Bugüne kadar özellikle, bilerek, isteyerek, kasıtlı olarak, aklıma daha birçok sözcük geldi ama bunları daha fazla sıralayıp sizleri sıkmayacağım, müzikle ilgili hiç bir konuda yorum yapmamaya özen gösterdim derKi’de… Fırsatlardan yararlanmak gibi geliyordu açıkçası. İş Can Şengün’e ve onun yıllar sonra bir albüm yapmasına gelince fikrimi değiştirdim… Can’ın gitar çalışına âşık olan ve bugüne kadar yer aldığı albümlerde o kartonetleri yiyerek okuyan, Can’a ulaşmaya çalışan, Can’ın öğrencisi olmayı başaran kişilere olan borcum bir yana, internetten şarkıları download edip (indirip demek çok alçakça geldi o yüzden İngilizcesini kullanmayı tercih ettim) de “yaw kim çalmış bu gitarı” diyenlere de “Can Şengün o” diye bağırmak görevim oldu. Ya da duyun işte, o adam bu ve bu da onun albümü, besteler de onun, sözler de onun, düzenlemeler de onun ki burası çok önemli. Can sadece çalmaz, yapılmış olan herşeye yeni bir ruh katar, bunun da ötesinde var olmayan şeyleri var eder ve sadece gitar Can Şengün yazar… ( daha açık bir yorum getirmeyeceğim, anlayan anlar diye düşünüyorum) Neyse kısa kesiyorum, Can’la “Canlı Müzik” ve Can hakkında sohbet ettik biraz… Sanırım Çisel’le aynı konuda ve aynı sayıda pişti olduk ama elimden bir şey gelmez, 10 senelik dostluktan, müziği paylaşmaktan, hayatı birlikte yorumlamış olmaktan ortaya çıkan şımarıklık hakkımı kullanmaktır benimkisi…

 

Öyle zor ve çok içerikli sorular yok, aksine sadece Can’ın anlatmak istedikleri var sadece… “Can sen kimsin?”in cevabı ise sonuna kadar okuyunca ortaya çıkıyor aksi takdirde ilk sorum bu olurdu.

 

 

Soru: Can, “neden müzik?” diye başlayan o geyik sorunun aksi ile başlayacağım, müzik olmasaydı ne işle uğraşırdın, ne yapardın?

 

Can: Ben de bilmiyorum tam olarak. Kendimi bildim bileli,”müzik” diye bir kavram var yaşantımla iç içe. Aslında şöyle bir düşününce, müzik haricinde yapabileceğim çok da işin olduğunu sanıyorum. İnsan ilişkilerim çocukluğumdan beri kuvvetli. Kelimelerimi dikkatli seçmeye özen gösteririm. Samimiyetim, enerjim, kolay hissedilir. Yardımsever ve sabırlıyımdır vs. vs. Bana kalırsa olumlu özelliklerim, olumsuz özelliklerimden daha fazla. Dolayısıyla yapabileceğim ve hatta başarılı da olabileceğime inandığım bazı iş ve sektörler mevcut.

 

Soru: ‘Çaresizlik, e oldu bir kere ya da elimden başka bir iş gelmez’in aksine gerçekten yapmak istediğin, vazgeçemediğin vazgeçmek de istemediğin, içinden gelen dışa vurulacak en yoğun şeyi doğal olarak seçmek midir o zaman? Soramadım işte anla, ben bazı mesleklerin doğal seçim olabileceğine, sonradan olma olamayacağına inanırım, doğru mudur?

 

Can: Müziğin doğal bir seçim olduğunu söyleyebilirim. Küçükken elime aldığım herhangi bir enstrüman ile hızlı bir “ilişki”ye girdiğim de doğru. Sanki beynimin içersinde bir “müzik prosesörü çipi”  ile doğmak gibi. Müzik ne kadar kolay ve doğru bir seçimdi, bu tartışılır tabii… Ülkemizde müzik yapmak için ya çok zengin ya çok kafayı sıyırmış ya da cidden bazı konularda takıntılı olmak lazım. Dikkat ederseniz ben müzik yapmaktan yani üretmekten bahsediyorum. Magazin ürünleri tarafından beslenen bir “sanatçılık” türünden değil. “Niye müzik yapıyoruz?” sorusunu kendimize her gün sorduğumuz, maddiyatla alakalı alacakların/vaatlerin neredeyse hiçbir gün gerçekleşmediği bir endüstri Türkiye’deki müzik endüstrisi. Bu sektörün piyonları, dünyada neler oluyor, dinleyicilerin dikkatini nasıl çekebiliriz, “fan” nasıl yaratılır… Hiç düşünmüyorlar. “Ben bu kasedi piyasaya bir çıkarayım, tutarsa para kazanırım, tutmazsa ünlü olmayı bekleyen daha çoook sanatçı adayı var,  kapımda bekleyen” zihniyeti ile bir yerlere gelmemiz imkânsız. Kendimizi kandırmayalım.

