LALİN derKi,
Bir çift sözün vurucu etkisini yavaş yavaş üzerimizden atmaya başladığımız sırada Özlem’in omzuna hafifçe dokunarak;
– “Siz daha kalacak mısınız?” diye sordum. Ancak soruma Özlem’den önce Oğuz cevap vererek;
– “Yok ben kalkıyorum, hatta Özlem’i de evine bıraksam iyi olacak.” dedi ve ceketini eline aldı.
Ancak Özlem alkolün etkisiyle melodisini çıkaramadığımız bir şarkının sözlerini mırıldanmayı sürdürüyorken araya girerek;
– “Özlem’cim, Oğuz seni bırakabileceğini söylüyor ama bende de kalabilirsin. Hem biraz laflarız. Ne dersin?” diye sordum.
Özlem iki kişinin arasında kalmış bir şaşkınlık ve sersemlikle “içelim de gerisi önemli değil!” şeklinde pek de şuurlu olmayan bir yanıt verdi. Anlaşılan bende kalıyordu ve Özlem’in çantasını toplaması için Oğuz’a gözümle işaret yaptım. Sanki sadece ikimizin bildiği bir dili herkesten gizli ve sessiz konuşuyor olmanın verdiği haklı bir bilmiş ifadeyle Oğuz, etrafa saçılmış sigaralara kadar topladığı çantayı bana uzattı.
Şimdi aklımda bir merak düşmüştü; yılbaşı partisinde olduğu gibi acaba Oğuz arabasıyla bana eşlik edecek miydi? Bir çift sözden olmalı ki sanki bu ayrılışımızda nedense bir yarım kalmışlık havası vardı.
– “Oğuz, çok teşekkür ederim beni yalnız bırakmadığınız için. Ayaklarınıza sağlık.”
– “Sen ve yalnızlık aynı cümleye yakışmıyorsunuz. Gerçekten çok güzeldi ama bir gün şu bir çift söz üzerine seninle daha uzun konuşmak isterim.”
– “Elbette, ne zaman istersen…”
– “Yo hayır, ne zaman istersen’lik bir teklif değil bu. Bir gün ya da bir akşam ama mutlaka.”
O arada Özlem kırık bir dille söze bulaştı;
– “Ohooo, bir de kahve söyleyelim isterseniz, ne bu ya giderayak, hadi üşüdüm binin şu arabaya…”
Oğuz yüzündeki mahçup ifadeyle;
– “Ben içerim aslında. Şaka bir yana beni gidince haberdar edebilir misiniz? Nedim’i bırakacağım için yolum farklı.
– “Tabi ki!” diyerek uzaklaştım, az önce aklımda oluşan sorunun da cevabını alarak.
Arabaya bindikten sonra uzun bir süre hiç konuşmadan yol aldık. Sessizliğinden sebep sızdığını sandığım Özlem, önümüzde seyreden kamyonetin ani şekilde şerit değiştirmesiyle bağırarak beni de irkiltti;
– “Aa sen uyumuyor muydun?
– “ Kızım gece daha yeni başlıyor.”
– “Hayırdır, yoksa sürpriz bir planın mı var?”
– “Özlem’i hiç tanımamışsın. Hadi bir tekel bayi bul da biraz benzin alalım.”
– “Kaç tane içtin?”
– “Bu soruna cevap verebiliyor olmak çok isterdim gerçekten…”
– “Peki o zaman en çok hangi şarkımı beğendin?”
– “Şu dağınık yatak var ya Lalin, dağıttı beni…”
– “Değil mi! Murathan Mungan’ın son albümünde Zerrin Özer söylemiş, nasıl müthiş bir yorum bu!”
– “Yani yorum filan bilmem ama nasıl bir söz o ya…
Geyiğe doğru yol alan bir diyaloğun sonunda tekel bayiini atlatamayıp kelle başı bir şişe şarapla evin kapısından girdik sonunda. Gece geç geleceğimi bildiğimden açık bıraktığım koridor ışığına Özlem’in tepkisi harikaydı.”
– “ Ooo, daha yatmamışlar…”
* * *
Kısık bir müzik ve şarap eşliğinde;
– “Ne de iyi yaptınız gelmekle bu gece!” dedim.
