Geçen sayıda sevgili editörümüz Hasan “Sonsuz” Çeliktaş ile başlamış olduğum derKi yazarları, emektarları ile sohbete (röportaj demek istemiyorum, sorgulama gibi geliyor bana) bu sayıda Yelda Rasenfos ve dünyalar tatlısı kızı Yelissa ile devam ediyorum.

 

Bu yazın en sıcak gününü belirlemişiz Yelda ile buluşmaya. Şöyle püfür püfür esen deniz kenarında bir çay bahçesinde keyifle yapalım istedik sohbetimizi, ancak düşündüğümüz çay bahçesinin yerinde yeller estiğini fark edince ve yakın civarda başka çay bahçesi olmayınca döndük yine şehre, binaların arasına. Ne yazık değil mi her tarafı denizlerle çevrili İstanbul’umuzda ne kadar az sayıda deniz kenarında oturup bir çay içme imkanı var!!! Gerçi mekan değişikliğimiz sevgili Yelissa’nın oldukça hoşuna gitti zira seçtiğimiz yer buz gibi klimalı ama en önemlisi bol hamburger menülü Burger King oldu.  

 

N: Bu seninle ilk karşılaşmamız, ben seni derKi’deki yazılarından tanıyorum sadece. Yazılarında bir belediye otobüsündeki levhadan, televizyondaki bir reklama, kadın-erkek ilişkisinden,  taksicilere kadar pek çok değişik konuya çok tatlı, sohbet eden bir dille parmak basıyorsun. Böyle daldan dala konduğuna göre çok gözlemci biri olmalısın!

 

Y: Gözlemciyim aslında ama en önemlisi çok halkın içinde olduğum için malzemeler sanki üzerime üzerime geliyor.  Benim arabam yok bu nedenle belediye otobüslerini kullanıyorum mesela. Şayet arabam olsaydı bunları gözlemleme fırsatım olmayacaktı belki. Ayrıca okullarda ders veriyorum, kızımı jimnastiğe götürüyorum, hayatımın akışı içinde çok çeşitli ortamlara giriyorum ve bu ortamlar bana güzel malzeme sunuyor. Bu kadar malzeme içinde gözlem yapmadan duramıyorum ben de.

 

N: Aslında hepimiz zaman zaman senin gibi değişik ortamlara girip çıkıyoruz ama sanırım senin gördüğünü, gözlemlediklerini biz fark etmiyoruz bile, bakar kör dolaşıyoruz. Sen etrafını çok iyi gözlemlemiş ve bunu yine çok tatlı bir dille yazıya dökmüşsün. Gördüklerini yazıya dökme isteği nereden çıktı?

 

 

Y: Yazıya dökme isteğim her zaman vardı sadece yazıya dökebilmem için yazmayı öğrenmeyi beklemem gerekti. İlkokul 1. sınıfın ikinci dönemi itibarı ile ben yazmaya başladım. Ne bulursam yazdım, o günden bu yana yazma isteğim hiç durmadı. Anılarımı yazdım, günlüğümü yazdım, öyküler yazdım, okulda kompozisyonlar yazdım. Hatta bu yazma işi bana bir okul kapısını da araladı ne kadar sınavlara çalışmamış olsam da. O dönemde özel ortaokullara girebilmek için tek tek okulların sınavlarına girmek gerekiyordu. Ben derslerime çalışmadığım ve evde ders kitaplarımın arasında başka kitaplar koyarak geçirdiğimden sadece iki okulun sınavında başarılı olabildim, Saint Benoit ve Avusturya Lisesi; onlar giriş sınavlarında kompozisyon sormuşlardı çünkü, diğer soruların yanında.  Okuldaki tüm arkadaşlarım benim için hep “Yelda kesin yazar olacak” derlerdi. Yani yazmak bana sonradan gelmiş bir şey değil, ben onunla büyüdüm zaten. Gördüğüm şeyleri kağıda dökmeyi, aklımdan geçenleri hikayeye çevirip yazmayı deşarj yöntemi olarak benimsedim.

 

N: Yazılarını çok tatlı, sade bir dilde, sohbet eder gibi yazıyorsun. Okuyan kesinlikle hiç sıkılmadan ve de kopmadan yazının sonuna kadar güzel bir vakit geçiriyor senin satırlarınla. Bu tarzı özellikle mi benimsedin, yoksa içinden hep böyle mi geldi?

