Dün sevgilimle bir çay bahçesinde otururken gençten bir adam geldi yanımıza. Simsiyah gözlerinin burukluğu masamızı örttü. İncecik, kibar bir yüzü vardı. Yüzünden sorumlu biriydi belli ki. ‘Oturabilir miyim masanıza?’ dedi. Nedense ikimiz de hiç tereddüt etmeden buyur ettik onu.

 

Oturduktan sonraki ilk birkaç dakikasını sevgilim ve ben merak içinde onun konuşmasını beklerken, sanki biz orada değilmişiz gibi davranarak kendiyle baş başa geçirdi. Nereden başlayacağını bilemez bir hali vardı. İlkin cebinden sigarasını çıkardı. Sonra bana baktı, çakmağımı ne zaman çıkaracağımı soran bakışlarla. Hızlı hareket etmeye çalışarak sigarasını yaktım. Derin bir nefes çekti.

 

“Kusura bakmayın,” dedi ardından. “Sizi de rahatsız ediyorum belki ama acilen birilerine anlatmam gerek.”

 

Onu dinlemekten memnun olacağımızı söyledim sevgilimin onaylayan bakışlarını da arkama alarak. Kuşkusuz, bir yazar için en büyük piyango ayağına kadar gelen hikaye konusudur.

 

– Ben, birkaç yıldır buralardan epey uzaktaydım. Birkaç yıl diyorum, ama bana daha bir saat olmuş gibi bile gelmiyor.
 

Dönüp sevgilimi süzdü uzunca. Sonra devam etti:
 

– Ancak çevreme bakınca anlıyorum zamanın nasıl da hızlı aktığını… Her şey öylesine değişmiş ki!

 Neredeydin peki?

 

 

Kızgın bir bakış attı bana. Aceleciğimden mi, yoksa sorumdan mı rahatsız olduğunu anlayamadım.

 

Ne senin, ne de bu güzel bayanın hiç gitmediği bir yerdeydim. Ama elbet  bir gün siz de gidersiniz, gidince neresi olduğunu anlarsınız. Öyle bir yerdir ki orası, ne gecesi ne gündüzü ayrılabilir birbirinden. Bazen gökyüzü tersyüz oluverir. Bazen yağmur yerine ıhlamur yağar bulutların arasından. Gökdelenlerinin arasından nehirler geçer. Bir metropoldür aslında, ama kimileri küçük bir köy olarak tasvir eder. İşin ilginci, iki taraf da haklıdır. Haklı demişken, mahkemesi falan yoktur oranın. Kimse öyle doğru yanlış tartışmasına girmez. Kanlılar bile barışır oranın bu büyülü havasında. İşte böyle bir yerdir. Görünce siz de anlarsınız, burasıymış demek diyip beni hatırlarsınız. Ancak şimdilik ziyaretçi istemeyen yerlilerin hatırına söylemeyeceğim size adını.

 

Birinin masanın altından yavaşça ayağıma bastığını hissettim. Bu, yabancı adamın sözlerinden dolayı paniklemiş olan sevgilimdi. Anlaşılan bir deli ile uğraşmak ona tehlikeli görünmüştü ve gitmek istiyordu. Ama ben hikayenin sonunu dinlemekte kararlıydım.

 

Peki siz nasıl gittiniz ziyaretçi istemiyorlarsa?

 

Genç adam bana tekrar o kızgın bakışlarıyla bakarak;

 

 Konu bu değil.  dedi.

 

Sonra tekrar sevgilime dönüp devam etti.

 

 Benim konuşmak istediğim şey çok başka. Melis, bu gerçekten sensin değil mi?

 

Sevgilimin gözleri beklenmedik bu söz karşısında önce kocaman açıldı, sonra aynı hızla kısıldı.  Belli ki genç adamın yüzünü çıkarmaya çalışıyordu. Ben ise şaşkınlıktan donakalmıştım. Kim olabilirdi bu aniden yanımıza gelen ve sevgilimi tanıyan gizemli insan?

 

 Evet, ben Melis… Ama sen kimsin?

 Çocukluğunu hatırlıyor musun? Henüz 4-5 yaşlarındayken yazlığınızın Arnavut kaldırımında bisiklete binmeye çalıştığın, çiçek bulamadığın için bahçeden yolduğun otları annene götürdüğün, arkadaşlarınla oynadığın dedektiflik oyunlarda hep medyumluk yaptığın günleri… Hani ruhlarından yardım alıyormuş gibi yapıp da büyük gizemleri çözmeye uğraşırdın. Diğer çocuklar da, ki senden birkaç yaş büyüktüler hatırlarsan, bir keresinde hayalet taklidi yapıp seni korkutmuşlardı.

 Eee…eevv..evet ama?

