Ali Altan Güngör’ün Kalan Müzik etiketiyle piyasaya çıkan ilk albümü ‘Her Telden’, Türkiye’nin ve Avrupa’nın usta müzisyenlerini biraraya getiren özgün bir çalışma. Güngör ile, farklı tınıları güçlü bestelerle birleştiren bu başarılı albümü konuştuk; ortaya ‘her telden’ bir sohbet çıktı…
F.A.:‘Her Telden’ albümü, Türkiye’de pek çok ilk’e imza atan, alt yapısı çok sağlam olan, aynı zamanda hem ülkemizden hem de yurtdışından önemli müzisyenleri biraraya getiren bir çalışma. Öncelikle albümün hikayesinden ve bu ‘ilk’lerden bahsedelim dilersen…
A.G.: Müzik dinlemek benim için -ve tahmin ediyorum ki benim gibi çocukluk yıllarını 80’ler öncesinde geçirmiş müzikle ilgilenen kişiler için başlı başına bir ritüeldi. Plaklar, kaset ve daha sonra CD’ler alınır, eve gidilmeden asla jelatini açılmaz, eve gidince de albüm baştan sona, kitapçığından sözleri takip edilerek, aynı anda başka hiçbir şey ile ilgilenilmeden dinlenirdi. Şarkıları, bir kitap okur ya da bir film seyreder gibi dikkatlice; bu sanatçı ne demek istemiş, beraberinde kimler çalmış, bunları söylerken müzikal olarak nasıl melodiler, armoniler veya ritmler kullanılmış anlamaya çalışarak dinler, eğer gerçekten sevdiğimiz bir şarkı ise arka arkaya iki üç kere bu ritüeli tekrarlardık. Bugün dahi sevdigim bir ismin albümünü aldığımda bunu yaparım.
F.A.: Daha çok ne tarz müzikler ilgini çekiyor? Yıllar içinde müzik çok değişti, senin beğenilerinde bir şeyler değişti mi?
A.G.: Müzik benim en büyük aşkım ve hayatımda neredeyse uyumadığım her anda var olan bir şey… Ve bu, bir tarza değil de sadece müziğe olan bir aşk olduğu için, seneler içinde Elvis Presley ve Beatles’la başladığım ‘dinleme’ yolculuğunu hic durdurmadan ve herhangi bir ön yargida bulunmadan klasikten pop’a, ülkemizin geleneksel tınılarından dünya folk, rock, blues müziklerine ve jazz standart ve türevlerinin en ilginç örneklerinden, DJ müziğinde ilgi duydugum Paul Oakenfold gibi örneklere kadar sürdürdüm ve elimden geldiğince buna devam etmeye çalışıyorum. İşte, seneler içerisinde dinlediğim bütün bu güzel dünya müziklerinden kendimce biriktirebildiğim kısmın ilk parçasıdır ‘Her Telden’ albümü ve ilk’lerinden biri de, adı gibi şarkıların da ‘her telden’ düzenlenmis olmasıdır. Bu şarkıların tamamı önce basitçe, bir akustik veya klasik gitarla bestelendiler. Düzenlerken de mümkün mertebe ‘ben ne istiyorum’dan çıkıp, yazılan bu armoni ve melodilerin ya da ritmik hissiyatın nasıl bir alt yapıyı çağırdığını aradım. Yani kısaca kendimden çok kendi yazdığım şarkıların beklentilerini dinlemeye ve algılamaya çalıştım. Şarkılar benden bu düzenlemeleri istediler ya da ben onları bu kadar anlayabildim.
F.A: Nasıl ortaya çıktı bu’enternasyonel’ proje ve Türkiye’den İsveç’e uzanan macera nasıl başladı? Albüme katkıda bulunan çok değerli müzisyenler var; kimlerle çalıştın, bu isimlerle ilgili neler söylemek istersin?
