Ali, gözlerini zorla açık tutuyordu. İki gecedir doğru düzgün uyuyamıyordu ve şu an barın kapanması için önünde bilmem kaçıncı viskisini içmiş olan elemanın gitmesi gerekiyordu. Adamın gözlerine “s.ktir git“ ifadesiyle baktı ama adamın umrunda değildi. Adam anlamamış ve alkolden kızarmış gözlerle Ali’ye baktı;
“Eee bilader, sence bu hafta Fener alır mı maçı?”
“Futbolla pek ilgilenmiyorum beyefendi.” dedi Ali kibarca.
“Hadi ya, sen iddaa da oynamazsın o zaman…”
“Hayır, ben altılı ganyanı tercih ediyorum efendim!” dedi Ali iyice sıkılmış bir tavırla.
“Onu oynamak zor değil mi be?”
“Paramı yirmi iki tane adama yatırmaktansa, bir tane eşeğe yatırmayı tercih ederim.”
“Vay be….Var mı peki bir tüyo? Hangi eşeği tavsiye edersin?”
“Sakın Bahattin’e oynamayın, bütün paranız yatar.”
“İşe bak! Ha ha ha. Benim adım da Bahattin.”
Ali kenetlenmiş dişlerinin arasından kıs kıs güldü ve kısık sesle mırıldandı.
“Biliyorum.”
Birden çalan telefonla silkindi.
“Bir saniye lütfen .”
Telefonu açtı.
“Alo Blue Way burası… Kimseyi bulamazsınız bu saatte… Ama in ve cin isterseniz bol miktarda var. Bir de ben, Ali.”
Öbür taraftan çok kısık ve hafif bir ses duyuldu.
“Ali, nasılsın ben Lalin…”
Ali’nin ağzı açık kaldı.
“Çalı gülü!!!! Nerdesin sen? Yapraklarınla ve dikenlerinle gideli üç hafta oldu değil mi? Nerelerdesin? Seni ve sesini çok özledim. Görüntünü de… Özelikle de şu derin bacak dekolteli olanını… ”
“Hep böylesin… Değil mi Ali? Hayatı umursamayan, tuhaf ve neşeli…”
“Herkes sen ve aşığın gibi kederli olmak zorunda değil ki.”
“Aşığım mı? Kimden bahsediyorsun sen ? Yoksa… Yoksa Oğuz’dan mı? ”
“Sayende zengin oldum. Haftada üç, dört gün gelip içiyor ve seni anıyor burada. Gel de yüzü gözü açılsın çocuğun. Ama yapraklarınla gel, dikenlerini evde bırak.”
“Geleceğimi zannetmiyorum Ali. Kuşadasındayım. Köylerinden birinde…”
“İnzivaya çekilmek için daha çok erken be Lalincim… Ben oraya birkaç Fransiskan misyoner yollarım senin yerine. Sen dön artık buraya.”
Karşıdan cızırtı ve hışırtılı bir ses geldi. Ali kulağını ahizeye iyice bastırdı.
“Lalin duyamıyorum seni…”
“Kuşadası, …köyü. Hoşça kal… Selam…”
Sesi çok hafif ve kopuk kopuk geliyordu. Ali ahizeye bağırdı.
“Sesini duyamıyorum Lalin, biraz bağır..”
Derken hat koptu.Ali ahizeyi yavaşça yerine koydu.
“İyi de ben niye bağırdım ki? Ben onu duyamıyordum, o beni iyi duyuyordu.”
“Ne o? Kimdi?” dedi viskisini bitirmeye çaba bile göstermeyen adam.
Ali endişeli bir suratla müşteriye döndü.
“Patron aradı… Barı kapat dedi, etrafta polis geziniyormuş, bir çöreklenirlerse kalkmazlar dedi.”
“Vay anasını be haklısın, bu saatte çevirmeye yakalanırsam ayvayı yerim…”
Adam viskiyi tek dikişte bitirdi ve masaya hesabı bırakarak hızla bardan çıktı. Ali adamın arkasından pis pis sırıttı, tezgahın üstündeki parayı kasaya attı. Sonra barın ışıklarını söndürdü. Bir soğuk bira çıkardı kendine ve karanlıkta içmeye başladı. Eski günleri hatırlayarak.
