Uzun zamandır ilk kez New Age dışında bir müzik türü dinliyorum. İnanamıyorum ki tüm bir albümü ara vermeden, sıkılmadan dinleyebildim ve  pek de bir keyif aldım. Eh artık bir New Age delisi olarak ben tarzım olmamasına rağmen böyle keyifle “Sonsuza kadar”  adlı bu albümü dinleyebildiysem, gerçekten çok güzel ve özel bir çalışma diyebilirim. Albümün sahibi Burak Uçkun’un müziğe olan doğal kabiliyeti, hayal gücü, kendine inancı, açık yürekliliği ve çalışkanlığı bu albümü ortaya çıkarmış. Her sayıda bir derKi yazarı ile yaptığım sohbeti, bu sayıda değerli derKidaşım Burak ile yapmak istedim.Ve karşınızda, alkışlarınızla, derKi yazarı, geleceğin starı Burak Uçkun; 

N: Bu sohbetimizden evvel seni biraz tanıyabilmek adına derKi’deki yazılarından ve sitenden biraz araştırma yaptım ve şunu hissettim; Burak şu an başarı yolunda ilerleyen bir müzisyen ama bunun yanında yaşam akışı içinde hayatına giren farklı yönlendirme, fırsatlara rağmen kendi için bir hayal kurmuş, hayaline inanmış ve hayalinin peşinden yılmadan devam etmekte olan biri, ne dersin doğru mu?

B: Evet, doğru ve bu tespitin için de teşekkürler. Üniversitede inşaat mühendisliğinden  mezun oldum. Ve bana halen “ne adam ya müzisyenlik yerine, mühendislik yapsan bu kadar zamanda ne kadar çok ilerlemiş olacaktın, şöyle para kazanırdın, böyle işler yapardın” diye yorumda bulunanlar var çevremde.

N: Çok haklılar bence de baksana son zamanlarda evler kapış kapış, inşaat yapacak arazi kalmadı, karınca yuvalarına göz diktiler. Dünyada ilk karınca yuvasından gökdelen yapan ülke olacağız bu gidişle.

B: Evet ama benim için önemli olan ne yapıp kaç para kazanacağınız değil, önemli olan sevdiğiniz işi yapmanız, bundan mutluluk duymanız. Hani bir söz vardır “İnsanın hobisini yapması kadar güzel bir şey yoktur” diye. Bende hobimi yapıyorum, üstüne de para veriyorlar. Çok zevk alıyorum benim için bundan daha iyi ne olabilir.

N: Bu senin yaşam tarzın, hayat felsefen diyebilir miyiz?

B: Kesinlikle öyle. Hava gibi, su gibi olmazsa olmaz benim için. Ben mühendislik yaparken Ki çok uzun süre yapmadım, yaklaşık 1 sene kadar yaptım, ama bu dönemde dahi beni bu derece mutlu eden bu hobimden yani müzikten hiç kopmadım. Sonuçta sonradan müzisyen olanlardan değilim ben yani mühendislik yaparken “eh sesim de fena değil bir albüm yapayım ben” diyenlerden değilim. Müziğin hayatıma girişi ve kalışı hep doğal süreçte oldu.

N: Nasıl oluştu bu süreç, nasıl keşfettin müziğe olan ilgi, sevgi ve yeteneğini?

B: Müziğe olan ilgimi aslında ben direk keşfetmedim, o benim içimde hep vardı ama ortaya çıkması bazı teşviklerle oldu. İlk hatırladığım, babaannem geleneksel olarak her karne döneminde karne hediyesi verirdi ve ilkokulda bana bir kırmızı melodika almıştı ve ben onu alır almaz çalmaya başladım ama hiçbir bilgim yokken. Ve bu ailemin de dikkatini çekti. Benim de çok hoşuma gitmişti, sürekli çalmaya, yanımda taşımaya başladım. O dönemde halk oyunları ekibine girmiştim, kafkas oynuyorduk ve bir gün akordiyon çalan amca gelmedi provaya. Prova aksamasın diye “ben çalarım” dedim ve sürekli yanımda taşıdığım kırmızı melodikam ile o günkü provada tüm müziği ben çaldım.

N: Oyun havaları mı çaldın melodika ile?

B: Kafkas çaldım. Bayağı da zordur aslında çalmak ritmi hızlıdır ama çok başarılı çaldım ve o gün beni oyun ekibinden çıkarttılar, gösteride benim müziği çalmamı istediler. Sonuçta ilkokul ve ortaokulda ben çaldım ve tüm müzik öğretmenlerim de bendeki bu ilgi ve kabiliyeti keşfetti ve çok destek verdiler. Mesela ortaokulda bir piyano vardı ve onun anahtarı bir bende bir de müzik öğretmeninde vardı, bana böyle özel ayrıcaklıklar tanıdılar ve bu ayrıcaklıklar sayesinde ben de ders aralarında daha çok müzik çalabilmeye, kendimi geliştirmeye fırsat buldum. Okuldaki tüm müzik aktivitelerinde vardım; okul korosunu ben yönetirdim, istiklal marşını ben söyletirdim, okul korosunda akordiyon çalardım.

