Bir makine mühendisi, kaşif ve gizemci olan Itzhak Bentov, yüksek benliğiyle iletişime gerçerek bu kitabında bizlere evrenin oluşumunu, yapısını ve Tanrı’yı anlatıyor.

Evrenin eşsiz yapısını anlatmak için model olarak hologramı kullanan yazar, sayılar ve renklerle ilgili Kabalacı ilkeleri, kozmik şekillerin ve sembollerin anlamlarını, tanrıların ve devaların bilincini ve mutlağın doğasını bizler için aydınlatıyor.

Cristopher Bird tarafından kaleme alınan önsözden alıntılar yapıyor ve henüz okumamış olanlara bu eseri mutlak surette tavsiye ediyorum. Son derece akıcı ve anlaşılır bir dille karşılaşacak ve algınızın her sayfada biraz daha genişleyip sizi hayretler içinde bırakışını deneyimleyeceksiniz.

Christpoher Bird:
Çılgın Sarkaca Yaklaşmak adlı kitabı yayımlandıktan sonra bir röportajda Bentov’a kitabı için neden böyle garip bir ad seçtiğini sormuşlardı. Yazar buna şöyle yanıt verdi: “Çünkü evrende varolan herşey, ister görünür isterse potansiyel halde olsun, bir dinlenme ve duraklama noktasından diğerine doğru sürekli hareket halindeymiş gbi görünmektedir.”

Bentov, sarkaçların bir yöne doğru olan hareketlerinin zirvesine ulaşıp da diğer yöne doğru olan hareketlerine başlamadan önce, gerçekte son derece küçük bir zaman diliminde ortadan kaybolduklarını, “gerçekliğin” bir girişinden dışarı çıkıp kaybolduklarını, ardından yeniden bu gerçekliğe girdiklerini iddia ediyordu.

Bentov’un bakış açısına göre insanoğlu, tıpkı sarkacın hareketi gibi davranmakta, yaşamın salınımı aracılığıyla, evren hakkında bir tür “açma-kapama” düğmesi mekanizmasına dayalı resim yaratmaktadır. “Kapalı” dönemlerde, zaman ve uzay tarafından sınırlanmamış alanlara yayılabildiklerini, ardından “normal” yaşam olarak adlandırılan alan geri çekilip sanki sıradışı hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ettiklerini düşünmektedir. Bu tür esrime dönemleri çok kısa ve geçici anlardan, daha uzun sürelere kadar değişmektedir.

İngilizcede “icat etmek, yaratmak” anlamına gelen “invent” sözcüğü, Latince “invenire” sözcüğünden gelmektedir. İnvenire, “ortaya çıkmak” ya da daha metaforik olarak “bulmak”, “rastlamak” anlamına gelir ve rastlantı sonucu meydana gelen olayları ya da tasarlanmamış eylemleri anlatır. Yaşamının büyük bir kısmında başarılı birmucit olan Bentov’un günlük yaşamdaki deneyimleri onu, insanların, “nesnel” –yani saatlerle ölçülen” zaman olarak adlandırılan zamanın esnediği ve kişinin yalnızca hayal gücüyle sınırlanabilecek şekilde her yerde bulunabileceği ve istediği herşeyi yapabileceği, farklı sürelerdeki, “öznel” yaşamolarak adlandırılan alana bedendışı yolculuklar yapabileceğine inandırmıştır.

Belki de Bentov bundan haberdar değildi ama 1909 yılında, İngiliz hukukçu Thomas Troward, Edinburgh Üniversitesi tarafından düzenlenen zihin bilimi seminerinde, tüm zamanı ve uzayı içeren “öznel” zihin üzerine bir konuşma yapmıştı. Troward akademik bilimin henüz yeni ilgilenmeye başladığı bir terra incognita’yı (bilinmeyen alanı) araştırıyordu. Elmer ve Alyce Green gibi öncüler meditasyon konusunda eğitilen deneklerin, teta dalgası olarak adlandırılan, beyinlerinin saniyede dört-sekiz dalga yaydığı bir düzeye ulaşabildiklerini keşfettiler. Denekler bu “teta durumları”nda, keskin, çoğu zaman da sembolik, görsel, bazen son derece akıl karıştırıcı bir hal alan görüntülerin bombardımanına tutulmaktaydılar.