Sanatçılık, assolistlik, icracılık, uzun yıllar harcanan emekler sonucu elde edilen bir rütbedir aslında. Bu yıldızları/payeleri omzunuza, dinleyiciler yani halk takar.

 

Soru: Mutsuz musun Türkiye’de müzisyen olmaktan?

 

Can : Kesinlikle hayır!

Ben müzik yapabildiğim, birşeyler üretebildiğim, gitar çalabildiğim  her güne şükrediyorum. O kadar büyük bir aşk ile bağlıyım ki müziğe. Bizler bu ülkenin çocuklarıyız. Ülkemizin şartları da böyle. Bunları sevmesek ve kesinlikle benimsemesek de bu işi bu şartlarda yapmak zorundayız. Bunun bilinci ile uyanıyoruz her sabah.

Benim bir misyonum var. Sevdiğim, güzel olduğuna inandığım, İngilizcesi “no bullshit” olan şarkılar yazmak… Çalıştığım müzisyen dostlarımın albümlerine en modern renk ve çalış şekli ile gitar çalmak, besteler yapmak… İmkânları yeterli olmayan genç, yetenekli ve orijinal sound’ları olan grup veya bireylere albüm yapmak… Bunlar ve benzeri ideallerimi başarmadan bu yaşamı terk etmeyi düşünmüyorum.

 

Soru: Bence de terketme zaten, dur sakinleşelim biraz, üretmenin yanı sıra iyi bir dinleyicisin, kimleri dinlersin?

 

Can: Genel mi sadece ülkemizden mi?

 

Soru: Genel…

 

Can : 70’li-80’li- yıllarda yapılan her türlü, funk, rock, disko, heavy metal müziklerini seviyorum. Evimde sıklıkla dinlediğim müzik hala o dönemlere ait plak ve CD’lerdendir. Pek sık olmasa da uzun ve eğitici bir eser dinlemek istediğimde, ruh halime göre, klasik müzik besteleri severim. Beethoven, Çaykovski, Bach, Scarlatti, Paganini, Mozart en sevdiklerimden…

Bir de prodüktör yapımı, daha trendy fakat yine de kendine has doğallığı ve samimiyeti olan müzikleri severim.

Ülkemizden de, yine bu normlar doğrultusunda, yıllardır her türlü etkene karşın müziklerini yapabilen herkesi dinlerim. Bülent Ortaçgil, MFÖ, Mirkelam, rock müziği yapan grup ve şarkıcılar… (Anadolu rock hariç)!!!…

 

Soru: Türk halkının sanata bakışı nasıl sence?

 

Can: Ülkemizde iki tip algılama var. Birincisi ve az olanı, sanatın bir veya birkaç dalı ile ilgilenen, araştıran ve bu uğurda para harcamaktan çekinmeyen bir kitle. Bunlar üniversite öğrencisi de olabilir, kamu ve özel sektörlerde çalışan kişiler de. Para harcamak deyince aklınıza büyük rakamlar gelmesin. Bugün bir tiyatro oyununu seyretmek çok mu pahalı? Veya hoşumuza giden bir sulu-yağlı boya resmi alabilmek için banka kredisine mi ihtiyaç var? Yeni bir CD’nin fiyatı 10-12 YTL. Bahsettiğim kişiler, sanata ve sanatçıya, kısaca emeğe saygı duyan ve aldıkları ne olursa olsun aldatılmadıklarının bilincinde olan kişiler.

Bir de modalar, gelip geçici heveslerin cazibesinden etkilenen, sanattan hiçbir şey bekleyemeyen, onlara her sunulanı, kendi algılamaları içersinde bir yere koyan, tüketen ve sonra tüküren bir kitle var ki bu da ikinci tip algılama. Bu nevi kimseler tiyatroya gitmezler. Kitap okumazlar. Korsan albüm satıcıları en yakın dostlarıdır. TV’deki haber kaynakları, magazin programlarından ibarettir.