N: Eeeee, Allah bir kez yürü ya kulum demiş, durmak olmaz.

B: Öyle. Lise son sınıfta belediye konservatuarına girdim ve Türk Sanat Müziği bölümünü birincilikle kazandım. Sonra üniversite sınavına girdim ve inşaat mühendisliği bölümünü birinci olarak kazanınca konservatuvarı bıraktım ve mühendislik okudum. Üniversitede de devam ettim müzik çalışmalarıma, bir grubumuz vardı Jazz Mania isimli, onlarla bayağı bir çaldık, hatta bu sebeple 7 senede bitirebildim üniversiteyi. Bu arada bir şarkı yarışması oldu üniversite son sınıfta iken, “Girne Şarkı Yarışması”, orada 3. oldum. Okul bitince İzmir’e ailemin yanına döndüm ve mühendis olarak çalışmaya başladım ama bu arada yine müzikten kopmadım ve Maria Rita Epik Müzik Okulu’na girdim bursla ve şan dersleri, piyano derslerine devam ettim. Sonra hem yükseklisans yapmak, hem de müziğin asıl kalbinin atığı yere yakın olmak için İstanbula taşındım. Birtakım klüplerde çalmaya başladım ve bunlardan birinde Nükhet Duru ile tanışma fırsatım oldu ve kendisine vokal yapmamı teklif etti. Bir sene kadar kendisine vokal yaptım, bu süreçte bazı yarışmalar oldu onlara katıldım. 12 tane yarışmaya katıldım ve 12’sinden de ödül aldım. Bu tabii benim için çok gurur verici oldu özellikle yurtdışında Türkiye’yi temsil ettiğim yarışmalarda başarılar yakalamak gerçekten gurur verici idi.

N: Burak hayal kurduğu, girdiği her işte başarılı ve el attığı konularda kolay pes etmeyen inatçı biri diyebilir miyiz?

B: Her girdiğim işte başarılı oldum diyemem, üniversiteyi 7 senede bitirdim mesela. Ama evet, Burak girdiği işte sonuna kadar mücadele eden başarıyı hedefleyen inatçı biri diyebiliriz.

N: Pek çok insanın kendinde keşfedemediği, bi haber olduğu içinde yatan hazinesini, gerçek yaratıcılığını ön plana çıkarabileceği ilgi alanını sen ilkokulda doğal bir şekilde keşfetmişsin, bunun üzerine gitmişsin, hayal kurmuşsun ve başarı yolunda ilerliyorsun. Bu büyük bir şans değil mi?

B: Evet bu konuda kesinlikle şanslıyım. Sen bu soruyu sorarken aklıma ailem geldi, müzik hocalarım geldi, bana sundukları imkanlar aklıma geldi. Ben kayakçı da olabilirdim, milli yüzücü de olabilirdim bunlarla da ilgilendim ama bendeki cevher müzik yönünde idi ve bunu hisseden, gören herkes beni o yönde destekledi. Etrafımda bu desteğin olması tabii ki benim için çok büyük bir şans oldu. Bugün belki çevresinden maddi, manevi bu desteği göremeyen ama belki spora, resme veya müziğe kabiliyeti olan kimbilir ne cevherler var etrafımızda. Burada eğitim sistemi de çok önemli rol oynuyor. Kişinin kendini geliştirmesinin yanında öğretmenlerin bu cevherlerin ortaya çıkması için çaba sarf etmesi gerekiyor. Ayrıca genel sistemin de bunu desteklemesi lazım. Mesela konservatuvardan binlerce kişi mezun oluyor her sene ama AKM (Atatürk Kültür Merkezi) de kadro gelmesi için yıllarca bekliyorlar. 20 kişi kadro açılıyor 8-10 senede bir. Bu sistemin düzeltilmesi lazım Ki mezun olanlara iş imkanları çıkabilsin.

N: Evet, benim de çevremde gözlemlediğim aileler  bu durumu bildiklerinden kabiliyeti dahi olsa konservatuvara yönlendirmeye çekiniyorlar.

B: Ne işin var çalgıcı mı olacaksın, ressam mı olacaksın ne işin var, ne kazanacaksın, nerde iş bulacaksın, mühendis ol, doktor ol, avukat ol diye teşvik ediyorlar .

