Anzelha hiperaktif ama sevimli bir kız çocuğuydu. Küçük yüzünde, göze ilk çarpan şey büyük yeşil gözleriydi. Tek çocuktu ve ailesi önün istediği her şeyi yapardı. Köyde oğlan çocukları gibi sokakta oynayan tek kızdı. Şarkı söyleyip dans etmeyi de severdi.

Anzelha büyüdüğünde çok güzel bir genç kız olmuştu. Pek çok konuda saf olmasına rağmen bildiğinden şaşmayan, güçlü bir kişiliği vardı. Korkusuz ve meraklıydı. Yeni şeyler keşfetmeye bayılıyordu.

Anzelhaların köyü pek yol geçmez, heryere uzak bir yerdeydi. Köyun etrafı ormanlarla kaplıydı ve ormana dalıp yeni bitkiler ya da kuşlar bulmak onun hoşuna giderdi. Sık sık ormanın derinliklerine gider, bir kaç gün dönmezdi. Ailesi onu asla durdurmazdı. Onun bu gidiş gelişlerine alışmışlardı. Babası küçüklüğünden beri ona “en kötü durum senaryoları ” dersleri vermişti. Bu nedenle en tehlikeli durumlarda bile nasıl ayakta kalacağını biliyordu.

Bir gün evden bir kaç günlüğüne ayrıldı. Annesi yanına birkaç sandviç verip sarıldı. Bu sefer daha önce gitmediği bir yöne doğru gitmeye karar verdi. Üç saat kadar yürüdükten sonra inceden bir su sapırtısı duymaya başladı. Sesi takip ettiğinde bir dere keşfetti. Şaşırmıştı; çünkü, bu civardaki tüm çayları, dereleri, ırmakları ve gölleri bildiğini sanıyordu. Burası ise gördükleri içerisinde en güzeliydi, salkım söğütler, cam ağaçları, günlük ağaçları, papatyalar, gelincikler ve daha bir çok rengarenk mis kokulu bitkilerle çevriliydi her yer. Esas su damlaması sesi ise hemen ilerdeki şelaleden geliyordu. Bu küçük şelale aktığı yerde nefis bir göl oluşturmuş ve bu gölcük pürüzsüz taşlarla çevrelenmişti.

Anzelha, anında huzur ve dinginlik hissetti. Yüzmeğe karar verip üstünde ne varsa çıkardı ve kristal gibi görünen suya atladı. Oynuyor, dalıyor, ağzına su alıp havaya püskürtüyor, suda yüzerken dudaklarını kapatıp üfleyerek garip sesler çıkarıyordu. Yeterince oynaşıp yorulduğunda kendini bir kayanın üstüne attı.

Yarı uykudayken yanında bir şeyin durduğunu hissetti. Gözlerini açtı ve neredeyse transparan, hayalet gibi bir erkek varlığın ona baktığını gördü. Daha önce bu tip varlıklardan bahsedildiğini duymuştu. Köydekiler hep bu ormanda yaşan acayip varlıklar hakkında inanılmaz hikayeler anlatırlardı. Aslında Anzelha daha önceki yolculukları sırasında ağaçlarda küçük periler görmüştü ama ilk defa bu çeşit bir varlıkla karşılaşmıştı.

Biraz utangaçça “Merhaba” dedi. Karşısındaki varlık melek görünüşlü olabilirdi, ama Anzelha kendini biraz çıplak hissetmişti. Hayalet-melek karışımı adam birşey demedi, sadece gülümsedi. Anzelha “Naber, nasıl gidiyor? Buralardan mısın?” diye sordu. Belki de bu sessiz varlıklardandı. Bu da bir olasılıktı; bildiği kadarıyla hiçbir insan dili konuşmaya gerek duymayan varlıklar vardı, çünkü bu varlıklar zaten birbirlerinin düşünceleri ve hisleriyle uyum içerisinde yaşarlardı. İnsanların konuştukları dil sadece bu uyumu bozar ve aralarında pek çok yanlış anlaşmaya neden olurdu.

Sonunda varlık konuşmaya başladı. Çok derin nerdeyse yankılanan bir sesi vardı, “ Ben Ormanşahim, bu ormandan sorumlu ruhum. Hoşgeldin canım kızım. Ne dilersen dile benden.”

