İki küçük çocuk vardı bir zamanlar. Ayrı yerlerde büyümüş. Ayrı yerlerde oynamış, ayrı arkadaşlıklar kurmuşlardı hep. Bir gün bir okulda aynı sınıfa düştüler. Bir burs kazanmışlardı ikisi de …
İşte hikaye böyle başladı.
11-12 yaşlarının gelişme heyecanı ve yeni uyanan duyguları vardı. İyi iki arkadaş oldular. Bazen hafta sonları diğer arkadaşlarıyla birlikte buluşuyorlar kendi aralarında eğleniyorlardı. Hatta bir keresinde sinemaya bile gitmişlerdi. Kız için bu çok önemliydi, çünkü babası ilk defa arkadaşlarıyla dışarıya yalnız çıkmasına izin vermişti. Yeni dikilmiş olan sarı kadife eteğini giymişti. Ve o gelip evden almıştı. Üstelik yolda giderken düşüp yeni giymeye başladığı naylon çorabını yırtmıştı. Çok utanmıştı ama çocuk onunla birlikte eve geri dönüp çorabını değiştirmesini beklemişti. Sonra geç kaldıkları için koşarak gidip diğer arkadaşlarıyla buluşup sinemaya girmişlerdi. Film neydi , kim bilir ?… Çocuk devamlı gruptaki bir başka oğlanın kızdan hoşlandığını ima ediyor ve onları bir araya getirmeye çalışıyordu. Kız anlayamıyordu bunu neden yaptığını. Yine de hoşgörüyle davranıp diğer arkadaşlarını kırmaktan kaçınıyordu. Anlamazlıktan geliyordu. Yine bir gün sınıfta oğlan çocukların kızların yanında ayıp şeylerden bahsetmesine şiddetle kalkıp bağırarak engel olmuştu. Sonra kızlar teneffüste o şeylerin ne olduğunu aralarında fısıltı ile konuşmuşlardı. Çok kahramanca gelmişti bu davranış kıza. Hep bir arada geçen okul günlerinden sonra sene sonunda gelen ayrılık kıza zor gelmişti. Sınıfta toplu halde çekilen bir fotoğrafları vardı. Onu dolabının iç kapağına asmış açıp arada ona bakıyordu. Hatta kurşun kalemle çocuğu yuvarlak bir daire içine almıştı. Kendince belirginleştirmişti. Siyah gür saçları vardı ve esmer yüzü çok güzeldi.
Ertesi yıl aynı gurup arkadaşları birlikte büyümeye devam ediyorlardı. İlk önce herkes yaz tatilini anlatmıştı. Sonra fotoğraflarını göstermişlerdi birbirlerine. Kızın Bodrum’da bir balıkçı teknesinde çekilmiş bir fotoğrafında yanında duran esmer uzun boylu adamla ilgilenmişti çocuk nedense. “Bu kim?” diye bir garip sormuştu. Kız da bütün doğallığıyla “Ahmet ağabey annemlerin bir arkadaşının oğlu” demişti.
Zamanla ilgileri gurup dışındaki karşı cinslere kayıyordu artık. Çünkü onlar iyi arkadaşlardı sadece. Kız belki değişik davranışlara biraz daha yatkındı. Üstelik diğerlerinin iftihara geçmesi kendisinin sadece teşekkür alması ya da alamaması onu rahatsız etmiyordu. Hatta bazen arka sırasına oturup ondan kopya bile çekiyordu. Çocuğun sınıfın en çalışkan üç çocuğu arasında olması hoşuna gidiyordu. Cem Karaca dinliyorlardı, hep birlikte söylüyorlardı. Kendilerini solcu kabul ediyorlardı o yaşlarında.
