Bir söz vardır bilirsiniz… Artık bu söze özdeyiş mi demeliyiz yoksa has geyik mi bilemiyorum…; “Bir kitap okudum, hayatım değişti”.
Bende de aynen şöyle oldu; “Bir şarkı dinledim, hayatım değişti…”.
Birisi bana bunu daha önceden söyleseydi gülerdim. Bir kitap ya da bir şarkı insanın yaşamını değiştirebilir mi?! Hiç sanmam derdim ya da belki ama küçük bir ihtimal…
Aslında bu bir kitap okuyup, bir film izleyip, bir şarkı dinleyip hayatın değişmesi durumu daha çok yaşamın kırılma ya da dönüm noktalarında gerçekleşen bir durum. Yani aslında bir dönemece doğru hızla yaklaşıyorsunuz ve bunun için de bir tetikçi lazım size. İşte o tetikçi de kitapçının raflarına göz gezdirirken onlarca kitap arasından birden size göz kırpan bir kitap, o an tüm düşüncelerinizi altüst edecek bir söz ya da hiç beklemediğiniz bir anda ansızının kulağınıza çalınan bir nota olabilir. Yani aslında hayat değişmiyor, hayata bakışınız değişiyor; hayata bakış açınız değişince doğal olarak hayat çizginiz değişiyor, yolunuz değişiyor bu yüzden de hayatınızda kökten değişmiş oluyor.
Nasıl mı oluyor?
Buyrun hikayemi dinlemeye o zaman…
Yaşamımın en kritik zamanlarından biri içindeydim. Hani bazen bir yolda ilerlerken durup ben kimim ve bu yolda ne işim var; eğer ben buysam yanlış yola girmiş olmalıyım, yok ben bu değilsem ve doğru yoldaysam neden hep huzursuzum dediğiniz anlardan biri… Çok isteyerek seçtiğim mesleğimde ilerlediğim yol nedense çok fazla engebelerle doluydu ve bu engebeler benim onlara çarpmamı beklemeden sürekli gelip gelip bana vuruyordu. Tabii bu arada farkında olmadan benim vurduklarımda vardı. Çok fazla yara almıştım, hayal kırıklığına uğramıştım ve yaşamın anlamını sorguladığım bir dönemdeydim. Yaşamın, hatta kendi varlığımın anlamını…
Bu süreçte işimi bırakıp sorgulama yapmak durumunda olduğumu farkettim. Kader tesadüfler silsilesi neticesi beni astroloji ile tanıştırmıştı ve ben neredeyse astroloji ile yatıp kalkıyordum. Ayrıca ilham geldiğinde öykü ve şiir yazmak gibi sanatsal etkinliklerim de vardı. Kendime bir site açmıştım ve eserlerimi internette sergiliyordum. Ama bunun yolum olduğunu sanmıyorum ve mesleğimi yapmalı mıyım düşünceleri zihnimi işgal ediyordu. Ve bu süreç sonunda öyle bir noktaya gelmiştim ki bir karar vermem gerektiğini biliyordum ve ben almam gereken o kararı bir türlü alamıyordum. Oluşan spiritüel eğilimlerim sonucu daha önceleri yaşamımın iplerini elinde tutmaya çabalayan bir model olan ben, şimdi kendimi akışın belirsiz ve karanlık sularına bırakmıştım. Bu kaos fazla beklemeyi sevmeyen, daima ilk adımı atmayı seven ve o adımı da atmakta hiç tereddüt etmeyen biri olan bana, bünyeme ağır geliyordu ve nefes almakta zorlanıyordum.
Havalarda gezerken, okyanusun derin sularına dalmakta neyin nesiydi ki…
Bir gece gene bu ruh haliyle internette sitemle ilgili çalışmalar içerisindeyken o an birden evrene bir soru sormak ihtiyacı duydum. Bu ilk kez oluyordu; ilk kez evrene bir soru soruyordum.
