Aç gözlerini!

O her yerde seninle; içsel dünyanda, rüyanda, hayalinde ve de sosyal yaşamında…

Aklının içindeki soruları kim soruyor sanıyorsun?

O… her yerde ve hiçlikte… yalnız değilsin!

Hasan ‘Sonsuz’ Çeliktaş’ın sonsuzluk yolcuğu devam ediyor; senin gibi, benim gibi… Kahramanlarımız, rollerimiz, düşüncelerimiz farklı da olsa evrende var olduğun sürece devam eden bir yolculuk bu. Üstelik yolcu olduğumuz bu evrende, yolun ustası olmak belki de her birimizin hedefi.

Önceki kitabındaki sonsuzluk yolculuğunda bize rehber olan Hasan yani namıdiğer ‘Sonsuz’, şimdi de “Sonsuzluğun Ustası” kitabı ile benliğinin daha derin daha karmaşık olan yollarında farkındalığına farkındalık katarken buluyor kendini ve en nihayetinde O’na kavuşuyor.

O, içinde bir yerde seni bekliyor.

O, gizemli olduğu kadar öylesine de berrak ve saf ki aslında…

Peki kim o? Nerden geldi, nereye gidiyor? Sorması cevabını bulmaktan çok daha kolay olan, geçmişten bu güne hep en sorulan, en merak edilen soruyu kendisine yönlendirerek başlamak istedim röportajımıza:

Kimdir Hasan Sonsuz? Yani kimim ben diye sorduğunda kendine nasıl bir cevap veriyorsun?

Bundan 3 sene önce yapıyor olsaydık bu muhabbeti şuyum buyum derdim. Orada okudum, burada şunu yaptım, şimdi şöyle yapıyorum yazardım. Ama bunların hiçbirisi benim kim olduğumu ifade etmezdi. Zaten sorun şu ki o zamanlar yapıp ettiklerimi, kim olduğum zannediyordum. Ama şimdi biliyorum ki onlar sadece kim olduğumu ifade yolları ve hizmetimmiş. Şu anda ise sadece şunu diyebilirim ki adına Hasan denmiş, sonra ona da Sonsuz eklenmiş, Allah’ın bir kulu… Zaten bundan daha öte, daha tatmin edici bir yanıt yok şu anda Hasan Sonsuz için…

 Bu dünyaya hizmet eden Hasan Sonsuz’u sorsam?

Dünyaya, insanlığa hizmet eden Hasan Sonsuz, yazıyor, konuşuyor, paylaşıyor, seviyor, seviliyor. O anda ruhtan akan her ne ise O’na vesile oluyor.

CV dersen… ki anladığım kadarıyla soru buradan geliyor. Artık bu soru bana çok da önemli gelmiyor. Elimden geleni yaptım bunca yıldır ve dilerim bu dünyada vefamı tamamlayana kadar da devam edeceğim…

“Kimim ben?”” sorusunu aştığını düşünüyorsun? Öyle mi?

Buna aşmak demek doğru değil. Derinleşmek belki… Derinlere indikçe de öyle bir sonsuzluk, öyle bir yücelikle karşılaşıyorsun ki ben şunu yaptım, bunu dediğime yüklediğin anlamlar eriyor. O yüceliğin minik bir parçası olmak bile çok tatmin ediyor seni. Daha önce peşinde koştukların, bunun yanında hiçbir şey…

Peki, daha önce peşinde koştuğun şeyler devam etmiyor mu hayatında? Ya da yeni anlamlar yüklemiyor musun hayatına?

Artık peşinde koşmuyorum. Peşinde koşmadığın şey bu sefer sana kendisi gelmeye başlıyor. Bu sefer odağın peşinde koşup elde etmek değil, gelenin hakkını vermek üzerine oluyor. Daha önce geleni harcardım, şimdi şükür içinde değerlendirme hali başladı. Onu sizde olanla daha da büyütüp değerinin hakikatini veriyorsunuz manasına geliyor bu. Daha önce sizi endişe, yetersizlik ve yoksunluk motive ederken, şimdi başka bir doluluk, tatmin ve varlık hali canlandırıyor. Hep aradığımız da bu zaten.