Y: Bence bu benim doğal tarzım. İçimden geldiği gibi, hiç düşünmeden yazıyorum. O cümleleri yazarken yazının düzeni şu olsun, içine şöyle kelimeler sıkıştırayım diye hiç düşünmüyorum. Sadece fikirleri not alıyorum, iki kelime ile şu ve şu şeklinde. Daha sonra yazıyı yazmaya başladığımda bu hatırlatma kelimeleri ile cümleler dökülüyor kendiliğinden kağıda. Hiçbir şekilde “aman edebi olsun, kelimeler ağdalı olsun” demeden. Karşımda sanki biri varmış gibi kelimeler birden bire diziliveriyor ardı ardına.

 

N: Doğal bir yetenek bu sendeki bence. Gelen akışı aynen aktarıyorsun ve sonuçta ortaya çıkan, günümüzde moda olmuş yazarlık sevdasında pek çok kişinin kendini kasarak yazdığı yazılardan çok daha okuyana yakın, sade, tatlı bir tarz olmuş, ellerine sağlık. Bence tarzını hiç değiştirme, hep böyle kal. J

 

Y: Çok teşekkürler, aslında yazmak benim hayatımın o kadar büyük parçası Ki, hep sorarlar ya “ıssız bir adaya giderken yanına ne alırsın” diye benim içimden hep “kağıt ve kalem” yanıtı geçmiştir, elimde olmadan. Her an yazmaya hazır dolaşıyorum. Her dakika yanında kağıt kalem bulundurmak, onlara ulaşmak ve not almak zor olduğu için ben de çoktandır cep telefonumun not alma kısmını kullanıyorum. “derKi” diye bir başlığım var, kısa notlar alıyorum oraya; adam tükürdü, trafik sıkıştı, şeklinde ve derKi yazımı yazacağım zaman önüme koyuyorum başlık başlık ayırıp içimden geleni yazıyorum. Pek çoğu da artıyor üstelik, onları sonraki aylara saklıyorum, yazmaya değer bir şeylerse. Not almam çok önemli çünkü unutabiliyorum, gözümün önünden o kadar çok şey geçip gidiyor Ki! Bazen küçük bir kelime ile kendime hatırlatmasam yazımı yazacağım zaman aklıma hiçbir şey gelemeyebiliyor. Hatta geçenlerde öyle bir dönem oldu, benden bir ay doğru dürüst malzeme çıkmadı derKi’ye, tatsız tuzsuz yazılar yazdım. 

 

N: derKi’nin dışında başka yerlerde yazı denemelerin oldu mu?

 

Y: Ben şu anda 2 tane çocuk dergisinde yazıyorum. WinX ve Action Man. Action Man daha çok erkek çocuklara yönelik bir dergi, orada savaş sanatları bölümünü hazırlıyorum. WinX ise küçük kızlara yönelik bir dergi, periler, cadılar ve büyüyle ilgili. Orada Bloom karakterinin ağzından okuyuculara spiritüel bilgiler veriyorum. Onun dışında iki derginin çevirilerini yapıyorum.

 

N: Bir kitabın var bildiğim kadarı ile değil mi?

 

Y: Evet, yayınlanmış “Sizi Uçuranlar”  diye bir kitabım var.

 

N: Kitabın konusu nedir?

 

Y: “Sizi Uçuranlar”, hostesleri ve hostesliğin iç yüzünü anlatan eğlenceli bir kitap. Ben beş sene boyunca hosteslik yaptım ve bu süre boyunca kenara küçük küçük notlar aldım. Her zaman da “bunları kitap olarak yazacağım” dedim. O dönemde ben bir yandan çalışıyor, bir yandan da Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema bölümünde okuyordum. Yazarlıkla ilgili bir sürü ders görüyordum zaten. İşin enteresan yanı hangi hostesle konuşsam “o kadar malzeme var Ki tam kitaplık, kesin yazacağım” diyordu ama ben yazacağımdan emindim. Buradan onlara mesaj da vereyim, “Arkadaşlar, zahmet etmeyin, ben zaten yazdım, J siz yayılıp tadını çıkartın!”

 

N: Senin gibi gözlemci yazar biri için mükemmel bir ortam olmuştur herhalde, tıpkı Cem Yılmaz’ın askere gitmesi gibi.

 

Y: Evet tam olarak öyle oldu, bir ara “ben nerdeyim böyle, malzemeler üzerime üzerime geliyor, cennet burası!” diyordum J Hosteslik aslında çok çekilebilir bir meslek değil ama yaşadığım her zorluk, her problem aslında bana çok güzel malzeme sundu ve bu sayede beş sene dayanabildim.

 

N: Hangi yayınevinden çıktı kitabın?

