-Aman dikkatli olun SelenHanım fazlasıyla saldırganmış.
-Evet, üstüne gitmeyin, tavsiyem.
Bir yandan bu gereksiz belki de abartılı yorumları dinliyor bir yandan da sıradaki hastamın gerçekten de anlatılanlar kadar vahşi olma olasılığını düşünüyordum. Bir haftadır tamamen ona konsantre olmuştum. İdam cezası kesin olmadığı için karar verilene dek terapi görmesi şart koşulmuştu. Zaten bu ülkede idam cezasının alışıldık bir karar olmaması rahatlatıyordu beni. Hem bir insanı, bir başka insanın yaşama hakkını elinden aldığı için kendi yaşama hakkını elinden alarak cezalandırmak büyük bir çelişkiden başka bir şey değildir bana göre. Kısır bir döngü gibi devamlı besleyecektir bu ceza biçimi kendini. Bu tür insanların çoğu, öfkelerinin ilk anlarında kendilerini tutamadıkları için buradalar. Hepsi birer azılı katil değil; zaten öyle olsa bile onların da terapi görmelerini, sorunlarını çözüp hayata yeniden farklı bir bakış açısı ile dönmelerini sağlamak gerekir. Öldürmek çözüm değil. Önemli olan sorunun derinine inebilmek. Eğer insanları dört duvara hapsetmek ya da öldürmek çözüm olsaydı, şu an cezaevinden çıkan herkesin öncesine göre daha güzel bir hayatı olurdu. Bütün bir haftamı bu ve benzeri düşüncelerle geçirdim. En kötüsüne hazırladım kendimi. Karşılaşacağım insan n’olursa olsun bir insanın hayatına son vermişti. Ne kadar ürkütücü bir vaka olsa da içimde anlamlandıramadığım bir huzur vardı. Koridorda ilerlerken durmaksızın söylenen yorumlar, düşünceler pek de bir şey ifade etmiyordu benim için. Karşılaşacağım bir insandı en azından. Herkes gibi zihni ve kalbi olan bir insan..
Otomatik demir kapı kulak tırmalayan bir gıcırtı ile sonuna dek açıldı.’İyi şanslar’ dedi arkamdaki, son kez. Yüzüme nasıl bir şekil vereceğimi düşündüm bir an. Hafif bir tebessümde karar kıldım sonra. Aslında kendime bile itiraf etmekte zorlandığım bir korku ile yürüdüm yavaşça. Arkası dönüktü. Ayak seslerimi duymasına rağmen hiç bozmadı istifini. Aklımdan geçen ilk düşünce, beklediğim kadar iri olmadığıydı. Sonra kızdım kendime bir an. Bilinçdışımda ben de vahşileştirmiştim onu demek ki. Ufak tefekti. Deniz mavisi gözlerini masanın bir noktasında kilitlemişti adeta. Utanıyor, diye düşündüm önce. Oturur oturmaz hızla uzattı kelepçeli elini bana . Bir an irkildim isteksiz. Sonra garip bir pişmanlık ve kelepçe yüzünden elini kavrayamamanın verdiği sıkıntı biraz da hüzün ile astım yüzümü. Gözlerinin içine baktığımda fırtına sonrası toparlanmaya çalışan fakat bir yandan da tekrarına hazırlıklı olan Karadeniz’i gördüm. Güçlüydü o. Beklediğimden de fazlasıyla. Sonra uzun uzun konuştuk. İkinci haftamızın sonunda kullandı sadece <<öldürmek>> kelimesini. Titreyen bir ses tonuyla ”Hani çok kızıp en sevdiğin eşyan dahi olsa fırlatırsın duvara o an gözüne gelmez; birkaç saniye geçer, bir pişmanlık çöker insana. Geriye dönüş yoktur. Artık geçmişinde önemi yoktur. İşte öyle bir şey bu da. Eğer o an öfkeme bir kaç saniye daha hakim olabilseydim hem o hayatta olacaktı hem de ben huzurlu yaşayacaktım. Hayat zor, yaşamak zor; zaten zordu, artık çekilmez oldu. Buna