Aslında hemen herkesin duyduğu bir kitap, “Tanrı’nın Doğumgünü”. Okuyanı çok, ama kitabın hedeflediği kitle düşünüldüğünde daha yolun çok başında. Ben, kitap çıktıktan 2 sene sonra okudum, geç mi kaldım? Tam zamanında olduğunu düşünüyorum, ama şunu da belirteyim ki hiç okumadan rastgele açıp çeşitli sayfaları okumamın da etkisi büyük bunda. Çünkü başından başlamadığınızda, TDG anlaşılmıyor ve onun frekansını yakalayamıyorsunuz. Ayrıca böyle bir kitabın “güzel, mükemmel, çok kötü, harika, olağanüstü” gibi değerlendirme tanımlarıyla ifade edilebileceğine de inanmıyorum. Okuyanlara sorduğumda da bazılarının “çok güzel bir kitap” tanımlamasını yapıp, yollarına devam ettiğini görünce şaşırıyorum. Yahu Tanrı karşınıza çıkıyor ve size çat çat çat yaradılışın tüm sırlarını açıklıyor, üstüne üstlük aklınızdaki soruların nerdeyse tamamını yanıtlıyor ve sizin ne kadar değerli bir varlık olduğunuzu anlatıyor. Biz de kendimizi zihnimizin en büyük illuzyonlarından olan “tanımlama”ya kaptırıp, “çok güzel bir kitap” deyip rafa kaldırıyoruz onu. Peki hayatınızda neler değişti bu kitabı okumakla? Bunun değerlendirmesini kendileri yapar artık.
TDG de o kadar parlak ve saf bir ışık var ki karşımızda, insanın alışması biraz zaman alıyor. Beni çarpan zaten sadece bilgiler de değildi kitapta. Kelimelerden akan ve insanın ruhunu titreştiren enerji, Tanrı’nın yanıbaşımızda olduğunu bilmenin hissi -ki yıllardır spiritüel konular içinde olmakla birlikte, içsel olarak kendimi yalnız hissediyordum- beni kendimden geçirdi. Evet, “Evren”le iletişimdeydik, ama Tanrı uzakta bir yerlerdeydi, “erişilmez”di. Onun parçaları olduğumuz bilgisini biliyordum, ama bir türlü bu yalnızlık hissinden kurtulamıyordum. Tüm bu yıllar boyunca ben kendimi yalnız hissederken, O, benim yanıbaşımdaymış ve bunu gözden kaçırmışım. Bilgisini bilmiyor muydum, biliyordum; “O, içimizde; yanımızda vs.” zaman zaman yoğun hissettiğimde olmuştu, ama sonrasında hep o bilindik yalnızlığa dönüyordum. Ama TDG ile birlikte “kaynama nokta”mı yaşadım. (Bugüne kadar ki tüm bilgiler ruhumun suyunu 99 dereceye kadar getirmişlerdi, ama 100 dereceyi geçirtmek TDG’ye nasip oldu.) Bundan sonra hiçbirşeyin aynı olmayacağını biliyorum.