Son sınıfa geldiklerinde kız artık başka sınıftan bir oğlanla çıkıyordu. Çocuğun kiminle ne yaptığı ile pek ilgilenmiyordu açıkçası. Ama hala bir gurup arkadaştı onlar. Yine bir gün diğerlerinden değişik bir şey yapıp saatlerini sol koldan sağ kola almışlardı. Yine birlikte teneffüse çıkıyorlar, birlikte yemek yiyorlar , birlikte rejim yapıyorlar, birlikte fotoğraf çektiriyorlardı. Ama kız artık okulu asıyor başka arkadaşlarla daha çok zaman geçiriyordu. Kendine bir başka gurup arkadaş daha edinmişti. Üstelik bu gurup okulun aykırı tipleriydi. Çoğu sınıfta kaldığı için başka okullardan nakil gelmişlerdi, sigara içiyorlardı. Bir kısmı bölünmüş ailelerin problemli çocuklarıydı. Çocuk ise çıktığı oğlanla arkadaşlık kurmuştu bu arada. Bunu da hiç anlamamıştı, neden yaptığını. Onun ilgi gösterdiği kızlarla kendisi hiç ilgilenmiyordu bile. Sene sonuna yakın çıktığı çocuktan ayrılmıştı. Aldatıldığını düşünüyordu. Ama çocuk ısrarla barışmasını istiyordu oğlanla . Kız ise kendine yedirip aldatıldığını düşündüğünü söyleyemiyor ve bütün ketumluğuyla “hayır” diyordu.
Hep birlikte mezun oldular. Diploma töreni karmakarışık geçmişti. Birbirlerini doğru dürüst görememişlerdi bile. Çocuğun diploması kaybolmuştu, kız ise babası törene gelmediği için biraz kırgındı. Yaz tatili başladığı zaman çocuğun yıl sonu için yaptığı ve sergiden toplanırken kendine hediye ettiği yağlıboya tablo vardı elinde yalnızca. Bir de yıllık için kepli çekilen fotoğraflar arkasında unutulmama dilekleri.
Yaz tatili kız için sıkıcıydı. Çünkü babası dışarı çıkmasına fazla izin vermiyordu. O babasının prensesiydi ve duvar üstlerinde diğerleri gibi oturamaz geceleri saklambaç oynayamazdı. Nadiren izin veriliyordu. O zamanlar çok mutlu oluyor heyecanla diğerlerine katılıp oyunlar oynuyordu. Günlerini kitap okuyarak , resim yaparak geçiriyordu genellikle. Yine böyle bir günde öğleden sonra kitaplarına gömülmüşken kapı çalındı. Bir başka sınıftan arkadaşları olan uzun boylu sivilceli yüzlü oğlan vardı karşısında. Çok şaşırdı. Erkek arkadaşlarının evine böyle çat kapı gelmesine alışık değildi hiç. Babasının kızacağından çok korkardı. Oğlanda bunu biliyordu ve eline bir mektup tutuşturup gitmişti. Kız elindeki mektuba bakıp kalmıştı orada.
Mektup çocuk tarafından yazılmıştı. Kendisini dinlemeyip çıktığı oğlanla barışmadığı için artık ona küstüğünü yazıyordu. İçi burkuldu. “APTAL” diye düşündü. Sonra omuzlarını silkti “bir başkası için benimle küsebiliyorsa ne yapabilirim ki” dedi. Tekrar “aptal” dedi kısık sesle. O mektubu uzun yıllar sakladı. İçini acıtmıştı çok. Yılların arkadaşlığı bu kadar ucuz olmamalıydı. Bir başkası için… Arada sıra mektubu gördükçe canı sıkılıyordu ama ne çare. O tercihini oğlandan yana yapmıştı. Halbuki benim arkadaşım olmalıydı diye düşünüyordu, onun değil. Hep benim arkadaşımdı…
Artık aldıkları burs bitmiş herkes ayrı okullara dağılmıştı. Kimse birbirini görmüyordu. Unutulmaya yüz tutmuş arkadaşlıklar olarak albümlerde kalmışlardı hepsi. Üstelik bir tanesi , en önemlisi küs bir arkadaş olarak hatırlanıyordu. Fotoğrafını gördüğü zaman kızıyordu hep.