N: O zaman bu açıdan sen gerçekten çok şanslısın. Ailen olsun, öğretmenlerin olsun hep senin yanında olmuşlar

B: Bana hep destek oldular ama ben yinede üniversiteye girdiğim dönemde bu sistem bozukluğundan dolayı hem mühendis, hem müzisyen olmak zorunda kaldım,. İster istemez elimde ikinci bir dayanağı bulundurmak zorunda idim. Bu sebeple konservatuvar yerine İnşaat Mühendisliğini seçtim. Halbuki konservatuvar mezunu olmayı çok isterdim.

N: Ne farkı var konservatuvar mezunu olmanın? Şu an bulunduğun konumdan baktığında, ne eksiklikler hissediyorsun konservatuar mezunu olmamakla?

B: Daha iyi bir yere gelirdim, daha başarılı olurdum diye değil bu isteğim. Ben sadece kendim için isterdim konservatuvar mezunu olmak çünkü merak ediyorum. Öyle büyük bir denizki  müzik. Mesela Türk müziğinde 3000 tane makam var bunları öğrenmeyi isterdim. Su gibi nota okuyabilmeyi isterdim, sonuçta nota biliyorum ama  bunu bir kitap okur gibi okuyabilmek konservatuvarda öğrenilebilecek bir şey. Müzikle daha iyi tanışabilmek isterdim, çünkü çok seviyorum müziği, bir çeşit aşk bu. Nasıl aşık olduğunuz birini daha yakın tanımak, onun her yönünü keşfetmek istersiniz ve keşfettikçe ona daha yakınlaşırsınız onun gibi birşey. Gerçi beste yapmayı bunun dışında tutuyorum zira beste yapmanın konservatuvarla pek bir alakası yoktur, o Allah vergisi bir yetenektir. Konservatuvar mezunu olsaydım derim hep. Ama bu arada konservatuvar Şan bölümü mezunu olup,  stüdyoya girdiği zaman detone olup şarkıyı söyleyemeyip “stüdyoda şarkı söylemek ne kadar farklı ve zormuş, bundan sonra televizyonda gördüğüm dandik şarkıcılarla dalga geçmeyeceğim” diyen konservatuvar mezununu da, önünde notalar olmadan hiçbir parçayı çalamayan konservatuvar mezunları da tanıdım.

N: Türkiye’deki şartlara, imkanlara değindik. Bence Türkiye’de özellikle popüler müzik büyük bir kısır döngüde, hep aynı tarzlar, aynı müzik yapısı karşımıza çıkıyor. Diğer müzik türleri ise adeta tü kaka muamelesi görüyor. Bunda sanırım konuştuğumuz şartların da etkisi vardır. Sence Türkiye’deki bu kısır döngüyü ne çözer, kapıları ne açar?

B: Bence bu kısır döngünün sebebi, Türk insanının kendine olan güven eksikliği ve kötü prodüktörlerdir. Prodüksiyonları çıkaran, çıkarma yetkisi, gücü olan insanlar yanlış projelere yatırım yaptılar yıllar boyu ve Türkiye’de bu sektörün şablonunu onlar çizdi. Şu an yeni yeni insanlar kendi istedikleri şeyleri, tarzları yapmaya yeni yeni başladılar ve prodüktörler de bunlara ikna olmaya başladılar. Bundan bir kaç sene evvel Türkçe Rock müzik olur mu, olmaz mı o tartışılıyordu. Bir cesur çıktı yaptı, o tutunca başka biri cesaret buldu o da yaptı ve böyle böyle olmaz denen Türkçe Rock geldi Türkiye’ye.   Aslında Türkçe Rock vardı, Cem Karaca gibi duayenler vardı ama onlar bu işin zorluklarını çekerek bugünlerin altyapılarını oluşturdular. Türkçe Rock bugünkü kadar çok popüler değildi. Türkçe Rap olur mu dendi, yine birileri yaptı. Tüm bu çeşit denemelerinin daha önce yapılamama, müziğin kısır döngü içinde kalma sebebi yanlış prodüksiyon ve prodüktörlerdir maalesef. Bende kendi albümünde hem yabancı müzisyenlerle hem de Türk müzisyenlerle çalıştım. Benim yabancı müzisyenlerle çalışma sebebim Türkiye’de muadilinin olmaması değil, hep yeni bir yaklaşım taraftarı olduğumdandı. Alman aranjör bir arkadaşım var onunda sayesinde bu çizgiyi yakalayabileceğim müzisyenlerle çalışma imkanı çıktı karşıma albümümde. Mesela Ray Charles, Gloria Estefan gibi büyük sanatçılara gerek sahnede ve gerekse albümlerinde eşlik eden G-String adlı grupla çalıştım. Tabii ki Türkiye’de de bu enstrumanları çalan müzisyenler var onlarla da çalıştım ama her müzisyenin de bir çalış tarzı vardır. Şarkı hangi tarza uygunsa o müzisyen ile çalıştık. Her kemancı keman çalar ama bir romanın keman çalması ve verdiği vurgu ile senfoni orkestrasındaki müzisyenin farklı olabilir. Yabancı bir müzisyen kemanı bizimkiler gibi çalamaz, o ruhu veremez.