 

Y: Hostesliği bırakır bırakmaz yazmaya başladım. Yayınlanması biraz uzun sürdü. Ya yayınevleri beğendikleri halde “şu an popüler şey basmıyoruz” (Milliyet-Yalvaç Ural) dediler ya da tam anlaşma yapılıp basıma geçileceği sırada yöneticiler değişip işler yattı (Gendaş-Hasan Öztoprak). O sırada Gülüm Hoca’nın (Gülüm Omay) yayınevi kurması ile benim kitap için güzel bir fırsat doğdu ve Reikievi Yayınevi’nden yayınlandı. Kitap internet üzerinden yenisayfa.com ve bazı kitapçılarda satılıyor. Gerek Gülüm Hoca ve gerekse Hasan kitabım için bana çok destek verdiler ve sayelerinde de yayınlandı.

 

N: Kitabın basıldıktan sonra yorumlar, eleştiriler aldın mı hiç?

 

Y: Kitap basıldıktan sonra gazetede haber olarak çıkmadı, iki dergide tanıtımı çıktı sadece ama bu yolla bir yorum almadım. Basılmadan önce taslağı gönderdiğim bazı isimler yorumlar yapmıştı Ki kitabın girişinde bu yorumlara yer verdik.

 

N: Mesela?

 

Y: Serdar Turgut’a bazı bölümlerini göndermiştim, çok beğendiğini ve internette kullanmak istediğini söyledi ama ben kitabın bölük pörçük yayınlanmasını istemediğim için buna izin vermedim. Hep bir kitap olarak çıkmasını planlamıştım. Reader’s Digest’in Türkçesi olan Bütün Dünya dergisinde bir dönem yazılar yazıyordum, yöneticisi Mete Akyol’du. Aynı şekilde Mete Akyol da yazılarımı beğendiğini ve dergide yer vermek istediğini söylemişti ama ben ‘kitap olarak çıkmalı’ düşünceme bağlı kaldığım için yayınlanmasını istemedim.

 

N: Bu kadar ilgi hele Ki işinin ehli insanlardan geliyorsa bence yeni kitap çalışmalarına başlasan çok iyi olur. Var mı yeni kitap projen?

 

Y: Yeni olmasa da benim 16-17 yaşlarında yazmaya başladığım bir kitap var, bitmedi henüz ama tamamlamak istiyorum. Tamamlama konusunda bir sorunum yok, sadece satacağını bilmem yeterli. Zaten planımda önce hosteslik gibi çarpıcı bir konuyla olaya giriş yapıp ardından asıl yazmak istediklerimi yazmak vardı.

 

N: Bitmeyen senfoniden sonra bitmeyen roman olmuş seninki de. Konusu nedir bu çalışmanın?

 

Y: Adı “ Cenazemde Dans Ettim”. Bir okulda beraber okuyan bir kaç kişinin okul sonrası evlerine, ülkelerine döndükleri zaman yaşadıklarını anlatıyor. Olay bir cinayetin etrafında gelişiyor. Konu açılmaya çok müsait olduğu için yeni kanallardan genişletmek çok kolay. Yeni kitabımın çıkmasını çok istiyorum. Güzel, eğlenceli bir kitap olmasının yanısıra bazı camiaların üstüne alınacağı şeyler de var içinde.

 

İnsanoğlu biraz şımarık; hep hedef büyütüyor. İlk hedefim “bir kitabım basılsın başka şey istemem” di, daha sonra kitap (Sizi Uçuranlar) basıldı ama dağıtımına başlanmamıştı, bu dönemde “kitabımı raflarda göreyim yeter” şekline dönüştü hedef! En sonunda, raflarda da görünce hedef, elinde benim kitabım olan birinin yolda yanıma gelerek, “ah siz bu kitabın yazarı değil misiniz, hayranınızım, benim için imzalar mısınız?” demesine kadar yükseldi. Henüz bu hedefe ulaşmadım ama umutla bekliyorum. İlgilenenlere ne taraflarda dolaştığımı söyleyebilirim.

 

N: Umuyorum en kısa zamanda kitapçıların raflarında bu yeni kitabını görebilir ve imza kuyruğuna gireriz.

 

Y: Ben daha çok umuyorum.

 

N: Peki biraz evvel iki çocuk dergisinden bahsettin. Birinde savaş sanatları, diğerinde ise spiritüel konular dedin. Buradan senin iki ilgi alanını yakalıyoruz değil mi?  

 

Y: Evet, Aikido ve Reiki.