Lise öğrencisi olduklarında orta okulda çıktığı oğlan yine bulmuştu onu. Okul çıkışlarına geliyordu kızı almaya. Tekrar birlikte olmak istiyordu. Ama bilmiyordu ki kız en iyi arkadaşını onun yüzünden kaybetmişti. Bir daha onunla çıkacağını nasıl düşünebiliyordu hayret ediyordu. Onlar ise görüşüyorlardı. Oğlan arada pişkinlikle bundan bahsediyordu. Kız hiç sesini çıkartmıyordu. Sormuyordu bile onu. Uzun müddet elini bile tutmadan oynattı durdu oğlanı. Sonunda bunun yeterli olduğunu düşünerek bir başkasıyla çıkıyorum ben yalanını söyleyerek bitirdi konuyu.
Yıllar geçti arada sırada eski arkadaşlarıyla karşılaşıyor. Birbirlerine ait haberleri konuşuyorlardı. Kız okulda çok sene kaybettiği için diğerleri üniversiteyi bitirip çalışmaya başladıklarında o hala üniversiteye gidiyordu. Bir yandan da babasına rest çekip işe girmişti erkenden. Bazen mitinglerde bir araya geliyorlardı eski gurup arkadaşlarından bazılarıyla. Orta okuldaki oğlan hiç bırakmıyordu peşini ama şimdi en azından arkadaş olduğunu kabullenmişti sadece. Ve ONLAR hala görüşüyorlardı. Artık eski kırgınlığını unutmuştu arada soruyordu ne yaptığını. Hatta bir gün Kızılay’da çalıştığı binanın önünde karşılaşmışlardı. Yanında nişanlım diye tanıştırdığı bir kız vardı. Tebrik etmiş telefonlarını almıştı. Ama hiç aramadı. Üstelik aynı binanın içinde biri alttaki pasajda, diğeri üst katlardan birinde bir şirkette çalışıyorlardı. Birbirlerinden habersiz işe gelip gitmişlerdi hep. Bir gün evlendiğini duydu. Bir başka gün bir oğlu olduğunu. Bir tebrik kartı yazıp attı. Öyle ya O onun en iyi arkadaşıydı ne de olsa. Bayramlarda kart atıyor yeni yılını kutluyordu yalnızca. Bir gün ayrıldığını duydu karısından. Zaten çok erken yaşta evlendiğini düşünmüştü hep, olacağı buydu işte. Sonra tekrar evlendiğini duydu. “Eh hayırlı olsun” dedi. Tekrar bir oğlu olduğunu öğrendiğinde ortaokuldaki oğlanla birlikte evine gitti. Börek ve çay ikram ettiler. Bebek uyuyordu. Sonra uyandığında sevdi bebeği ve vedalaştılar yine. Tekrar görüşelim dilekleriyle.
Kız evlendi bu arada bir başka şehre taşındı. Kocasını seviyordu ama mutsuzdular. Yeniden kendi şehrine döndüğünde ise onun geldiği şehre çocuğun gittiğini duydu. Mutsuz evliliğinin arbedesinde yuvarlanıp gidiyordu. Evlilik artık ümitsiz hale gelmeye başladığında kendine küçük bir ajans kurdu. Yıllarca proje çizmişti. Şimdi bu işte de resim yapma yeteneğini kullanıyordu. Bildiği ve en iyi yaptığını düşündüğü şey çizmekti. Kalemleri çok seviyordu. Renkleri, bir şeyler yaratmayı…
Bir gün bir fotoğraf lazım oldu iş için. Ortaokuldaki oğlanı arayıp çocuğun telefon numarasını aldı. O artık onun geldiği şehirde yaşıyordu. Uzun zamandır fotoğraf çektiğini duyuyordu hep. Belki onda bulabilirim diye aradı. Çalıştığı şirkette müdür olmuştu. “Bravo azimliydi hep” diye düşündü. En iyi arkadaşının başarılı olması onu mutlu etmişti yine. Yine adresler alındı telefonlar verildi. Görüşmek üzere diyerek telefonlar kapatıldı.