N: Müzik evrensel bir dil ve duyguların en ortak dilde aktarımı, sen  müziğinle ne vermek istiyorsun dinleyenlere, bir mesajın var mı müziğinde?

B: Ben hem duygusal, hem de romantik bir insanım. Çevremde olan olaylara karşı hep duyarlı ve antenleri açık olmuşumdur. Hayatımda yer alan ve çevremdekilerle ortak olduğum tüm duyguları şarkılara döküyorum. Ama illaki her şarkım benim bizzat yaşadığım şeyler değil, çevremden de besleniyorum. Beste yapmanın da bir matematiği var dolayısıyla herşeyi besteye dökemeyebilirsiniz. Özellikle vermek istediğim bir mesaj yok, şu duyguların ya da şu grubun temsilcisiyim gibi bir konumum yok. Çevremde, hayatımda ne varsa tevazuu içinde bende onları yansıtmaya çalışıyorum.

N: Peki hiç farklı müzik tarzında çalışmalar yapmayı düşünüyor musun? Popüler müzikten klasik veya jazz a kaymak mesela?

B: Müzisyenler, sanatçılar ileriye bakabilmeli ve farklı arayışlarda olmalı hep. Bu sebeple evet değiştiririm veya değiştirmem diyemem. Mesela Robbie Williams, Royal Albert Hall da tarzı olmamasına rağmen sadece swing ve klasiklerden oluşan,  Frank Sinatra şarkıları da seslendirdiği senfonik muhteşem bir konser verdi ve bu tarzda bir albüm yaptı. Tarzı değildi ama çok beğenildi ben de çok etkilendim. Benimde ara ara farklı türlerde denemelerim oldu, Türk Sanat Müziği, Jazz, Rock gibi. Benim duygularımı etkileyen her türlü tarzı ben hem söyleyebilirim, hem de dinlerim.

N: Bir dinleyici olarak, sanki Türkiye’de ne satacaksa ona ağırlık veriliyor, alternatifler hep geri planda kalıyor gibi geliyor bana. Bir dönem geldi arabesk furyası esti, gelen geçen arabesk yaptı bizde mecburen diledik, sonra popta benzer bir tarz çıktı. Fabrikasyon üretim misali, hani şimdi genç kızlarımız moda diye aynı saç kesimi, rengi ile aynı kıyafetleri giyip ortada yüzlerce aynı kızın dolaşması misali.

B: Bu maalesef demin de dediğim gibi kötü prodüktörlerin işi. Kim nerden bilebilir ki neyin satıp, satmayacağını. Biri birşey yapıyor, bakılıyor beğeniliyor, bu da tutar diye benzer bir şey çıkarıyorlar. Mesela son zamanlarda bir “Manga” çıktı farklı bir tarz yaptılar “Ege Çubukçu” çıktı, “Ceza” çıktı yani pek çok yeni tarz ve isim çıkmaya başladı artık. Ve bu çeşitliğin artması ile artık o çok satan aynı tarz çalışmalar eskisi gibi çok satmamaya başladı.

N: Fabrikasyona son, yaşasın özgürlük diyorsun yani. Peki biraz evvel vurgulamak istediğim Türkiye’deki müzikteki bu kısır döngü kırılmaya başladı diyebilir miyiz?

B: Evet kırılıyor ve bundan sonrası içinde ileriye yönelik olarak yeni bir şeyler bulmak ve üretebilmek. Tabii ki bu arada bunları yaparken yaptığınız işi iyi yapabiliyor olmanız lazım yani şarkıcı iseniz sesinizin iyi olması lazım sadece tarz ile bir yere gidilmez. Mesela sadece reklam için albüm yapanlar da var. Ama şu kesin ki müziği doğal olarak kendi bünyesinden çıkaran, severek kendini vererek ve o kabiliyeti taşıyarak yapan  gerçek sanatçılar uzun dönemli kalıcı olabilirler. Ben mesela albüm yapmadan once 12 kez sesimi değişik yarışmalarda tescillemiş durumdayım. “aaa bak senin sesin çok güzel, hadi sen de album yap” gazına gelmedim. Bu yarışmalar ve sonuçları bana  cesaret verdi.

