamanda mutlaka uğrayacağıma söz vererek telefonu aceleyle kapattım. Artık ümidimi kaybetmiştim.. aramayacaktı. Telefon bir kez daha çaldı aynı hızla kaptım, arayan bu kez babamdı, sağ salim vardıklarını bildiriyordu. Konuşma sonunda babam sesimdeki değişikliği fark etti .
“ Neyin var oğlum, sesin pek keyifli gelmiyor. ”
Konuşacak halde değildim.
“ Bu gün odamı düzenledim baba, yoruldum biraz, ondandır
herhalde. ”
“ Kendini fazla yorma ! ” dedi babam, “ Akşamları da çok geç yatma. Haydi biz sonra yine ararız . ”
Öfke ve üzüntüden ağlayacak gibiydim.. Aramamıştı . Belki de arayamamıştı. Karanlık odada telefonun başında bir saat daha ümitsizce oturdum. Sonra aklıma çılgınca bir düşünce geldi.
O aramıyorsa ben onu aramalıydım. Neden olmasındı ki, sonuçta biz akrabaydık ve ben koca evde yalnız başıma kalmıştım. Uzunca bir süre kendimle mücadele ettikten sonra ellerim titreyerek -ve Enişte’ nin açmamasını dileyerek- numarayı çevirdim. Aslında bu kırgınlıkla nasıl konuşacağımı da bilemiyordum. Nihayet bu kez istediğim oldu ve telefonda Sevda’nın genç yüreğimin çırpıntılara boğulmasına neden olan yumuşak sesini tanıdım.
“ Alo ! ”
“ Beni aramadın! ”
“ A ! Nasılsın annenler gittiler mi? ”
“ Söyle! Beni neden aramadın ? ”
“ Allah kavuştursun. Lütfen sıkıntıya düşme, akşamları yemeğe gel. ”
“ Niye cevap vermiyorsun? Rahat konuşamıyor musun? ”
“ Çocuklar iyi, ben de iyiyim çok şükür ama Peyami enişten.. bu sabah beli tuttu işe bile gidemedi şimdi evde yatıyor. ”
İçimi birdenbire büyük bir rahatlama duygusu kapladı, omuzlarım üzerinden çok ağır bir yük kalkmışçasına dikleşti. Demek ki aramama nedeni beni istememesi değil Peyami Enişte’nin zamansız rahatsızlığıydı.
“ Yarın arayacak mısın? Mutlaka aramalısın. ”
“ Sen bizim aramamızı bekleme! ” dedi Sevda telefonun diğer ucunda rahat konuşamamanın verdiği huzursuzlukla,
“ Canın ne zaman isterse çık gel, allah ne verdiyse beraber yeriz! ”
“ Seni seviyorum ! ” dedim içtenlikle, “ Yarın beni aramazsan üzüntüden ölürüm, yemin ederim ölürüm ! ”
“ Sana da iyi akşamlar, bak eniştenin de selamı var. ”
Uzaktan Peyami enişte’ nin genizden gelen nezleli sesi duyuldu,
“ Kimle konuşuyorsun Sevda? ”
Telefon kapanırken en son Sevda’nın sesi duyuluyordu ;
“ Bizim Nadide ablanın büyük oğlu, rahatsızlığını duymuş da hatır sormak için aramış…”
Gerisini duyamadım. İnşallah onu zor durumda bırakmamışımdır diye geçirdim içimden.
Bir tüy kadar hafiflemiştim ve açlıktan ölmek üzere olduğumu fark ediyordum .
Ertesi sabah yine erkenden telefon başındaki nöbetime başlamıştım. Bu kez fazla beklemedim. Saat ona gelirken telefon çaldı, ahizeyi çılgınca bir heyecanla kaptım, telefonda öfkeli ses ‘alo’ bile dememe fırsat vermeden patladı.