Kız yine kart atıyordu çocuğa. Neredeyse geleneksel olmuştu bu iş. Bazen telefonla konuşuyorlardı. Artık kızında bir çocuğu vardı. Her ikisinin de evlilikleri kötü gidiyor, çocukları büyüyordu. Boşandılar. Şimdi artık telefonlarda dertleşiyorlardı. Biri karısını diğeri kocasını anlatıyor, çocuk büyütmenin zorluklarını tartışıyorlardı. Kız onu takdir ediyordu. Bir erkeğin yalnız başına çocuk büyütmesi çok alışılmış bir şey değildi. İşinde başarılıydı, çocuğunu büyütüyordu, fotoğraf çekiyordu hala. Bir gün bir gazetede sergisi olduğu haberini okumuştu. Yine mutlu olmuştu en iyi arkadaşının başarısından dolayı. Yine “bravo” diye düşündü.
Bir gün ev ve ofis olarak kullandığı yerde telefonu çaldı. Ortaokuldaki oğlan arıyordu. O buradaydı ve ona geliyorlardı. Çok sevindi. Geldiler. Onun yanında sevgilisi vardı sarışın bir kız. İyi bir insana benziyordu ama yine uymamıştı bir şeyler.”Niye böyle bu çocuk” diye düşündü. Ama o mutlu görünüyordu. Eh ! önemli olan buydu. Kendiside mutluydu onunda yanında da sevgilisi vardı. Üstelik daha sakıncalı bir sevgili. “Ne yapalım hayat hepimizi bir yerlere götürüyor” diye düşündü. İçeride minik bebeği uyuyordu. Güzel bir akşamdı.
Bir başka gün sürekli iş için yaptığı seyahatlerinden birinde onun olduğu şehre gidince aradı. Hemen buluşmaya karar verdiler. Yıldız parkımıydı orası ?.. Oturup hasret giderdiler. Yine dertleştiler, yine konuştular, yine birbirlerine kızdılar, yine gülüştüler. “Tekrar görüşmek üzere” diye ayrıldılar.
Aradan geçen bir sene sonra yine onun olduğu şehre gitti. Bu sefer tatildi ve eski kocasına kızını götürecekti. Görüş zamanıydı tatiller onlar için. O da tekrar eski karısıyla yaşamaya başlamıştı. Ortaokuldaki oğlan telefonda öyle demişti. Hiçbir şey sormamıştı kendisine. “Hani o kadar kavgalar ne oldu” dememişti. “Hayat” diye düşündü yine, “her şey oluyor”. Telefon görüşmesinde akşam yemeğine evine davet etti. Eski kocası kızı ile fazla zaman geçirebilsin diye hep birlikte gittiler. İki eski eşin yanında yine yalnız ikisi konuştu. Çocuklar oyun oynarken onlar yemeklerini yediler. Orta okul yıllıkları çıkarıldı , anılar tazelendi. Güzel bir akşamdı yine.
Bir başka gün yine iş için o şehre gittiğinde bir günlük kalacak yere ihtiyacı vardı. İşi sadece bir gün sürecekti. Telefonla aradı ama onlarda kalamayacağını anladı. Bir sürü bahane saymıştı. O kadar belliydi ki. Biraz kırılır gibi oldu ama, artık yetişkin insanlardı. Hem onun bir karısı vardı. “Olabilir” dedi. “Bir başka sefere görüşmek üzere” diye kapattı telefonu.