İçinde bulunduğum kaostan kurtulmak için ne yapmalıydım, ona hala güvenmeli miydim ya da bir şekilde gene yaşamımın iplerini elime mi almalıydım…
Sorumu sordum ve yanıt bekledim. Gelen giden bir şey olmadı. Belki daha sonra gelir umuduyla gene herşeyi akışa bıraktım ve soruyu da beklemeyi de unuttum o gecenin sabahında. Zaten soruyu sorduktan sonra da çok saçma gelmişti bana bu durum…
Ertesi gece gene rutin arayışlarımla başbaşa iken internetten 8 senedir yazıştığım ve derKinin de genel yayın yönetmeni olan arkadaşım Sonsuz “al, çalışırken dinle” diyerek bana bir şarkı gönderiverdi. Onun seçtiği şarkıları her zaman çok sevmiş olduğumdan, bunu da hemen kapıverdim. Şarkının daha ilk notaları çalmaya başladığı anda olduğum yerde öylece kalıverdim, kıpırdayamıyordum çünkü tarihin içinde bulunduğum durum kadar sisli derinliklerinden “Kazıklı Voyvoda” çıkarak beni kazığına oturtmuştu; kök çakramdan girip tepe çakramdan çıkan ışın kılıcı şeklinde bir kazığın üstünde sessizce oturuyordum. Vücudumdaki bu çakra kazığı yüzünden gün ışıyıncaya kadar aynı şarkıyı defalarca uyumadan dinlemek zorunda kaldım. Daha sonra yorgunluktan sızıp uyuduktan sonra, uyandığımda -ki genelde buluşların bu zamanlara denk gelmesi sıkça görülmektedir- ben de kendi buluşumu gerçekleştirmiştim; evren bana yanıtımı yollamıştı. Evet yollamıştı ama şarkının sözleri İngilizce’ydi! Ve ben bir şarkı sözünü çözebilecek yeterlilikte ingilizce bilmiyordum. Zaten “Eğer bir dili öğrenmek istiyorsanız, işe asla şarkı sözlerinden başlamayın” derdi bir atasözü. Böyle bir atasözü yoktu elbette, bunu ben uydurmuştum…J
O an bu şarkının sözlerinin de evrenin yanıtının içinde olduğunu farkettiğimden şarkının sözlerini defalarca dinleyip çözmeye çalıştım ama nafile, bir türlü anlayamıyordum. Anladığım kelimeleri birleştirdiğimde ortaya çıkan cümle bana son derece anlamsız geliyordu. Hadi ben anlamsızdım ama evren de mi bu kadar anlamsızdı; hiç sanmam.
O zaman bu şarkının sözlerini bulmaya ihtiyacım olduğuna karar verdim ama ne kadar aradımsa da bulamadım hiç bir yerde. Sonsuz’a sordum, o da bana kendisinde mp3 ü bulunduğu için sözlerinin olmadığını söyledi. O halde yapmam gereken bu şarkının içinde bulunduğu CD yi bulmaktı. Ama henüz Türkiye’ye gelmemiş bir CD olduğu için “amazon.com” dan istemek durumunda kaldım. Bu arada bir parantez açarak internet üzerinden satış yapan özellikle türk sitelerine de birkaç sözüm olacak. “amazon.com” siparişim üzerine bana düzenli olarak bilgi verdikten sonra, siparişim postaya verildikten ve elime geçtikten tam 1 ay sonra kredi kartı ekstremde ücretinin hesabımdan çekilmiş olduğunu gördüm. Bizim online satış yapan firmalarımızın kulağına küpe olmasını dileyerek (var ki bir bildiğim söylüyorum) konuma döneyim… Ha gene aklıma gelmişken AB ye neden giriyoruz, ülkeyi mi satıyoruz diyenlere de uzatıyorum bu sözün ucunu; bilincimiz başka türlü değişmiyor…
Neyse, siparişimi verdim. “Deepak Chopra; A gift of Love II”
Bir süre bekledikten sonra namuslu ve güvenli satıcı Amazon’dan beklediğim CD geldi. Bu arada ben şarkıyla çoktan halvet olmuştum.
