Hangi inanca ait olursanız olun, günlük yaşamda sizden daha yüce bir varlığa ihtiyaç duyduğunuz anlar olur. İsterseniz o yüce varlığa Tanrı, Allah, God, Ahura Mazda, Morrigan-Macha, Tek teng tengri, Lucifer, evrenin ulu mimarı ya da Yüceben deyin. İsmi fark etmez, hepimiz ona ihtiyaç duyarız.
Hepimiz aynıyız ne de olsa. Aşık olduğunuz kızdan en ufak bir frekans alamıyorsanız, ya da uzun zamandır beklediğiniz bir iş başvurusundan cevap alamıyorsak, elimizdeki güç istekleri karşılamaya yetmeyince, hemen daha yüksek bir güce yakarmaya başlarız: “Tanrım, ne olur, şu iş olsun, bir ay kızlara kötü gözle bakmayacağım…” şeklinde kendimizden bir ödün vererek, istediğimiz işin olmasını dileriz.
Spiritüel işlerle ilgilenen çoğu kişinin bildiği gibi, aslında o yüce varlık, günlük hayatta , bu tarz konularda bize küçük işaretler yollar. Bu işaretler genelde o kadar küçüktür ki, farkında olmazsan o anda kaçırırsın. Kafanda “şu konuda evet mi desem” diye düşünürken, önüne gelen güzel demlenmiş bir çay da o anki isteğin için bir işarettir, o anda içine doğan iyi bir his de sana verilmiş bir onaydır. Carlos Castenada bu “işaretler” den ilk kitabında çok bahseder. Ustası onunla konuşurken sürekli bir karganın ustası bir şey onayladığında gak’ladığından, ya da ustası önemli bir şeyden bahsettiğinde çaydanlığın kaynayıp ıslık öttürdüğünden net bir şekilde bahseder. Bunlara “doğrulama” der.
Evvelki yazılarımdan “Kendi gördüğün gibi yönlenir hayat” yazımda da, buna benzer işaretlerden bahsetmiştim ve önemli olanın işaretlerden çok işaretleri yorumlama biçimi olduğundan bahsetmiştim. O gün nasıl geçecek acaba diye düşünürken önüne çıkan bir çekirge, iyi bir işaret midir, kötü mü ? Peki ya çekirgenin boyu, rengi, cinsiyeti? Bunlar önemli midir? O günün gidişatını nasıl etkiler? Tamamen yoruma göre değişir bunlar…
Ama bazen öyle bir işaret gelir ki, bunun tek amacı sizi dürtmek ve kendinize getirmektir. Tabii bu işaretler de yoruma açıktır ama genelde o kadar nettir ki mesaj, pek yorumluk tarafı yoktur. Dediğim gibi o yüce varlık, mesajları bir sürü değişik yolla bize ulaştırır. Kimisi fal bakarken bunları görür, kimisi ise yolda gördüğü işaretlerden anlam çıkartır. Ben, bu tarz dürtme, uyandırma mesajlarını, o an dinlediğim müzikten alırım. Burayı biraz açmam gerekecek.
Lisenin son yıllarında ve üniversitenin ilk yıllarında, kısa bir süre de olsa sahneye çıkıp, coşkun bir kalabalık önünde bağıra çağıra şarkı söyleme zevkini yaşadım. 90’lı yıllarda Ankara’da okuyorsanız, ve rock müziğinden hoşlanıyorsanız, demek ki o yıllarda doğru yerde ve doğru zamandaydınız.
O zamanların gruplarını unutmak mümkün mü ?
Hazy Hill, Dr. Skull, Volvox ve eski Pentagram, sadece aklıma ilk gelenler… Haftada bir konser olurdu ve hayatımız sanki her gün bir ODTU bahar şenliği günüymüş gibi geçerdi. O zamanlarda Hard Rock ve Heavy Metal dinleyicisi olanlar iyi bilirler. Yerli ve yabancı gruplar , her albümlerinden en az 3-4 hit şarkı çıkartırlardı. O zamanlar ki mentaliteye göre çok iyi bir müzisyen olmadığın takdirde rock’cu olunmazdı ve her albümde farklı sololar ve ritimler olmazsa, popüler olman ve piyasada tutulman imkansızdı.