– “Evet ya uzun zamandır hiç bu kadar iyi vakit geçirmemiştim. Yılbaşı da dahil buna…”
– “Ben tabi sizin muhabbetinize çok tanık olamadım. Karşıdan şarkı söylemekle olmuyor. Ne içindesin, ne dışında..”
– “Yok ama ya, gözün hep bizim masadaydı.”
– “Bakıyorum sıkı takipçisiniz.”
– “Eh bilemem artık. Kuzum, Oğuz ile aranızda bir şeyler var sizin, değil mi?”
– “Ah, iyi ki Oğuz dedin, ona geldiğimizi haber verecektim.”
– “Tamam ararız birazdan, sen benim soruma cevap ver önce!”
– “Yani henüz somut bir şey yok. Ama ilgimi çekiyor.”
– “Bak ben Oğuz’u, Nedim’den ötürü iyi tanırım. Eğer seninle ilgilenmemiş olsa bu gece hayatta orada durmazdı.”
– “Canım belki nezaketinden kalmıştır.”
– “Yok ya, ben nerelerden kaçtığını bilirim. Bence gerçekten senden hoşlandı.”
– “Özlem’ciğim bu tip ortamlar yanıltıcıdır. Alkol girer işin içine ve herkes bir anda kırk yıllık dost kesilir.”
– “Tamam haklısın da ben sizin aranızda böyle bir durum sezmedim. Yani ciddi hoşlandınız birbirinizden, niye itiraf etmiyorsun ki?”
– “Bilmiyorum Özlem. Sanırım ben birine karşı bir şeyler hissedebileceğime olan inancımı kaybettim Tuğan’dan sonra…O yüzden bir erkekten etkilenme eşiğim de artık eskisi kadar çabuk atlanır değil.”
– Bak Lalin, Tuğan’la Oğuz’u aynı kefeye bile koyamazsın. Düşün ki sana evlenme teklifi ettikten bir ay sonra düğün davetiyesini almış olduğun bir adamdan bahsediyorsun. Olayın matbaa sürecini çıkar, yani 3 hafta. Tanışma, söz vs. bal gibi de aldatıldın. Adice ve küstahça… Şimdi kalkıp hala onu unutamadığınla ilgili cümleler kurma sakın bana. Hele ki Oğuz’u sakın bulaştırma bu bunalımına…”
– “Sakin ol ya! Ben kimseyi kimseyle karşılaştırıp bulaştırmıyorum ki! Travmatik bir dönemdi ve atlatılması zor olacak diyorum. Yani bunu bir erkekle aşabilirim elbette ama onu kabul etmem için kriterlerim arttı hepsi bu!”
– “Eğer bunu aşmak gibi bir niyetin varsa Oğuz doğru insan değil bana sorarsan….Bir kaosu hak etmiyor o gerçekten.”
– “Ya ortada fol yok yumurta yok be canım. Nerden çıktı şimdi Oğuz, Tuğan filan. Hem haber verecektik Oğuz’a.”
– “Tamam, tamam… Ben ararım…”
* * *
Başımı yastığa koyduğumda tüm dünya etrafımda dönüyordu. Özlem’in Oğuz’a bu denli bir koruma içgüdüsüyle yaklaşması beni şaşırtmıştı. Belki de onca şeyi atlatan ve buna yakından şahit olan biri olarak asıl korumasının gerektiği kişi bendim. Üstelik Tuğan ile olan hikayenin sadece kaymağını bilmesine rağmen, böylesi bir tepki Oğuz’dan önce sanki benim için verilmeliydi. Ne komik, onca şeyi sadece bir barmen biliyordu ve belki de konuşsa yer yerinden oynardı. Şimdi aklımda Oğuz’un silueti, geldiğimizi kendi sesimden söyleyememenin eksikliği ve oturduğu sandalyenin trajik mazisi ile uykuya emanet edilmek üzere yatakta iyice kayboldum.
Özlem’i yatırdıktan sonra, ‘bir çift düş’ün hemen öncesinde…
ÖZLEM derKi,
Hale bak! Utanıyorum kendimden. Kimin evinde kalıyorum şu halime bak. Lanet olası bir gündü bugün. Neden yıllardır sakladıklarım ortaya çıktı ki bir anda. Ne güzel hiç yüzleşmemiştim bu duyguyla. Bende saklıydı öyle de kalmalıydı.
– Offff! Allahım ne yapıyorum ben. Yardım et bana. Kendime gelip sırrımı saklamam lazım. Offff Tanrım!