“ Sen delirdin mi allah aşkına! Ne yapmaya çalışıyorsun, beni evden nasıl ararsın, beni ne kadar zor bir duruma düşürdüğünün farkında değil misin? ”
“ Özür dilerim, seni zor duruma düşürdüğümü biliyorum ama aramasam bu sefer de ben çıldırabilirdim! ”
“ Sen aradığında aklım başımdan gidiyordu. Üstelik senin yüzünden ilk kez yalan söylemek zorunda kaldım.
niştene yalan söylemek çok ağır geldi bana. ”
“ Ona yalan söylemedin! Lütfen üzülme.. Sevda dinle beni. Bu gün bana gelmelisin, bu gün bana mutlaka gelmelisin. ”
“ Evet yalan söyledim, üstelik de..”
Cümlesini bitiremedi. Telefonun diğer ucunda gözlerinin dehşetle açıldığını hissettim.
“ Tanrım! Sen neler söylediğinin farkında mısın, benden böyle bir şeyi nasıl isteyebilirsin! ”
“ Artık dayanamıyorum Sevda. Lütfen! Beni yalvartma, gelmelisin, mutlaka gelmek zorundasın. ”
Sesim titriyordu.
“ Beni yapamayacağım çılgınca şeylere zorluyorsun, beni ihanete zorluyorsun, sen ne dediğinin farkında değilsin. ”
“ Sevda , bu konuşma gereğinden fazla uzadı, seni bekliyorum, bu gün.. öğleden sonra üçte.. Gelmezsen asıl çılgınlığı ben yapacağım. ”
Sesinin ağlamaklı tonundan ne kadar zorlandığını anlayabiliyordum.
Fısıldar gibi konuştu ;
“ Tamam… Tamam geleceğim. ”
Telefonu kapadığım an yüreğimden kopan bir sevinç haykırışı duvarlarda yankılandı, mutluluktan başım dönüyordu. Gözlerim kapalı başımı cama dayayarak dışarda yavaş yavaş canlanan sokağı dinledim; dört biryana koşuşturan çocukların neşesi, onlara eşlik eden sokak köpekleri, otomobil kornaları, satıcılar..
Eğer sokak çok sakin olsaydı belki de gün ışığının sesini duyacaktım, yol kenarındaki çimlerin ve sırtını güneşe vermiş sarı taş duvarların sesini.
Sevdanın ziyareti için kendi odamdan vaz geçerek annemlerin yatak odasını düzenlemiş, dışardan taşıdığım kucak kucak çiçeklerle odayı çiçek bahçesine çevirmiştim. Yine de bazı eşyaların konumundan hoşnutsuz durmadan beğenmediğim şeylerin yerini değiştiriyordum. Ama bunun ne kadar gereksiz olduğunu sonradan anladım.
Kapı çaldığında yüreğim ağzımda fırladım, uzun zamandır beklediğim o özel an gelmişti, kapıyı açtım, krem rengi yazlık ince bir pardösü ve boynunda lacivert bir eşarpla, Sevda karşımdaydı. Gözlerim gözlerine kilitlenmiş, yüreğim normalinin dört katı hızla atarken yana çekilerek içeri girmesine izin verdim, kapıyı arkasından kapattım.
Sonrası..
Sonrası bir çöl kasırgası gibi geldi.
Hemen sokak kapısının dibinde giysiler parçalanırcasına çıkarılarak öte-beriye savruldular. Karşımda, genç damarlarımı ateşle dolduran güzel bedenine özgürlüğünü tanıyarak çırılçıplak kalması sadece saniyeler sürdü. O ufak tefek utangaç kadın bir anda, efendisine eşsiz sevgisi ve doyumsuz dişiliğini sunan, sadık bir çöl kadınına dönüştü. Sıcak bedeninin heyecandan titreyen bedenime değen her noktası beni ateşten rüzgarlar gibi yakıyordu. Sevişirken gözlerine yerleşen o ürkütücü -hatta vahşi- bakışlarından delik deşik olduğumu duyumsuyordum. O anda sahip olduklarımdan başım dönüyor, kanım damarlarımda bir çağlayan gibi akıyordu. Seviştiğim kadın bana bir köle gibi davranıyordu, ama aslında efendi olan kendisiydi, çünkü bana sunduklarından dolayı artık onun sadık bir kölesiydim. Hem de sonsuza dek..