 

N: Nasıl yakaladık ama… Peki nasıl girdi bunlar hayatına?

 

Y: Aikidoyla bundan yaklaşık beş sene önce tanıştım. Boş bir dönemim vardı ve hayat boyu spor yapan bir tip olduğum için ne yapsam diye aranıyordum. İki kere çantamı çaldırınca ve evimin yakınında da bir aikido dojosu olunca… Önce kendimi koruyabilmek güdüsüyle Aikido girdi hayatıma. İlk zamanları spor ve eğlence için yaparken zamanla iş ciddiye bindi. Yoğun antrenmanlar, seminerler, sınavlar derken 2003’ün başında kahverengi kemer, aynı yılın sonunda da Aikikai yani Japon Aikido Federasyonu’ndan siyah kemer sahibi oldum. Geçen yıl da Türkiye Aikido Federasyonu’nun siyah kemer sınavında başarılı olarak Türkiye’de de onaylatmış oldum. Üç yıldır iki okulda, HEV Kemerköy İlköğretim Okulu ve Açı School’da çocuklarla Aikido çalışıyoruz. Benim için de onlar için de çok zevkli oluyor. Öğrencilerim 4-14 yaş arasında. Bu dersyılı sonunda veliler ve diğer öğrenciler için çok güzel gösteriler yaptık.

 

N: Bu kadar çok spor dalı varken neden aikido? Neydi seni aikidoya çeken şey?

 

Y: Spora çok küçük yaşta başladım ve hep spor yaptım. Ben aslında buz patenciydim. Artistik patinaj hakemiyim şimdi, ondan önce de yarışmacıydım, o yıllarda pek çok derece ve madalya aldım. Ama buz pateni de başka pek çok spor dalı gibi belli bir yaştan sonra yapılmıyor. Ben zaten geç yaşta başladığım için bunun şanssızlığını yaşadım ve yarışma hayatım kısa sürdü. Son yılımda dizimden ciddi şekilde sakatlandım. O yıl yarışmalara sakat sakat katıldım ve hakemliğe geçmeye karar verdim. Tatiana Danilenko’nun verdiği hakemlik eğitimi sonunda Spor Bakanlığı’na ve federasyona bağlı olarak artistik patinaj hakemi oldum. Buz pateninden sonra yoğun spor hayatıma uzun bir süre ara verdim, yıllar sonra da aikido ile tanıştım. Başta kendimi koruyabileceğim için çekici geldi aikido bana. Haftada üç gün düzenli olarak antrenmanlara katılmaya başladım ve bir süre sonra alışkanlık ve hayat biçimi oldu. Aikidonun iyi tarafı kuvvet gerektirmemesi. Saldırganın ivmesinden faydalandığımız için kendi gücümüzü kullanmamız gerekmiyor, çok fazla esneklik de gerekmiyor. Sonuçta belli bir yaşın üstünde de çok rahat başlanıp, yapılabilecek bir spor; spor deyip duruyoruz da, aslında aikido bir savaş sanatı. Sopa ve kılıç kullanmayı da öğreten tam teşekküllü bir savaş sanatı.

 

N: Çok güzel de bir felsefesi var aikidonun bundan kısaca bahseder misin?

 

Y: Aikidonun asıl felsefesi birlik ve evrenin bütünlüğü üzerine kurulu. Bize saldıran kişi aslında başka bir varlık değil, evrenin bir parçası, ben de evrenin bir parçasıyım, dolayısı ile bu kişi ile ben aynı bütünün parçalarıyız. Daha da ileri götürürsek, o kişi, benim o anda yanlış davranan bir parçam. Ona zarar verirsem, aslında benim de içinde olduğum birliğe, kendime zarar vermiş olacağım. Bu nedenle amaç mümkün olduğunca karşındakine zarar vermeden onu hareketsiz, etkisiz hale getirmek, yaptığının kötü olduğunu hissettirmek. Bunu da aslında benim güçlü olduğumu ama buna rağmen ona bir zarar vermeyeceğimi hissettirerek yapıyorum. Bu açıdan gerçekten çok güzel bir felsefe. Bundan derslerin el bebek gül bebek geçtiği anlamı da çıkmasın tabii. Oramı buramı çok sakatladığım oldu. Bence çocuklar için de çok faydalı bir şey aikido ve bu nedenle çocuklarla çalışıyorum aikidoyu ve çok büyük keyif alıyorum. Kızım da aikidoya benimle aynı zamanda başladı, o da uzun zamandır kahverengi kemer, 2. bant seviyesinde. Okullardaki derslerimde bana çok yardım ediyor, asistanım olarak.