N: Şimdi mesela şurada yoldan geçen bir çok kişinin belki böyle cevherleri var ama pek fark etmemiş olabilirler. Nasıl farkına varabilirler?

B: Evet mesela bak şu genç bayana, siyahlı, bence müthiş bir müzik potansiyeli var ama haberi bile yok.

N: Çağırayım mı? Haber vermiş oluruz.

B: Fark etmemiş olanın algısı zaten açık değildir. Kendinden haberi olmayan adamın etrafında olup bitenden nasıl haberi olsun!

N: Doğru çok haklısın sorumu şu şekilde revize ediyorum;  Kendinde bazı cevherler olduğunu keşfetmiş ama ne yapacağını bilmeyen, maddi, manevi imkan ve desteksizlikten bir şey yapamayana nasıl bir çıkış kapısı önerirsin?

B: Bir insanın müzikteki gelişimini sağlayabilmesi için once kültürel gelişimini sağlaması gerekir. Çünkü müzik kültürün temel taşlarında biri aslında. Müzik, bir toplumun kültür seviyesinin, medeniyetinin aynasıdır ve  çok ipuçları verir o toplum hakkında. Mesela Doğu bölgelerimizi ele alalım buradaki çocuklarda ben görmedim Ki birileri orada Sezen Aksu’nun şarkılarını mırıldansın, Mangayı dinlemiş olsun. Ha bunun yanında Aşık Veyselin de şarkılarını biliyorlar mı o da soru işareti. Ama Ankara’lı Necmettin’in şarkısını hepsi ezbere söylüyordur ya da çok koyu arabesk bizim de tanımadığımız şarkıcıları biliyor, dinliyorlardır.   Oradaki insanların kültürel gelişimi sağlanırsa müzik gelişimleri de eminim daha farklı olacaktır. Tabii burada eğitimde yer alan kimselere çok görev düşüyor. Ben müzik öğretmenlerimden çok destek aldım, yönlendirildim. Neden başkaları da aynı şekilde kendindeki cevherlerini keşfetmesin.

N: Burada siz müzisyenlere de bir görev düşmüyor mu? Oradakiler imkansızlıktan mesela Mangayı tanımamış olabilirler. Manga’nın oraya giderek, orada konserler vererek kendisini ve tarzını tanıtması gerekmez mi?

B: Bugün hiçbir müzisyenin “Doğu da konser var gider misin?” denildiğinde “Hayır” diyeceğini sanmıyorum. Ama bu iş “hadi topla davulu, gitarı gidelim de konser verelim” şeklinde olmuyor. Burada devletin veya bir organzatörün devreye girmesi gerekiyor. Bir davet ve organizasyon yapılması gerekir Ki bizde toplanıp gidelim orada onlarla müziğimizi paylaşalım.

N: Herşeyi devletten beklemek olmaz.  Bence özel sektöre, sponsorlara da çok iş düşüyor. İmkanları yaratmak ve maddi manevi destek sağlamak için.

B: Tabii çok önemli bu ancak sponsorluklar son senelerde maalesef çok azaldı. Şirketler artık pek eskisi gibi hevesli değiller bu çalışmalara.

N: Neden?

B: Sonuçta sponsorluk da ticari bir şey. Firmanın sunduğu ürün ile hedef kitlesi doğuda olmayabiliyor, dolayısıyla böyle bir şey yapacaksa da bunu sadece hedef kitleye yönelik yerlerde gerçekleştiriyor yada sadece medyada reklam yaparak yetiniyor.  Ama bu böyle olmamalı, hedef  kitle o bölgede olmasa da tüm Türkiye’yi baz alarak bu konserler yapılmalı. Bu  tüm Türkiye’ye verilen bir hizmettir aslında. Dediğin gibi herşeyi devletten beklememek lazım, bu konuda özel sektörün şu bölge olur şu bölge olmaz demeden destek vermesi lazım. Böylece oradaki insanlar da “biz yalnız değiliz” duygusunu üzerinden atacak, müziğin barışcıl, evrensel dili ile bir sevgi, birlik, beraberlik bütünleşmesi olacaktır.

N: Konserlerin dışında müzisyenlerin bireysel çalışmalarında mesela albüm hazırlamakta sponsor şartmıdır?

B: Albüm yapmak çok pahalı bir çalışma ve eğer paranız yoksa muhakkak bir sponsora ihtiyaç duyarsınız. Zaten bunun için biz şarkıcılar “Korsan almayın” diyoruz. Şayet korsan alırsanız biz ikinci, üçüncü albümümüzü yapmakta sponsor dahi olsa zorluk çekeriz. Sonuçta müzisyen albümü ile bir yatırım yapıyor ve o yatırım geriye dönüş yapmazsa, o zaman ne kadar gönülden bağlı olursa olsun bir yerden sonra pes etmek zorunda kalacaktır. O zaman da kendimiz çalar kendimiz söyleriz eşe dosta…

N: Korsanla mücadelede son yıllarda bayağı bir aşama kaydedildi aslında.