Yıllar önceydi. Yağmurdan sonra aniden bastıran sisi yara yara giderken, kaldığı apartmanın karşısında, bir köşede sindiğini görmüştü o kızın. Ali daha onsekizindeydi o zamanlar, üniversitede okuyor ve akşamları da, harçlığını çıkarmak için bir barda çalışıyordu. Öyle süslü kokteyller filan yapmıyordu, o “esas” barmenin işiydi, Ali daha çok bardakları topluyor, basit içkileri hazırlıyordu, kısacası barmene yardım ediyordu.
O gün de her zamanki gibi geç bir saatte eve dönmüştü. Evin dışındaki gece lambasının yanıp yanıp söndüğü, her tarafı sis bastığı, uzaktan bekçi düdüğünün sesinin geldiği, ıslak, soğuk ve insanın tenine yapışan pis bir geceydi. Böyle pis bir gecede, saat ikiye yaklaşırken, paltosuna sıkı sıkı sarılmış bu güzel kızın o apartman önünde ne işi vardı?
Fazla umursamadı ve kendi oturduğu apartmana girdi, birkaç kat çıktıktan sonra dairesine ulaştı. Ev arkadaşı “memleketine” gitmişti ama giderken her tarafı izmarit içinde bırakmıştı. Ev havalansın diye pencereyi açtı ve kızın hala orada kıpırdamadan durduğunu fark etti.
Mutfağa geçti, kendisine atıştıracak bir şeyler baktı. Bir paket cipsi açıp ağzına doldurdu. Sonra sigarasının bittiğini fark etti. Köşedeki bakkal geç saatlere kadar açık olurdu. Montunu aldı, tekrar aşağıya inerek apartmandan çıktı ve bakkala gitti. Elde sigara ve para üstüyle bakkaldan çıkıp tam apartmandan içeri girecekken, çakan şimşekte kızın yansımasını giriş kapısındaki camda gördü. O görüntüye takılmışken birden patlayan gök gürültüsüyle irkildi. Önce ne yapması gerektiğini düşündü, ama sonra dayanamadı ve kızın yanına gitti.
“Pardon? İyi misiniz?” dedi kibar bir tavırla.
Kız kafasını kaldırdı ve ağlamaktan kıpkırmızı gözlerle Ali’ye baktı.
“İyiyim sağolun!” dedi sessizce.
“Bakın evim şurada, sıcaktır, gelin isterseniz.”
“İyiyim sağolun.” dedi kız aynı ses tonuyla.
“Bu yağmurda hasta olacaksınız.”
“Siz kendi işinize bakın!” dedi kız bu sefer sert bir ses tonuyla.
“Pinokyo olmadığın için şanslıyım. Yoksa uzayan burnun karnımı deşerdi herhalde. Hem bu yağmur sele dönüşürse, o burunla yüzmen zor olurdu. Ama pinokyo tahtaydı değil mi? Daha rahat kalırdı su üstünde…”
Kız kafasını kaldırdı ve Ali’ye baktı.
“Ne diyorsun sen ya? Hasta mısın?”
“Sigara diyorum… İçer misin?”
Kız önce Ali’ye sonra uzattığı sigaraya baktı sonra da Ali’nin uzattığı sigarayı aldı. Beraber birer sigara yaktılar ve yağan yağmuru izlediler. Bu esnada hiç konuşmadılar. Sigara bitince Ali kıza baktı.
“Aynı bir gül gibisin. Çok güzelsin ama sürekli savunmadasın…Ve… ”
Yağan yağmuru gösterdi, “… suyu da seviyorsun…”
Kız sırıtmadı bile.
“..ve de haşinsin. Yani sera gülü değil çalı gülü gibisin…”
Montunun önünü kapadı ve kaldığı daireyi gösterdi.
“Bak çalı gülü… Dairem şurada… Yeterince sulandıysan gel, sıcak birer kahve içeriz, sonra uyuruz. Sen de sabahtan nereye gideceksen, oraya gidersin… Ama yok ben burada kalayım zatürree olayım öleyim gibi düşüncelerin varsa… Sen bilirsin!”
Ali karşıya geçti ve binanın kapısına doğru yürüdü. Kapıyı açtı, içeri girdi. Asansöre doğru yürürken arkasında ayak sesleri duydu. Dönüp baktığında kararsız şekilde yürüyen kızı gördü. Hafifçe gülümsedi.
“Hadi hızlan, asansörü bir ömür boyu tutamam.”
Eve girdiler, Ali söz verdiği gibi kahve yapıp kıza verdi. Evin en sıcak odası, Ali’nin odasıydı. Beraberce oraya geçtiler . Kız halıya, kalorifere yakın bir yere oturdu. Ali de yatağın üstüne.