A.G: Öncelikle cok teşekkürler bu soru için ve hemen önceki sorunun ardından geldiği için çünkü aslında cevap çok benzer. Aslında ben sadece şarkıları değil, duyup anlayabildiğimce hayatı da dinlemeye çalışırım. Bu şarkıların yazımı yaklaşık iki sene önce başladı ve özellikle son bir sene gerçekten zordu. Sayfalarca yazılan ve ardından buruşturulup atılan şarkı sözleri, kendimce beğenilmeyen melodiler ve armoniler ya da akor dizileri içinde geçen bu senenin sonu gelip de bence hazır olan şarkılar ortaya çıktıktan sonra, kayıtlara başlayabilmek için bir stüdyo ve bence cok daha önemlisi, tecrübeli bir prodüktör arayışına girdim. Tam da bu sırada -bence büyük bir şans eseri İsveç’li piyanist Maria Peterson ile tanıştım. Yani bu günlerdeki popüler söylem ile “evrene gönderdigim enerji bana mükafatını verdi”… Maria, dört yaşından itibaren tam bir İsveç disipliniyle, klasik altyapıyla yetiştirilmiş, piyanoya tanrısal olarak verilmiş büyük yetenekle birlikte dokunan müthiş bir sanatçı. Benim anlayışıma göre bir sanatçı kendi adını koyduğu bir albüm yapacaksa olmazsa olmaz koşuldur ‘şahsına münhasırlık’ ve albümde gerek şarkılarımda, gerekse beraber çalışmayı tercih ettiğim tüm müzisyen arkadaşlarımda en önem verdiğim konuydu bu. Sektör söylemi ile; ‘tutan’ ya da ‘çok satan’ veya satmış olan türlerde işler yaparak hızlı bir şekilde yükselebilirsiniz ama kendine ait soundu, kendi armonisi ya da türü olan isimlerin bu sektörde uzun ömürlü olacağına inanıyorum ki dünyada bunun pek cok örneği var.
F.A.: Albümde Maria kadar değerli başka müzisyenler de var…
A.G.: Evet, Maria’nın babası da 1970’lerde 2 sene boyunca İsveç’te 1 numara’da kalmış ünlü bir grubun saksafoncusu ve bugün de İsveç’te aranan bir saksafoncu. Maria bana babasının stüdyosu olan prodüktör bir arkadasından bahsetti ve o kişinin İsveç’te yaşayan bir İspanyol olduğunu söyledigi anda bu durum benim cok ilgimi cekti çünkü benim yazdığım şarkıların İsvec’li müzisyenler tarafından çalınması ve sonuçta Akdeniz’in tadını bilen bir İspanyol tarafından kayıt edilmesi, az önce bahsettiğim o şahsına münhasırlığa biraz daha yaklaşmama yardımcı olabilirdi. Bu arada bu işlerin bir de hiç küçümsenmeyecek bir parasal maliyet tarafı var ki, zaten o ana kadar Türkiye’de özelikle çalışmak istediğim bazı önemli prodüktörlerin tekliflerine açıkçası bütçem yetmiyordu. Ben de yine, ‘olan hayırdır’ felsefesi ile, şu an çok iyi dost olduğumuz değerli müzisyen Juan Ochoa Echevarria ile tanışmaya İsveç’e gittim. Juan, Berkeley’de okumus ve hatta daha sonra orada ders vermiş, Tina Turner’ın arkasında bas çalmış ve 2008 yılında Danimarka’da ‘Avrupa’nın en iyi bestecisi’ ödülünü almış müthiş bir müzisyen.Fakat sonuçta ben kendi müziğimi ortaya çıkarmak istediğim için Juan’la öncelikle müzikal bakış açılarında, ardından çalışma sistematiği ve finansal konularda da anlaştıktan sonra çalışmalara başladık. Bu süreç içinde Juan’nin arkadaşları, Avrupa’nın en saygı duyulan jazz basçılarından Stefan Pettersson ve yine Avrupa’nın önde gelen Flamenko gitarcılarindan Erik Steen ile tanışma fırsatı buldum ve sağolsunlar projeye katkıda bulunmak istediler ve bence harikalar yarattılar. Stefan ve Erik kadar ünlü olmasalar da projeye davulda Mario Ochoa, çelloda Ida Benjaminson, gitarda Anders Börjesson, saksafonda Larsowe Peterson, keman ve viyolada David Noren, trompette Per Lundin ve armonikada Björn Bergsten gibi cok değerli İsveç’li müzisyenler tamamen gönüllü olarak katkıda bulundu. Avrupalı müzisyenler dışında benim uzun yıllardır cok yakın arkadaşım hatta dostum olan çok değerli müzisyenler İhsan Yusuf Akbuga, Mutlu Devrim Cömert, Şinasi Celayiroglu, Yener Çeltikçi, Matthew Murat Erdem, Ayça Zeynep Aydın, Kaan Mete ve Serhat Başer Kafaoğlu da sağolsunlar bu albüme ‘kendi tellerinden’ büyük katkılarda bulundular. Tabii bütün bu sürecin başlamasında ve klavyeler ve piyanoda yarattığı harikalarla Maria’ya tekrar teşekkür etmek isterim. Albümde adı geçen herkese sonsuz minnetlerimi sunarım.