Tabii bunlar Nirvana adlı grubun Seattle’den çıkarak yeteneksizliğin de pazarlanabileceğini göstermesiyle son buldu. İnanılmaz yeteneksiz gruplar, hiçbir müzik değeri olmayan gürültüleri satarak zengin oldular ve hala da olmaya devam ediyorlar. Bunun ne kadar bir “punk” ekolu devamı olduğunu iddia etseler de, bu ayki “anarşi şimdi” yazımda göreceğiniz gibi, o zamanki punk’ların belli bir felsefesi ve amaçları vardı. Şimdiki grupların tek amacı ise para kazanmak ve meşhur olmak.
O zamanlar rock dinleyicisi olmak da zor işti. Bara uzun saçlarla ve üstünde bir “Iron Madien” t-shirtüyle gitmen yetmezdi. O t-shirt’in hakkını vermen gerekirdi. Birkaç soloyu bilmen, grubu iyi tanıman ve diğer albümlerini de bilmen gerekirdi. Onun dışında sorulan başka gruplar hakkında sorulan soruları da bilmen beklenirdi ve tuzak sorulara da dikkat etmen gerekirdi. Mesela “En sıkı gitarist kimdir?” sorusuna balıklama “Steve Vai” diye atlayanlar küçümsenirdi. Çünkü bu soruya ilk başta başka bir soruyla cevap vermen gerekirdi. “Teknik olarak mı, hız olarak mı?” Çünkü o zamanlar elektro gitar iki farklı şekilde çalınırdı. Kimisi hız konusunda uzmanlaşırdı, kimisi ise teknik olarak. O yüzden ikisini aynı kategoride kıyaslayamazdın.
Bu yüzden eski dinleyiciler, bir şarkıyı dinlerken ayrı ayrı tüm enstrümanları ayırt edebilirlerdi ve şarkı ile enstrümanları bağdaştırıp o şarkıdan apayrı bir zevk alırlardı. Hala barlarda o tarz adamlar görmek mümkündür. Çalan müziğe alakasız bir şekilde tempo tutuyor veya eşlik ediyorsa, bilin ki o bir 90’lı yılların basçısıdır. Ben ise bir solist olarak sözleri çok dikkatli dinler ve şarkının ritmini, nakaratını anında ezberlerdim, dinleye dinleye de diğer sözlerini çıkartırdım.
Ne zamanki spiritüel işlere merak sardım, işte o zaman, başta bahsettiğim yüce varlığın beni ara sıra müzikle dürttüğünü ve beni kendime getirmeye çalıştığını fark ettim. İlk bunu fark etmem, yine her zamanki gibi, bir kız arkadaşım yüzünden oldu.
Bir kızla uzun zamandır beraberdim ama mutsuzdum. Sürekli onunla kavga ediyordum fakat ondan bir türlü kopamıyordum. Yine kavgalı geçen bir akşam üstünden sonra sinirle kendimi evden dışarı attım ve kafamda “ne yapmalıyım?” sorularıyla bir bara gittim.
Bar’da sine-vizyon vardı ve o gece MTV’de Ted Nugent konseri gösteriyorlardı. 1-2 bira sonra , fark etmeden otomatik olarak şarkının içindeki sözleri dinleme huyum sayesinde ilk dürtümü aldım. Kafamda sürekli “Bundan sonra ne yapmalıyım?” sorusunun cevabını , Ted Nugent konserde açık açık veriyordu. (Ted Nugent’ı bilmeyenler için küçük bir not vereyim , adam tam bir Amerikan kırosudur, inanılmaz büyük bir megalomanyaktır, ve progressive rock akımının öncülerindendir.)
O gece Ted Nugent tüm şarkılarında kadınlardan bahsediyordu.Bir şarkısında “kanatlarını ger/ve benimle uç ( spread your wings) “ derken, diğerinde “hey sen dar kot giyen piliç, kalçalarını sallamana bayılıyorum, bu bizim ilk kez dışarı çıkmamız, o yüzden yutmanı beklemiyorum/dışarı tükür ( spit it out) “ diyordu. Adamda inanılmaz bir özgüven vardı ve hayatı umursamıyordu ve o an dürtüldüğümün farkına vardım.