 

Soru: Çalışmadığın zamanlar vaktini nasıl geçirirsin?

 

Can: Çalışmadığım zaman pek yok gibi. Haftada 7 gün çalışıyorum. Kafam devamlı bir şeyler ile dolu…

 

Soru: Keyif deyince aklına gelen bir şeyler yok mu yani?

 

Can: Olmaz mı?!! Güzel yemekler tatmaktan hoşlanırım. Bazen arkadaşlarımı eve davet edip onlara ikramlarda bulunurum. Hizmet etmekten haz alan bir ruha sahibim. Yerimde oturamadığımdan koşturur dururum misafirlerim için. İyi yemek yaparım. Parmaklarınızı yersiniz. Bu yönüm sadece meraktan ve tabii ki karşımdakini mutlu etme arzusundan doğan bir özellik.

Üç yıldır özel hocamla beraber Kung-Fu çalışmaktayım. Haftada 3–4 gün sabahın erken saatlerinde çalışıyoruz. Fit olmayı, reflekslerimin hızlı olmasını, strechingi seviyorum. Kung-Fu beni rahatlatıyor.Sakinleştiriyor (bu sakin hali ise!!!…). Yürüyüş şeklim ve hayatta duruşum benim için fevkalade önemli.

 

Soru: Tehlikeli sayılabilecek bir dövüşçüsün yani?

 

Can: Bu spor beni dinginleştiriyor. Onun sayesinde daha da büyüdüğümü hissediyorum. Sayın hocam bana hep kontrollü olmayı nasihat etmiştir. Cebinde silahının olduğunu bilerek bir tartışmayı büyütmek olmaz.(yangına körük durumu…) Kung-Fu ciddi bir silahtır. Kendinize hâkim olmayı çok iyi becerebilmelisiniz. Öğrendiklerimizi ve çalışmalarımızı bir sinir anında kullanmaya kalkarsak birkaç kişinin canını fena yakabiliriz. Ben, sonradan pişman olacağım böyle anlık öfkelere karşı kendimi devamlı eğitmekteyim.

 

 

Soru: Tatil’e çıkacak olsan nereye gitmeyi tercih edersin?

 

Can: Bir yelkenli kiralayıp Göcek sahillerinde dolaşmak ilk yapacağım tatil planı olur herhalde. Doğasını seviyorum Göcek’in. Kirli değil. Gürültü kirliliği de yok. Yapmacık kimselerle karşılaşmıyorsun. Üç yaz evvel, iki müzisyen dostumla beraber bir hafta süresince yelken yaptık. Tadı hala damağımda. Sakin, spor dolu ve aynı zamanda dinlendirici, şahane bir haftaydı benim için. Unutmam mümkün değil.

 

Soru: Yurt dışına çıkar mısın? Tercih ettiğin, sevdiğin yerler var mı?

 

Can: Çocukluğum New York’ta geçti. Son 7–8 yıldır da fena halde bir Los Angeles takıntım var. Her fırsatta bir haftalığına bile olsa gidiyorum. Yıllardır yaptığım işlerden dolayı dünyanın çeşitli ülkelerini görme imkânı buldum. Avrupa’nın neredeyse her şehrini görmüşümdür. Ne mutlu bana ki aynı zamanda bu şehirlerde çalma imkânım da oldu. Bazı İtalyan şehirleri, Londra, Amsterdam, Avrupa’da keyif aldığım yerlerin başında gelir. Dünyada en sevdiğim yer Japonya. Fırsat olursa tekrar ziyaret etmek isterim. Japonya’da insanlar birbirlerine karşı son derece saygılılar. Çok çalışkanlar. Yemekleri harika. Japon olmak istiyorum fakat gözlerden kaybediyorum!!!

 

Soru: Daldan dala uçuyorum ama “ Seninleeee yaşlanmak istedim” diyorsun, kimdi bu ya da kim bu ya daaa kiminleeee???

 

Can:Seninlee  güzelim!!!