B: Evet. Korsan müzisyenlere çok zarar verdi, veriyor da halen. Ama açıkçası müziğin daha kaliteli, çeşitli yapılması için de bayağı etkili oldu. Bu korsanı destekliyorum gibi anlaşılmasın sakın, kesinlikle tasvip etmiyorum ve karşısındayım.
Soruna geri dönersek, albüm maliyeti pahalı demiştik. Bunun yanında tanıtım maliyetleri, klip maliyetleri de çok pahalı. Albümü sadece hazırlayıp vitrine koymak yetmiyor tabii. Onun dinleyici ile farklı araçlarla buluşması gerekiyor, radyo, televizyon, konser gibi.

N: Sen dinleyicilerine ulaşabilmek için radyo, televizyonun beraberinde farklı ve teknoloji ile uyumlu bir ulaşım aracı seçmişsin ve kendine çok güzel bir site hazırlamışsın. http://www.burakuckun.com

B: Ben sitenin çok interaktif olmasına dikkat ettim. Forum bölümü var, chat odası var. Normal ziyaretçilere yönelik olan bölümlerin dışında özel üyelikle ulaşılabilen özel linkler var.  Mesela benim stüdyoda kayıt esnasında çekilmiş foroğraflarım, album kartonetinin basılma sürecinde çekilen resimler gibi. Ayrıca ileride konserler başladığında yine üyelere yönelik olarak; kura ile belirleyeceğimiz birkaç üye benimle birlikte konsere gelebilecek, hazırlık  boyunca kuliste ben sahneye çıkana kadar yanımda olacak, orkestra provalarıma katılabilecek yani konserin tüm havasını benimle birlikte soluyabilecek.

N: Süperrr, hemen üye olacağım.

B: Bu arada tarih ve zamanını önceden ilan etmek suretiyle sitede benimde katılacağım sohbet zamanları ayarlayacağız. Hali hazırda site okunmaya başlandı, çok mailer geliyor ve tüm maillere ben kendim yanıt yazıyorum. Kendim diye bir kez daha belirtmek istiyorum, çünkü sonra bir daha mail geliyor bu cevabı Burak mı yazdı diye soruyorlar. Bir başka proje ise sitemle ilgili olarak; bir banka oluşturacağız sitede ve isteyen üyeler oraya kendi hazırladığı besteleri, mp3’leri yükleyebilecekler ve tüm bunlar üyeler arasında oylanabilecek.

N: Bayağı interaktif bir site düşünmüşsün, ellerine sağlık. Peki sen bu kadar çağı, teknolojiyi takip ederek müziğine bir şeyler katmaya çalışıyorsun ancak Türkiye’de aslında çok değerli müzisyenler, muhteşem çalışmalar var ama nedense sadece Türkiye sınırı içinde kalıyor bunlar. Neden Türk sanatçılar dünya çapında isim yapamıyor? Biraz evvel konuştuğumuz sıkıntılar, yeni çeşitlemelerin az yapılması, maliyetlerin yüksek olması ve prodüktörlerin yanlış kararları ile başı çektiği kısır döngü buna neden olabilir mi?

B: Türkiye’den çıkan müzisyen var aslında Burhan Öçal gibi, Ömer Faruk Tekbilek gibi ama sayıları az. Şarkıcı olarak ise maalesef pek yok. Bunda en büyük etken Türkçe ile yurtdışına açılmak çok zor. Türk müziği demiyorum ama Türkçe sözlerle zor. Mesela Ricky Martin hem İngilizce, hemde İspanyolca albüm yaptı. Dünya çapında bir isim ama İspanyolca albümü İngilizce kadar satmadı. İngilizce tüm dünyanın ortak algıladığı bir dil oldu artık. İş dünyasında olduğu kadar müzik dünyasında da bu böyle. Diğer bir etken yurtdışında müzik çalışmalarına harcanan bütçeler çok yüksek ve sonucunda da çok kaliteli çalışmalar çıkıyor, tanıtıma yine büyük bütçeler ayırıyorlar. Ama bunun yanında da hedefledikleri pazarın nüfusu 70 milyon değil, dünya pazarına hitap ediyorlar, çok büyük satışlar hedeflendiği için bu kadar yatırım yapabiliyorlar, Albüm gelirinin yanında yan sanayiden de büyük gelirler elde ediyor şirketler. Türkiye’de star yönetiminde yan sanayiden gelir elde edilmiyor, telif sistemi bile doğru dürüst işlemiyor. Onlar çok yenilikçi bakıyor ve farklı türlere de şans tanıyor, büyük yatırımlar yapıyorlar. Aramızda çok büyük teknolojik imkan farkı var. Orada da büyük bir rekabet var ama bunu gelişme amaçlı kullanıyorlar, daha farklı ne yaratabilirim diye bakıyorlar. Bizde ise biri şu kadar mı sattı, ben bu furyadan nasıl yararlanabilirim diye bakıyor işe. Bu arada biraz evvel bahsettiğimiz sıkıntılar da tabii Ki etkendir ama birinci öncelikli diyemeyiz.