Anzelha, Ormanşah konuştuğunda kalbinde muhteşem bir sıcaklık hissetti. Bu ruh adam gibi görünüyordu ama Anzelha’ya annesi seslenirmiş gibi geldi. Kibarca “ Çok teşekkür ederim, çok naziksin; ama gördüğün gibi ihtiyacım olan herşey zaten burada var”. Ormanşah “Peki o zaman, belki başka sefere ha?” dedi ve görünmez oldu. Anzelha, tüm bu perilerin, ruhların biraz garip olduklarını düşünmeden edemedi. İnsanın yanına gelip böyle şeyler söylerler sonra da kaybolurlardı. “Dile benden ne dilersen” bundan daha orjinal bir cümle kuramıyorlar miydi sanki? Ne saçma…

Anzelha, ormanda bir kaç gün daha geçirdi ve sonra köye geri dönmeye karar verdi. Köyde yaşamak canını sıkmıyordu. Ağaçları, çiçekleri, bitkileri ve hayvanları seviyordu. Ama dünyada daha büyük yerler, ülkeler olduğunu biliyordu. Özgür ruhluydu ve bir gün köyden ayrılacak, gidebileceği heryere gidecekti. Köye doğru yürürken bunu kalbinden gerçekten istedi ve diğer ülkelerin, insanların, bitkilerin hayalini kurdu.

Anzelha, başka bir yabancıyla karşılaştığında köyün hemen dışındaydı. Ona baktı; hayır melek gibi birşey değildi ama yine de vücunda bir sıcaklık hissetti. Ağlamak ya da gülmek üzereydi, mutlu ve üzgündü, huzurlu ve heyecanlıydı. Genç adam ona baktığında sanki onu gördüğüne çok şaşırmışçasına gözleri birden açıldı. Bir kaç saniye kıvılcımlar uçuştu. Genç adam “Selam” dedi, Anzelha da bu selama karşılık verip yürümeye devam etti. Ama genç adam konuşmaya başlamıştı.

“Benim adım Korkan. Sen kimsin prenses? Köyden misin?”. Anzelha prenses lafına gülmek istedi, biraz budalaca bulmuştu. “Evet burada yaşıyorum. Ya sen? Seni daha önce buralarda hiç görmemiştim, nerdensin? Birilerini mı ziyaret ediyorsun?” diye sordu.

Korkan “ Hayır, kimseyi ziyaret etmiyoruz. Buraya ailemle yeni taşındık. Ben, annem babam ve diğer üç kardeşim. Sumak’tan geliyoruz”. Anzelha şimdi bu genç adamla daha ilgiliydi, Sumak neresiydi? Köylerine benziyor muydu? İnsanları ne yer, ne içer, nasıl giyinirlerdi? Bitki örtüsü nasıldı?

Korkan’in cevaplaması gereken çok soru vardı. Hepsini tane tane yanıtladı, arada şakalar yaptı, uyduruk hikayeler anlattı, sonra bunları inkar etti. Anzelha bu komik cevaplara gülüyor daha çok soru soruyordu, daha çok gülüyordu. Aradan iki saat geçti ve Korkan eve gitmesi gerektiğini söyledi. Anzelha, Korkan’in neden gitmesi gerektiğini sordu. Akşam yemeği zamanıydı ve annesi bu saatte önün evde olmasını beklerdi. Anzelha, Korkan’ın gitmesini istememesine rağmen bişey söylemedi. Gerçi Korkan onunla tekrar buluşmak istiyordu. Belki ertesi sabah Anzelha Korkan’a çevreyi gezdirebilirdi.

O gece Anzelha uyuyamadı. Karnında birşeyler kıpırdanıyordu. Sadece Korkan’ı düşünüyordu. Babası oğlanlara aşık olmak konusunda “En kötü durum senaryoları” derslerinde bahsetmişti ama böyle birşeyin ona olabileceğini hiç düşünmemişti. Aşık mı oluyordu? Babası ona, bu karın gurultusunu durdurmanın tek yolu aşık olunan kişiye sıkıca sarılmak ve öpmek olduğunu söylemişti! Bu bile %100 garanti değildi ama en azından biraz rahatlayabilirdi.

Ertesi sabah tekrar buluştular. Anzelha ve Korkan’ın gözlerinde kelebekler uçuşuyordu. Hiç bir şey söylemediler ve birbirlerini nerdeyse ezesiye kadar sarıldılar. Öpüştüler ve sanki mucize gibiydi.