 

Gözlerimi bir an için adamdan ayırıp çay bahçesine baktım. Neredeyse herkes gitmiş, bizim haricimizde sadece kendi başına oturan yaşlı bir adam kalmıştı. Havanın güzelliği ve saatin henüz erken olması göz önünde bulundurulduğunda, pek normal bir şey değildi bu. Ama üstünde düşünerek giderek ilginçleşen konuşmayı kaçırmak istemediğimden tekrar dikkatimi genç adama ve yüz hatları şaşırmaktan ve düşünmekten iyice büzük bir hal almış olan sevgilime yoğunlaştırdım. Genç adam konuşmayı sürdürdü.

 

 İşte o gün ağlayarak Koray’ın evine gelmiş ve olan biteni anlatmıştın. Koray da seni teselli etmeye çalışırken, ona gidip o çocuklara hadlerini bildirmesi gerektiğini, yoksa gerçek bir erkek olamayacağını söylemiştin.

 

Sevgilimin gözünden yaşlar boşalmaya başladı. Anlatılan hikayenin her bir kelimesini ilk kez duymakta olan ben ise henüz onun ağlamasına neden olacak bir şey görmediğimden onu üzen kısmın sonu olduğunu tahmin ediyor ve duymak için can atıyordum. Bir şey söyleyip ortamı maf etmekten ve artık pek de yabancı olmayan bu genç adamı iyice sinirlendirmekten korkarak uzanıp sevgilimin elini tuttum. Buz gibiydi. Sanki uzun zamandır ellerine kan gitmiyordu.

 

 Sonunda ne olduğunu hatırlıyor musun, Melis? Koray çocuklarla kavga etmeye gitmişti de hepsi onu sopalayarak döverken farkında olmadan öldürmüşlerdi.

 

Bu kez buz kesilen ben olmuştum. Sevgilim onu tanıdığım ilk günden bu yana erkeklerle herhangi bir şekilde arkadaşlık kurmakta, bu bağlamda da en zorlandığı konularda dahi bir erkeğin yardımını istemekte zorlanan bir insandı. Birlikte bunu aşmaya çalışıyorduk. Ancak, asla nedenini sormamıştım. Nerden bilebilirdim ki altında böyle büyük bir suçluluk duygusunun yattığını?

 

 Sen kimsin! diye haykırdı sevgilim hıçkırıklar ve gözyaşları içinde. Ona bir peçete bulmak için bile olsa gözlerimi ayıramıyordum olan bitenden.

 Adım Koray. Seni yeniden görmek güzel.

 

Sevgilimin ağzından çıkan tiz çığlık, benim düğümlenmiş boğazımın dile gelişiydi adeta. Tüm bu olanlar bir rüya, yahut bir korku filminden fırlamış bir sahneden ibaret olmalıydı. Değilse de biri çok korkunç bir şaka yapıyordu. Sevgilim korkuyla elimi sımsıkı sıkarken, ben boşta kalan diğer elimle kendime bir cimdik atmayı denedim. Hiçbir şey olmadı. Uyanmadım.

 

Şoktan kurtulmaya çalışarak tekrar çevreme baktım. Altımız masmavi olmuştu artık ve yer yer bulutlar vardı. Uçuyor muyuz diye düşündüm bir an. Ayağımı bastığım yer sertti, demek ki uçmuyorduk. Yine de hafif hissediyordum. Genç adama baktım. O sıkıntılı ifade gitmiş, yerine huzur dolu bir tebessüm gelmişti. Sevgilimin yüzü ise kaskatıydı ve elleri giderek soğuyordu.

 

Neredeyiz? dedim.

 Yerinde olsam fazla merak etmezdim. Çünkü yakında gideceksin. Tabi, Melis benimle kalacak.

 Onsuz hiçbir yere gitmem.

 Bu doğru değil.

 

Koray’ın bu sözünden sonra tek hatırladığım kör edecek kadar güçlü, ama bir o kadar da yumuşak bir ışığın gözlerime vuruşu idi. Bir süre sonra kendimi tekrardan çay bahçesinde  buldum. Biz konuşurken ortadan yok olan tüm o insanlar geri gelmişti. Bir tek o yaşlı adamdan iz yoktu. Bir de Koray ve Melis’ten… Olanlara anlam veremiyordum. Eğer tüm bunlar bir kabus ise buraya nasıl gelmiştim? Melis nereye gitmişti? Hiç gelmiş miydi peki? Melis diye birini gerçekten tanımış mıydım? Peki ya o yaşlı adam, o tanıklık etmemiş miydi tüm bu olanlara? Neredeydi o zaman? Neden gelip bana anlatmıyordu her şeyi?

 

Düşüncelerimden sıyrılabilmek için ellerimi başımın arasına alıp gözlerimi yere diktim. İşte o zaman ayağımın dibinde bana soğuk soğuk ırıtan gerçeği fark edebildim; henüz yeni söndürülmüş bir sigarayla yüzlerce ıhlamur yaprağı….

E. B.