Aslında her şey şiirseldir. Kapının tokmağı, gün batımı, bir çocuğun gözyaşları ya da çocuk gözyaşları, bir katilin bıçağı ya da katil bıçağı… Hepsi şiirseldir.
Ayrılıklar şiirseldir, yoksa neden yazılsın yüzyıllardır.
Doğum belki en şiirsel olanı. İlkler, sonlar ve bütün acılar, sevinçler şiirseldir.
Neden dünyaya geldiğini bir türlü kavrayamayan insan usu, sanırım kendini yokedecek, Tanrısını da! Evet o insan usu şiirsel kaçısın basamaklarından bir aşağı bir yukarı inerek yüzünü aramaktadır.
Yüzü emanet verilmiştir ona, gözleri dudakları ve tenin şehveti. Hepsi emanettir, mumyalasa da.
Ölümün tek gerçek olarak dikilişi bu nedenle şiiri yaratır. Bu kader dayanılası değildir, şiirle dayanır buna. İlk söz şiirdir bunun için, o ilk söz aşktır, ölümün karşısına dikilen. Çünkü ölebileceğini anladığında içinden bir çığlık verir İNSAN.
İlk söz ağıttır da.
Ayrılığın ölümden beter olduğunu söylerken bile şiirsel yalancıdır insan. Hiç ölmemiştir ki. Usladığı en derin acıyla karşılaştırır ayrılığı, sevdiğinden ayrı kalmak bilebildiği en derin acıdır, bilemediği en derin acıyla eşleyerek şiir yaratır kendine; ölümün düşünü .
Ölümün karşısına dikebileceği tek şey, sevgidir insanın.
Ölümü öldürebileceği tek şey, Aşktır.
Bunu bilen şiir yine kendini gösterir. Ayrılığı dahil etmeye çalışır, ayrılmamak denen o sevginin karşılığına, karşıtlığı olamadan.
Oysa şiir yola çıkmıştır bir kere istemese de sordurur.
Kalbinde yatanı göster…
Ya ölüm ya Aşk.
Şiir, bu ikilemin uzlaşmayı aradığı ve bu uzlaşmayı reddettiği yerdedir.
Bir kanlı bıçak gelir vurur duygusuna bir yüzün. Hamlet ikiye bölünmüş Hamletler’ine sorar durmaksızın.
Yüzyılımızda yaşabilmesi bundandır.
Bundandır, ölümün ardına saklanmaya çalışan o yüzün, katlanılması güç bu hayata yine de o bilinmez ve geri dönülmez yolculuğun sıra neferi olduğunu her solukta hisseden kalbine sapladığı bıçaktan hesap soruşu.
Madem ki ölüm var, neyle avutacaksın kendini. Elbiseler, çanaklar, çömlekler… Kanlı aynasında zamanın öldürür şiiri.
Ona ideoloji diye sonradan uydurduğu bir şeyi ekler, ona etnik dinsel ve hatta tensel inançlarını ekler ve böylece yücelttiğini sanır şiiri… Ona kendini vermeyi unutur: İNSANI.
İşte o zaman şiir solar ve hızla ölür. Kuğu boynunu büker, şiire ağlar.
İçinde insan yüzünü aramadıkça, kaybolacak ve ölüme yenik düşecektir şiir.