Hüzünlü şarkıları severim. “Eller havaya” tarzı hiçbir müzik, en mutlu, en coşkulu olduğum zamanlarda bile ne dilime dolanır, ne de dinlemek isterim. Bunda “acıyı bal eyleyen” bir kuşaktan gelmemin   rolü vardır mutlaka. Sonbaharda doğduğum için  hüzün genlerime işlemiş de olabilir. Her neyse işte, hüzünlü şarkılar başkadır benim için. Sezen Aksu’nun dediği gibi,”Ne yapsan olmuyor gözüm, terk etmiyor beni hüzün”

 

Hüzün, farkında olmaktır sanki. Dünyanın, insanın, doğanın, sevginin, özlemin, acının, neşenin bile içinde vardır. Aynen müzik gibi. Müzik denilince aklımıza öncelikle benim yaptığım gibi insan elinden, yüreğinden üretilmiş şarkılar gelir. Oysa, önce doğanın dilidir müzik. Duymaya  hazır kulaklar için binlerce besteyi barındırır doğa.

Ben şanslı bir çocuktum. Şehirde  yaşıyorduk ama yazları gidebileceğimiz bir köyümüz vardı. Ben de böylece, doğayı ve onun müziğini her yaz doya, doya yaşayabiliyordum. Günün her saatinin müziği farklı olurdu. Yağmurlu bir günle, güneşin yakıp kavurduğu sıcak bir günün müziği de. En sevdiğim şeylerden biri tepelere tırmanıp, hemen, hemen hiç eksik olmayan rüzgârın müziğini dinlemekti. Başımı sağa, sola hızlı veya yavaş çevirir, rüzgârın bu hareketlerle farklılaşan sesini dinlerdim. Araya karışan kuş sesleri, ta aşağıda olmasına rağmen uğultusu bana kadar ulaşan derenin sesi mükemmel bir şarkı olurdu, dinlemeye doyamazdım.Ağaçların altında çimenlere uzanıp, yaprakların rüzgârla dansını izler, rüzgârın gücüne göre değişen melodiyi dinlerdim bir de.

Yağmurluysa  heyecanla beklediğimi hatırlıyorum. Yazın sonlarına doğru artık serinlemeye başlayan günlerde, kuzine çıtırtılarına karışan damların şarkısını, gözümü alevlere dikip dinlemek ve hayallere dalmak müthiş keyif verirdi bana.

Okuma, yazmayı söktükten sonra kendi şarkılarımı yapmaya kalkışmamda,  o günlerde biriktirdiğim her sesin ve duygunun rolü vardır mutlaka. Şarkılarımı teybe kaydeder, saatlerce uğraşırdım en güzel hale getirmek için. Ama nedense kimseye dinletip fikrini sormazdım. Bir kaset dolusu şarkı yapmıştım, birkaç yıl içinde. Sonra “bestekârlık” hevesimi yitirdim sanırım ve ne yazık ki kasetimi de. Yazmak daha çok ilgimi çekmeye başladı ve başkalarının besteleyeceğini hayal ederek sözler yazmaya başladım.

Bizim çocukluğumuzda okullardaki müzik dersleri, yeteneği olabilecek çocukları ortaya çıkarabilecek ve o yeteneği işlemelerine olanak tanıyacak gibi değildi. Belki halâ da öyle. Mandolinle başlayıp, blok flütle devam eden ve birkaç okul şarkısını çalmayı öğrendikten sonra vazgeçilen bir şeydi, müzik aleti çalma olayı da. Ben de aynı yollardan geçtim. Sonra okulumuzda bir piyano olduğunu keşfedip, babama piyano çalmayı çok istediğimi söyledim. O da benim  ve birkaç arkadaşımın piyano dersi almamızı sağladı. Ama piyano öğretmenimiz birkaç dersten sonra başka bir şehre taşındı,  yeni bir öğretmen de bulunamadı ve benim piyano maceram da böyle bitti.  Halâ içimde uktedir ve piyano çalamadan göçüp gidersem bu dünyadan gözüm açık kalacak. Geçim gailesinden kurtulup birgün emekli olabilirsem, emeklilik planlarımın içinde piyano halâ ilk sırada)

Hüzün ve doğanın müziğinden başlayıp piyanoya kadar geldim. Müzik, hayatımızın her anında var çünkü. Çocukluktan başlayarak, bulunduğumuz sosyal çevre ve onun beraberinde yaşadıklarımız, bize ait müziği belirliyor. Bizi en çok ifade eden, ruhumuzu besleyen  müzik türü hangisiyse onu dinlemeyi yeğliyoruz. Ama müzik, o kadar evrensel bir şey ki gün oluyor, uzak bir coğrafyanın ürünü bir melodi bizi kıskıvrak yakalıyor. Sözlerini hiç anlamasak da bir şarkı bizi hayallere daldırabiliyor, hüzünlendirebiliyor. Yüzyıllardır müzikle aşkımızı, hasretimizi, sitemimizi, acılarımızı, sevinçlerimizi haykırıp duruyoruz dünyaya. En son teknolojiyi kullanarak veya çıplak sesimizle hiç fark etmez. İnsan var oldukça müzik hep olacak. Yazıya onunla başladım, onunla bitireyim.  Sezen Aksu’nun dediği gibi; ”O zaman şarkı söylemek lazım avaz, avaz”

Hayat zorlaşınca, çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca
Azalınca manadan, seyyar sevdalarda parçalanınca
Dil yetmeyince, göz görmeyince, gönül hissetmeyince
Kırılınca camdan kalp, dönüp yalnızlığa kilitlenince
O zaman şarkı söylemek lazım avaz, avaz
O zaman şarkı söylemeli çığlık çığlığa
O zaman yüreğin yükü hafifler belki biraz
O zaman şarkı söylemek lazım avaz, avaz
Dert bitmeyince, bildiğin çektiğine yetmeyince
Düşmanında kendini yakalayınca, bir daha kin gütmeyince
Dil yetmeyince, göz görmeyince, gönül hissetmeyince
Kırılınca camdan kalp, dönüp yalnızlığa kilitlenince
O zaman şarkı söylemek lazım avaz, avaz
O zaman şarkı söylemeli çığlık çığlığa
O zaman yüreğin yükü hafifler belki biraz
O zaman şarkı söylemek lazım avaz, avaz