Derine indikçe ve şükretmeyi öğrendikçe aradığın cevapları buluyorsun öyle mi? Kendinden, hayatından tatmin bir insan oluyorsun.

Aradığın yanıtlar sana geliyor ve sonra yeni sorular ve yeni yanıtlar… Ta ki artık soru sormaya ihtiyaç duymayana kadar… Zaten kitap da böyle başlıyor ya. Yanıt arıyorum, ama o kadar uzun zamandır arıyorum ki sorunun ne olduğunu unutuyorum bile. Sonrası ise zaten artık soruların ve cevapların olmadığı bir nokta…

Evet, yanıt aradığın sonsuzluğa olan yolculuklarınla ilgili iki kitabın var artık. Dikkatimi çekti, lakabın da “Sonsuz”. Geçmişten bu güne baktığında sonsuz kavramının hayatının bu kadar içinde olmasını nasıl değerlendiriyorsun? Bu evrenin sana verdiği bir mesaj mı acaba?

Sonsuz ismi bir şekilde içime doğdu. Bunun karşılığı vardır elbette. Benim için en güzel anlamı şu anda kızımın adı olması. Kitapların adları da “Sonsuz” ile devam ediyor. İlk kitap “Ben Senin Sonsuzluk Rehberinim” idi. Onu yeni baskıda “Sonsuzluğun Rehberi” olarak değiştirmeyi düşünüyorum. Şimdiki kitap “Sonsuzluğun Ustası”. Bir sonraki ne olacak yazınca göreceğim. Henüz bilmiyorum. Bu bir dörtleme olacağa benziyor. Gerçi birbirini birebir takip etmiyor kitaplar. Yani “Sonsuzluğun Ustası”nı okumak için illa ilk kitabı okumuş olma şartınız yok. İlkini isterseniz okursunuz.

Birbirinin devamı şeklinde olmasa da ikisinde de içsel benle yapılan bir takım sohbetler, arayışlar var. Rehber, usta derken bu seri biter diye düşünmüştüm. Dediğine göre bir takım düşünceler var. Sonsuzluğun dörtlemesi şeklinde mi? İpucu vermek istemeyebilirsin tabi.

Aslında sadece “sonsuzluk” olabilir, ilhamı var. Ama ne olacağa dair bir plan yok. Aslında bu benim hayatımın özeti de zaten. Benim hiçbir zaman bir kariyer planım olmadı. Vakti geldiğinde kariyer beni planladı. Kitaplar da öyle. Ben ilk kitaba da bir roman yazayım diye başlamadım. Kendim içsel “Tanrı ile Sohbet” imi yazıyordum. Sonra baktım olay sadece sohbetten bir film havasına dönüştü. Her bölümde farklı bir yere yolculuk etmeye başladım ve her bir yazdığım bölüm de beni dönüştüren bir yolculuk oldu. İlk kitapta bunu ilk kez tecrübe etmiştim. Tabii bu seferki kitapta neyi nasıl yapacağımı iyi biliyordum. İçine giriyordum halin ve orada yaşadığım her ne ise onu yazıyordum. Yazarken baktım üçüncü bir kitap gerekiyor. Evet, bunun konusu aşk olacak gibi görünüyor. Ama aşk demek sadece iki kişinin aşkı değil, daha derin bir konu. Dördüncü hakkında bir fikrim yok henüz. Yazarken ortaya çıkar nasılsa. Aslında yüz kitaplık bir seri bile olabilir bu. Sonuçta sonsuzluktan bahsediyoruz.

Yazanın bir nevi adı Sonsuz da olunca neden olmasın diyeyim.