Aradan yıllar geçmişti arada telefonla konuşuyorlardı. Yine kız kart atıyordu geleneksel olarak. Çocuklar büyümüştü. Kız 7, oğlan 10 yaşına gelmişti. Bir gün yine telefon çaldı. Gösterisi için gelmişti, davet ediyordu. Yine gururlandı arkadaşının başarısından. “Bravo” dedi. Tabi ki gidecekti. Bunu kaçırmazdı. Biraz gecikti ve gösteriyi kaçırdı ama olsun onu tebrik edebilmişti hiç olmazsa. Akşam gidilecek olan yemeğe hep birlikte gittiler. Onun arkadaşlarıyla birlikte eğlendiler. Her yeni tanıştırdığı insan imalı davranıyordu. Niye böyle düşünüyordu ki insanlar, onlar eski ve iyi arkadaştı sadece. Evet aralarında bir çekim vardı ama bu çok olağandı. Hep vardı. Ne vardı ki bunda ? Güzel bir akşamdı.
Sonra bir başka dernek yemeğinde kendisine eşlik etmesini istedi çocuk. Tabi ki diyerek severek ona eşlik etti kız. Yine herkes çok imalı bakıyordu. Ne oluyordu bu insanlara, insan en iyi arkadaşına eşlik edemez miydi yani ? Yemekten sonra bir gece kulübüne ve oradan sonrada diğerlerinden ayrılıp çorba içmeye gittiler. Çorbacıda çakmağını çok beğendiği için kıza hediye etti. Kız çakmak hediye edilmesinin ayrılık getirdiğine inanırdı. Daha sonraki günlerde sembolik bir para verdi çocuğa bunun için. Çocuk o parayı evinde bir gümüş kutuda saklamaya başladı. O gece geç saatlere kadar kızın evinde oturup sohbet ettiler yine. Güzel bir akşamdı.
Bir iki ay sonra bir gün yine bir telefon… bayram tatili yaklaşıyordu arkadaşlarıyla ve oğluyla bir yerlere gideceklerdi. Onun da katılmasını istiyordu. Önce “param yok” diye sızlandı kız. Sonra gidecekleri yere iyi kötü yetecek parası olduğunu düşündü, kabul etti. Tatil başlarken geldiler. Çocuklar, arkadaşlar iki araba yola koyuldular. Hümeyra’nın yeni çıkan kaseti çalıyordu arabada “beyhude” diyordu şarkıda.
Güzel bir tatildi. Keyifli başlamıştı. Zaten tatilleri çok severdi. Gittikleri yerin özgün pansiyonlarından birine yerleştiler. Önce ayrı odalardaydılar. Sonra pansiyona yeni gelenler olunca pansiyoncu rica etti. Ne yapalım başka yere mi gidelim acaba diye düşünürken kız aynı odada kalabileceklerini söyledi. Kızını yanına alır yatardı ne olacak. İki çocuk ve eski iki iyi arkadaş olan iki yetişkindiler onlar. Yemekler yeniliyor, fotoğraflar çekiliyor, çocuklar didişiyorlar ve yöreyi geziyorlardı. Kız daha önceden gezmişti o bölgeyi defalarca. Bildiği bütün yerlere götürdü onları. Onunla paylaştı en gizli yerlerini sevdiği bölgenin. Daha önce genellikle yalnız gezmişti oralarda ya da yanında kızıyla. Onunla paylaşmak hoşuna gitmişti. Bu arada aralarındaki çekim artıyordu. Çocuk dolaylı cümlelerle anlatmaya çalışıyordu. Ama kız “hayır” diyordu “arkadaşlığımız bozulur”. Çocuk kabul etmiyor direniyordu. Kız arkadaşlığını bozmayı göze alamıyordu. Birlikte ağlanıp birlikte gülünen gecelerden birinin sonunda çocuk kızı öptü. Kız allak bullak olmuştu. İçi titremişti sanki. Bu neydi ? Hiç böyle bir şey hissetmemişti. Hiç sesini çıkartmadan kızının yanına girip yattı. Kafası karışmıştı. İyi geceler dilediler birbirlerine. Odada horlama