Fırtına saatler boyu sürdü, dindiğinde ikimiz de tepeden tırnağa tere batmıştık. Ona hala sımsıkı sarılırken gözlerimden de yaşlar süzülüyordu. Sevda’ nın da ağladığını fark ederek ona daha sıkı sarıldım, sonra göz yaşlarımız yüzlerimizde izler bırakarak biri birine karıştı. Ben alışık olmadığım bu müthiş duygu yoğunluğu nedeniyle göz yaşlarımı tutamamıştım. Onun neden ağladığını anlamamış, mutluluktan olduğunu düşünmüştüm. Yerden giysilerini toplayıp banyoya giderken ;
“ On dokuz yıl önce doğduğun günü bu gün gibi hatırlıyorum biliyor musun? ” dedi.
“ Bu hiç bir şeyi değiştirmez, sana yemin ederim seni sonsuza kadar bırakmayacağım, her an yanında olacağım ve seni ömrüm boyunca bu günkü kadar çok seveceğim . ”
Sonra günler çılgınca bir süratle birbiri ardından tükenip gitti. Her geçen gün ona olan tutkum arttı, her gün aşk adına, sevgi adına ve cinsellik adına ondan yeni bir şey öğrendim. Her gün onda yeni bir güzellik keşfettim, bazen saçlarını okşadığım dizlerimin önünden saatlerce kalkmasına izin vermedim, bazı günler mis kokulu anaç göğüslerinin arasında aşk yorgunu huzurlu uykular uyudum. Kendimi eve kapadım, geçip giden yaz güneşine yüzümü göstermedim. Sadece bir ritüel gibi onunla yaşanacak kutsal aşk saatlerini bekledim. İlk aşk yatağımız olan eşik önüne hiç ihanet etmedik, asla içerideki yataklardan birine gitmedik. Ve önüne geçilmez bedensel tutkunun artarak bizi sarıp sarmalamasına izin verdik.
Aramızda ne akrabalık kalmıştı, ne yaş farkı. Sanki o en başından beri hep bana aitti, sadece bana. İlk aşk gününün çöl fırtınası her gün biraz daha büyüdü, güçlendi bir kasırgaya dönüştü, ikimizi de yakıp kavurdu.
O sabah, giriş kapısının hemen önünde başlayıp içimizi kavuran bir aşk ve tutku dolu bir cinsellikle örülerek güçlenen birlikteliğimizin onyedinci sabahıydı. Ve ondan önceki onaltı sabahta olduğu gibi bedenimdeki tatlı kasılmalar ve göğüs boşluğumdan yukarı yükselen heyecanlarla gözüm kapıda, Sevda’yı bekliyordum. Alıştığım her günkü geliş saatinde tunç tokmağın sesiyle kapıya koştum…
Kapıyı açtığım andan itibaren yaşadıklarım beni bir anda olgun ve güçlü bir aşıktan, zavallı, kişiliksiz ve zayıf bir çocuğa dönüştürüverdi. Korkunç olan, annemle babamın beklenenden çok önceki dönüşleri değil, bu ani ve beklenmedik dönüşün gizli tutulmaya çalışılan çok özel bazı sırların açığa çıkması anlamına geliyor olmasıydı.