 

 

N: Peki aikidonun hayatına girişini öğrendik geldik reikiye, reiki ile nasıl tanıştın?

 

Y: Reiki ilginç bir şekilde girdi hayatıma. Bir gün Yelissa, yani kızım çok rahatsızdı, midesi bulanıyordu, o kadar kötüydü ki aikido dersinin yarısında çıkmak zorunda kaldı. Dersten sonra arkadaşlarla bir kafede buluşacaktık, yolda bir sürü poşet doldurarak yanlarına gittiğimizde Yelissa’nın yemyeşil yüzünü görünce endişelendiler. Her kafadan bir ses çıkmaya başladı, şunu yesin, şunu içsin gibi. Gülümser adındaki arkadaşım “ben ona reiki yapabilir miyim” dedi. Hayatımda reiki kelimesini ilk kez orada duydum. Ne olduğunu kısaca anlattı ve Yelissa’yı kucağına aldı, elini midesinin üzerine koydu. Yapmasını istememe rağmen inanmıyordum bir işe yarayacağına. Çok kısa bir süre sonra kızımın yeşil olan suratı önce sarı ve yavaş yavaş pembeye döndü, Gülümser işinin bittiğini söylediğindeyse Yelissa ne bulduysa yemeğe başlamıştı bile. O anda sorunu tamamen bitmişti ve kızımı çok iyi tanıdığım ve mide bulantılarının normalde ne kadar sürdüğünü bildiğim için bu ani değişim beni çok etkiledi. Haliyle reikiye ilgi duydum ve Gülümser beni kendi hocasıyla, harika insan Gülüm Omay ile tanıştırdı, reiki hayatıma çok hızlı bir şekilde girdi ve hayatımın gidişatını, düşüncelerimin yönünü, her şeyimi değiştirdi. Şimdi ben de reikide master seviyesindeyim. Geçen yıl, KASDAV’da haftada üç gün düzenli olarak reiki seminerleri veriyordum ve derslerde çok sayıda öğrenci oluyordu. Bu yıl aikido ve yazılar daha ön plana çıktı ama reiki hem pek çok öğrencim olması hem de hayatımın çok önemli bir parçası olması sebebiyle hep var ve olacak.


 

N: derKi ailesine nasıl katıldın?

 

Y: derKi’yi Hasan (editörümüz) sayesinde tanıdım. Hasan’ı önceleri sonsuzlukötesi grubundan tanıyordum. Hasan’la tanışmamız ilginçtir, Gülüm Hoca aracılığıyla değil, internette oldu. Bir gece ICQ’ma “Sonsuz” nickli birisinden “Tanrı şu anda karşında olsaydı ona ne sormak isterdin” diye bir mesaj geldi. ICQ’ya çok sık girmem, girdiğimde de sadece arkadaşlarımla gerekli birkaç cümle konuşur çıkarım, neredeyse herkese invisible’ımdır ve tanımadığım insanlardan gelen mesajlara asla cevap vermem ama o anda nasıl bir ruh hali içindeysem artık nefretle “bunca zaman nerelerdeydin? derim” diye cevap yazdım. Yazışmaya başlayınca ICQ numaramı Reikievi kayıtlarından bulduğunu öğrendim ve Gülüm Hoca bağlantısı çıktı ortaya. Uzunca bir süre Hasan bana her konuda moral verdi. Ben “onu yapamam, bunu yapamam” dedikçe Hasan bana “hayır, yaparsın, hem de en iyisini yaparsın” şeklinde moral bombaları gönderdi. Hasan tanıdığım en iyi motivatördür. Sanırım bu yazışmalarda Hasan benim yazı aşkımı fark etti Ki, önce kitabımın basımı aşamasında yanımda oldu sonra da derKi kurulurken bana teklifte bulundu. Aslında derKi’de ne yazacağımı tam olarak bilemiyordum ve elime konu verilince kasılıp kalan tiplerdenimdir, bir dönem bocaladım, o arada 1. sayıyı kaçırdım. Daha sonra ona “ben dereden tepeden, oradan buradan yazsam olmaz mı?” diye sordum. Böylece ortaya ‘Yeldaca’ köşesi çıktı. 2. sayıdan itibaren de hiç atlamadan bu köşeyi yazıyorum.

 

N: derKi’deki Yeldaca köşene yeni eklenecek köşeler olacak mı ileride?