 

Soru: Yemezler canım canım, bu soruyu her sorana bu cevabı veriyorsun, bakalım bana da yapacak mısın diye meraktan soruverdim, ilişkilere nasıl bakarsın “idi” merakım…

 

Can: Bayanlarla sürekli flört halindeyim. İnsanları şaşırtmayı hatta şoke etmeyi seven, zaman zaman sarkastik sayılabilecek bir hayat anlayışım var. Flört etmeyi seviyorum. Bu sayede erkek-kadın arasındaki daimi savunma zırhını-duvarlarını ve haliyle soğukluğu daha hızlı yumuşatabiliyorum. Bir kadında ilgimi en çok çekecek özellik zekâdır. Çalışkanlığı, yaratıcılığı, hayal dünyası önemlidir. Kendine güvenen fakat bunu konuşarak değil de daha gizemli şekillerle ortaya koyan bayanlar çok tahrik edici oluyor benim için. Kindar, kıskanç, alıngan, her şey ile rekabet eden, kendisi ile barışık olmayan kişilerden, erkek olsun, bayan olsun, h o ş l a n m ı y o r u m ! ! !

 

Soru: Dostumsun gerçek o zaman? Umarım bulursun o kişiyi… (Şarkıyı dinleyenler bilirler)

Can:……….

 

Soru: Müzik kariyerini biraz özetler misin?

 

Can: Zevkle! Hiç sormayacaksınız sandım.

26 yıldır gitar çalıyorum. Çok genç yaşta annem ve babamın katkılarıyla çalmaya, öğrenmeye başladım. İlkokuldaki müzik öğretmenim, bir gün evimize geldi ve müziğe karşı yetenekli olduğumu anlattı aileme. Bir de yalnız müzik derslerinde kendimi yaralamayıp arkadaşlarımı rahatsız etmediğimi belirtti. Hiperaktif, korkusuz, deli bir çocuktum. Öylece başladı müzik ile tanışıklığım.

13 yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Uzun yıllardır en sevdiğim işlerden biri olan “stüdyo müzisyenliği” yapmaktayım. Son 10 yılda ülkemizde çıkan 260’ın üstünde albümde ben çaldım. Televizyonda, radyoda çıkan pek çok jingleda da beni duyabilirsiniz. Mirkelam, Özlem Tekin, Sertab Erener, Levent Yüksel, Kenan Doğulu, Nazan Öncel, Mustafa Sandal vs.ile turneler yaptım. Aykut Gürel, Ozan Doğulu, Murat Yeter ile birlikte Panik Atak gurubunu kurduk. 2.5 yıl kadar beraber çaldık. Şu anda Ankara’lı bir rock gurubunun prodüksiyonunu yapmaktayım. Eylül gibi Malt adlı İstanbul’lu bir rock grubunun prodüksiyonuna başlayacağım. Anlayacağınız dolu dolu geçiyor günlerim. Aralık-Ocak aylarında enstrümantal albümümü çıkartmayı planlıyorum. 2006 sonbaharında da sözleri olan ve şarkıcılığın daha ön planda olduğu ikinci albümümü çıkartacağım. Ekim ayı sonunda sponsorum Yamaha Music Europe adına Eskişehir Anadolu Üniversitesi ve Ankara Bilkent’te klinik düzenleyeceğim. Mart 2006’da,Frankfurt Music Messe’de yine Yamaha firması adına sahne alacağım.

 

Soru: Bu kadar ayrı işe nasıl konsantre oluyorsun?

 

Can: Aslında bunlar birbirlerinden çok da ayrı işler değil. Bir terzinin aynı anda birkaç değişik müşteriye kıyafet dikmesi gibi birşey diyebiliriz.

Çalabildiğim, üretebildiğim her güne şükrediyorum. Hayatı ne zaman terkedeceğimiz belli değil. Çok çalışmak, geride güzel, hatırlanabilir eserler bırakmak lazım.

 

Soru: Sponsorun seni nasıl buldu?

 

Can: Yamaha Music, dünyanın en büyük müzik enstrümanları üreticisi. Türkiye’de kendilerini temsil edecek, yabancı dili kuvvetli, kendine has çalma tarzı olan, aletlerden, sound yaratmaktan anlayan ve değişik kitlelere (albümlerde-sahnede) enstrümanı ile hitap eden bir müzisyene ihtiyaçları vardı. Los Angeles’ta bazı yetkilileri ile tanışmıştım. Araştırmışlar beni. 2002 yılında böyle bir teklifle bana geldiler. Onlar mutlu. Ben mutluyum.

 

Soru: Ülkemizde sevdiğin başka gitaristler var mı?

 

Can: Olmaz mı.Tabii ki.

