Yaş Üç Yolun Yarısı

Aşağıdaki öyküyü, 90’ların başında Montrey, Californiya’da düzenlenen bir
Stephen Levine atölyesinde katılımcılardan biri bizlerle paylaşmıştı :

Genç bir çif terapistlerine üç yaşındaki kızlarından gelen hayli tuhaf buldukları bir rica üzerine danışıyorlardı. Anne ikinci hamileliğinin sonlarına doğru gelirken, kızı tekrar tekrar yeni gelmekte olan erkek/kız kardeşiyle yalnız konuşmak istiyordu.

Bu küçük kız normal ve ılımlı bir çocuk gibi göründüğünden ve evde iç-haberleşme düzeneği olduğundan, terapist ve genç çift, yeni çocuk gelip işler bir düzene oturduğunda küçük kızın isteğine izin vermenin olasıolacağına karar verdiler.

Yeni oğlan bebek bir kaç haftalık olduğunda, küçük kız annesine rica ettiği şeyi artık yapıp yapamayacağını sordu. Anne kabul etti ve yatak odasına
geçip iç-haberleşme’den dikkatle dinlemeye başladı. Kızlarının bebeğin yatağına yürüdüğünü ve yeni kardeşine şunları söylediğini duydular : “Bebek, bebek, lütfen… bana Tanrı’yı anlat! Unutmaya başlıyorum!”

Marangoz

Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. İşveren muteahhidine, çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacindaydı, ne var ki.

Muteahhit iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlünün yaptığı işte olmadığını görmek pek kolaydı. Baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. İşini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. “Bu ev senin” dedi, “sana benden hediye”. Marangoz şoka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar mıydı!

Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatımızı kurarız. Çoğu zaman da, yaptığımız işe elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, şoka girerek, kendi kurduğumuz evde yaşayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. “Hayat bir kendin yap tasarımıdır” demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve seçimler, yarın yaşayacağınız evi kurar.

Öyle ise onu akıllıca kurun.

Coelho’dan…

Tanrı, güneşi her gün yeniden doğurarak, bizi mutsuz kılan her şeyi değiştirmemiz için zaman tanıyor bize. Oysa biz her gün, böyle bir zamanın bize bağışlandığını görmezden geliyoruz, bugünün düne benzediği gibi, yarına da benzeyeceğini düşünüyormuş gibi davranıyoruz.

Ama dikkatini yaşamakta olduğu güne veren kişi, o büyülü anın varlığını keşfediyor. O büyülü an belki de sabah anahtarı kilide soktuğumuz dakikada, akşam yemeğini izleyen suskunluk sırasında, bize birbirinin benzeri gibi gelen bin bir şeyde gizli. Ama öyle bir an var ve işte o anda yıldızlar tüm güçleriyle içimize doluyor ve bizi mucizeler gerçekleştirmeye hazır hale getiriyor.

Kimi zaman, üstesinden gelemediğimiz bir hüzne gömüldüğümüz izlenimine kaptırırız kendimizi. Yaşadığımız günün büyülü anının geçip gittiğinin, buna karşın hiçbir şey yaşamadığımızın farkına varırız. Oysa yaşam, büyüsünü ve güzelliğini kendi içinde gizlemektedir.
İçimizde yaşamayı sürdüren çocuğa kulak vermeliyiz. O çocuk, büyülü anın hangi an olduğunu bilir. Onun gözyaşlarını kolayca bastırabiliriz, ama sesini boğamayız.
O çocuk, varlığını hep sürdürür. O küçücük çocuklara ne mutlu ki gökyüzü krallığı onlarındır.
Yeniden doğmayı bilmezsek, yaşama, çocuk gözlerimizin saflığıyla ve heyecanıyla yeniden bakmayı başaramazsak, yaşamımızın bir anlamı kalmaz.
Canımıza türlü biçimlerde kıyabiliriz. Bedenlerini öldürmek isteyenler, Tanrının yasasını çiğnerler. Ruhlarını öldürmek isteyenler de aynı şeyi yaparlar, onların işledikleri günahı, insanlar açık seçik görmese de.
Yüreğimizde hala yaşayan çocuğun söylediklerine kulak verelim. Onun varlığından utanç duymayalım. Yapayalnız bıraktığımız ve onu neredeyse hiç dinlemediğimiz için korkuya kapılmasına izin vermeyelim.
Varlığımızın dizginlerini biraz olsun onun eline verelim. O çocuk, her günün bir sonraki günden farklı olduğunu bilir.
Yeniden sevildiğini hissettirecek biçimde davranalım ona. Onu hoşnut edelim – bu, alışık olmadığımız biçimde davranmak anlamına gelse de, başkasının gözüne saçmalık gibi görünse de.
İnsanların bilgelik taslamasının Tanrı katında delilik olduğunu anımsayalım.Ruhumuzda barınan çocuğa kulak verirsek, gözlerimiz yeniden parlayacaktır.
O çocukla temasımızı yitirmezsek, yaşamla yakınlığımızı da yitirmeyiz.”

Paulo Coelho