Eurovision, Erovizyon ya da tam Türkçe okunuşuyla Örovizyon…

Avrupalı oluyoruz… hayır olmuyoruz… zaten öyleyiz, Trakya Avrupa kıtasında ya… Avrupa tek bir kara parçası değil ki… onlar da kimmiş, Asya’nın uzantısı… hayır doğuluyuz… yok batılıyız… vs, vs…

E biz kimiz? Türküz biz Türküz! Anadolu ve Trakya topraklarında, doğusu batısı kuzeyi güneyi ile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Türk halkıyız!..

1975 yılından bu yana Türk halkı için bir millî dava haline gelmiş olan Eurovision şarkı yarışması 12 Mayıs’ta Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de yapıldı. Türkiye’yi, ‘Shake it up shekerim’ adlı şarkısıyla temsil eden Kenan Doğulu, yarışma sonucunda ülkemize dördüncülük getirdi.

Yıllardır milletçe çok önemseriz bu yarışmayı, adeta bir onur meselesi haline gelmiş durumda hatta. Peki ama neden? Üstelik birinci olmayı bile başardık sonunda ama ne oldu, ne değişti hayatımızda? Avrupalıya ispatlamış mı olduk kendimizi, ispatladıysak da ne geçti elimize?

Bu yarışma, bizim batılı ülkeler arasında biz de varız diye boy gösterebildiğimiz ve özellikle de TRT’nin tek kanal olduğu dönemlerde, gösterdiğimiz boyu da tüm halkımızın canlı canlı izleyebildiği bir organizasyon olduğu için belki bu kadar önemsendi. Peki, Türkiye’nin kendini gösterebileceği başka alan yok mu hiç? Uluslararası platformda boy gösterdiğimiz bilim, sanat, spor, tıp ve daha birçok alanda yetişmiş başarılı insanlarımız da var, kazanılmış başarılarımız da var. Ancak gönlümüzde, hiçbirisi Erovizyon şarkı yarışmasının yerini tutamaz. İlk göz ağrımız çünkü o bizim…

TRT’nin tek kanal olduğu dönemler, nefeslerin tutularak oylamaları izleyişler, ve tabii ki Bülent Özveren…

Oylama sonucunda, Türk halkının dilindeki en klasik söylemler: Hakkımızı yediler, politik davalar bunlar, Avrupalı bizi sever mi hiç, tabii Türklerden korkuyorlar, vs… E bir de tabii ki Yunanistan ile aramızdaki puan verme alma çekişmeleri, barış çubukları uzatmalar ya da elinin tersiyle itmeler… Adeta 1. dünya savaşının rövanşları haline getirdiğimiz Erovizyon…

Gelin o zaman şöyle bir tarihçesine bakalım, bu maceramızın. TRT’nin 1973–1974 yıllarındaki yarışmaları yayınlamasıyla Türk halkının hayatına giren bu yarışma, 1975 yılında Türkiye’nin de ilk defa katılmasıyla artık hayatımızın vazgeçilmezi olmuştu. TRT’nin düzenlediği elemelerin sonucunda Cici Kızlar ve Semiha Yankı eşit puan alınca sonucu belirlemek kura çekimine kalmış ve kura çekiminde şans Semiha Yankı ve Seninle Bir Dakika adlı parçaya gülmüştü. Büyük umutlarla gidilen Stockholm’den sonuncu olarak geriye dönülünce, Türk halkı dehşet içinde kalarak büyük tepki göstermiş, sonunculuğu çok gurur kırıcı bulmuştu. Hatta Erovizyona küsüp 1976 ve 1977 yıllarında yarışmaya katılmayarak, protesto bile etmiştik kendi çapımızda. 1978’de ise Nilüfer ile katıldık ama sonuç yine de pek farklı değildi: Sondan ikincilik…

1980 yılında Ajda Pekkan’ın seslendirdiği, dönemin petrol sıkıntısıyla sözde dalga geçmeyi hedefleyen Pet’r Oil, yani bildiğimiz amaaan petrol, canııım petrooll şarkısı oluverdi Türkiye’nin gündemi ve umutları… Ama sonuç sadece 15.lik… Ardından 1981’de Modern Folk Üçlüsü ve Ayşegül Aldinç’ten Dönme Dolap, 1982’de Neco’dan Hani ile de benzer sonuçlar yaşandıktan sonra hiç kimsenin unutamayacağı öyle bir şarkı geliyor ki: İşteeee Operaa… ve neredeyse vatan haini durumuna düşen, zavallı Çetin Alp… Allahım Allahım parçanın adını bile duyunca gülüyorum halen. Ben hatırlıyorum o yarışmayı. Çocuk halimle, Çetin Alp’in o gür sesi ve de şarkı acayip derecede korkutmuştu beni ve her duyduğumda ağlıyordum… Kendimizi beğendirmek için artık ne yapacağımızı şaşırmış olduğumuzun çok açık bir göstergesiydi aslında bu şarkı. Hani opera filan da biliriz biz Türkler, işte bakın operaa diyoruz gördünüz müü? Ama işin tek kötü tarafı, şarkının başarısızlığının tamamen Çetin Alp’e yüklenmesi ve müzik kariyerinin son bulması asıl büyük acımasızlıktı… Artık Sertab Erener’e kadar kimse Erovizyon’u eskisi kadar önemsemedi. Hatta 1997’de Şebnem Paker’in üçüncülük gibi bizim için tarihi bir derece alması bile ses getirmedi Türk halkından…

Derken 2003’te Sertab Erener ve Everyway that I can ile ilk göz ağrımız yine baş tacı oldu… Ve dee birincilik… İşte, Türk’ün Avrupa’yı fethi… İşin sırrı İngilizcedeymiş demek, vay tabii sözleri anlamadıkları için bize oy vermiyorlarmış demek ki, vs vs…

Daha sonra ise yarı İngilizce yarı Türkçe denemeler, alt yapılarda yerli yersiz girip çıkan darbukalar, yaylılar ve bakalım bundan sonra daha nasıl şarkılarla kendimizi ortaya koyacağız?