– Ne oldu Özlem? Bir sorun mu var canım? Rahat edemediysen söyle halledelim.
– Hayır hayır! Kusura bakma ne olur! Herşey gayet güzel. Sen yat uyu hadi. Seni de dikmeyeyim ayağa. Biliyorsun ben bir zombiyim!
– Bugün gariptin Özlem. Bir derdin var ama neyse. Biliyorum yine parçalasam seni anlatmayacaksın!
– Yesss! Hadi uyu sen uyu!
– Peki iyi geceler tekrar.
– Sana da.
Tanrım ne kadar da aptalım. Mahvedeceğim herşeyi. Bu gece çok kötüydüm. Oğuz’un ve Lalin’in yüzüne nasıl bakacağım ben şimdi. Sapıttım iyice. Beynim dönüyor. Her taraf dönüyor. Kusmak istiyorum. Eskiden şişelerle içerdim ne oldu ki bana acaba şimdi ya? Hay kafama ben ya…
Bu sır…
Beni yoruyor artık. Bu direniş nereye kadar. Karşımda bir kadını sevmenin ne demek olduğunu yaşamış ve bunu kötü bir sonla deneyimlemiş bir adam var. Yıllardır tanıyorum onu. Yıllardır içi içime denk bir bohça gibi taşıyorum gittiğim her yere. İçimde taşıdıklarımı kimseye ve Ona anlatmadan. Nasıl dayanılır biraz daha bilmiyorum. Birini sebepsizce, zamansızca ve habersizce sevmek… Nasıl katlanılır bilmiyorum. Uyumalıyım. Günlerdir gözüme girmeyen uykumu yatağıma alma vakti artık. Battaniyemi tepeme kadar çekip olur olmadık bir anda ağlamaya başlamak istiyorum. Yastığı sıkarak, pençelerimi kafama geçirerek acımı böyle gizli saklı yerlerde yaşamak istiyorum. Yıllar önce bana umarsızca verilen bir sırrı ölene kadar ve hatta aşkımdan ölsem dahi saklamak zorundayım. Kim ne derse desin O benim arkadaşım.
“Seninle evleneceğim ben!” cümlesinin şaka yollu söylenişi kadar arkadaşım! Yazık! Kendime acıyorum. Kendime acı çektirdiğim için acıyorum. Bilinmeyen denklemlerden ömrüm boyunca çektim ama uslanmadım hala. Birine aşık olup onun her türlü kalp acısını sizinle paylaşmasına katlanmak nasıl bir işkencedir bilemezsiniz. Şarkılar bile çekilmez olur. Platonik bir aşk bile daha iyidir. Ama en iyi arkadaşınıza aşık olup onun başka bedenlerden zevk aldığını gözünüzle görmek dayanılmazdır. Dayanamıyorum.
Yıllardır hissettiklerimi, bedenime dokunan her teni Onun yerine koyduğumu söylemek istiyorum Ona. Olmuyor. Ne zaman denesem kendime yenik düşüyorum. Kardeşine aşık olmak gibi. Ensest bir ilişki gibi. Evet! İyi bildiğin, iyi hissettiğin bir tene dokunmak gibi.
Diğer yandan Onu bir başkasına aitken görmek de işkence gibi.
Oğuz!
Lalin’e her baktığında gözbebeklerimde sigara söndürüyorlar sanki! Lalin’i her andığında dilimin ucuna gelen itirafımı söyletmemek için dilimi kesiyorlar sanki! Onun bir gün Lalin’e dokunacağı düşüncesi İsa gibi geriyor beni + her yıla!