 

Y: Aslında derKi’deki köşem tam bana hitap eden bir köşe, istediğim her şeyi yazabiliyorum, daha ne isterim? Konu bulmakta da hiç zorluk çekmiyorum. Düşünceler aklıma geldikçe onları bir yerlerde yazabilmek, paylaşabilmek çok hoşuma gidiyor. Böyle bir lükse, hazır okuyucuya, harika bir köşeye sahip olmak çok büyük bir şans benim için. derKi nereye giderse ben de o oluşumun içinde köşemle, yazılarımla yer almak isterim. Hayatım boyunca hep yazmak istedim, hatta yazarak para kazanmak tek isteğimdi, umarım ileride öyle bir ortam oluşur.

 

N: derKi’de köşene okuyanlardan eleştiri, yorumlar geldi mi?

 

Y: Ben uzun bir süre yazılarımı kimse okumuyor, birileri okusa bir yorum, bir mail gelirdi diye söylenmiştim. Bunun üzerine Hasan sabırla bana yazılarımın okunan yazılar içinde olduğunu rakamlarla kanıtladı. Daha sonraları bazı ortamlarda karşılaştığım kişiler de bana “yazılarını okuyoruz, çok keyif alıyoruz” demeye başlayınca yatıştım, “niye yazıyorum ya ben, kimse okumadıktan sonra” sendromunu atlattım.

 

N: Evet, senin yaşadığın bu hislerin benzerlerini ben de yaşadım. Sağ olsun Hasan gerçekten çok moral verdi bana da. Eğer derKi’yi yabancı bir ülkede çıkarıyor olsak sanırım mail kutularımız her gün muhakkak bir ziyaretçi ağırlardı. Sanırım tepki almayışımızın en büyük sebebi garip bir Türk alışkanlığı: her nedense beğenilerimizi paylaşmayı, olumlu eleştiri yapmayı, teşekkür etmeyi sevmiyoruz, bilmiyoruz. Ancak bir şeyi sevmediysek, beğenmediysek onun için günlerce, aylarca hatta yıllarca konuşabiliyoruz, konuşturuyoruz!!! Neyse konu açılmışken ben de içimi dökeyim dedim.
Hazır konu eleştiriden açılmışken, her ne kadar derKi ailesinde yer alsan da, gözlemci biri olarak derKi için ne düşünüyorsun? Bir özeleştiri yapabilir misin?

 

Y: derKi için başta tam olarak ne yapmaya çalıştığını çok iyi gösteremiyor gibi geldi bana ama şimdi çok güzel oturdu. Başta çok kalabalıktı, çok dağınıktı sanki ama şimdi baktığımda amacını, hedefini belirlemiş bir şekilde doğru yolda ilerlediğini görebiliyorum. Hasan bu işi çok iyi götürüyor bence, yeterince azimli, çalışkan ve sosyal biri. Şu anda güzel bir yerde olduğunu düşünüyorum ve eminim daha iyi yerlere doğru gidecek. Çok güzel yazılar çıkıyor, okudukça içimizde ne cevherler varmış diyorum hep.

 

N: Evet ben de aynı fikirdeyim. derKi de herkesi tanımıyorum. Büyük bir kısmını senin gibi yazılarından tanıyorum ve okudukça karşılaştırıyorum hep X dergisi veya Y gazetesindeki ünlü Z’den, yazılarından ne farkı var diye. Kalemi kuvvetli, ifadeler çok güçlü, okuyanı sürüklüyor, en güzeli ahkam kesmiyor, duygularını, yaşadıklarını paylaşıyor….. eee ne kaldı geriye?  Belki sadece isim olmak… Onun da kısa zamanda olacağına inanıyorum. Bu güçlü kadro, kabiliyet ve inanç ile çok ama çok yakında.

 

Y: Evet, umarım.

 

 

N: Peki gelelim derKi’nin küçük ama en şirin, en tatlı ve bence en çok gelecek vaat eden yazarlarından biri Yelissa’ya. Eskiden padişahlık babadan oğula geçermiş, sizde de yazarlık anadan kıza geçmiş galiba?   Yelissa’nın da çok güzel yazıları var, yaşına göre (Yelissa 9 yaşında) duygularını o kadar güzel dile getiriyor Ki. Yazma konusunda senin Yelissa’ya bir etkin oldu mu yoksa o da senin gibi kendiliğinden yazmak mı istedi?