Görmek Gözlerle Değil, Beyin ile Gerçekleşir Dünyada…

Yeni çıkan kitabına dönecek olursak, benliğinde çeşitli yerlere yolculuk yapan ve farklı bedenlerle ya da senin kitabındaki tabirinle formlar aracılığıyla sürekli kendisiyle karşılaşan bir Hasan var. Bu formların hikayesi nedir?

Aslında bir gün anlayacağız ki hayatımızda karşımıza çıkan her bir kişi, benliğimizin bir başka formu. Bu, “karşınızdaki kişi sizin aynanızdır, sizi size yansıtır”ın bir seviye üstü bir hal. Gördüğün her şey, herkes senden ibaret. Bu alemde sadece sen varsın ve senin formların. Tabii bu kabul etmesi kolay bir bilgi değil. Onca yargılarımız var. O kadar etiketlendirdiğimiz insan var. Şimdi o şerefsiz de ben miyim? diye gelir akla. Evet, sensin kabulü kolay değildir nefsine hizmet boyutunda yaşayan bir insan için. O ve diğerleri vardır. Böyle algılarız bu dünyayı ve sizinle ilişkisine göre, kişilere değerler yükleriz. Bu bilgi, tüm bunları yıkar geçer. Her şey senden ibaret. Haydi bakalım gel çık işin içinden… Kitaptaki tüm formlar da benim yansımalarım. Tabii ben dediğim, Hasan Sonsuz değil elbette. Daha büyük bir BEN var. İnsanlığın ortak BEN’i. Bu yolculukları yaparken o BEN’in içine evriliyorum. Kendimi Hasan Sonsuz olarak konumlandırıyorum, yani ben. Ama bir BEN var ki onu ancak BİZ olarak tanımlayabilirim. İşte o BEN’deki formlar onlar. Aslında kitaptaki yolculuk, insanlığın bilinçaltında bir yolculuk bu bağlamda.

Birimizin bilinçaltı aslında hepimizin bilinçaltına bağlanıyor o zaman. Tek bir suçlu ya da haklı aramamalı mı? Kızdığımız birine “insan ol önce!” derken bile mi?

Sen birisine “insan ol önce!” diye kızdığında karşındakinin “Vah vah! kız haklı, benim insan olmam lazım önce” dediğini gördün mü ki? Sana böyle söylendiğinde verdiğin tepki “Evet ya! İnsan olmalıyım” mı oluyor? Bu bir işe yaramaz. Madem insan olmayı çok iyi biliyorsun. Öyle bir insan ol ki diğer insanlara ilham ol, onlar sana bakarak kendilerini hizalasınlar. Yoksa sürekli herkesi eleştirerek, kızarak, öfkelenerek insanları yalnızca kendinden uzaklaştırırsın. Zaten ayrıca bu yetişkin bir bilinç tepkisi değildir, bir ergen böyle tepki verir. Yetişkin bilinç olan bitenin farkında olup yön verendir, örnek olandır, bildiğini yaşayandır, kimseyi kendi doğrusuna uydurmaya çalışmayıp, herkesin kendi içindeki hakikati bulmasına katkıda bulunandır.

Sorunun ilk kısmına gelirsek, şu anda seninle internet üzerinden yazışıyoruz. Bilgisayarlarımız öncelikle yerel servera bağlı. Sonra ülkesel, sonra da global. Hepsinin bütününe internet deniyor. Bilinçaltımız da buna benziyor. Her birimizin kendi PC’si varmış da bütünden kopukmuşuz zannediyoruz da o bağlantıyı takip ettiğimizde hepimiz ilahi bir servera bağlıyız.

Evet, ancak tek bir fark var. Bilgisayarın ruhu yok. Bu noktada bizi yani bedenimizi yöneten esas güç beyin mi yoksa ruh mu diye sorsam?

Ruh bedeni beyin aracılığı ile yönetiyor. Ayrıca bilgisayarın ruhu yok diye düşünme. Ruhun olmadığı bir yer yok. Varoluşta her şey ama her şey ruhtan ibaret. Bu sadece ruhani bir bilgi değil. Kuantum parçacık seviyesine inildiğinde göz önüne serildiğini bu alana hakim kişiler söylüyorlar. Kuantum fiziği konusunda ahkam kesemem. Ama varoluşumu, o ruhu hissediyorum.