Önde sonsuz bir öfkeyle rengi kararmış annem ve arkasından babam içeri hışımla daldılar. Babam ulaşamdan annem ölümcül öfkeli bir kartal gibi üzerime çöktü, yaşından umulmayacak sürat ve güçteki tokatları ard arda yüzümde patlamaya başladı. Şaşırmadım, elini tutmaya, onu engellemeye asla çalışmadım, o ise tokatlarla tatmin olmayarak saçlarıma asılıp beni parçalarcasına dövmeye devam ederken bir taraftan da öfkeden kısılmış bir sesle ;
“ Allahın belası, bunu nasıl yapabildin, bunu o kadına nasıl yapabildin! ” diye bağırıyordu.
İçeri annemle benzer duygularla giren babamsa, annemin kapıldığı çılgınca öfkesi karşısında teslim olmuş, zavallı halime acıyarak aramıza girdi ;
“ Yeter Nadide ! Yeter diyorum ! Öldüreceksin çocuğu, bırak artık ! Olanlar olmuş bir kere işte! ” diye bağırıyordu.
Annemin öfke sağanağı o üzüntüden bayılana dek dinmedi. Onun bu öfkesini anlamak kolaydı, zira Sevda kendi akrabasıydı ve o da Sevda’ nın gelin olduğu günü ‘dün gibi ’ hatırlıyordu. Tıpkı Sevda’nın benim doğduğum günü ‘dün gibi’ hatırlaması gibi..
…Hani bir gün eve geldiğinizde sizi kapıda karşılayanlardan biri kulağınıza üzgünce büyükannenizin, ya da babanızın artık aranızdan ayrıldığını fısıldar. O andan sonra artık yapacak bir şey kalmamıştır… Onu bir kez daha görebilmek, onunla konuşmak, zamanı paylaşmak, ona sarılmak, söylemeyi unuttuğunuz ya da ihmal ettiğiniz şeyleri kulağına fısıldamak mümkün değildir. Ölümünü tamamen kabullenene dek zaman zaman içerde gazetesini okuduğu, odasında dinlendiği ya da mutfakta yemek yaptığını sanırsınız. Ama değildir işte… Bazı akşamlar iş dönüşünde babanıza tütün, yaşlı büyükannenize onun sevdiği badem ezmesinden getirirsiniz ve acımasız gerçek sizi her defasında yeni baştan vurur… O, artık yoktur…
Sonraki günlerde benzer duygular içerisinde kıvranıp durdum.
Sevda’nın mutlu aşk günlerimiz boyunca her gün kapımı çaldığı o sabah saatlerinde, bedenime heyecan veren küçük tatlı kasılmalar ve karıncalanmalar, o anda Sevda yine kapıyı çalacak ve ardından özlemle kollarıma atılacakmış gibi bir duyguya kapılmama neden oluyor ama soğuk gerçekle yüzyüze geldiğimde, anılarla beslenen bedensel coşkular yüreğime bıçak gibi saplanarak sadece üzüntümü derinleştirmeye yarıyorlardı.
Uzun zamandır ondan haber alamamış, başına gelenleri öğrenememiştim, oysa onu öyle merak ediyordum ki ! Annemlerin dönüşünün üzerinden iki uzun hafta geçmiş, konu artık soğumaya bırakılmıştı. Annem sanki biraz daha yaşlanmış o korkunç günden beri benimle konuşmuyordu. Buna karşılık babam -olan biteni hoş gördüğü için değil ama- annemin keskin tavırlarını biraz olsun dengeleyebilmek, gerginliği ve üzüntüyü daha da tırmandırmamak adına bana biraz daha anlayışlı davranmaya çalışıyordu. Bu yüzden de konuyu benimle sadece bir kez konuşmuş, bir daha sözünü etmemişti. Bu arada doğru dürüst yiyip içmediğimden yüzüm çökmüş, zamanımın çoğunu odamda yalnız geçirdiğimden rengim solmuştu.
Bizi ayıran koşullara lanet ediyordum. Oysa ona sonsuza dek birlikte olacağımıza söz vermiştim.
