Popstar körleşmesinin yaşandığı su günlerde aramızdan ayrılan büyük bir yüreğin sessizliği ortalığı hareketlendirdi. Belki yetmiş yıllık ara kesitleriyle Omurgasını arayan bir ülkenin trajik gerçeği böyle dehaların ölümüyle bir kez daha kendini yeniden düşünmeye davet edebiliyor. Bu hesaplaşmanın geçmişten bugüne bırakacağı bilgi anlaşıldığında sanatçının bütün yaptıkları tarihin derinliklerine gömülmeyecektir. Yasadığımız süreç gerçek yaratıcılarını yok etmeye ve onun üzerinden politikaya yapmaya uyarlandığı için bir dehanın gidişi cevapsız kalan mektupların sahibini aramaya götürecektir…
Cem Karaca, Anadolu uygarlığını anlamaya çalışan ve ondan çıkış aramayı ısrarla sürdüren çabasını türkülere sarılısıyla ele verir. Dünya müziğine, edebiyatına, politikasına kendi iç sessiyle sarılır. Yaşama felsefesinin keyfini çıkarmaya kararlıdır. Onların derinliğinde yakalamak istediği müzikal kimliği o sancılar içinde doğar. Cumhuriyet döneminin asi çocuklarından olma güzelliğini yakalar. “Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Orhan Gencebay” gibi ülkenin müzikal kültüründe bize ait deneyselliklerin yanında kendi ekolünü evrensel bir çıkışla koyabilen bir çizginin sahibi olur.
Türkiye’nin müzik ve kültür deneyselliğinde büyük bir arayışın sancıları halen sürmektedir. Burada en önemli nokta müziği aydınlanmacı kimliğiyle sahiplenen Karaca’nın hiçbir müzik eğitimi almadan bunları başarmasıdır. Ulusal müzik bestecileri Batı müziğinin sadece adaptasyonunu taklit ederken nota, armoni, kompozisyon bilgileri olmayan sanatçı tarihe doğru sayfaların yazılmasını sağlamıştır. Şarkı söyleme tekniğinde Alman, İtalyan tekniğine tek cevap veren sanatçı, ulusal müziğin kendi dilini kullanmasında önemli bir yorumculuk sunmuştur. Kurduğu orkestralar, Batı taklidi orkestraların içimizde elenmesini sağlamış, örnekliği ciddiye alınmasını getirmiştir.
Henüz yolun başında olan bir ülkenin bunları bu kahramanlarla yapması ilginçtir. İki yüzyılda müzik tarihinde nota yazılımı, enstrümanların devrimi ve geçirdiği evrimle Avrupa’nın Rönesans’ı adım adım her şeyini koyarken izlediği yöntem, bizimki kadar kolaycı değildir. Bizim kendimizi aradığımız dönemde onlar Bati klasiklerini bir kenara koymuştu. Biz sadece onları taklit etmeyi devrim sandık. Oysa kültürel dokumuzda duran sesler, ritimler, melodiler, enstrümanlar pek tanınmıyor ve yazılı bir tarihi de, metoduna da kafa patlatılmamıştı. Batinin evrensellik ukalalığı, onu çözmüş olmasından geliyordu.