Kitabında yazdığın birçok cümlede de Platon’dan izler buluyorum. Şu an yaptığın açıklama gibi, gerçek varlığın ruh olması ya da idea olması durumu. Senin görüşünde onunla aynı mı yoksa sadece benzer mi diyebiliriz?

Sonuçta kaynak aynı, ona gidiş yolu farklı. Şimdi Platon’un felsefesini iyi bildiğimi iddia edemem. Sadece içsel yolculuğumu yapıyor ve yazıyorum. O yoldan daha önceden Platon da geçmiştir, burada adını say say bitmez nice insanlık üstadı da… Onların açtığı patikalardan ilerliyoruz. Burada benimkisi kendime has bir sentez yaratmak. Nice üstattan aldığımı harmanlayıp, kendi usulümce ortaya koymak. Bu bağlamda yolumuz Platon’la kesişmişse, selam olsun üstada der, hürmetimizi sunarız ona.

Gerek Matrix tarzı filmlerde olsun gerekse birçok kişisel gelişim kitabında da halen günümüze ışık tutan çok eski zamanlarda yaşamış filozof ya da bilim adamlarının etkilerini görüyoruz. İnsanlık hep aynı soruların peşinden gidiyor anlaşılan. Peki, aranılan hakikat gerçekten öğrenilebilir mi? Doğru yolda olduğumuzu anlayabilir miyiz?

Doğru yol, yanlış yol diye bir şey yok. Kaynağımıza giden sayısız yol var. İstersen önceden yürümüşlerin yolundan yürürsün. İstersen sentez yaparsın. İstersen kendin yeni yollar keşfetmeye çalışırsın. Bu sonuncusu biraz daha zorludur. Amerika’yı baştan keşfetmeye benzer. En güzeli bugüne kadar keşfedilmişlerin üzerinden hareket edip, hakikatinle kucaklaşıp, sonra kendi özgünlüğünü sergilemek. Evet, bu bağlamda aranılan hakikat yanıtını bulabiliyorsun. Zaten bir rehber, bir üstat bu bağlamda çok değerli. Seni kendi hakikatinle kavuşman konusunda en kestirme yoldan götürendir üstat. Ama sonra hakikatini bulduktan sonra da senin hakikatini marifet olarak dünyaya sunman ve insanlığın bütününe hizmetin konusunda teşvik edendir de… Hakiki bir rehber bunu yapandır.

Kitabında geçmişe yaptığın yolculukların da var. Peki önümüzdeki yeni yolculuklarımız varken geçmişe dönmek niye?

Geçmişin yüklerini sırtında taşırken nereye ilerlediğini zannediyorsun ki. Esasında geçmiş ve gelecek diye bir şey de yok. Bu bölen zihnin eseri. Yaşadıklarım deyip geçmişi oluşturuyor, yaşayacaklarım diyerek de geleceği. Sonra da geçmiş ile gelecek arasında gidip geliyoruz. Bu arada şimdiyi yani var olan tek hakikati kaçırıyoruz. Yaşamayı unutuyoruz. Yaşamanın hakkını vermiyoruz. Bununla birlikte o yaptığım yolculuklar geçmişe değil aslında, şimdinin başka bir boyutuna. Şu anımda ayağıma dolanan ne varsa oralardaki arızayı onarmak adına. Bu onarım sadece senin için değil, esasında tüm insanlık için de faydalı bir dönüşüm oluyor. Elimizde bir tablet var ve sürekli çöküyor. Yazılımda bir hata var çünkü. Geçmişe dönmek olarak algıladığımız, aslında o yazılımın kodlarına girip, arızayı bulup onarıp, onarım yamasını insanlığın sistemine yüklemek. Böylece yaptığımızın herkese faydası oluyor. Zihin burada der ki aman canım ne uğraşıyorsun? Herkes bunu mu yapıyor? Boş ver herkesi. Sen ne yapıyorsun ona bak. Sen bu dünyaya ne için gelmişsin ona bak. Sağa sola bakmaktan, yürüdüğümüz yola bakmıyoruz.