“Söyle bakalım çalı gülü… Seni kim bu kadar üzdü?”
“Üzüldüğümü de nerden çıkardın? ” diye çıkıştı kız.
“Yüzünden belli. Gözler kızarmış … Bu saatte soğan doğramış olamazsın ya…”
Kız elindeki nescafe fincanını döndürdü.
“Şiir sever misin?” dedi Ali’ye bakarak.
“Susamlı öküz aromalı pudingi sevdiğim kadar.”
“Evet şiir seven bir tipe benzemiyorsun zaten…” dedi kız.
Sonra billur gibi sesiyle bir şiir okudu
Apansiz uyanırsan gecenin bir yerinde
Gözlerin uzun uzun karanlıga dalarsa
Bir sıcaklık duyarsan üşüyen ellerinde
Ve saatler gecikmiş zamanları çalarsa
Bil ki seni düşünüyorum
Bir vapur yanaşırsa rıhtımına bin, açıl
Örtün karanlıkları masmavi denizlerde
Ve dinle kalbimi bak nasıl çarpıyor nasıl
O bütün özlemlerin koyulaştığı yerde
Bil ki seni bekliyorum
Bir sabah gün doğarken aç perdelerini, bak
Sevinçle balkonuna konuyorsa martılar
Kendini tadılmamış derin bir hazza bırak
Dökülsün dudağından en mutlu şarkılar
Bil ki seni istiyorum
Gecelerden bir gece uyanırsan apansız
Uzaklarda elemli,garip bir kuş öterse
Bir ceylan ağlıyorsa dağlarda yapayalnız
Bil ki seni çok seviyorum
Ali gözlerini kırpıştırdı.
“Güzel bir şiir, etkilendim… Sen mi yazdın?”
“Hayır yazarını bilmiyorum. Ama bu şiiri o benim kıymetimi bilmeyen hayvana armağan etmiştim.”
“Eyvaaaaah…” diye düşündü Ali. “Biz bunu düzemeyeceğiz, ama o bizim kafamızı düzecek anlaşılan…”
“Anlat….” dedi Ali isteksizce bir şekilde kıza bakarak.
Kız anlattı….
Ali de dinlermiş gibi yaptı.
Hikayenin belli birkaç noktasını yakaladı, durumu çözdü, sonra otomatiğe alıp belli periyodlarda başını salladı, empatik gözükmek için “demek öyle olduğunu düşünüyorsun?” dedi ve sık sık “tüh tüh, ayıp ya , vah vah” gibi kelimeler kullandı. Bu taktiği iki yıl evvel öğrenmişti ve o günden beri sürekli kullanıyordu.
Kızın öyküsü tipik bir öyküydü.
Kız çocuğu sevmişti, aşık olmuştu ya da öyle olduğunu zannetmişti. Çocuk önce sahiplenmeye, sonra ise abartmaya başlamıştı. Sonra da başka bir kız aralarında problem yaratmıştı. Az önce kız problemleri belki düzeltiriz , hadi konuşalım diye çocuğun evine gitmiş ve evde çocuğu o kızla yakalamıştı.Hem de gayet uygunsuz bir halde. Sonra da sinirli bir şekilde saatlerce sokakta gezindikten sonra, son vapuru kaçırıp karşıda kaldığını fark etmiş, bu saatte de taksi parası veremeyeceğini görünce mecbur sabahı beklemeye başlamıştı.
Ali kızın iyice ağlayıp, konuşup içini boşalttığını ve rahatladığını anladı.
“Şimdi daha iyi misin?” diye sordu.
Kız çoktan boşalmış kahve bardağını elinde çevirdi.
“Evet, senle konuşmak iyi geldi. İyi bir dinleyicisin biliyor musun?” dedi.
Ali başını salladı ve gülümsedi.
“Eğer anlattıklarından sözlü yaparsan görürsün ne kadar iyi dinlediğimi…” diye sessizce mırıldandı, sonra gülümsemesinin bozmadan yüksek sesle,
“Evet, acını anlıyorum… Ama unutma her şey zamanla geçer.” dedi.
“Evet haklısın, bu da geçecek, biliyorum.”
Kız başını kaldırdı.
“Komik gelecek biliyorum ama sayende içimi umut ışığı kapladı.”
“Demek solan bir güle, tekrar açması için yardımcı oldum ha… Peygamber gibi adamım.”
Kız gülümsedi.
“Peki ne tavsiye edersin Ali? Bu durumda ne yapmam gerekir?”