sesleri artarken o hala uyumuyordu. O gece hiç uyumadı. Odadaki sesleri dinleyerek oyalandı. Sabah kalktığında kendini çok kötü hissediyordu. Kafası karmakarışıktı. O gün yağmur yağıyordu hafiften. Walkmanini kulağına taktı bütün gün çok sevdiği Madredeus kasetini dinledi. Kaleye çıktılar, antikacıları gezdiler. Söylenen hiçbir şeyi duymuyordu. İçinden bir ses sürekli “olmaz” diyordu. Akşam yemeği yemek üzere geldikleri bir kahvede oturdular. Etler alındı mangal yapılacaktı. Akşamüstüydü yağmur hala çiseliyordu. Kahvenin üstündeki tepede çok sevdiği bir yer vardı kızın. Çocukları ona bıraktı ve tırmanmaya başladı. Bir rivayete göre savaş sırasında rahiplerin saklandığı kilisenin üstüne tırmandı. Oranın hiçbir yerden görülmediği rivayet olunuyordu. Yere bağdaş kurarak oturdu. Yüzünü gökyüzüne doğru kaldırdı. Dua etmeye başladı. “Allah’ım bu iş sonu hayırlıysa eğer olsun” diye ellerini yukarıya doğru açtı. Biraz sakinleşmişti hava kararıyordu aşağıya doğru yürümeye başladı. Çocuk onu merak etmiş tırmanıyordu. Yine hiçbir şey konuşmadan indiler. O akşamda çok eğlenceli geçti. Kahvenin sahibi sazını alıp geldiğinde herkes çakır keyif olmuştu. Hep bir ağızdan türküler söylendi. Güzel bir akşamdı.
Ertesi gün geziden sonra verilen molada milli piyango biletlerine bakmasını istedi çocuk. Bayram çekilişi vardı. Kızın tek bileti onun birkaç bileti vardı. Kız biletlere bakarken fark ettiği şey sanki bir işaretti. Kızın biletinin son üç rakamı 365 çocuğun bir biletinin son üç rakamı 563 idi. Ve iki biletinde küçük ikramiyeleri vardı. “Tesadüfe bak” diye gösterdi. Çocuk pek bir şeyi fark etmemişti, ya da ona öyle gelmişti. Biletler sende kalsın sen al bunları dedi yalnızca. Biletleri özenle çantasına yerleştirdi kız. Kafası hepten karışmıştı. Bu ne demekti acaba? Gerçekten bu bir işaret mi, yoksa…?
Rakamlar birbirinin tersiydi. O zaman bunun bir anlamı olduğunu hissetmişti. Ama bir bütünün parçaları olduğunu düşünememişti. Ve bu bütünün yaşamlar boyu hep tersine işlediğini anlamamıştı.
Artık tatil sona ermişti dönüş yoluna çıkmışlardı. Yolda geçirdikleri korkunç kazanın etkisiyle moralleri bozulmuş olarak geri döndüler. Çocukları teskin etmek çok zor olmuştu. Köpek kızın kollarında son nefesini vermişti. Adı Tarzan’dı. Bütün gece konuştular. Gece tekrar vedalaştılar sabah yine yolculuk vardı.
Artık her gün telefonla konuşuyorlardı. Çocuk için biletlerdeki numaralar bir zevkli oyun olmuştu. İkisine ait bütün numaraları topluyordu. İşin garibi toplamlar hep aynı çıkıyordu. Aynı haftanın sonunda tekrar bir araya geldiler, artık ilişkileri çekim olmaktan çıkmıştı. Kız nedense pes etmişti. Her hafta sonu şehirler arası yolculuk başlamıştı. Simyacı isimli oyunu birlikte seyredebilmek için kız onun yanına, Eşkıya filmini birlikte seyredebilmek için çocuk onun yanına gidiyordu iki günlüğüne. Her şey çok güzeldi. O günlerde kızın ağzına bir eski şarkı dolanmıştı. Hem söylüyor, hem kendiyle dalga geçiyordu yalnızken. Şarkıları bir şeylere ya da birilerine ithaf etmeyi sevmezdi aslında.