Türkiye, çok değerli müzisyen-gitarist’leri olan bir ülke. Hemen aklıma gelen birkaç isim: Erdem Sökmen (guru), Sarp Maden, Erkan Oğur (guru), Akın Eldes, Ercüment Ateş (guru), Cem Köksal, Metin Türkcan, Nurkan Renda, Volkan Başaran… Bu saydığım meslektaşlarım ne yapsalar dinlenir ve de dünyanın neresine giderlerse gitsinler enstrümanları ile hayatta kalabilirler. Bu çok önemli.

Ülkemizde şarkıcılar genelde daha ön planda. Fakat unutmamak lazım, dünyanın en iyi lokantası, mutfağı olmadan bir hiçtir. Güzel müzikleri konserlerde çalan tüm müzisyenler, davulcusuyla, basçısıyla, klavyecisiyle bir bütündür.

 

Soru: Hayat bana iyi davranıyor diyebilir misin?

 

Can: Benim yaşadığım, yaşamakta olduğum hayat, herkesinkinden çok farklı değil. Daha iyi diye sevinemem, daha kötü diye de ağlayamam. Ben bu hayatta maraton koşucusu olduğuma inanıyorum. Hep koşmam, durmamam lazım. Bu yolculuk esnasında bir yerlerim ağrıyabilir, düşebilirim, cesaretim kırılabilir, yeterince beslenemediğim ve dinlenemediğim, bir sonraki maratona daha yorgun çıktığım vakitler olabilir. Olsun, koşmaya devam edeceğim.

 

Soru: Seninle konuşmak içimi ferahlatıyor…

 

Can: Teşekkürler. Sen bir de benim yemeklerimi ye!

 

Soru: Nedense sen hep benim yemeklerimi yiyorsun?

 

Can: hahahaha

 

Soru: Seni ve grubunu bir yerlerde canlı izleme imkânımız var mı?

 

Can: “Canlı Müzik” adlı albümümü çıkarttığım şu kısacık zaman içersinde, birkaç konser teklifi geldi. Temmuz sonu iki tane konserim var. Diğer teklifleri plak şirketim ve koordinatörüm ile beraber değerlendiriyoruz henüz. Bir yerlerde karşınıza aniden çıkabilirim.

 

S. İstanbul’da geceleri çıkıyor musun, nerelere gidiyorsun, canlı müzik yapılan yerlere uğruyor musun?

 

C: Sokağa çıkma imkânı bulduğum zamanlar, güzel yemek yiyebileceğim bir yerlere gitmeyi tercih ediyorum. Bazen de arkadaşlarımı ziyaret ediyorum evlerinde. Canlı müzik yapılan yerlere, özellikle Taksim’e uğramaya çalışıyorum. Prodüksiyon yapabileceğim, kendi duruşu olan, orijinal gruplar arıyorum. Bu grupların albümlerini -canibeybi- adlı kendi prodüksiyon şirketimden çıkartmayı istiyorum. Ne yazık ki orijinal besteler çalan neredeyse hiçbir ekibe daha rastlamadım. Çalan müzisyen arkadaşlarımın pek çoğu, ‘günü kurtaralım yeter’ mantığından ileri gidemeyip durmadan cover parçalar çalıyorlar, hatta çalmaya çalışıyorlar. Hangi işletmeye gitsem, farklı gruplar aynı parçaları çalıyorlar ve bu bana sıkıcı geliyor. Ülkemizde ne yazık ki -cover- mantığı ile çalışan yüzlerce işletme var. Bu kendi risksiz tercihleri. Çıkan en son parçaları ama Türkçe olsun ama İngilizce olsun, çalan, hiçbir yorum ve özgünlük katmadan, parçalara tecavüz edercesine çalan da yüzlerce grup var. Adam hasbelkader bir tane kaset çıkarmış -ki o da zaten satmıyor- ve bar programı adı altında gecede kırk tane de başkalarının şarkısını söyleyerek gününü kurtarmaya bakıyor. Magazin dünyası aynı mekânda ünlü veya medyatik insanlarla sobelemece oynuyor, günü kurtarıyorlar. Ve en kötüsü nereye gitseniz dolu. Yani bu mekânlara giden, para harcayan millet, hallerinden memnun ya da biriyle tanışmışlar. Akşam yalnız yatmayacaklar ve tabii ki günü kurtarıyorlar. Herkes aslında farkında ne kadar ucuz ve kalitesiz işlerin döndüğünden ama yapacak bir şey yok. Çünkü üretim yok denilecek kadar az.

 

S: Bilinçli dinleyici yok mu yani?