Kitapta eskimiş bir zırhımız olduğuna da değiniyorsun. Peki, bunlardan kurtulabilmek için yardım alınmalı mı sence? Sen yardım aldın mı?

Yardım dediğin bir rehberin seni elinden tutup yol göstermesi. Sen kendi hakikatini bulduğunda zaten o zırhlar kendiliğinden yok oluyor. Terapistler, teknikler ile çalışmak bir tarladaki taşları sökmek ve araziyi güzelce sürülebilir hale getirmek için yapılan çalışmalar. Benim hayatımda yıllarca nice teknikten destek aldım, çalışmalar yaptım. O tarlanın toprağı artık ekilebilir hale geldi. Sonra da yolu iyi bilen, işinin ehli bir rehber gelip benim elimden tuttu ve beni kendi hakikatim ile buluşturdu. Sonrasında da sen artık hazırsın, şimdi çık dünyaya hakikatinin bilinciyle hizmete dön, sen benim her daim dostumsun dedi. İşte aldığım en harika yardım budur esasında. Selam olsun sevgili rehberim, dostum Meryem Suna’ya…

Biz de selam olsun diyelim. Bu vesile ile sen de bize kitabınla bir nevi rehberlik ediyorsun sonuçta.

Bu bir yolculuk. Her kelimesi sonuna kadar yaşanmış, hiçbir kurgusallığı olmayan bir yolculuk. Böyle olunca da enerjisi sonuna kadar hissediliyor ve okuyan da sürecin içine giriyor. Esasında benden dile gelen hepimizin ortak olanı, ortak alanı… Bu sebeple kitabı okurken aslında herkes kendi yolculuğuna çıkacak bir yandan da…

Bunca çalışmaya, farkındalığa rağmen Genç Hasan’ı özlediğin oluyor mu diye sorsam? Malum bugün bir yaş daha yaşlandın. Buna değinmeden edemedim üzgünüm. Görüntü itibariyle halen gençsin de ruhunu bir de sana soralım?

Lisede bir arkadaşım vardı, bir gün bana şöyle dedi: “Bir bıraktığımız Hasan’ı, bir daha yerinde bulamıyoruz. Sürekli hareket halindesin ve değişiyorsun.” O bundan şikayetçiydi biraz, ama bir yandan da esasında bana söylediği harika bir şeydi. “Dünle beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım ” demiş Mevlana. Yaşamın yegâne akışı bu sürekli değişim ve dönüşüm. Sen burada stabilite, garanti arıyorsan yanarsın. Yok öyle bir şey. Bir gün bakarsın garanti olsun diye kurduğun her şey yıkılmış. Ama sen o akışa uyum sağladığında her günün ayrı bir muhteşem deneyime dönüşüyor. Bunun şahidiyim. Bu bağlamda genç Hasan’ı falan özlediğim yok. Her anın ayrı bir güzelliği var ve yaşadıklarıma dönüp baktığımda, geriye dönüp şunu değiştirirdim dediğim bir olay da yok çok şükür. İyi ki bunları yaşadım. Zaman zaman elbette hatalar da yaptım ama ilahi GPS yanlış sapaklara sapsan da seni eninde sonunda rotaya sokuyor.

Peki, çok seviyorsak halen kumda oynamanın nesi kötü diye sorsam? O ruhla yeniye açılamaz mıyız?