N: Orada rekabet gelişimi getirirken, burada kısır döngü yaratıyor. Türkiye’nin genel sorunu bu zaten bence her alanda. Sonra da neden ilerleyemiyoruz diyoruz!!

B: Bence yurtdışından müzisyen ithal etmek yerine prodüktör ithal etsek daha iyi olur. Türkiye’de cebinde biraz parası olan biri prodüktörlüğe soyunuyor, bu da müzikteki kaliteyi bu kısır döngüye sokuyor. Yanlış anlaşılmasın Türkiye’deki tüm prodüktörler için değil sözüm. Arada çok değerli, başarılı, ileri görüşlü olanları da var ama sanki diğerleri daha baskın. Prodüktör kelime anlamı ile producer dan geliyor yani üreten, yapan manasında. Yurtdışında prodüktörler müzisyenlerdir, bizde ise parayı veren. İşte aramızdaki en büyük fark bu. Yurtdışında parayı veren finansal desteği sağlayan ise yapımcı firmadır. Yapımcı ile prodüktör farklı şeylerdir. Türkiye’deki anlamıyla “prodüktör” dediğimiz kişiler üretenler değil, parayı verenler olduğu için yapacağınız yapmak istediğiniz müziğin içeriğine de çok karışabiliyorlar.

N: Eeeee, parayı veren düdüğü çalar dememişler boşuna .

B: Evet tam o mantık. Bu nedenle ben kendi albümümde prodüktörlüğü kendim üstlendim, A’sından, Z’sine herşeyi kendim takip ettim ve bitirdikten sonra  yapımcı arayışına girdim. Yapacağım farklı tarz çalışmalara karışmalar olmasın diye. Çok da şanslıyım ki gönlüme göre, vizyon sahibi, benimle aynı bakış açısına sahip bir yapımcı firma ile anlaştım.

N: Yurtdışına açılmayı düşünüyor musun?

B: Bu bir süreç bence. Önce albümüm ile yurtiçinde bir başarı sağlamalıyım Ki yurtdışına da gönül rahatlığı ile açılabileyim.

N: Türkiye’de yabancı müzik firmaları da var bunlar gelişimde öncü olmuyorlar mı?

B: Universal, Sony gibi firmalar var Türkiye’de ama başlarındaki kişilerin yanlış karar ve kötü yönetimi nedeni ile onlar da zor günler geçiriyorlar. Universal kapandı mesela. Sony gibi dünya devi kalktı mankenlere albüm yaptı. Bunları yadırgıyorum ben. Manken olduğu için değil ama ses yok ki, müzisyenlikte yok. Dünya çapında ünlü ne sanatçılar var, fizikleri “off be” dedirtecek boyutta değil. Mesela Celin Dion, mesela Barbara Streisand. Bunlar fizikleri ile değil, sesleri, kabiliyetleri, doğal içlerinden gelen duyguyu yansıtmaları ile dünya çapında sanatçı olmuşlar.

N: Bizde fizik ne kadar iyi ise sanki o kişi Allah’ın seçilmiş özel bir kulu ve her işe muktedirdir muamelesi görüyor!!! O kişi sadece fiziğinden yola çıkarak şarkıcı da oluyor, ressam da. Dış paket güzel olsun da, içerik önemli değil. En acısı ise memleketim insanına da bu böyle öğretiliyor. Kültürleri, zevkleri bu seviyede tutuluyor sadece 3-5 kuruş uğruna!!!

Neyse, konu derin, dokunduğu yerler çok. Müzik piyasasının bayağı bir dedikodusunu yaptık başka sorularım da var sana. derKi yazarlarındansın , nasıl katıldın derKi’ye?

B: Hasan ile ortak bir arkadaşım aracılığıyla tanışmıştım. derKi’de yazarmısın diye teklif etti. Ben de seve seve kabul ettim.

N: Peki söz yazarlığın dışında var mı yazmaya ilgin?