 

Y: Yelissa’da etki ve baskı hiçbir işe yaramaz. Bir şey yapacaksa kendiliğinden olur, yazmak konusunda da öyle ve ne yazık ki yazmayı hiç sevmiyor! Kitap okumak konusunda da öyle, benim gibi gece gündüz okuyan bir insanın çocuğu kitap okumaktan nefret ediyor. En güzel kitapları alıyorum, bir kenara atıyor, deliriyordum. Daha yeni yeni eline kitap almaya başladı. Ama fikirleri çok hareketli, belki bunları yazıya geçirebilmek için zamana ihtiyacı var. Düşünceleri o kadar hızlı ki, eli onları aktarmaya yetişemiyor, bu da onun kaçmasına neden oluyor. Umarım o da ileride düzenli bir şekilde yazmaya, fikirlerini kağıda aktarmaya alışır.

 

N: Niye yazmıyorsun Yelissa? Halbuki seni de annen gibi yazılarından tanıyorum, ne kadar güzel düşüncelerin var, duygularını ne kadar güzel dile getiriyorsun. Bir günlük yazsan biz de okusak olmaz mı?

 

YELISSA: Ben sevmiyorum yazmayı.

 

N: Peki sen söyle biz yazalım, sana sekreterlik yapalım?

 

Y: Zaten Yelissa’nın yazıları öyle çıktı. O söyledi ben yazdım bilgisayarda. Okula erken başladı ve solak, başlangıç için kötü bir bileşimdi ve bu nedenle yazısı hala çok çirkin, kendisi dâhil kimse okuyamıyor. Sanırım biraz da bu nedenle yazmayı sevmiyor.

 

N: Belki bir süre sen sekreterliğini yapacaksın Yelissa’nın ama ben inanıyorum Ki çok kısa zamanda Yelissa içindeki bu güzel potansiyeli tek başına kağıda dökecek değil mi Yelissa?

(Yelissa çekinerek tatlı tatlı gülümsüyor)

 

N: Benim bildiğim kadarı ile Yelissa da annesi gibi 10 parmağında 20 marifetli biri. Yazmanın dışında neler var hayatında?

 

YELISSA: Konservatuarın önce piyano bölümünde okuyordum, üç senedir İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı klasik bale bölümünde okuyorum, bir yandan da ritmik jimnastik yapıyorum. Bu sene kulüp değiştirdim, Beşiktaş’a geçtim.

 

N: Yarışmalara katıldın mı?

 

YELISSA: Evet, 2 yarışmaya katıldım. İlkinde MEB Okullarası il elemelerinde İstanbul 2.si oldum. Daha sonra Bolu’da yapılan Türkiye finalinde ise Türkiye 7.si oldum.

 

N: Bravo seni tebrik ediyorum, jimnastiğe devam o zaman değil mi?

 

YELISSA: Evet bırakmayacağım. Yarışmaları çok seviyorum.

 

N: Sana okul, yazarlık ve jimnastik hayatında sonsuz başarılar diliyorum. Ve yazılarını muhakkak ama muhakkak okumak istiyoruz, bekliyoruz.

 

Y: Yelissa yazıdan çok matematik konusunda başarılı. Matematiği çok seviyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Bilsem adında bir eğitim kurumu var. Üstün yetenekli çocukları belirleyip sınavlardan geçiriyor ve daha sonra Wisc-R zeka testi ile öğrenci alıyor, daha sonra onlara özel bir eğitim veriyor. Yelissa sınava girdi ve zihinsel yetenek bölümünü kazandı. Müziği de yazmış ne gerek varsa, müziği de kazandı.

 

N: Yazarlık, bale, jimnastik, matematik derken bir de müzik çıktı karşımıza.

 

Y: Yelissa zaten konservatuarın müzik bölümüne girdi 5 yaşında iken. Bir yıl yuva sınıfında genel müzik yani solfej okudu, daha sonra piyano bölümünde okumaya hak kazandı, tam piyano okuyacağı sene birdenbire bale istediğine karar verdi ve sınava girmek istedi. Bale sınavını da kazanınca tercih yapmak durumunda kaldık ve ben bu seçimi ona bıraktım, baleye geçti. Bale bölümünde de müzik okuyorlar, çok ağır solfej dersleri var, birçok çocuk sırf solfej zor geldiği için baleyi bırakmak zorunda kaldı, elin ayrı, ayağın ayrı vurulduğu bir bale solfeji okuyorlar, ritmik solfej deniyor buna, yanı sıra Bona ve deşifre de var…. Dolayısıyla Yelissa müzikten kopmuş değil.

 

N: Hadi yazarlık, spor senden geldi, matematiği babadan aldı desek, müzik nereden geliyor.