“Senryaku…”
“Efendim?” dedi kız şaşkınlıkla “Sen ne?”
“Senryaku, Japonların 36 hareketten oluşan savaş taktikleri kitabı, okudun mu?”
“Hayır okumadım….”
Kız bozulmuştu.
“Ben sana erkek arkadaşımı nasıl geri kazanırım diyorum sen bana savaşmaktan bahsediyorsun.”
“Ah ma cherie… Hayat dediğinin kendisi bir savaş alanı değil mi?”
Ayağa kalktı, kütüphanesinin raflarını karıştırdı, sonra fotokopiden oluşmuş bir dosyayı eline alıp kızın yanına geldi.
“Şimdi sen bu çocukla resmi olarak hala çıkıyorsun değil mi?”
“Eeee evet…”
“Peki amacın ne? Çocuğa ceza vermek mi? Yoksa geri kazanmak mı?”
“Benim çektiklerimi onun da çekmesinin istiyorum.”
“Pıffff… Ne kadar çocukça…”
Sayfaları hızlı hızlı karıştırdı.
“Bakalım duruma hangisi uygun, hangisi uygun? Hmmmm….”
Sonra bir sayfada durdu.
“Evet bu olabilir… Diğer bir düşmanı kazanmak için ötekisini yok et.”
“O ne demek?”
“Basit… Şimdi bu çocuk seni sahipleniyor ve büyük ihtimalle ayrılmanı istemiyor. Tahminime göre gelip sana yalvaracaktır, tekrar beraber olmak için.”
“Sanmıyorum..”
“Kim bir çalı gülüne hayır diyebilir ki?”
Kız başını eğdi.
“E bu… Senr.. her neyse, ne yapmam gerektiğini söylüyor?”
“Basit bir taktik aslında. Şu anda düşmanın o kız değil mi? İyi bir oyuncu olup kıza yakın davran. Rol yap… Kız önce seni salak yerine koyacaktır, çocukta iki kızla beraber olduğu için mutlu olacaktır. Sen o kızın arkadaşları arasına sız, kızın huyunu suyunu öğren.Yakınlaş onunla. Onu düşman olarak görme, onun yerine çocuğa acı çektirecek bir yandaş gibi gör…”
“İyi de bu ne işime yarayacak? Hiçbir şey anlamadım”
“Çocuk iyice açgözlüleşecek. İkinciyi kabul etti, üçüncüyü de eder diye başka bir kızın peşine takılacak.”
“Niye yapsın ki?”
“İnsanların doğasında vardır bu…Yüzde yüz yapacak….”
“Eeee sonra ?”
“Sonrası açık değil mi? Sen bunu diğer kıza açacaksın, kızın ve kendi arkadaş gruplarına bu olayı anlatacaksın. Çocuğun ikinizi de aptal yerine koyduğundan bahsedeceksin…”
Kızın birden gözleri parladı.
“Sonra kız da onu terk eder, ben de ederim ve çocuk birden yapayalnız kalır.”
“Sadece o kadar değil. Arkadaş gruplarınıza da bu olayı anlattığınızdan , olay iyice duyulacak ve büyük ihtimalle yazdığı kız da onu istemeyecek.” diye devam etti Ali.
“Bu olay kampusta duyulursa onu takan kimse kalmaz…”
Kızın gözleri parladı.
“Çok iyi bir plan bu Ali…”
“Öyle ama sabırlı olmalısın ve asla niyetini belli etmemelisin. Bu aylarca sürebilir.”
Kız sırıttı.
“Olsun bu plan yürümese bile çocuğun çok rahatsız olacağından eminim, düşünsene onun kaçamak yaptığı kızla arkadaş olmuşum ben…”
O gece biraz daha konuşup planı iyice ayrıntılara döktüler. Kızın, çocuğun etrafındakilerin vereceği tepkilere göre farklı yollar geliştirdiler. Sonra da yorgunluktan ikisi de oldukları yerde sızdı kaldı.
Ali öbür sabah uyandığında , kızı hiçbir yerde bulamadı. Onun yerine mutfakta küçük bir teşekkür notu buldu. Ali kızı herhalde bir daha görmem diye düşündü, sonra yatağına giderek uyumaya devam etti.
Ali, yaklaşık 4 ay sonra kapısında kızı bulduğunda çok şaşırdı. Kız gözle görülür biçimde güzelleşmişti ve daha huzurlu olduğu belli oluyordu. Kızı içeri davet etti.