“Artık beni de anlayacak çok seven biri var,
kederli olamam ben artık
gülerim neşeliyim”…
Birkaç ay geçmeden evlenmeye karar verdiler. Kız dedi ki “bunu uzatmanın anlamı yok. Yollar, telefon paraları , zamanı boşa harcamayalım”. Gözü hiçbir şey görmüyordu artık. İşini tasfiye etti. Evinin eşyalarını birer ikişer dağıttı. Etraftan gelen bütün uyarılara kulaklarını kapattı. Kızının huysuzluklarına bile aldırış etmedi. “Alışır” diye düşündü. Çok sevdiği ailesinden uzak kalmayı hiç sevmezdi aslında. Ama şimdi bir başka şehre gitmeyi göze almıştı. Herkes çok şaşkındı. Ondan hiç beklenmeyen fevrilikte bir davranış sergiliyordu. Hayatında hiç bu kadar kolay karar vermemişti. Kararlarında hep dirençli olurdu sonuna kadar. Ama çok uzun denemeler yapardı. Bu sefer hiç birine gerek duymadı. Çevresinde herkes ona anlamayan gözlerle bakıyorlardı. Kimse kararını değiştirmeye çalışmadı, çünkü vazgeçmeyeceği her halinden belliydi. Şaşkın bakışların önünde büyük bir kararlılıkla her şeyini belirledi. Yeni bir sayfa açıyordu. Nikah davetiyesine grafiker çocuk “tencere yuvarlandı kapağını buldu” diye yazdı. Davetiye götürdükleri bir okul arkadaşları “zaten niye bu kadar yıl beklediğinizi anlamadım” dedi. Sınıftaki gurup arkadaşlarından biri “neden bu kadar geciktiniz bilmem ki?” diye dudaklarını büktü gülerek. Onun da saati sağ kolundaydı. Bir ayın içinde evlendiler. Nikahlarında bir başka sınıf arkadaşları tesadüfen karşılarına çıktı. Hiçte şaşırmış görünmüyordu. Çok normal bir şey olmuş gibi kutladı onları.
Her şey çok güzel olacaktı…
Çıktıkları tatil bir Nisan ayıydı. Aradan dört yıl geçti. Yine bir Nisan ayı. Şimdi onlar yine ayrı şehirlerde, yine ayrı evlerde mahkemenin yapılacağı günün haberini getirecek olan celp kağıdını bekliyorlar… Muhtemelen bayram tatiline yakın bir zamanda gelecek.
Her ikisi de kırgın, yorgun ve şaşkın. Saatleri hala sağ kollarında. Ortaokuldaki yağlıboya tablo kızın duvarında asılı. Çakmağını kullanmasa da saklıyor bir kutuda. Çocukta paraları kutuda tutuyor hala eksik de olsa. Evlerinin kapı numaralarının toplamı yine aynı sayıyı veriyor. Ve milli piyango biletleri nikah fotoğraflarının durduğu albümün içinde özenle yerleştirilmiş duruyor. Albümün kapağında ise ortaokuldaki kepli mezuniyet fotoğrafları var. Hala aynı rüyaları görüyorlar. Hala akıllarının bir türlü ermediği bu hikayeye kendilerince bir anlam yüklemeye çalışıyorlar.
Bütün hep tersine çalıştı… Belki bir gün bir yerlerde kim bilir?
Hayat…
İki küçük çocuk, bir küçük öpücük ve yaşamlar boyu süren bir küçük hikaye.