hakkım yoktu biliyorum, bunu ne O hak etti ne de ben” dedi. Son kelimeyi duymak için daha da yaklaştım. Konuştukça bitiyordu enerjisi, karmakarışıktı. Üçüncü ayın sonunda daha iyiydi. Bir gün demir kapı açılır açılmaz fırladı ayağa. ”Kararımı verdim sonunda, bu sefer kesin Selen Hanım” dedi. Sesi öylesine coşkulu, gözleri o kadar güzel parlıyordu ki… Kendisinin başlamasını bekledim. Benim de mutlu olduğumu görmüş olacak ki sormamı beklemeden söyledi: ” Sanata geri dönüyorum, resim yapacağım, bir kursta çalışabilirim mesela.” Bir an orda olmamayı diledim. Bu ,sanki yeni aldığı oyuncağı arkadaşına gösteren heyecanlı çocuk edası,ne güzel yakışmıştı ona. Aylardır tek bir insan yüzü görmemenin,kimseylekonuşamamanın da etkisi ile o kadar hızlı, o kadar coşkulu anlatıyordu ki… Sus diyemedim, yeter diyemedim. Gözleri ile ‘N’olur durdurma, n’olur arkamda ol’ derken dudakları arasından fırlayan ve ardı arkası kesilmeyen cümlelerle de bugüne ne kadar hazırlandığını gösteriyordu. O an bir gücümün olmasını diledim. Allah’ım biliyorum pişmanlık bir şey ifade etmiyor artık ama… Cümlemi tamamlayamadığımı fark edince tekrar dünyaya, o ana döndüm sanki. Durmuştu. Yüzüme bakıyordu. Haftaya son duruşması olan bu insan için iki farklı yorumum olabilirdi: Ya ”unut gitsin, tüm söylediklerimi de unut, sen birini öldürdün, katilsin, bu cezanı da ancak aldığın hayata karşılık kendininkini vererek ödeyebilirsin.” diyebilirdim. Ya da ” niye olmasın harika bir fikir, kutlarım seni” derdim. Öylece kaldım. Sonra hiçbir zaman öncelik tanımadığım kalbim aldı mikrofonu. İstesem de alamadım elinden geri. Haftaya görüşmek üzere ayrılırken yüzü gülüyordu. Ardımda gülen gözler bıraktığımı bilerek kapının kapanmasını beklemek bir başka mutluluk verdi bana. O hafta hata olduğunu bile bile Taksim’de sokak sokak dükkan aradım onun için. Boş bir insan değildi O. Bir hata yapmıştı, tamamıyla farkındaydı ve onun hapishaneden çıkıp bu dükkanda yaptığı resimleri sattığını görmek tarifsiz bir sevinç olacaktı benim için. Derken beklenen gün geldi. Hakkım olduğu halde istemedim görüşmeyi. Gerek yoktu. Bu ülkede ne canilere verilmemişti idam kararı Ona hiç verilmezdi.
Duruşmanın sonuna doğru kendime daha fazla söz dinletemeyip mahkeme salonuna girdim. Karar verilmişti. İnsanların yüzündeki memnuniyeti görüp düşündüğüm oldu dedim. Rahat bir nefes aldım. Kısa zamanda kendini toparlayacağını, çok daha iyi bir yaşamı olacağını biliyordum. Yanına yaklaşırken gözlerinden süzülen damlaları gördüm. Fırtına görülmedik bir şiddetle yıkıyordu kenti. Dondum kaldım. Kafasını kaldırmasını bekledim. Ama kaldırmadı. Bu onu son görüşüm oldu. İnfazın gerçekleşeceği gün orada olmamak için biletimi almıştım çoktan. Yanına gitmeye, bütün verdiğim sözleri, yapacaksın inan bana dediğim her şeyi tekrar hatırlatıp dünya adaletsiz ya da ‘fazlasıyla adaletli’ demeye cesaretim yoktu. Kaçmayı tercih ettim ben. Şırınga içindeki zehrin tüm vücudunu sarmasını, fırtınanın isteksiz durulmasını seyretmeye cesaretim yoktu. Deli fırtına halini sevmiştim ben. Bütün dünyanın onu keşfetmesini dilerdim.