Sen tatile çıktığında halen kumla oynuyor musun? Sürekli kumdan kaleler yapıp arada suyun boyu geçmediği, annenin seni izlediği bir yerde suya girip, sonra geri gelip oynamaya devam mı ediyorsun? Yoksa mesela iyice açılıp yüzmenin tadını mı alıyorsun veya denize dalıp derinlikleri mi izliyorsun veya tekneyle iyice açılıp orada kendini sulara mı bırakıyorsun, belki de sörf yapıyorsun, ya da sahilde paraşütü. Yetişkinliğine daha uygun şeyler. Ama her gün elinde kova kürekle sahile gidiyorsan görmek isterdim bunu. Instagram’da paylaş arada, söz sana beğeni yapacağım.

Sevsen bile hiçbir şey eskisi gibi kalmaz diyorsun. Peki.

Her şeyin bir vakti var diyorum. Kumda oynamanın vakti varken o çok güzeldi, ama büyüyünce farklı keşiflerin vaktidir. 40 yaşında adamın halen gidip kumda oynaması gariptir. Bundan kastım çocuklara eşlik etmek değil elbette.

Gidip kovalarla kumda oynamayabilirim. Ama kumla oynamak-kale yapmak vs. sürekliliği olmasa da yapılabilir bence. Çocukluğumuzdaki gibi olmaz belki ama neden olmasın ki? Değiştiğimize katılıyorum, her şey eskisi gibi kalmıyor ancak halen salıncak gördüğümde dayanamayıp sallanıyorum mesela.

Bunları yaparsın elbette, ben de yaparım. Ama zihnin güvenlik alanından çıkmak istemiyor Simla. Konforumuz yerinde, bak her şey ne güzel akıyor gidiyor, huzurumuzu ne bozuyor ki içinde. Neyi kastettiğimi gayet iyi anlıyorsun da halen bir tarafın derinlere dalmamak için direnişte.

Bunu düşüneceğim. Peki bu kadar derinlere inmek, farkındalık sahibi olmak gerçekten de olması gereken bir durum mu özümüzü bulmak için? Varsa eğer derinleşen yaralarımız olmaz mı?

Hakikatin yolculuğuna çıkacaksan bu yol çok net söyleyeyim zorludur. Öyle sanıldığı gibi lay lay lay değildir. Öncelikle yanmayı göze alacaksın. Ateşin içine atlayacaksın. Ancak yanarsan anlarsın ateşin hakikatini. Yoksa sadece izler de anlatır duranlardan olursun. Evet, yanarsın, ama yananın ne olduğunu anladığında da haline şükredersin. Kitapta zaten bununla ilgili bölüm var. O bölümü yazmak benim hayatımı çok dönüştürdü.

İnsanın içindeki ışığı görmesi için ki uyanış diyelim buna, ille de bir çöküş yaşaması mı gerekir?  Ayrıca insanoğlu göründüğü kadar söylediği kadar yeniye çok da açık değil sanki… hep bir bağımlılık var.

Çöküş değil de yıkım sistemin prensiplerinden birisi. Eğer tamamlanmışsa bir süreç vedalaşmamın vakti gelmiştir. Fakat sıkıntı sürekli eskide takılı kalmak. Vedalaşmayı bilmemek ve bu yüzden tamamlanmamak. Bizim ülkedeki yegâne sorun bu. Finalini yapmayı bilmiyoruz. Bu yüzden dosyalar açık kalıyor. Bu nesillerden nesillere aktarılıp duruyor. Sonra nesilden birisi çıkıp bu dosyaları kapatıyor, işte bunlara da ailenin şifacıları diyoruz. İnsanoğlunun yeniye çok açık üyeleri de var. Ama bunların sayıları çok azdır. Onlar öncülerdir. Zaten hayatlarını tarih kitaplarında okursun veya adına türbeler dikilmiştir de gider ziyaret edersin. Ama sen de bunlardan birisi olabilirsin. Adına türbe dikerler mi bilemiyorum ama en azından sisteme etki edebilen, ona büyük katkıda bulunabilen bir insan olabilirsin. Yeter ki kendini değişime ve yeniye aç. Öyle sahip olduğunu zannettiklerine tutunmaya çalışarak ilerleyemiyorsun.

