İlk olarak dünyada Türk müziği olarak algılanan bir şey var mı ona bakmak lazım. Bu noktada yöresel farklılıklar kendisini ortaya koyuyor. Dünyada Türk müziği deyince akla, çeşitli bölgelerin ezgileri geliyor. Bu nedenle yekpare bir müzik algılamasından söz etmek imkansız. Mesela, dünyaca ünlü gitarist Steve Vai, efsane haline gelen ilk İstanbul konserinde Karadeniz horon havasından esinlenerek yaptığı bir besteyi çalmıştı. Hızlı ritmiyle, Steve Vai’in tarzına uygun bir melodi horon ve o noktada Türk müziğini temsil ediyor. Anadolu’nun sufi eğilimli ağırbaşlı ezgileri Mercan Dede’nin parçalarından süzülerek, dünya dinleyicisine ulaşıyor.

Kaldı ki roman müziği zaten evrensel bir müzik olarak bizim yöresel müzik spektrumumuz içerisinde yer alıyor.

Hangisinin Türk müziği olduğunu düşünmeye gerek yok. Her ikisi de Türk müziği ve genel olarak da batılılar için oryantal yani doğulu ezgiler sınıfına dahil ediliyor.

Türkiye’nin yerel ezgilerinin her zaman için dünyaca önemli sayılan müzisyenler tarafından esin kaynağı olarak görülmesi bize Türk Müziği ne yapmalı sorusuna cevap ararken bir ipucu sağlamalı derim.

 

Türk müzisyenleri, dünyanın neresine giderse gitsin orada büyük saygıyla karşılanıyorlar. Burhan Öçal, yurtdışında sürekli ödül alıp pek çok hayranı bulunan önemli bir perküsyonist. Ercan Irmak (Ney), Hüsnü Şenlendirici (klarnet), Serkan Çağrı (Klarnet), Volkan Öktem (Davul), İlhan Erşahin (Saksafon) dünya çapında isimler… Burada sayamadığım pek çoğu olduğu gibi,  yetişmekte olan genç yetenekler de, İstanbul gecelerinde kötü müziğin kulaklarda yarattığı etkileri silmek için uğraşıyorlar.

Bunları neden hatırlatıyorum?

Çünkü Türk müziği adına yapılmaya çalışanlar, işin bu yönünü es geçiyorlar. Türk müzisyenleri Türk ve batı ezgilerini ayrı ayrı ve kimi zaman da bir arada yorumlama konusunda gayet başarılı işler çıkarıyorlar.

Eğer Türk müziği adı altında, dünya dinleyicisine sesleneceksek, yapılması gereken şey, pop müzikte başarılı olan şarkıcıların,  Türk müzisyenleriyle, Türk ezgilerinin batılı yorumlarıyla evrensel müzik arenasında yerlerini almalarıdır.

Bu bence kalite seviyesi açısından en üst noktayı oluşturur.  Tabii kimse illa da en kaliteli işi yapacağım diye bir takıntıya sahip olmak zorunda değil…

Ancak, en kalitelinin formülünü görebilirsek, elimizden gelenin en iyisini yapmak için bir haritamız olur.

 

Biliyorsunuz, mankenler birer birer müzik piyasasına giriyorlar. Albümleri arka arkaya çıkıyor.

Şimdi genel hastalıklı entelektüel yaklaşımı içinde bu çalışmaları alaya almak hiçbir zaman sonuç vermemiştir.

Müzik adına yapılmaya çalışılan her uğraşa olumlu bakıyorum. Bir insan sadece güzel olduğu için, müzikten men edilecek değil tabii ki….

Kendi yeteneği ölçüsünde müzik yapabilir, bunu üretim haline dönüştürüp kamuoyuna sunabilir. Ancak bunu yaparken, kötüler ve iyiler diye bir ayrım yapmak fena olmaz. Ben mankenlerin yaptığı müzik çalışmaları içinde en fazla Ayşe Hatun Önal’ın Ege Çubukçu ile yaptığı çalışmayı olumlu buluyorum. Dinlenebilirliği gayet yüksek bir parça, Ege Çubukçu da zaten Hip-Hop R&B tarzında sanırım piyasanın en gözdelerinden şu sıralar. Bu ortak çalışma referans olarak alınıp, o seviyede daha iyi işler çıkartılmaya çalışılabilir diyorum ben.

Yapılan müzik çalışmalarında en hoşuma gitmeyen şeyler;

Müzik eğitimine neredeyse hiç önem verilmeden, paldır küldür üretim aşamasına hatta tanıtım aşamasına geçilmesi. O zaman ortaya şu tarzda diyaloglar çıkıyor;

“Sesiniz kaç oktav?”
“Sesim orta… Yok yok, soprano..”

(Oysa, en basit şan eğitiminde bile, ilk olarak öğrencinin sesinin ne aralıkta olduğuna bakılır, buradan sesin başlangıçta kaç oktav olduğu ve nasıl gelişme gösterdiği izlenebilir. Normalde çok geniş ses aralığına sahip şarkıcılar bile şarkılarında 2 oktavdan fazla ses aralığını çok nadir genelde de hiç kullanmazlar.)

yada,

“Şef, müzisyenlere söyle gürültü yapmasınlar…”
“Efendim, gürültü yapmıyorlar enstrümanları akort ediyorlar..”
“Aman söyle onlara, konserden sonra akort etsinler…”
(Müzik aletleri akort edilmeden müzik yapılamaz…)

Bu olanlar müzik sektörü adına, dinleyicide yanlış bir izlenim uyandırıyor. Eğer müziği yapan, üreten insanlar müziği ciddiye almaz ise, kaliteyi ciddiye almaz ise, dinleyicinin müziği ciddiye alıp kaliteyi aramasını beklememeli kimse…

Batı normlarında, yani batı görünümlü, batı ezgili (lütfen sound kelimesi yerine ezgi kelimesini kullanalım, kulağa daha hoş gelmiyor mu?) pop şarkıcı yaratma çabalarının uzun vadede ne sonuç doğuracağını göreceğiz…

Bu konuda sanırım şansı en yüksek olan, arkasına Atlantic Records gibi bir devi almış olan Tarkan. Türk müziği açısından, Tarkan’ın başarısı yada başarısızlığı yol belirleyici olacak. Tarkan, star ışığını ilk andan itibaren etrafına yayan bir şarkıcı. Ancak, bu ışığın uluslararsı çapta aynı parlaklıkta devam edip etmeyeceğini (umarım eder) zaman gösterecek.

Ben tavır olarak, yabancı dilde şarkı söylenmesine karşı değilim. Her dilden insan, başka dilden şarkılar söyleyebilmeli. Bu renkli bir çaba. Ancak, bir Türk şarkıcıyı, tamamen batı postuna bürüyüp sanki Avrupalı, Amerikalı bir şarkıcıymış gibi pazarlamak çok doğru gelmiyor. Eğer Tarkan Avrupa’da yetişmiş, sadece Avrupa müziği ile yoğrulmuş olsaydı başarılı olma şansı daha yüksek olurdu.

Türk müziğinin, dünya piyasalarındaki yeri ve daha iyi neler yapılabilir konusunda az çok genel çerçeve belirleyebildik. Tabii, bu tartışmanın, daha çok uzun süre ve yaygın biçimde yapılması gerekiyor.