Maskelerimi çıkaramıyorum yüzümden. Onun için mutlu olan, O seviştikçe arkadaşı için sevinen, O aşık oldukça buna direnen maskelerimden kurtulamıyorum. Her defasında kendimi cezalandırıp Onu bu sulara kendim atıyorum. Yıllar bana acımasız davrandılar. Ya da ben onları gelişi güzel harcadım durdum. Hiç kabul etmedim aramızdaki ilişkinin bir gün bana acı çektireceğini. Dayanırım zannederdim. Hallederim zannederdim. Ne de olsa ben hep gülümserdim. Buna Onu da o kadar alıştırmıştım ki. Şimdi ne söylesem hata ederdim. Hep bir gün herşey olması gerektiği gibi olur ve Oğuz maskenin altındaki Özlem’i keşfeder zannederdim. Ne kadar ahmakmışım. Ne kadar budalaymışım! Büyüdükçe değişenin bir tek yaşım olduğunu sanıp kalbin de yılların çemberinden geçebileceğini hiç hesap etmemişim. Onun yanında söylediğim her şarkıyı Ona söylediğimi, koluna girip kahkahalarla yolda yürürken içimden akıp gidenleri hiç göremeyeceğini, hiç hissedemeyeceğini yeni öğrenmişim. Üstelik artık her geçen gün biraz daha yalnız biraz daha zora giden bir hayatım var. Oğuz yeniden karşımdaydı yılbaşı partisinde. İkimizin de hayatını altüst getiren o meşhur partimde. Ben kendi mezarını kendi kazanlardan biriyim artık! Gizlediklerimin acısını kendinden çıkaran bir ahmağım.
Lalin…
Onunla geçecek bir tek dakikaya bile tahammülüm yok aslında ama Oğuz! Oğuz herşeye, her yeni acıya sebep olacak yeniden! Kocaman bir kadınım! Yüz çevirip söz çevirip bencilce davranamam. Kadın olmanın en büyük bedelini ödüyorum. Fedakarlık! Lalin’in bir gün Oğuz’un elini tutacak olması ihtimalini şimdiden kabul etmeliyim. Ya da acımasızca, çaresizce, sırlarımla, Oğuz’un sırlarıyla, yaşadıklarımın acısıyla çekip gitmeliyim.
Özlem…
Ben… Çaresizim. Akıntıya mı kürek çekmeliyim yoksa rüzgara mı yelken çevirmeliyim bilmiyorum. Şelalenin tepesinden atlamakla dağa tırmanmak arasında kalakaldım. Her durumda yanacağım! Her durumda bu aşka bir sıfır yenik başladım. Bir bardak su ve birkaç taze Xanax almalıyım. Kutusundan yeni çıkmış! Kutusundan yeni çıkmış bir aşk için.
Dayanamıyorum. Pençelerimi kafama geçirdim bekliyorum.
Tüm gece kulağımda aynı şarkı vardı. İçimden nasıl da bağırarak söyledim. Dağınık yatağım, mutsuz yatağım… Kimse duymadı sesimi. Kimse de duymayacak. Hale bak, hayalinden başkasıyla olamıyorum. Uyumalıyım. Belki düşlerimde… Belki rüyalarımda… Oğuz ve ben… Tanrım! Bir rüyalık kavuşma diliyorum senden…
Bir çift düş…
Lütfen!
İyi geceler Oğuz!
İyi geceler Lalin…
Şerefinize…
Offf başım!
OĞUZ derKi,
Nedim’in düşen çenesi bile kafamın karışıklığını dağıtamıyordu… Lalin, Özlem’i evine bırakmayı teklif ettiğinde; mecburen Nedim’e refakat etmek de bana düşmüştü. Oysa bu gece hiçte sarhoş kahrı çekecek durumda değildim.
Ayrılmak üzereyken Lalin’in ağzından dökülen sözlere takılıp kalmıştım aslında. Dumanlanmış kafam şu anda tam kelimesi kelimesine hatırlamama engeldi ama ne demişti; “belki de öyle söyleyemediğim için şu anda buradasın…” Ne demekti şimdi bu ?!! Belli ki bir gönül kırıklığı ve ardından da bir gönül kızgınlığı vardı içinde hala alev alev yanan. Ben bu sözleri ve bu sözleri eden o muhteşem gözleri düşünürken Nedim yol boyunca beni rahat bırakmayacağının sinyallerini verdi,
– “ Oğlum var yaa, ne ballı adamsın sen, puşt herif…..”
Ancak içkiliyken argo kullandığını bildiğim için fazla üstelemedim. Biliyordum, ne dersem diyeyim, sarhoş insanların inatçılıkta kimse ile yarışamayacağını.