Ben niye özür dileyecektim ki? Ya da niye üzülecektim ki ? İlişkinin sonuna gelmiştik, tıkanmıştık, yol vermemiz gerekiyordu , artık kasmaya gerek yoktu… Sabaha kadar içtim, ve eve döndüğümde inanılmaz huzurlu uyudum ve öbür gün onunla olan ilişkimi bitirdim.
Yakın zamanda az önceki olaya benzer bir dürtülme yaşadım. Kafamda yaklaşık buna benzer sorularla boğuşurken , bilgisayarımda ne zaman kaydettiğimi bilmediğim bir Alice Cooper şarkısı çıktı ve şarkının içinde açık açık bana yanıtı gösterdi
“Hayatımdan bir dakika daha çaldın / bıçağını biraz daha derine batırdın / ve sen bunu umursamıyorsun.”
Haklıydı Alice baba. Gerçekten de hayatımdan sürekli dakikalar, saatler çalıyor, inanılmaz şımarıklıklar yapıyor, saçmasapan isteklerde bulunuyor ve beni umursamıyordu.
Yanıt basitti, vermem gereken karar da öyle.
Bir kere de kız arkadaşım beni terk ettiğinde, depresyona girmek üzereyken, Chris Isaac’ın “Güzel bir gün düşlüyorum / ama senin için değil / ama benim için değil / biliyorum denedin / ben de denedim / ama bazen düşlerimiz gerçek olmuyor ( beautiful day) “şarkısını dinlemiştim.
Tabii, bu dürtüler sadece kız arkadaşlarımla problemlerim olduğundan gelmiyorlardı.
Herkesin öyle bir anı gelir ki, inançlarını sorgular. Tam böyle bir andayken, radyoda Bon Jovi’nin şarkısı çalmaya başladı.
“Bazı yaptığım şeyleri silemiyorum/her gece cennetten düşüyorum/dünya sürekli gözünün önündeyken kolay olmuyor/yine de tutunman lazım/tanrım inancıma sahip çık (keep the faith)“
Ya da iş yerinde çok moralimin bozulduğu ve kendi kendimden şüpheye düştüğüm bir gün, Helloween çıkmıştı televizyon izlerken.
“Şu anda mutluluk zamanı, sert dur ve kaderine inan / unutma sen farklı birisin asla senin için geç olmayacak / O’nun büyüsüne inan, hiçbir zaman yalnız olmayacaksın / Kaderin düzelecek ve sen bir numara olacaksın (number one)”
O an tüm kuşkularım kayboldu.
Peki, gerçekten de müzikler tarafından dürtüldüğüme nasıl mı karar verdim. Bu da aynı şekilde oldu, çünkü bu konuya inanılmaz derece kafamı takmış düşünürken , “acaba gerçekten de müzikle mi dürtülüyorum” sorusuna , bu sefer de yanımda duran bir arabadan yükselen Cinderella şarkısı cevap verdi.
“Herkesin bir sığınağa ihtiyacı vardır / her şey düzelene kadar dinleneceği bir yere / bu kimisi için alkoldür / benim içinde Rock’n roll (shelter) “
Herkes bir şekilde dürtülür, birtakım işaretler alır. Önemli olan bunu nasıl aldığını öğrenmek, ve nasıl yorumlayacağını bilmektir.
Bu arada bugünlerde nereye gitsem sürekli Chris Isaac’ın bir şarkısını duyuyorum.
“Gökyüzünde hiç yıldız yok, gece etrafında çok karanlık duruyor
Bir şey söylemiyorsun,ve aşkın seni nasıl bulamadığını merak ediyorsun
Sevgiyi arıyorsun, ve seni sevecek birisi için dua ediyorsun
Aşk, ağır bir yüktür, bana ver, çekinme
Aşk ağır bir şeydir, bir kalp için ağırdır
Bana aşkını ver
Bir kalple olmaz, iki kalp gerekir…”
(Chris Isaac / Two hearts /San Fransisco Days albümü)
Acaba o yüce varlık bana yine bir şey mi söylemeye çalışıyor ?