Demir, camları zangır zangır titreten rüzgarın uğultusunu dinlerken, ellerini Süveyda’nın moka rengi saçlarının arasından ağır ağır aşağı doğru kaydırdı. Bu saçları, ve her dokunuşunda midesinde yarattığı kıvılcımları, her şeyden fazla severdi. Süveyda’nın saçlarını okşamak, uzun ve dümdüz bir patikada, yağmur sonrasının taze kokusu eşliğinde gezinti yapmak gibiydi. Bazen Süveyda’nın saçları bir dağın etekleri gibi dökülürdü omuzlarına doğru, ve bembeyaz yüzü de bu manzarayı tamamlayan kar tabakası olurdu. Bazen, özellikle uyuduğu zamanlarda, saçı ipek bir peçe gibi kaplardı Süveyda’nın yüzünü. Demir, güvende hissederdi böyle zamanlarda; çünkü artık melekler bile göremezdi bu güzel yüzü, kıskanıp nazar değdiremezlerdi… Süveyda’yı hiç tanımasanız bile sadece saçlarına aşık olabilirdiniz.

 

Ne yazık ki artık bu saçlar bile eski hissi veremez olmuştu Demir’e.  Süveyda, her sabah içtiği koyu kahve gibiydi artık…

 

Süveyda, başını Demir’in omzundan kaldırıp bir saattir kesintisiz ağlamaktan şişmiş olan gözleriyle ona uzun uzun baktı. Ona tekrar ve tekrar “Neden?” diye sordu. Demir, tekrar ve tekrar, sadece artık böyle olması gerektiğini söyledi. Artık sıkıldığını ve eskisi gibi hissetmediğini… Süveyda, inanmadı. Demir, umursamadı. Tek istediği, her kaldığı saniye midesini yumruklayan bu acı, endişe ve şok dolu odadan çıkıp gidebilmekti. “Bu kadar zor olmamalıydı,” diye düşündü. Ayrılığı kaldıramayan bir eski sevgiliyi teselli etmek için bu kadar uzun kalmamalıydı… hiçbir zaman kalmamıştı.

 

Bu yüzden ani bir kararla yerinden fırladı ve gözlerini yerin beyaz mermerlerinden ayırmadan gitmesi gerektiğini söyledi. Sonra da taklit edebileceği en erkeksi ve sert adımlarla kapıya doğru ilerledi. Bakışlarını mermerlerden bir an bile koparmadan kapıyı çekip gitti. Arkasında bıraktığı güçlü çığlığı, gözyaşı fırtınasını ve sayısız hıçkırığı duymazdan gelemedi. Geri dönüp bakmayı istedi. Ancak kendisini minicik bir gözün daha da minik bir delikten gözetlemekte olduğu fikrinden rahatsız oldu. Hızla merdivenleri inmeye başladı.

 

 

Apartmandan dışarı çıktığında az önce uğultusunu dinlediği rüzgar sert bir tokat gibi yüzüne çarptı. Yanaklarının yandığını hissetti. Ellerini montunun cebine sokup yürümeye koyuldu. Uzun uzun yürüdü. Nereye gittiğini bilmeden… Nedenini bilmeden… Bir şeyler yanlıştı sanki, ama adını koyamıyordu. Süveyda’ya haksızlık ettiğini düşünüyordu. İçi rahat değildi. Belki de fazla çabuk karar vermişti. Belki de geçici bir sıkıntıydı uğruna ilişkisini feda ettiği. Süveyda’yı düşündü. Zor zamanlarında boynuna doladığı incecik ellerini, öpmeye doyamadığı pespembe dudaklarını, onu her görüşünde mutlulukla parlayan gözlerini, ve tabi saçlarını… Ona anlamsız bir huzur veren muhteşem saçlarını. Bunları düşündükçe içinin ısınmaya, midesindeki o garip kıpırtıların geri gelmeye başladığını fark etti. Evet, onu seviyordu. Onun kusursuzluğu seviyordu. Burnunun ucuna minik bir kar tanesi düştü. Kar iyice bastırmadan geri dönüp tüm bunları unutmaya ve bir tanecik Süveyda’sına yeniden kavuşmaya karar verdi. Adımlarını hızlandırdı.

 

Az önce rahatsızlık içinde indiği merdivenleri heyecanla geri çıkarken gözünün önünde barışacakları sahneyi tekrar tekrar canlandırdı. Kapının önüne geldiğinde bir an durdu ve soluklandı. Ağlama sesleri kesilmişti. Süveyda’nın biraz kendine gelmiş olduğunu düşünerek rahatladı. Kapıyı çaldı. Açan olmadı. Sabırsızlanıyordu. Tekrar çaldı. Bekledi. Endişeleniyordu. Son bir kez uzuncana çaldı.

 

Nihayet kapı açılıp karşısında Süveyda belirdiğinde Demir olduğu yerde donakaldı. Şaşkınlık. Panik. Hazırlıksız yakalanma. Bir hayalate bakar gibi baktı Süveyda’ya. Gördüğü şeyin bir kabustan ibaret olmasını diledi. Bir şeyler söylemek istedi. Hayır, aslında daha çok çığlık atmak istedi. Çığlık atmak ve bir şeyler parçalamak…Ancak vücudundaki tüm kan çekilmişti sanki. Kıpırdayamıyordu. Dudaklarını zorlukla hareket ettirip belli belirsiz “Nasıl olur..” diye mırıldandı.

 

Uzun moka saçlar kısacık kalmıştı artık. Anlaşılan Süveyda sinir krizi geçirip, Demir’e olan öfkesini saçlarından çıkarmıştı. “Neden geldin?” diye sordu Süveyda yorgun bir sesle. “Hiç…” diyebildi Demir. “Hiç.” Ve dile getirdiği bu hiçlikle uzaklaştı oradan. Dışarı çıkıp yol kenarlarında birikmeye başlamış olan kardan biraz aldı avucunun içine ve sıktı sıkıcana. Kar eridi gitti. Bir daha Süveyda’yı aramayacağını, onu tekrar görmek istemediğini işte bu zaman anladı…


Demir, Süveyda’yı saçlarını kestiği için çıkarıp attı hayatından. Ayşe, fazla kilo yapıyor diye çikolatadan vazgeçti. Jonathan ve Alicia, sırayı beklemeyi göze alamadıkları için Disneyland’daki korku tüneline girmediler. Semra, sabahları çok erken kalkmak zorunda olacağı için Üsküdar’daki okula kaydını yaptırmadı. Emre, Yeşim’in çıkma teklifini kabul etmedi çünkü Yeşim’in çilleri çok göze batıyordu. Bir tiyatro oyuncusu yönetmeniyle kavgasından dolayı oyuna çıkmaktan vazgeçti. Leyla, zengin olmadığı için sevdiği adamı terk etti. Uğur hayatını gözden çıkardı çünkü… kim bilir? Geçen yıl sevgilim beni terketti çünkü artık eskisi kadar eğlenceli değildim onun için. Sonra da küstü bana hala bilmediğim bir nedenden dolayı, yaşanılan her şeyi bir çırpıda silip attı…

 

Sizin mazeretiniz neydi?

E. B.