 

Y: Benim dedem konservatuarın kurucuları arasındadır. Babaannem konservatuarda piyano hocasıydı. Babam İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde grup şefi ve konservatuarda keman hocasıydı. Ben de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Şan Bölümü’nde okudum…

 

N: Bu durumda bu kadar genin Yelissa’ya geçmemesi diye bir şey söz konusu olamaz, geçmemesi herhalde genetik kanuna aykırı olurdu. Peki son ahret sorumu da sorup sohbetimizi bitireceğim. Bu yaşına kadar olan yaşantına, yaptıklarına, kararlarına baktığında neler görüyorsun, geçmişten memnun musun? Kendine ne gibi bir özeleştiri yaparsın geriye dönüp baktığında?

 

Y: Aslında baktığımda yanlış kararlarla dolu bir hayat yaşadığımı düşünüyorum. Bazı şeyleri yine aynı şekilde yapardım belki, örneğin evliliğimi, çünkü bana Yelissa’yı verdi, hatta evliliğimin sırf Yelissa’nın doğması için kurulmuş bir tezgah olduğunu düşünmüyor değilim. Ama ben hayatım boyunca bir türlü para kazanmayı beceremedim, para enerjisini bana doğru yönlendirmeyi sağlamayı beceremedim. Yapmak istediklerim bana para kazandırmadı, para kazandırabilecek işleri de ben yapamadım. Maymun iştahlı davrandım müzik yapayım, buz pateni yapayım, yazar olayım derken geleceğe yatırım yapmadım, bu nedenle düzenli bir maddi hayatım olmadı. Üç sene orada beş sene burada… Tamam yazdığım zaman gerçekten çok renkli bir CV’im var, iş deneyimleri ve yabancı dillerle dolu ama bana hiç bir zaman maddi bir getirisi olmadı. Örneğin hayatımda hiç arabam olmadı ki araba kullanmak en sevdiğim şeylerden biridir. En büyük pişmanlığım budur, çünkü para olmayınca başka hiçbir şey de olmuyor. Yelissa’ya hak ettiğini düşündüğüm imkanları sunamıyorum. Kadının biri sızlanıyormuş zengin olmak istiyorum diye… Birisi “aman hanımefendi, para mutluluk getirmez ki!” diyecek olmuş, kadın cevabı yapıştırmış, “olsun ben yine de ağlayacaksam Rolls Royce’un içinde ağlamak isterim.” Benimki de o hesap, para mutluluk getirmez mi, siz bana parayı getirin ben gösteririm ne kadar mutluluk getirebileceğini.

 

N: Anladığım kadarı ile yazı dilinde de olduğu gibi hayatında da daldan dala konmuşsun hep. Yazılarında bu çok tatlı ve hoş olmuş ama hayatına pek öyle tatlı yansımamış anlattığın kadarı ile, bundan sonra sabit bir dal düşünmez misin yoksa yine dallar arası seyahat devam edecek mi?

 

Y: Daldan dala konmak zorundayım, çünkü sürekli konabileceğim sabit bir dal bulamıyorum. Üstelik sabah erken kalkmaktan hoşlanmama gibi bir sorunum da var. Kendim için kalkarım ama işe gitmek için kalkmak benim enerjimi çalıyor adeta. Gece çalışmayı, gece yaşamayı, geceleri yazmayı seviyorum. Uyumayı hiç sevmem, hayatı kaçırmak gibi geliyor, o nedenle de ancak uykusuzluktan baygın düşünce yatağa gidebiliyorum. Zaten çalıştığım bütün maaşlı işler vardiyalıydı, Turkcell, hosteslik, havaalanı… Hep derim zaten, okulları sabah değil de geceleri yapsalardı ben ordinaryüs profesör olurdum diye…

Şaka bir yana, bu zamandan sonra sabit dalım ancak yazarlık olabilir, bunu her şeyden çok isterim ama bu dal bana henüz yeterli para kazandırmadığı için mecburum bir süre daha diğer dallara da konmaya.

 

N: Sohbet için çok çok teşekkür ederim. Siz iki tatlı hanımefendiyi tanımaktan çok memnun oldum. Özellikle artık Yelissa’nın başarı haberlerini büyük merakla bekliyorum, eminim yakın bir gelecekte Türkiye’yi belki bir, belki pek çok dalda temsil edecek ve büyük başarılara imza atacak. Ve senin için de artık gönlüne göre, her zaman severek yapacağın ve karşılığında da evrenin oldukça cömert davranacağı bir dalda yuva kurmanı diliyorum.

 

Y ve YELISSA: Çok teşekkürler…

Neslihan Yavuzer Behmuaras