B: Aslında bu yanımı pek kimse bilmez ama benim hobi olarak senaryo denemelerim var.

N: Aha işte yakaldım. Evet alalım bakalım detayları, nerden çıktı bu gizli merakın?

B: Aslında ortaokuldan beri yazmayı severdim, okulda en iyi kompozisyon yazanlardan biri idim. Hatta okulda sergilenecek bazı piyesleri ben yazmıştım. Edebiyat dersinde kompozisyon yazın dediklerinde sınıf arkadaşlarımı belli karakterlere bağdaştırarak komedi içeren bilim kurgu veya korku hikayeleri yazardım, derste okuyup tüm sınıfı güldürürdüm. Oldukça ilgi alırdı bu yazdıklarım. Ben teknoloji manyağı biriyim ve şu anda da  bu hobimi geliştirebilmek için özel bir yazar programları var, onları kullanarak yazmaya başladım.

N: Yazdıklarını paylaştın mı hiç ya da yayınlandı mı?

B: Hayır henüz paylaşmadım ama bir süre daha ortaya çıkarmayı düşünmüyorum açıkçası.

N: Bu gizli merakını itiraf ettiren ilk kişi olarak yayın hakkını da rica ediyorum o zaman.

B: Önce müzik adına yapacaklarımı yapayım hayallerimi tam olarak gerçekleştireyim sonra belki yazma konusuna daha fazla eğilebilirim ama açıkçası müzik şu an için ilk planda.

N: Peki yazdıklarına ve derKi’ye geri dönelim, neler diyeceksin derKi için?

B: derKi, gerek yazarlarının niteliği gerek yazı içerikleri ve gerekse ziyaretçi sayısı ile hit olan bir site. Editörümüz Hasan “Sonsuz” Çeliktaş’ın daha önceki tecrübeleri, kendisinin de başarılı bir yazar ve yayın yönetmeni olması ve geniş vizyonu ile derKi nitelikli ve kaliteli bir yolda ilerliyor ve daha da iyi yerlere de yükseleceğine eminim. Umuyorum hard copy (basılı versiyonu) leri de en kısa zamanda çıkar, sadece internet ile kısıtlı kalmaz. Ben her zaman kaliteli oluşumlar içinde yer almayı tercih etmiş bir olarak, derKi de yazı yazmaktan büyük keyif alıyorum.

N: Peki seni bundan 30 yıl sonraya götürüyorum. 30 yıl sonra kendini nerede görmek istiyorsun?

B: Benim hayatım ve hayalim hep müzik. İlerleyen zaman içinde de müzikten asla kopmayı düşünmüyorum. Hani derler ya “dikili bir ağacım olsun” ben de dünya ya bir şeyler bırakmış olmak istiyorum. Belki de benim bu isteğim beni inşaat mühendisliğine teşvik etmiş olabilir zamanında. İnşaatlar ile değil ama müziklerimle kalıcı olmayı isterim. 30 sene sonra halen kendimi müzik yaparken görmek isterim. Belki  farklı platformlarda, belki yurtdışında, belkide bir sahil kasabasında yeşillikler içinde evimde huzur içinde beste yaparak görmeyi isterim. Şartlar ne getirir bilemem ama 30 sene sonra ben yine kendimi sahnede görebilmeyi hayal ediyorum.

N: Nostalji parçalar söylemek üzere mi ?

B: Yok hayır ben 30 sene sonra yine sahnede yeni parçalarım, çalışmalarımla olmak isterim. Ve bence şimdi sektörde olan bizim neslimiz müzisyenler, ileride şu anki emekli gibi duran 60 küsür yaşlarındaki müzisyenlerin duruşu gibi olmayacak, aktif, üretken ve halen dinleyicisi ile bütünleşebilen, yaşına rağmen hayranlık uyandıran bir nesil olacak. Tıpkı yurtdışındaki örnekleri gibi. Mesela Sting. Daha nitelikli prodüktörlerin yer aldığı, teknolojinin tüm dünya ile birebir uygulanabildiği, yurtdışında pek çok isimlerin ve başarıların elde edildiği bir zaman düşünüyorum 30 yıl sonrası için.

N: Müzisyen veya sanatçı değilim ama müziksiz yaşayamayan özellikle de New Age müzikleri olmadan asla diyen biri olarak, ben de Türkiye’deki bu kısır döngü ve çeşit kıtlığından çok ama çok şikayetçiyim. Ve kurmuş olduğun bu hayallerin için tüm içtenliğimle AMİN diyorum.

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim, o kadar yoğun programın içinde bana da vakit ayırabildin. Sana müzik yolculuğunda hayallerinden de daha keyifli bir yolculuk diliyorum.

Neslihan Yavuzer Behmuaras