– “ Ne balı olum, n’oldu yine ??? ”
– “ Daha ne olsun lan, barda gördüğün erkeklerin yarısından fazlası kıza yazılabilmek için gecelerce orada sabahlıyor. Sırf hafif bir tebessümünü alabilmek için… Sen daha ilk gecende kızdan özel şarkı dinledin. Hem de milletin gözleri önünde… Daha ilk, pardon ikinci karşılaşmanızda. Bakışlarınızı görmedim sanma… Sanki koca salonda sadece ikiniz gibiydiniz…” lafını bitirdikten sonra kulaklarımın dibinde çınlayan kahkahası, gecenin şu ilerlemiş saatinde beynimin içinde davul çalıyordu sanki.
Ne cevap vereydim şimdi ben bu adama. Hayır huyunu da benden daha iyi bilen olamazdı. Nedim, böyle bir adamdı. İçinden gelen, geçen ne ise o anda onu söylemesi gereken tiplerdendi. Ama bakışları konusunda da haksız sayılmazdı aslında. Aklımı hem dağıtıp, hem de kopardığı noktada bırakınca beni boğazından mideme inen yolda bir karıncalanma hissettim. Bir sigara yakıp, arabanın camını açtım. Gecenin serin havası büyük bir hızla doldu içeri.
– “ Saçmalama be Nedo, sende duydun kızı. Tanıdık birilerini gördüğüne sevinmiş, bunu belli etmek için bir jest yaptı aklınca bize. Ne gerek var bunu böyle öküzce anlamaya ? ”
– “ Bize değil benim saf kardeşim, bize değil… Kız sana jest yaptı. Lan yoksa sen bana salak ayağına mı yatıyorsun? Bu kadar da mal olamazsın yaa.. Yani, sen bile istesen bu kadar olmayı beceremezsin. Versene bana da bir sigara.”
Sigarasını yakarken, bende konu hakkında muhabbeti uzatmamak için radyoya uzandım. Belki anlardı ve susup radyodaki, saçma sapan müziklerden birine takılıp kalırdı yolun kalan kısmında. Ama nafile,
– “ Aslında senin salak olduğun şu anda benimle bu arabada olmandan da belli oluyor. Şu anda senin, Lalin’i evine bırakıyor olman gerekirdi. Bundan daha büyük bir fırsat kaçırabilir mi insan yaaa ? ” Arabanın içi ikimizin sigara dumanına boğulunca Nedim’de hafifçe araladı kendi tarafındaki camı.
– “ O zaman sen de içmeseydin bu kadar ayyaş herif. Bok mu vardı içkiyi bu kadar kaçıracak ? ” diye bağırdım. Hayatım boyunca bir çok kavgam olmuştu Nedim’le, ama hiçbirinde şu anki kadar sinirle bağırmamıştım ona. İlginç olanı ise işe yaramış olması idi. Belki bozulduğundan, belki de sinirlendiğim için üstüme gelmekten korktuğundan, sinmişti.
Az önce kurtarıcı olarak sarıldığım radyo birden aramızdaki sessizliği bozan ve avaz avaz bağıran bir canavara dönüşmüştü. Kapattım. Bir süre daha bana göre hoş ama bir o kadar da huzursuz sessizlik eşliğinde devam etti yol altımızda. Nedim’in kaldığı siteye giden yolun kavşağını dönerken, Nedim,
– “ Beni şu göbekten döndükten sonra ki büfenin önünde indir. Sonrasını ben giderim.” dedi.
– “ Hayırdır, yetmedi mi zıkkımlandığın ? Daha ne içeceksin bu saatte. Bırakayım evine de git zıbar yat biran önce.”
– “ Sana ne oğlum benden. Sen dur şurada. Sigara alacam belki. Hem canım yürümek istedi. Açılırım biraz.”
Durdum istediği yerde. Zaten başka bir şansım da yoktu. Ama bırakmadım. Bekledim sigarasını ve yanında altılı pakette eşantiyon verdikleri biraları almasını. Sonra da hiç ses çıkarmadan evinin önüne, kapısına bıraktım. Aklı sıra bana ters yapacaktı. Ayyaşlığını yüzüme vuracaktı. Alınmış anlaşılan lafıma. Ama sabaha yine ilk arayanın o olacağını adım gibi bildiğimden durmadım üstünde. İyi geceler dileyip gazladım arabamı.