Bentov, eğer belirli bir sorun üzerine odaklanılır ve bu görüntüler bilinçli bir şekilde denetlenirse bu durumda bu tür görüntülerin,eldeki sorunun çözümüne yönelik olarak geldiklerini farketmişti. Olağan zihinsel süreçlerin, mantıksal dubasına bağlı olan iplerini çözüp sezgi rüzgarıyla yelkenlerini doldurdukları, bu sayede sonsuzluk okyanusundaki saf bilgiyle ödüllendirildikleri, kendi deyişiyle “A-ha!” anlarını pek de seyrek yaşamıyordu.

Erken dönemlerde gnosis, ya da sezgisel olarak elde edilen bilgi olarak adlandırılan duyuüstü algılama eylemi, “mantık çağı”nda yerini scientia’ya bıraktı. Bu bilgilenme yöntemlerinden birinin yerini geçici olarak diğerine bırakması durumu, Baron Verulam Viscount Saint Albans, ya da daha tanıdık ismiyle Sir Francis Bacon, şu beyanda bulunduğu gün tamamlandı: “Gerçeklik, kendini bizim gözlerimize yalnızca, bize sadece gerçeklikler tarafından sunulan duyular dünyası aracılığıyla baktığımızda sunar.”

Yine de, bir asır önce, keşifleri sayesinde elektriği bilimsel bir merak olmaktan çıkarıp teknolojik bir devrime dönüştüren Yugoslav deha Nikolai Tesla, bu keşfini Budapeşte parkında dolaşıp Goethe’nin Faust’undan şu dizeleri tekrarlarken yapmıştı:

Yorgunluktan bitkin düşmüş bir günün ardından,

Ah, bir kanat alıp beni yerden havalandırsa,

Düşsem günün izine, peşinde göklerde süzülerek.

Tesla, bir motoru döndüren menyetik pervanenin görüntüsü gözlerinin önünde belirdiğinde bu sözcükler ağzından güçlükle dökülmüştü. Bunu izleyen günlerde, bu görüntü en ince ayrıntısına kadar zihninde belirdi ve ABD’ye göçmen olarak gelip, burada bu görüntüleri dalgalı akım jeneratörü getirecek şekilde gerçekleştirinceye kadar altı yıl boyunca zihninde kaldı.

Rüyalar, örüntüler, içten gelen sesler? Enerji yüklenmiş hava? Elde edileceğine “inanç duyulan” ve sonunda elde edilen şeyler? Peki ama bunlar nereden geliyorlar? Bu konuda Bentov’un yanıtı şu: Hepsi de, insan ruhu kendini bu bilgileri almaya hazır duruma getirdiğinde, arzu duyulan bilgiye ulaşabildiği, her tür bilgiyi içeren Evrensel Zihin’den geliyor.

Bentov, kendi hazırlığının bir parçası olarak ilk başlarda, “ıslak yöntem” adını verdiği bir yöntem kullanıyordu. İçi dayanabileceği kadar sıcak su ile dolu bir küvete girip “dışarıyla bağlarını kopartarak”, bazen saatlerce burada kalıyor ve aklına gelen düşünceleri not kağıtlarına karalayıp bunları nemli banyo duvarına yapıştırıyordu. Gevşemiş, neredeyse hipnotik sayılabilecek bu durumda, daha sonradan, o an kendini meşgul etmekte olan bir sorunun çözümünü oluşturacak anlayışlar yakalıyordu.

Daha sonradan, bu yöntemi daha kuru bir yöntemle, yani meditasyon veya gevşemiş yoğunlaşma ile yer değiştirebileceğini farketti. Kendi sözcükleriyle bu durumu şöyle anlatmaktaydı: “Son derece uzaklardaki bir gerçekliğe kendimin orada olduğunu hayal ederek ulaşabilirim; hayal ederim ve işte oradayımdır…”