Anzelha ve Korkan şimdi iki aşıktılar. Hemen her gün buluşuyorlar, etrafta yürüyor, sevişiyor, oynuyor ve dans ediyorlardı. Bir gün Anzelha, bir kaç günlüğüne ormana kampa gidip gidemeyeceklerini sordu. Korkan’in beti benzi attı. Bir kere kaybolabilirlerdi ve vahşi hayvanları da unutmamak gerekti. Anzelha, ona kaç kere tek başına ormana gittiğini hatırlattı. Korkan bunu biliyordu ama ona göre Anzelha sadece şanslıydı. Diğer bir mesele ise Korkan’in yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardı. Köydeki ilk pastaneyi açmak için babasına yardım ediyordu ve evde de bir yığın işi vardı. Anzelha hayatında ilk defa daha önce hiç hissetmediği bir şey hissetti, demek hayalkırıklığı dedikleri şey buydu. Kendisini sorumsuz bir insan olarak görmüyordu, ama onların evinde hiçbirşey zorunluluk değildi. Ailesi ve Anzelha her zaman çok çalışmışlardı, ama bunu hoşlanarak isteyerek yapmışlardı ve ne zaman bir yere gitmek istese hiç bir iş onu durdurmaz ya da hayatları alt üst olmazdı.

Anzelha Korkan’ı seviyordu ama içindeki gitmek ve keşfetmek hissi çok güçlüydü. Onu şelaleye götürmek ve birkaç gün orada kamp yapmak istemişti. Ama Korkan’ın yanıtı kesin ve son karardı. Bu gezinin Anzelha için ne kadar önemli olduğunu göremiyordu.

Anzelha, birkaç kez daha kamp fikrini açar gibi oldu ama Korkan konuyu ustalıkla değiştirdi. Orada oraya sürüklenmekten bıkmıştı ve Anzelha’yla köyde vakit geçirmek çok zevkliydi.

Birlikte geçirdikleri günler eğlenceliydi. Ama aradan zaman geçti ve hergün bir diğerine benzemeye başladı. Anzelha’ya biraz sıkıntı gelmişti. Korkan ise şikayet eder gibi görünmüyordu, bu tip bir yaşam tarzı ona göreydi. Anzelha’nın yeni şeyler görme isteği her geçen gün büyüyordu.

Anzelha’nın ailesi ve tüm köy Anzelha ve Korkan arasındaki ilişkiyi biliyordu. Bazı tutucu insanlar Anzelha’nin çok başı boş bırakıldığını, şımartıldığını düşünüyorlardı. Anzelha ve ailesi tabi ki bu dedikoduları takmıyorlardı. Korkan’ın ailesi ise bu tutucu insanlar gibi düşünüyordu. Korkan’ın annesi için bu kız, anasının kuzusu oğlu için çok çılgın ve aşıydı.

Bir gün Korkan, Anzelha’yi almaya geldi. Onu ilk tanıştıkları yere götürmek istiyordu. Sanki Korkan’da tuhaf bişeyler vardı. Heyecanlı, kıpır kıpırdı ve elinde bir piknik sepeti vardı.

İlk tanıştıkları yere geldiklerinde, Anzelha’nın aklına son keşif gezisi geldi. O kristal suda nasıl güzel yüzmüştü ve tüm yol boyunca kuşlar şarkı söylemişlerdi. Bu ani ne kadar uzak kalmıştı ona şimdi. Kalbinde ince bir sizi duydu ama bu duyguyu önemsemedi. Kafasını toparlayıp yaşadığı ana ve sevgilisine dondu.

Korkan oturmasını söyledi. Kendisi de önünde diz çöküp gözlerinin en içine baktı. Sonra “Seni burada ilk gördüğüm zaman, ormandan bir peri geldi sandım. Güzelliğine ve ışığına inanamadım. Hani sana ilk dokunduğum zaman hemen şurada, hatırlıyor musun, toprak ayağımın altından kayıp gitti, kalbim durmak üzereydi. Seni hergün daha çok seviyorum. Hergün uyandığımda aklıma gelen tek şey sensin. Yaptığım herşey senin için. Seninle kendimi bütün hissediyorum. Seni çok ama çok seviyorum, benimle evlenir misin Anzelha?”

Anzelha dondu, ne söyleyeceğini ne hissedeceğini bilemedi. Daha yirmi yaşında bile değildi ve evliliği hiç düşünmemişti. Babası en kötü durum senaryolarında bu konuyu da atlamış olmalıydı. Bir an kafasından binlerce düşünce uçuştu. Korkan’i ilk gördüğünde hissettiklerini hatırladı. Bu adamı seviyordu öyle değil mi? Gözleri doldu “ evet, seninle evleneceğim Korkan…”. O gün bol bol seviştiler ve çok güzel bir gün geçirdiler.