Sonra bir sabah telefon çaldı. Konuşurken yüzü gerilmiş, keskin kaşları havaya kalkmış annemin ifadesinden garip bir şeyler olduğu anladım, bir şeyler duyabilmek için yaklaştım.
Annem öfkeli, başını iki yana sallayarak ;
“ Deli olma kızım! ” diyordu, “ Aklını başına topla ! ”
Artık telefonun diğer ucunda Sevda’nın olduğuna emindim. Biraz daha yaklaştım, kesik cümleler duyuluyordu .
“ Son bir kez…..sonra…..yalvarırım…..Nadide abla….. gideceğim zaten…. ”
Sonunda annem dayanamadı ateş saçan bakışlarla ahizeyi bana uzattı. Ona yalvaran gözlerle baktım, odadan yavaşça çıktı, kapıyı arkasından kapattı .
“ Sevda !!?? ”
“ Benim !….Nasılsın? ”
Sözcükler boğazımda düğümleniyor, konuşmakta zorlanıyordum.
“ Ne oldu sana Sevda? Neredesin şimdi? ”
“ Bunun önemi yok… Uzun konuşamam…Seni sadece bir tek sorunun yanıtını alabilmek için arıyorum.. Tek bir yanıt. ”
“ !!?? ”
“ Bana her sevişmemizde -sözler boğazına takıldı, sonra titreyen sesiyle güçlükle devam etti- beni çok, çok sevdiğini söylerdin… Gerçekmiydi söylediklerin? ”
“ Bundan nasıl şüphe edersin! ” diye haykırdım elimde olmadan,
“ Tabii ki doğruydu… Sadece o değil sana söylediğim her şey içten ve doğruydu. ”
Sesi yumuşadı ;
“ Teşekkür ederim, beni çok mutlu ettin, ama esas sormak istediğim şey bu değildi.. ”
Uzunca bir süre bekledi, cesaret toplamaya çalıştığı belliydi.
“ Bu son sorunun yanıtını öğrendikten sonra sana belki de bundan sonra hiç bir soru soramam. ”
Garip bir şeyler olacağını sezinlemiştim. Bir parça endişeyle soruyu bekledim.
“ Kocamdan ayrılmak zorundayım, seninle paylaştıklarımdan sonra artık onun karısı olmam, olamam… ama ya sen..? Beni istermisin..? Beni yanında sevgili, eş, köle… ne olursa olsun… Herhangi bir şekilde beni hala yanında istermisin.. bana elini uzatır mısın..? Eğer evet dersen hiç bir şeye aldırmadan yaşadığım acıları unutup yanına cennete gelircesine koşarak gelirim . ”
Allak bullak oldum… Değil Sevdayı görebilmek, bir daha onun sesini duyabileceğimi bile düşünemiyordum. Beklenmedik bu öneri karşısında ne yapacağımı şaşırmış, kafamda bin bir düşünce öylece kalakalmıştım. Henüz yaşım on dokuz bile sayılmazdı. Hala arkadaşlarımla mahallede top oynuyor, üniversite hayali peşinde koşuyordum. Böyle bir sorumluluk almak için çok gençtim. Sevda’yı gerçekten seviyordum ama… Bu öneriyi nasıl kabul edebilirdim. Böyle bir birliktelik geleceğimi kurarken beni hedeflerimden öyle uzağa sürüklerdi ki.
Diğer yandan da onu böyle yapayalnız ve dışlanmış bir halde bırakamazdım. Sevda telefonun diğer ucunda umutla yanıt beklerken saniyeler birbiri ardına tükeniyor ama yakıcı suskunluğum bozulmuyordu. İçinde bulunduğum çıkmazda boğuluyordum.
Dudaklarımı kanatırcasına ısırdım.