Kız başını hayır anlamında salladı.
“Acelem var Ali, tesadüfen buradan geçiyordum, sana teşekkür etmek için yanına uğrayım dedim.”
“Eeee plan işe yaradı mı bari?” diye sordu Ali.
Kız omuz silkti.
“Hiç uygulamadım ki… Sabah senden çıkıp onun yanına gittim. Aynı dediğin gibi ağlaya ağlaya özür diledi ve tekrar onunla beraber olmam için yalvardı. İşte tam o anda , kalbimde bir yerde senin bana aşıladığın bir şeyi fark ettim. Güven duygusu. Bu çocuktan alacağım en güzel intikamın entrikalarla dolu olmaması gerektiğine karar verdim. Onunla konuşmadım bile, eşyalarımı aldım ve evden çıktım. Beni 2 hafta sürekli aradı, notlar bıraktı. Cevap vermedim. Sonra ne oldu bilmiyorum. Ortadan kayboldu. Açıkçası çok da umursamıyorum.”
Ali gülümsedi.
“Tebrik ederim, en güzelini yapmışsın.”
“Sana onun için teşekkür etmeye geldim. O gece hiç tanımadığın bir kızı içeri aldın, onu dinledin ve ona yardım ettin. Sayende kendimi tekrar değerli biri gibi görmeye başladım. Şu anda kendime güveniyorum ve moralim de çok iyi. Teşekkür ederim Ali.”
Sarıldılar. Sonra kız Ali’nin yanağına bir “teşekkür öpücüğü” kondurdu. Arkasını dönüp giderken Ali bağırdı.
“Baksana…Daha senin adını bile bimiyorum …Senin adın ne ?”
Kız gülümsedi
“Lalin…”
“Ali, dalmışsın yine?”
Ali başını kaldırıp bakınca Cevat bey’i gördü. Kendisi barın ortaklarından biriydi. Geç saatlere kadar çalışır ve muhasebe işlerini bakardı. Onun da burada olduğunu unutmuştu,
“Evet Cevat Bey”
“Lalin olmayınca müşteri sayısı bayağı azaldı değil mi?”
“Evet, bir düşüş var tabii.”
Cevat bey, Ali’nin Lalinin arkadaşı olduğunu ve onun hakkında endişelendiğini biliyordu. Eski kurtlardandı ne de olsa.
“Bana Chivas versene bir tane…” dedi, bara oturarak.
Ali Bardan viskiyi indirdi, içine birkaç parça buz atıp, viskiyi üç parmak seviyesinde doldurdu, sonra da Cevat Bey’e uzattı. Adam viskiden bir yudum aldı ve Ali’ye döndü.
“Geçenlerde burada birisiyle konuşuyordum. Bayağı sarhoştu adam. Bana aşkın tanımını yaptı. Eğer sevdiğin kızı düşünerek otuzbir çekemiyorsan…”
Ali lafını kesti.
“…o kıza aşıksındır demektir. Biliyorum bana da aynı şeyi söyledi.”
Karşılıklı bir sessizlik oldu.
“Peki Cevat Bey… Eğer o kişiyi düşündüğünüzde otuzbir gelmiyorsa aklınıza, ama onun mutlu olmasını istiyorsanız, ve o kişiyi çok seviyorsanız bu nedir?”
“Aşk değil… Arkadaşlık, çok derin bir arkadaşlık…”
“Derin arkadaşlıklarda, karşı tarafın iyiliğini istediğiniz için, onun kızacağını bilseniz de yaptığınız şeyler olur mu?”
“Evet olur…”
Ali sessiz sessiz durdu. Sonra sırıttı
“Bir arkadaşın iyiliği için onun istemediği bir şey yapmak. Üçüncü bir kişiyi oyuna sokmak ve üçüncü kişiyi, ilk kişiyle barıştırmak için ona doğru güdümlendirmek. Tamamen senryaku’nun mantığına aykırı bir hareket…”
“Ne dedin sen Ali? Sen-ne… ? ”
“Ah boşverin Cevat bey, zaten ilkinde de işe yaramamıştı.”
Ali, cep telefonunda “kazlar” klasörünü açtı ve aradığı numarayı buldu. Numarayı çevirdi. Dört, beş kez sonra uykulu bir ses telefonu açtı.
“Alooo…”
Ali yanlış bir şey yapıp yapmadığını son kez düşündü. Sonra derin bir nefes aldı ve karşısındaki adama merhaba dedi.
“Oğuz, iyi sabahlar, ben Ali …”