Düğün hazırlıkları Anzelha’nin düşündüğünden çok daha çabuk başladı. Herkes çok heyecanlıydı ama Anzelha olan bitenden hiç de heyecan duymuyordu. Korkan onunla buluşmak için zaman bulamıyordu. Eskisinden daha çok çalışıyor, gelecekleri için para biriktiriyordu. Bir keresinde Anzelha bu tempodan ve Korkan’ı yeterince görememekten şikayet etti Korkan“ Pek yakında evleneceğiz ve beni hergün göreceksin. Hatta evde beni görmekten bıkacaksın, iste o zaman minik bebekler yapacağız bu sefer onları göreceksin” demişti gülerek. Anzelha bu sözleri duyunca bayılacak gibi olmuştu. Hep evde olmak, minik bebekler yapmak? Boğuluyormuş gibi oldu ve birşey söyleyemedi. Kendine sık sık Korkan’ı ne kadar sevdiğini hatırlattı. İki kişi birbirine severse bir gün evlenirlerdi, bu ilişkilerde son derece doğal bir gelişimdi.

Aradan zaman geçti ve büyük gün geldi. Bütün köy halkı düğüne davetliydi. İnsanlar Anzelha’nın evlenmek üzere olduğuna inanamıyorlardı., ama aslında pek de umurlarında değildi, onlar için bedava yiyecek, içecek parti fikri yeterliydi.

Anzelha sade, sarı renkli, dantelli bir gelinlik giymişti ve çok güzel görünüyordu. Sıradan beyaz bir gelinlik ona göre değildi, sadece sarı rahat hareket edip dans edebileceği bir elbise istemişti.

Törenden iki saat kadar önce, düğün alanından dışarı, ağaçlık alana doğru yürüdü. Burada bir manolya ağacı bulup ona sarıldı ve ağaçla konuşmaya başladı; “Sana sarıldığımda yalnız ya da kederli hissetmiyorum canım ağaç. Biliyorsun seni seviyorum, ve neredeyse Korkan’laykan seni ve diğer tüm yaratılan, gördüğüm ve görmek istediğim tüm güzellikleri aldatıyormuşum gibime geliyor“. Gözlerinden koca bir damla gözünden ağacın köküne doğru aktı. Manolya sesli olarak konuşmadı ama Anzelha önün ne söylediğini duydu.

Düğün alanına geri döndü ve Korkan’ı buldu. Korkan onu gördüğüne şaşırmıştı; “Burada ne işin var, törenden önce birbirimizi görmek kötü şans bilmiyor musun?”. Anzelha Korkan’in gözlerine baktı ve “Korkan aşkım seninle evlenemem, seninle evlenmeyeceğim” dedi. Korkan, Anzelha’nin sesindeki kararlığı duymuştu ve yüzü birden ciddileşti; “sen deli misin? Bu akşam evleniyoruz. Sen benim karım, ben senin kocan olacağım. Bana kaç kere beni sevdiğini söylemedin mi?”. Anzelha; “Kalbim sevebildiğinde seni seviyorum. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Ama şimdi kalbim artık ne istediğini bilmiyor, sürekli ağlıyor. Hergün bulutlar üzerinde gezinir gibi hafif hissederdim, ama şimdi ağır, bir yere kıpırdayamaz kaya gibiyim”. Korkan kızgınlıktan çatlamak üzereydi, yüzünde bir sinir atmaya başladı. Anzelha’yı kollarından tutup sarstı. Bir yanda da histerili bir şekilde bağırıyordu “Annem haklıydı, sen işe yaramazın, adinin tekisin, sana hiç bir zaman evlenme teklif etmemeliydim!”. Anzelha ağlıyor, ağlıyordu. Korkan’ın söylediği her söz kalbine bıçak gibi saplanıyordu. Korkan nispeten sakinleştiğinde “Elveda Korkan” dedi ve gitti.

Anzelha gözyaşlarını insan üstü bir çabayla tuttu ve ailesini buldu. Onlara neler olduğunu açıkladı ve gitmesi gerektiğini söyledi. Annesi kızına sarılıp “Gerçekten istediğin bu mu bebeğim?” diye sordu. Anzelha, evet anlamında başını salladı. Birbirlerine son bir kez sıkı sıkı sarıldılar. Babası da son bir hoşçakal diyerek onu kucakladı. Anzelha “Birgün mutlaka tekrar birlikte olacağız, söz ” dedi ve yola düştü.