“ Pekala ! ” dedi Sevda yaralı bir olgunlukla sonunda. “ Aslında bunu bekliyordum. Seni çaresiz durumda bırakmak değildi isteğim. ”
“ Peki.. ne yapacaksın ? ”
“ Sen benim için üzülme, bundan sonra yaşayacaklarım benim sorunum, bu yolu ben kendim seçtim sonuçlarına katlanmak da bana düşer. Korkma, sana kötü sözler söylemeyeceğim, asla serzenişte bulunmayacağım çünkü yaşadıklarımdan asla pişmanlık duymadım, duymayacağım da. Birlikte geçirdiğimiz günler kadınlığımın en güzel günleri oldular. Seni asla suçlamıyorum… Hoşça kal! ”
“ Hoşça kal! ”
Telefon kapandı..
Sonradan, onu en çok benim kabullenmişlik duygusu içinde söylediğim ‘ Hoşça kal ’ ın yaraladığını tahmin ettim . Bu iki kısa sözcük aynı zamanda; ‘ Evet, her şey çok güzeldi ama seni artık bundan sonraki yaralı olarak sürdürdüğün savaşında yalnız bırakmak zorundayım, senin için bundan böyle yapabileceğim hiç bir şey yok ’ anlamına geliyordu.
Ahizeyi yerine koyduğum anda göz yaşlarına boğuldum.
Sevda ile yaptığımız telefon görüşmesini izleyen hafta vicdan azabı uykularımı yok etti. Seçimimin doğru olduğunu düşünmekle birlikte, ‘ Seni seviyorum ’ dediğim -daha önemlisi gerçekten sevdiğim- bir insanı böylesine yaralı ve yalnız başına bırakmak çok acı gelmişti. Günler boyu kendi kendimle mücadele ettim, geceleri yastığım göz yaşlarımla ıslandı, sabahlara kadar gözleri şişmiş ve uykusuz kararımı kendi kendimle tartışıp durdum.
Sonunda bir sabah kalktım, giyindim, kahvaltı ettim. Annem uzun süren zayıf davranışlarımdan sonra bu kararlı halimde bir gariplik olduğunu sezmişti. Kapıdan çıkarken arkamdan seslendi;
“ Nereye gidiyorsun? ”
“ ………. ”
Annem davranışlarıma müdahale edemeyeceğini anlamıştı, arkamdan düşüncelerimi okumuşçasına yalvardı;
“ Oğlum, ne olursun, geri dönemeyeceğin bir yanlış yapma ! Hayatını yeniden mahvetme! ”
Tüm cesaretimi toplayarak ve başıma gelecek olanların tümüne razı olarak yapabileceklerimin bana göre en iyisini yaptım; Sevda’ nın evine gittim, kapıyı açtığında ona sımsıkı sarılmak, ondan özür dilemek, kendisini gerçekten sevdiğimi, şekli, yolu, yöntemi ne olursa olsun bundan böyle onunla birlikte olmak istediğimi söyleyemek için.
Kısa bir kararsızlığın ardından iki katlı evin ahşap giriş kapısındaki bronz tokmağı iki kez çaldım. Az sonra kapı açılacak, ona döndüğümü gören Sevda içinden yükselen sevgiyle donup kalacaktı. Önünde göz yaşlarıyla diz çökecek, ona beni affetmesini söyleyecektim..
Ve ona bir daha hiç bırakmamacasına sımsıkı sarılacaktım.
Kapıyı çaldıktan nice sonra içerden duyduğum terlik sesleriyle kalbim iki kat hızlı çarpmaya başladı. Yüzüm alev alevdi.. Ama ahşap kapı gıcırdayarak açıldığında özlemim, hayallerim bir anda yerle bir oldu.
Karşısında beni gören Peyami enişte evlerine gitme küstahlığımdan doğan şaşkınlıkla irkildi, ardından gözleri nefretle kısıldı, sol kaşının üstü seyirmeye başladı.
Zaptetmeye çalıştığı öfkesiyle ilk konuşan oydu.