Benim kafama takılan noktalarda destek aldığım bir sistem vardır yıllardır: Osho Zen Tarot. Bu kartlarla aramda öyle bir bağ oluşmuştur ki evrenle irtibat kurmak istediğimde, eğer ruh halim de içsel sesimi duymaya müsait değilse, kartlarıma başvururum. Bugüne kadar beni yanılttıklarını hiç görmedim. TDG ile ilgili de Zen Tarot’un fikrini almak istedim açıkçası. Çünkü ben kitaba yoğun şüpheyle yaklaştım ve sürekli sorgulamaya devam ettim. Kartlarımdan bana TDG’yi anlatmalarını istedim ve her zaman ki gibi beş kart çektim. Bir tane de önüme atladı ve hadi sen de gel diyerek aldım onu da. Ortadaki kart, ana karttır yaptığım açılımda. Herşeyin temelinde olanı, durumu anlatır. Benim sorum “TDG nedir?” idi karta ve kartı çevirdiğimde on dakika sadece o karta baktım durdum. Diğerlerini çeviremedim bile, o kadar şok içindeydim. Destede 74 kart vardı ve “devrim”i niteleyen sadece tek bir kart “Dönüşüm-Transformation” önümdeydi. Bu kart, toptan bir yenilenmeyi sembolize ediyordu. Ama bu bir değişim süreci değildi, ölüp de yeniden dirilmeyi, yani bir nevi kıyameti ifade ediyordu. Bu kartla karşılaştığınızda, hayatınızda çok büyük değişimler olacağını bilirsiniz, ama öyle böyle değildir bu değişimler ve Zen Tarot, TDG’yi “devrim” olarak nitelendiriyordu, tıpkı kitabın kendisinde ifade edildiği gibi. Şok hafifleyince, soldaki kartı açtım ki bu içsel dünyayla ilgili bir sorunun kartıdır: “TDG, iç dünyamıza dair neyi işaret ediyor?” Bu kart “Yük-Burden”dı. Sırtına binmiş ve ona sürekli şunu yap, bunu yap diyen bir “soylu”yu taşımak zorunda kalan ama artık tükenmiş bir adam vardır bu kartta. Dünya koşullarının ve yanlış yorumlanmış ve çarpıtılmış öğretilerin, insanların üzerinde nasıl bir ağırlık yarattığının ve birilerinin de onların üzerine binip, kendi keyiflerini sürdüklerini ifade ediyordu bu kart. Sonraki kart ise “Peki bu yükleri üzerimizden atmamız, bizlere neyi kazandıracak?” sorusunun yanıtını içeriyordu. Bir çevirdim ki “Masumiyet-Innocence” çıktı. İnsanlık olarak üzerimize o kadar “binildi” ve “bindirildi” ki, masumiyetimizi unuttuk. Dünyaya gülücükler atan o bebek, “büyümek” adı verilen süreç adına, kendisinden kopartıldı ve o güzel masumiyetini unuttu. TDG’nin de altını çizdiği devrimin amaçlarından birinin de, insanlığa masumiyetini yeniden yaşatmak olduğunu bildiğim için bu kart açılımında D’ona’nın parmağını hissetmediysem ne olayım! dedim kendi kendime. (D’ona mı kim? Bkz. TDG lütfen!) Dördüncü kart ise açılımın bize ne yapmamız gerektiği konusunda önerisiydi, yani bunlar olup biterken biz ne yapmalıyız sorusunun yanıtıydı. “Sessizlik-silence” çıktı. Yani “gürültü patırtının içinde bile sükunetle dolaş” diye başlayan tapınak yazıtına göndermeydi bu. Her zaman dinginliğini, sessizliğini koru diyordu kartlar. Son kart ise tüm bu sürecin bize neyi kazandıracağını anlatacaktı. Çıkan kartın resmini görmenizi isterdim. Kart “Consciousness-Bilinç”ti. Tanrısal bilinci temsil eden karttı bu. Yaşamımıza, tanrısal bir bilinçle bakmaya başlayacağımızı, tanrısallaşacağımızı anlatıyordu bu kart.
Kısaca bu açılım TDG’nin tüm anlatmaya çalıştığın bana birebir özetliyordu. Küçük dilimi yutacaktım demiyorum, zaten TDG’yi okurken gitmişti o vücut parçası. Bir de altıncı kart var demiştim, soru şöyle geldi; Dünya hayatımıza nasıl yansıyacak bu süreç? “Abundance-Bolluk” kartı geldi. Dünyanın keyfini çıkartan, bolluk bereket içindeki bir adam resmi vardır kartın üstüne. Mesaj açıktı gayet. Altı kart bana bakar, ben de hayranlıkla onları izlerken içimde bir vesvese belirdi. Dedim ki, “D’ona sensen eğer bir kart daha çekerim ve Kaynak-The Sourceçıkar.” İçimden “Önünde bunca görünen varken beni böyle mi sınayacaksın?” diye bir ses duydum ve kartı çektim. “Budala-The Fool” kartı çıktı. “Pardon, bir daha olmayacak!” dedim ve hemen kartı yerine koydum.
Velhasıl kelam, insanlık tarihinin en büyük devrimini yaşamaya hazır olun ve TDG’yi, hakkında ne düşünecek olursanız olun, mutlaka okuyun!