Orman girişine vardığında gözyaşlarını saldı. Çok karanlıktı ama o farkında bile değildi. Yürüdü, yürüdü, bağıra bağıra ağladı. Sustuğu bir anda tanıdık şu şıpırtısını duydu. Burası onun son geldiği küçük şelaleydi. Kendine yatacak bir yer bulup ağlaya ağlaya uykuya daldı.

Uyandığında kalbi hala kanıyormuş gibi geldi. Tekrar ağlamaya başladı. Artık hiçbirşeyden emin değildi. Korkan’ı özlüyordu ama onunla asla mutlu olamayacağını biliyordu. Diğer taraftan şimdi de mutsuz hissediyordu. Herşey çok saçma göründü gözüne, daha önce evlenmek istemiyordu ve şimdi birşey yapmak istemiyordu. Çok üzgündü. Dünyada bu kadar acının olabileceğini bilmiyordu.

Birdenbire Ormanşah önünde belirdi. Anzelha, “Çekil git başımdan! Seni görmek istemiyorum, yalnız bırak beni” diye bağırdı. Ormanşah “Eğer istediğin gerçekten buysa tabi ki giderim sersem tavuk”. Onun yankılanan sesiyle “sersem tavuk” deyişi Anzelha’yı gülümsetmişti: “Ne biliyorsun ki benim hakkımda? Ben kayıp bir ruhum. Sen beni ilk gördüğünde istediği çiçeğe konan bir kelebektim…” diye konuşurken bir yandan burnunu çekiyordu.

Ormanşah “yaaaaa, demek öyle seni küçük kayıp kelebek ruhu , artık istediklerini gerçekleştirmenin zamanı gelmedi mı sence? ”. Ormanşah’in sözleri, Anzelha’yı kendine getirdi. Ormanşah, meşhur cümlesini söyledi “Dile benden ne dilersen”.

Anzelha, hala ne dileceğini bilemiyordu , sonunda “Bana dileyecek güzel bir fikir vermeni diliyorum” dedi. Ormanşah bu uyanık sözlere güldü; “İyi o zaman istersen beyin fırtınası yapalım cancağazım. Şimdi sen dünya görülebilecek neresi varsa gitmek istiyorsun değil mi?”. Anzelha “Evet “diye onayladı. Ormanşah devam etti: “Bir kere insan bedeninde limitli sayılırsın. Bu nedenle belki de seni başka birşeye döndürmemiz gerekebilir. Yeni bir bitki ruhu olmaya ne dersin?”. Anzelha bu fikrin şimdiye kadar duyduğu en muhteşem fikir olduğunu düşündü. Sonraki yarım saat nasıl bir bitki olması gerektiğini tartıştılar. Bir kere az bulunan, fazla dikkat çeken bir ağaç ya da çiçek olmak istemiyordu, heryerde yetişebilmeliydi. Yol kenarında, tarlalarda, şehirlerde,değişik iklimlerde istediği gibi büyümeliydi. Sonunda birlikte neye dönüşmesi gerektiğine karar verdiler.

Anzelha Ormanşaha insan olarak son bir kez teşekkür etti ve Ormanşah onu küçük yabani bir ota çevirdi. Bu otun yaprakları kalp şeklindeydi ve Anzelha’nin gelinliği gibi sarı çiçekleri vardı. İnsanlar bu bitkiye değişik isimler verdiler, o en çok “limon kalp” ismini sevdi. Anzelha o zamandan beri limon kalbinin ruhudur ve dünyayı dolaşır.

Limon kalbin ilk gitti yer ailesinin bahçesi oldu. Babası bahçede yeni bir yabanı ot gördü ve annesine gösterdi. Her ikisi de kızlarının deli dolu ruhunu bu bitkide tanıdılar ve bahçelerinin her yerinde istediği gibi açılmasına izin verdiler. Daha sonraki durağı Korkanların bahçesiydi. Korkan geçirdiği üzüntüyü arkasında bıraktı ve bir gün tekrar aşık olup bu sefer evlendi. Limon kalp, Korkan’ın çocuklarının üstünde oynamalarını çok sevdi ve onları hep sevgiyle kucakladı.

Bu da limon kalbin hikayesidir. Bazıları için başa bela bu yabanı ot, istediği her yerde kolayca yetişir ama hala zarif görünüşünü korur. İnsanlar bu hikayeyi hatırlamasalar da o, bütün güzelliklerini dönüştüğü bitkide saklar. Artık Anzelha’nın tüm sevimliliği, güzelliği, tazeliği koyunun ötesine çıkmış, tüm dünyayı sarmıştır.

Feyza Hepözden