F.A:Albümde saydığın bütün bu önemli müzisyenlerin katkılarıyla hem Türk sazları hem de Batı enstrümanları pek çok şarkıda birarada kullanılmış. Aslında farklı sentezler müzik dünyasında sıkça deneniyor; bu anlamda ‘Her Telden’albümünü farklı kılan unsurlar neler sana göre?
A.G.: Türkiye’de yaygın olan kayıtlara bakarsak, ‘Her Telden’in en büyük farkı, bütün enstrümanların akustik olarak çalınıp kaydedilmesi diyebiliriz. Biz albümde bir takım cok kısa ve basit efektler -Ha’yat şarkısının sonundaki yelkenli sesi gibi- dışında hiçbir hazır elektronik altyapı kullanmadık. Fakat itiraf etmek lazım ki, İsvec’te kayit yapmanın sağladığı olanaklar da bu durumu destekledi. Albümün benim açımdan en önemli farkı ise, şarkıların detaylarında gizli. Bundan fazlasını dinleyicilerin takdirine bırakmayı doğru buluyorum.
F.A.: Biraz da şarkılardan sözedelim; ‘Düşlerim’, ‘Ha’yat’ ve ‘Mevlana’ya Türkü’ benim favorilerim. Şarkılarda ortak bir buluşma noktası var mı, üretim sürecinde en çok nelerden etkilendin?
A.G.: Öncelikle albümün giriş parçası olan ‘Düşlerim’, albümde benim tarafımdan yazılmayan tek beste. Bu, çok yakın arkadaşım ve çok iyi bir müzisyen olan sevgili Yusuf Akbuga’nın çok eskiden yazdığı ve yazıldığı günden beri benim hayranı olduğum bir bestedir. Yusuf’a tekrar buradan, besteyi verdiği için çok teşekkür ediyorum. Kanımca bu şarkının asıl büyüleyici tarafı, onun yazdığı o harika sözlerdir. Diğer şarkılara gelince; ‘Steve Jobs’ kitabında yeralan Steve Jobs ile Bob Dylan’ın karşılıklı konuşmalarında Dylan’ın Jobs’a; ‘Şarkıları bestelemek zorunda kalmıyordum, onlar bana geliyorlardı’ dediği kısmı okuduğumda, ‘bu ne demek yahu?’ gibi bir tepki vermiştim. Fakat bu albümün yapımı sırasında tam dört şarkı, bana da tam bu şekilde ‘geldi’. İşte, ‘Mevlana’ya Türkü’, ‘Utanma’, ‘You’ ve ‘Kork’ böyle gelen şarkılar… Bunlarla gerçekten çok uğraşmadım, şu an duyduğunuz gibi ya da yakın bir şekilde geldiler .Onların dışında, ‘Ha’yat’, ‘Ler’, ‘Söyle, ‘Gerçek’ ve ‘Zamansız Adam’, öncelikle yaşanmışlıkların sizde bıraktığı izlerden ya da aslında bıraktığını düşündüğünüz duygulardan çıkmadır.
F.A.: Son olarak; projenin Avrupa ayağıyla ilgili planlar neler?
A.G.: Öncelikle burada belirtmek isterim ki, plak sirketimiz ‘Kalan Müzik’ le çalışma şansını yakalamış olmamız bizim için hem büyük bir gurur, hem de büyük bir imkan. Albümü tüm dünyaya dağıtabilecek imkan ve alt yapısı olan sayılı plak şirketlerinden biridir Kalan Müzik. Dinleyicinin taleplerini ise bize zaman gösterecek. Bunun dışında İsvec’te bir konser planlıyoruz çünkü orada bizi ve müziğimizi destekleyen çok değerli dostlarımız var. İnternetten takip ettiğimiz kadarıyla Almanya’dan da ilgi görüyoruz. Bütün bunların dışında, İngilizce bir albüm için yeni beste çalışmalarımız sürüyor. Ayrıca, ‘Her Telden’ albümünde yeralan birkaç sarkıya İngilizce söz yazıp yurtdışında yayınlamayı düşünüyoruz. Bunlara karar vermek için henüz çok erken. Dinleyicilerin seçimleri bizi bu konularda yönlendirecek.