C: Var tabii ama son derece az. Çünkü onlar da farkında piyasada, gece
hayatında dönen maymunlukların.Dolayısıyla pek de sokağa çıkmadıklarını sanıyorum bilinçli dinleyicilerin. Eller Havaya diye ara gaz veren ve şarkıların neredeyse her cümlesinden sonra OBAAAAAA diye bağıran anti şarkıcılardan geçilmiyor, canlı müzik sektörü. Benim normlarıma göre bir sorun olmamakla beraber bir de piyasa, cinsel tercihleri karışık bir sürü solistten geçilmiyor. Yaptığın müziğin arkasında durmalısın. Hayatta neden keyif alıyorsan onun da arkasında durabilmelisin.

Eğer eşcinselsen bunun da arkasında dur be ağabeyciğim. Yok ben sahne makyajı yapıyorum, frapan kıyafetlerimi bilmem kim dikiyor, görüntümün kurbanıyım vs.vs.vs.

Yeme şimdi kimseyi. Bu düpedüz milleti aptal yerine koymak. O kadar. Cesur ol da ilan et tercihlerini. BKNZ: Sir Elton John, Freddie Mercury, Simply Red, REM ve niceleri… Yok Türkiye daha hazır değilmiş ara cinsel tercihlere falan. E ona hazır değil de senin sahnede müzik diye yaptığın o maymunluklara mı hazır bu ülke yani?

S: Can sakin ol. Vazgeç o tabakları kırmaktan!
C: Peki!

S:Albümün çıktığından bu güne kadar geçen beş haftada tepkiler nasıl?

C: Şahane, şahane Allaha çok şükür. Dört dörtlük gidiyoruz. Birkaç konser teklifi geldi. Ve bu beni son derece mutlu ediyor. İlk defa kendi adıma, konsere çıkacağım. Ha bu esnada biz sahnede de canlı çalıyoruz.!!! Şaşırmayın çünkü orda burda playback –konserler -veren, arkadaşlarımız da yok değil.
Ben güzel bir albüm yapmak üzere yola çıktım. Samimi fikirlerimi paylaşmak istedim dinleyiciyle. Gelen tepkiler beni mutlu ediyor. Bu arada ikinci albümümün pek çok şarkısını yazdım. Birkaç yıl sonra geriye dönüp de bakıldığında kendine has bir Can Şengün müziği fark edilsin ve kalıcı olsun isterim. Tıpkı bir Bülent Ortaçgil, MFÖ, vs. gibi.
Bu arada gelecek ocak ayında bir tane enstrümantal albüm çıkartacağım. Bu CD’de yapmak istediğim yine güzel kompozisyonlardan oluşan fakat şarkıcı yerine gitarcının ön planda olduğu bir albüm. Çıkan Canlı Müzik albümümde niye -az- gitar çaldığımı soran bazı mailler almaktayım. O albümün bir gitar albümü olmasını hedeflememiştim. Şarkıcı albümü yapmak istiyorum. İnsanların yüzüne illa ne kadar gitar çalabildiğimi gösterme fikri bana sıkıcı
geliyor. Herkesin başka yönleri olabilir. Sanatçı olarak beklenenlerden fazlasını vermenin doğru olacağına inanıyorum. Bildiğim tek şey şarkı yazmaktan, güzel olduğuna inandığım müzikal öneriler sunmaktan ve
tabii ki gitar çalmaktan vazgeçmeyeceğim. Yaşasın!!!

S: Çok inanıyorsunuz kendinize Can Bey…
C: Elbette. Benim kendimden başka hiçbir şeyim yok ki. Sizin de. Dolayısıyla iç dünyamızdaki seslere fırsat vermeliyiz. Ticari kaygıydı, şandı, şöhretti. Dedim ya daha evvel. Eğer söyleyecek bir lafımız yoksa boşu boşuna medyayı işgal etmeye hakkı yok kimsenin.

 

Soru: Can seninle sohbet etmek çok keyifli idi. Özellikle benim gibi bir sıra takip etmeyen oradan oraya atlayan biriyle ciddi ciddi sohbet etme çaban ise (yani ben sen, sen de siz derken ama o siz ben değilim zaten…) takdire değer… Derdim konuştuklarımızı, düşündüklerimizi, paylaştıklarımızı kısa kısa dışarıya aktarmaktı.

 

Can: Bu keyif bana ait. Tüm derKi okuyanlarına buradan sevgiler, saygılar. Mutlu, huzurlu, kayda değer bir yaşam dilerim hepsine ve sana. Hoşçakalın.