“ Sen bu eve hangi yüzle, ne cesaretle geldin ahlaksız rezil herif ! Yapacağını yaptın ya işte, daha ne istiyorsun? ”
Yaşamını allak bullak ettiğim bu insana karşı ne hissedebilir, ne söyleyebilirdim ki..
“ Ben.. Sevda ile konuşmalıyım, bir iki dakika bile olsa, lütfen. ”
Karşımdaki adamın yüzü kırmızıdan yeşile döndü. Eğer Peyami enişte şu anda kendini tutuyor suratımı birkaç saniye içinde darmadağın etmiyorsa, bu her halde akrabalar arasında büyük saygı gören yaşlı annemin hatırınaydı, belki biraz da kendi yumuşak kişiliğinden kaynaklanıyordu.
“ Sevda yok artık ! Yok ! Gitti ! Senin yüzünden evini terk etmek zorunda kaldı.. Sen de defol git, hiç olmazsa ailemizi bundan sonra rahat bırak.”
“ Gitti mi !? Nereye gitti ? Ama ben.. ben.. sadece onun için.. Söyle bana, tanrı aşkına söyle, nereye gittiğini bilmek zorundayım, onu öyle yapayalnız bırakmam, bırakamam.. ”
“ Sen.. sen varya… Yüzsüz köpek ! Allah belanı versin! ”
Eski ahşap kapı, duvar kenarlarından kireç parçalarının kopup yere düşmesine neden olacak kadar büyük bir gürültüyle suratıma kapandı.
Sevda’ ya ulaşamadım.
Zamanın onarıcı etkisi kendini göstermeye başlamış, süratle olmamakla birlikte gönül yaram artık kapanmaya ve olay küllenmeye başlamıştı. Sonra üniversiteyi kazanma heyecanını yaşadığım günlerin birinde posta kutusunda adıma yazılmış, zarfı damgasız, pulsuz bir mektup buldum. Mektubu açarken içim heyecanla titriyordu çünkü mektubu oraya kimin bıraktığını biliyordum. Yazılanları yutarcasına okumaya başladım.
Bir kaç hatır sözcüğünden sonra mektubun özü şöyle devam ediyordu;
…şimdilerde günahkar kadınların kapatılacağı manastırlar
yok. Ben de uzak ve küçük bir kasabadaki eski evde yalnız
yaşayan çok yaşlı bir akraba kadının yanında günahlarımı
ödemeye çalışıyorum. Burada ne kadar kalırım bilinmez. Belki
temelli, belki bir kaç yıl. En azından eşimi ve çocuklarımı
yeniden hak ettiğimi düşündüğüm güne dek kalacağım, tabii
bunu başarabilirsem.
Yaşadıklarımız ikimiz için de öğretici oldu, sen en azından
cinselliği öğrendin, bense orta yaşlı kadınların heyecanlarını
yitirmemiş olsalar bile kader çizgilerini kolay kolay
değiştiremeyeceklerini. Yine de pişman olduğum söylenemez.
Sen değilsen bile, birlikteliğimize ait anılar uzun süre gecelerimi
aydınlatmaya devam edecek. Sen yetişkin bir insan
olduğunda, ben de yaşlılıktan içeri ilk adımlarımı atmış
olacağım ve sen yanımda olmadığın sürece seninle yaşadıklarım zaman içerisinde eriyerek gerçek mi düş mü olduğu hatırlanamayan bir masala dönüşecek.
Hoşçakal ….
…Bugün, artık Sevda’nın, birlikte o unutulmaz aşkı yaşadığımız zamanlardaki yaşlarına ulaştım. Evliyim. Çocuklarım var. Ancak hala o güzel zamanlarda yaş farkı tanımaksızın yaşanan kısa ama tutkulu aşkta neyin yanlış olduğunu düşünürüm. Sevda, gözlerimden hafif bir buğu, yüreğimden bir sızı olarak geçer .