60’ların dünyasında, Cem Karaca o göz ucuyla baktığı dünyada topraklarındaki kokuyu almasını bilenler arasında yer aldı. Ailesinin özellikle annesinin tiyatrocu kimliğinden önemli dersler almayı ihmal etmedi. Sahnelerin büyülü dünyasından öğrendiği her şeyi müziğine taşıdı. Çünkü onun için bütün sesler bir oyuna dönüşmeliydi fikri netleşmişti. Sahnenin tozundan, paylaştığı dostluklardan bunu kavramıştı. Kavramasaydı o ses bize ulaşmazdı. Her şey bir yana sancılı geçen ülke koşullarında sanatçının verdiği armağanlar her gün biraz daha paylaşılacaktır. Uzun yıllar geçse de bir ilk olarak yerini koruyacaktır…
Şimdi tarihimizden geçip giden ustanın en önemli yanlarından bahsetmekte yarar var. Onunla, 90’ların başında onun hayatı üzerinden (68 Çığlıkları, Anadolu Rock Tarihi) çalışmasını yazdım. Güzel bir içtenlik içinde yaşadıklarımız bugünlere kadar geldi. TRT için yaptığımız ‘Raptiye’ programıyla kendi tarzını koyan usta yine bir ilke de imza atmıştı. Çünkü programın amacı, kaybettiğimiz değerlere sahip çıkma üzerine kuruluydu. Bu programla, Türkiye’yi gezdik. İnsanlarımızın gösterdiği ilgi unutulur gibi değildi. Bir gün İzmir Kadifekale’deki Kürt kardeşlerimizin ustanın kaset ve plaklarını getirip imzalatmaya çalışmaları ve ayranla, saç ekmek getirmeleri sevinci içinde olduk. Onların uyduruk binalar içinde olan hayatlarını programa yansıttık. Binalarının balkonların da koyun beslemeleri diğer yanıyla terörist muamelesi görmeleri hele o polis kontrolü çemberinde soluk alarak yaşatılmaya çalışılmasına derinden bir üzüntü duyduğunu söylemeden edemedi usta… Bunun gibi tanık olduğumuz her diyarda sanatçı politik mizahini elden bırakmadan keyif almayı bilirdi. Eğer dört dakikada bir espri yapmazsa ben bir terslik var diye kaygılanırdım. Nerede olursa olsun, hangi konuma geçerse geçsin o büyük hoşgörüsünde ayrılmadan, bir şeyleri anlatmaktan, paylaşmaktan gocunmadığını gördüğüm bir öğretmen edasını yüreğinde hep taşıdı. Çalıştığı müzisyen arkadaşları, sanat dünyasının birçok kesimiyle olan diyaloglarında ilişkilerini korumaya çalışırdı. Kolay ağzını bozmazdı. Tarihe olan merakını anlamak mümkün gözükmese de o sayfaların içine gömülmeyi ve oralardaki serüvencilerin dünyalarına dalıp gitmem olmuştur…
Bazılarının unuttuğu şeyleri o unutmamak için titizlenirdi. Hele insanlığa yapılan kötülükleri anmak ve ona sanatsal imgelerle cevap vermesi beni düşündürmüştü. İlk buluşmamızın olacağı gün kendisiyle evinde buluştuk. Yavaş derinleştiğimiz sohbetimiz sırasında lavaboya çıkmam gerekti. Kapısına doğru uzandım klozete yaklaştığımda klozet kapağının üstünde Kenan Evren’in resmi vardı. Küçük adımlarla içeriye geçtiğimde o fotoğraf benim hayat notam ustaya duyduğum saygıyı artırmıştı. Şarkılarında o büyük yorumcunun hiç bir şeye teslim olmadan yoluna devam ettiğini göstermesi verdiği savasın aynasıydı. Bir de bizim duygu tonumuzla yakaladığı ve rock müziği çizgisinde ısrar etmiş olması muhteşemdir. Hem yerel dokuları kullan, hem de türküler bestele ve bir de üstüne söyle, işte yaratıcı sanatçı farkı… İşte ulusal müzik tezini damlatan bir yeryüzü insanin güzelliği…
Zaman onu haklı çıkarırken, kendisine yapılan kötülüklerin hepsine bizzat sahne tozlarını yutarak hiç durmadan işaret fişeğini göndermişti. Ucuz olan yaşama rağmen otuz yıl önceki birikimlerini halkıyla paylaşmasını bilen bir sanatçı olarak nefes almıştır. Türk şiirini müziğimiz de onun gibi doğru yorumlayan ve o şiirin çığlık haline gelmesini sağlayan yorumcular olmamıştır.
Pop yıldız körleşmesini gündeme getirenlere, Cem Karaca çığlığı, barışı, özgürlüğü, kardeşliği, yurtseverliği, “Dadaloğlu, Emrah, Resimdeki Gözyaşları, Bu Son Olsun, Öbür Dünya, İşçi Marşı, Mor Perşembe, Tamirci Çırağı, Otuz üç Kurşun, Yahya Kahya, Islak, Bu Biçim, Nöbette Geceleyin, Karabaş, Yiyin Efendiler, 68’linin Türküsü, Raptiye Rap, Parka, Dönen Dönsün Ben Dönemem Yolumdan, Yarim Porsiyon Aydınlık, Bindik Bir Kıyamete…” gibi yaratıların notaları ve o felsefi yaratıcılığıyla gülerek şarkı söylemeye, içimizdeki sokaklara akmayı elden bırakmadan ıslığıyla devam diyor…