Hep şöyle bir söylem vardır ya: “Türk müziğini Avrupalıya onların anlayacağı şekilde dinletmek lazım. Konu sunum meselesi… Mesela dürüm içinde döner yerine, hamburger ekmeğinin arasına döneri koyarsan, ilgilerini çekebilir ve yediklerinde de aaa muhteşemmiş dedirtip hep yemelerini sağlarsın… Müziğimizi de bu şekilde onların müziğinin arasına yedirirsek o zaman bizi anlarlar işte…”

Son yıllarda Erovizyon için yapılan denemelerde bu mantık kullanılmış olmalı. Gerek birbirine harmanlanmış yarım yamalak İngilizce, yarım yamalak Türkçe sözlerle, gerekse müzikal alt yapıdaki yerli yersiz kullanılan oryantal giriş çıkışlarla sanırım ‘hambur-döner’ müziği icat etmeye çalışıyoruz. Yeter ki bizi beğensinler!..

Aslında, müziğin evrenselliği düşünüldüğünde her türlü müzikal form birbiri içinde ustaca harmanlanarak güzel duyumlar yaratılabilir ama içinde içtenlik olması gerekir. World Music denilen tarzın kökeni de budur zaten. Ayrıca bizim müziğimizdeki oryantal etki, doğudan aldığımız etkidir sadece. Oryantalin özü Arap kökenlidir. Dolayısı ile zaten yüzyıllardır Arap dünyası ile karıştırılan Türkiye’yi, bu mantıkta böyle bir müzikle tanıtmaya çalışmak oldukça eksik hatta yanlış geliyor bana. Dediğim gibi işi illa harmanlama usulü yapmak gerekiyorsa, kültür erozyonu yaratmadan ve çok ustaca çalışılarak bu toprakların gerçek müziğinden motiflerle ve de ya tam Türkçe ya da tam olarak başka bir dilde (İngilizce vs.) şarkı yaratmak gerekir kanısındayım ben. Gerçi benim müzikal görüşüm, illa ki de etnik motifler içeren karma bir müzik yapılması gerekmediği yönünde…

Ama mademki bu doğrultuda bir strateji belirlenmişti, o zaman bu yıl önümüzde çok güzel bir fırsat vardı; 2007 yılı tüm dünyada Mevlâna yılı olarak kabul edilmişken, böyle bir yarışma sayesinde elde ettiğimiz tanıtım fırsatında, gerek felsefesi gerekse Sûfi müziğini yansıtan, Mevlâna öğelerinin bulunduğu bir şarkı yapılmasını isterdi gönlüm. Erovizyon’a katılmak bizim tanıtımımız için önemli madem, bu durumda hem Hz. Mevlâna’yı anmak, hem de kültürümüzü ortaya koymak için daha iyi bir fırsat olamazdı diye düşünüyorum… Kimbilir, belki başka bahara…

Türkiye’nin Erovizyon macerası:

1975

Seninle bir Dakika – Semiha Yankı

1978

Sevince – Nilüfer & Nazar

1980

Petrol – Ajda Pekkan

1981

Dönme Dolap – Modern Folk Üçlüsü & Ayşegül Aldinç

1982

Hani – Neco

1983

Opera – Çetin Alp & Short Waves

1984

Halay – Beş Yıl Önce On Yıl Sonra

1985

Âşık Oldum -MFÖ

1986

Halley -Klips ve Onlar

1987

Şarkım Sevgi Üstüne – Seyyal Taner & Lokomotif

1988

Sûfi – MFÖ

1989

Bana Bana -Pan

1990

Gözlerinin Hapsindeyim – Kayahan

1991

İki Dakika – İzel Çeliköz, Reyhan Soykarcı, Can Uğurluer

1992

Yaz Bitti -Aylin Vatakoş

1993

Esmer Yârim – Burak Aydos

1995

Sev -Arzu Ece

1996

Beşinci Mevsim -Şebnem Paker

1997

Dinle – Şebnem Paker

1998

Unutamazsın – Tüzmen

1999

Dön Artık – Tuğba Önal & Grup Mistik

2000

Yorgunum Anla -Pınar Ayhan & Grup SOS

2001

Sevgiliye Son – Sedat Yüce

2002

Leylaklar Soldu Kalbinde -Grup Safir & Buket Bengisu

2003

Everyway That I Can – Sertab Erener

2004

For Real – Athena

2005

Rimi Rimi Ley -Gülseren

2006

Süper Star – Sibel Tüzün

2007

Shake It Up Şekerim- Kenan Doğulu

Not: 2004 yılına kadar katıldığımız Erovizyon şarkılarımızı aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz.

http://www.trt.net.tr/eurovision2005/nostalji.htm

Peri Aksakoğlu

Yazarımızın biyografisi elimizde mevcut değildir.