Heyecan içinde gelen paketi açtım, içinden çok güzel bir ambalaj içinde CD ve içinde şarkı sözlerinin olduğu bir kitapçık çıkıverdi. Heyecan içinde kitapçığı aldım, aradığımı bulmuştum ve hemen yanıtımı çözmek için işe koyuldum.
“my love”, diyordu bana…
“are you lost on the sea tonight?
The wild sea whose winds rip your sails
The sky on you like a beast with fangs
And darkness poisonous with fear
Waves are crashing on an unseen shore
But my love, we must cross tonight…”
Dehşete kapılmıştım; kim beni bu kadar iyi anlayabilirdi ya da anlatabilirdi ki… Koskoca okyanusta kaybolduğumda, deniz tüm vahşiliğiyle sandalımı parçaladığında , gökyüzü bir canavar gibi üstüme çöküp beni parçalamaya çalıştığında ve ben korkunun derinlikleri içinde kaybolduğumda beni kim bu kadar iyi duyabilirdi ki? Üstüne üstelik bir de my love diyordu… Ve bana orda olacağını söylüyordu; bu verilmiş bir söz gibiydi.
Evrenin dili yoktu… O an neden yanıtımın ingilizce geldiğini anladım. Hiçbir dil sevgiden daha üstün değildi. Hangi dilden hangi milliyetten olursa olsun sevgide de, nefrette de aynı noktada buluşuyorduk.
“we will meet under our love
and we will soar with the stars above.
And all I know, is that your touch,
Sends me sailing for the Shores of Love
Shores of Love”
Gerçek sevginin ne olduğunu anlamam içindi belki de bunca deneyim. En zor anında karşına çıkan iki yana açılmış seni kucaklamaya ve seninle havalanmaya hazır bir çift kol gibi…
Sevgiyi tüm benliğimizde hissederken yıldızlara doğru yükselip sevginin kıyısına süzülerek inmek gibi…
Beni duyan evren miydi ya da bütününü parçalarımızla oluşturduğumuz dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan bir diğeri miydi bilmiyorum ama bir şekilde öze açıldığımız anda dünyanın neresinde olursa olsun sevgi ağının bir parçası oluyorduk ve bu oluşun yansımalarını da kesinlikte gerçek hayatta görebiliyorduk…
Ardından Sonsuz derKi de yazmamı istediğinde, sevginin kıyısında beni bekleyen -yazarı ve okuyucusuyla- binlerce insanı gördüm. Evet bir kıyı vardı; bu gerçekti. Uzun ve gizemli bir yolculuğa çıkmaya hazırlanan, nerde durduklarını ve kim olduklarını bilmeyen ama aramaktan ve sormaktan korkmayan, ufka merakla bakan ve o ufkun ardında ne olduğunu merak eden, hesapsız, içten ve samimi bir keşif grubunu içinde barındıran bir kıyı… Dünyanın neresinde olursa olsun sizi duyabilen, hissedebilen ve kollarını size açmaya hazır olan kıyının insanlarıydı bunlar… Sevgi kıyısının insanları…
Evet bir şarkıyla hayatım değişmişti; bu yolculuğun nereye gittiğini bilmiyorum ama bildiğim bir şey vardı ki herşeye daha dikkatli bakmaya başlayacaktım, her sesi iyi dinleyecektim; hatta sessizliği bile… Çünkü bu yoldaki ve yolculuktaki iletişim inanılmazdı.
Bir soru sorduğumda bunun yanıtının geleceğini biliyordum artık, bir şarkıyla da hayatın değişebileceğini…
“Our journey is secret
No one knows the name
Of the place where we will meet
Let us not startle the night with our voices
Some where a lamp is burning
In a silent courtyard
Where we will embrace…”