Aklıma Lalin’i getirince yine kulaklarımda çınladı beynimi kurcalayan sözleri. Birilerine ya da bir olaya karşı söyleyemediği sözler yüzünden acı çekiyor olabilirdi ama bunun benimle ne gibi bir alakası olabilirdi ? Hem Nedim’in söylediklerinin hiç mi gerçek payı yoktu. İlk defa tanıştığı yada daha doğrusu, daha tanışamadığı bir insana sahneden sevdiği bir şarkıyı hediye etmek… Bir de o insanı delip geçen buğulu bakışları… Bütün bunların altında nasıl bir ilgi olabilirdi ki?
Saat üçe geliyordu eve vardığımda. Arabayı her zamanki yerine park ettikten sonra başımı kaldırıp dairemin ışıkları yanmayan pencerelerine baktım. Hiçbir zaman ışıkları yanar bulmazdım ama bugün içimden şiddetle o ışıkların yanıyor olmasını istiyordum. Beni bekleyen bir insanın yokluğunu ilk defa bu kadar canım acıyarak duyumsadım. Ne kadar büyük ve kalabalık bir şehirde yaşıyor olsam da, çevremdeki insanların çokluğu bazen beni bunaltsa da sonunda hep aynı noktaya geliyordum. Yalnızlığıma dönüyordum. Kapıyı her seferinde anahtarla açıyordum ve evin içinden taşan karanlığı azaltabilmek için girdiğim bütün odaların ışıklarını yakıyordum. İnadına açmadım bu gece ışıkları. Yılların alışkanlığı ile adım sayılarını bile ezberliyordum odaların arasındaki eşyaların yerlerini. Artık hesaplaşma zamanı idi.
Ceketimi çıkarıp salonumun bir köşesine fırlattım. Müzik setine bir Franky Sinatra takıp kendime son bir duble içki hazırladım ve koca salonda kullandığım tek mobilya olan berjere attım kendimi adeta. Çoğu zaman büyük bir zevk verirdi bana bu yalnızlık. Kendimi dinlemeye ve kafamı boşaltmama yarardı. Böyle yaşamak tamamen kendi tercihimdi. Aslında birazda Özge yüzünden. Hayatımın en önemli kararlarını aldığım ve sonunda uygulama yolunda kaybettiğim Özge yüzündendi. Ondan sonra, beraber olduğum kadınların hiçbiri ile beraber geçirdiğim bir gecenin, sabahına beraber uyanamıyordum. Belki uyandıklarımdan birisi ile şu anda çocuklarımızın geleceği hakkında planlar yapıyor olabilirdik. Ama bu çok bilinmeyenli denklem asla çözülemeyecek artık.
İnsanlar beni, kadınlardan kaçan ve onlara karşı acımasız davranan soğuk bir hovarda olarak bilmeye, zannetmeye devam edecek. Bir tek Özlem, bir tek güzelim Özlem bilecek ve onda kalacak bu sır. O olmasa idi, ben ne durumda olurdum acaba? Hayatımdaki bütün kadınlardan daha yakındı bana. Şimdiye kadarki sevgililerimden, annemden, hatta yıllardır yüzünü dahi görmediğim Özge’den. İyi ki o vardı hayatımda. Olmasaydı çoktan kaybolurdum, Sığınacak bir liman bulamayan bir gemi gibi savrulur ve dalgaların arasında kaybolurdum.
Şimdi sırası mıydı Lalin’e aşık olmanın ? Mutlu değil miydim ben böyle. Keşke hiç gitmeseydim Özlem’in yılbaşı partisine. Keşke hiç tanımasaydım o kömür karası gözlerini. Şimdi böyle batar işte insana tek başınalık. Keşke şu anda yanımda olsa da uzun uzun baksam gözlerine ve gülümsemesinin baştan çıkarıcılığı ile dudaklarım kurusa, ellerim titrese, boğazımdaki karıncalanma hiç bitmese. Cesaret edebilir miydim peki birkaç saat sonra aydınlanacak güne yanında kalmaya ve onunla başlamaya ???
Gözlerimin iyice ağırlaştığını hissettim. Ancak içimden kalkıp kendimi yatağa atacak gücü bulamadığım için, oturduğum koltukta gözlerimin kapanmasına izi verdim. Düş haline geçmeden önce son hatırladığım kulağıma çalan Sinatra’nın bana itiraf mektubu gibi gelen sözleri idi.
I’ve loved, I’ve laughed and cried / I’ve had my fill, my share of losing
And now, as tears subside, I find it all so amusing / To think I did all that
And may I say, not in a shy way, / “Oh, no, oh, no, not me, I did it my way”