Gerçi hoş yeni nesiller bunun bilincinde. Birkaç nesil sonra ev al da hayatın kurtulsun diyenlerden pek kalmayacak gibi görünüyor.

Daha mı farkındalık sahibi olduklarını düşünüyorsun ya da cesur?

Düşünmüyorum görüyorum. Benim gördüğüm nesiller çok farklı, yenilenmiş modeller. Bizim emeklerimizin onlarda yeşerdiğine şahidim.

Kitabında içsel yolculukların esnasında arada bir ana kucağına sığınman dikkatimi çekti. Bu bir güven arayışı mıdır?

O güveni her daim ararız biz de o kucağı aradığımız yer konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Biz görünen dünyada sığınacak limanlar arıyoruz. Garanti peşindeyiz sürekli. Ama sistem öyle kurulmamış. İlk kitapta da bahsediyordum, limana uzun süre bağlarsan tekneyi dibi çürür. Ama arada ikmal yapmak, nefes almak için karaya çıkarsın elbette. Böyle bir kucak aradığımız. Fakat sorun şu ki biz bunu kişilerde arıyoruz. Özellikle de fiziki dünyadaki annelerimizde. Onlar ellerinden geleni yapıyorlar veya yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Fakat bizim arzuladığımız aslında ilahi annenin kucağı. O annenin kucağı bizi rahatlatır, yeniler, günceller ve sonra doyumu yaşayınca da yolculuğa geri döneriz. Arzuladığımız her daim bu.

Günümüzde çoğunlukla diyeyim erkek, kadın için bir güven ifade etmediği gibi kadın için kadın da güven ifade edemiyor. Biz kadınların içsel yolculuğumuzu yazmaya kalksan işin içinden çıkabilir miydin acaba? Gerçi senin “Birileri Kadınlarımızı Fena Kandırıyor” diye de bir kitabın vardı. Peki eskiden de her şeyi ilahi güce bağlar mıydın?

Her şeyi ilahi bir güce bağlamazdım, her şey zaten ilahi bir güçten gelir. Bunun farkında olursun veya olmazsın. O hepimizin birliğidir, bizdir. Yoksa yukarıda bir kral oturuyor da bizi yönetiyor manasına gelmiyor bu ilahi güç. Her birimizin bağlı olduğu birliktir. Mesela sen Simla olarak görünüyorsun. Ama al incele mikroskopta, senin trilyonlarca hücren var. Kimisi karaciğer, kimisi dalak, kimisi kan vs. Her biri senin her özelliğini taşır, ama kendi başına hiçbiri Simla değil, hepsi bir araya gelerek Simla bütününü oluşturur ve bu bütünlük tüm hücrelerin ötesindedir. Ama bir hücre eksikse veya uyumsuzsa sıkıntı çıkar sistemde. Kanser mesela tek bir hücrenin kafayı yemesiyle başlar. Tek bir hücre kafayı yiyerek tüm sistemi yıkabiliyorsa, başka bir hücre kafayı erdirerek, tüm sistemi dönüştürebilir de. İnsanlık tarihi böyle hücrelerle dolu. Bir erkek formundayım ve bunun avantajları da var, dezavantajları da elbette. Fakat kendimi yekpare erkek olarak algılamıyorum ben. Ruh erkek ya da kadın değildir, eril ve dişilin bütünüdür. Ama dünyada iki form vardır seçebileceğin, birisini seçer gelirsin. Ben erkek formundayım. Ama kadın formunda olup da bu yolculuğu muhteşem anlatabilecek insanlar tanıdım ben. Benim de üstadım bir kadın formunda ve kendi yolculuğunu öyle aktardı ki bana kendi kendimin içinden çıkabildim.

Kitabı okurken kendinle çokça da eğlendiğin fark ediliyor. Hatta bildiğin dalga geçiyorsun. Gerçekte de böyle misin ve böyle mi olunmalı sence?

Hiçbir “-meli”, “-malı” yoktur. Herkesin yolu, hikayesi kendine özgüdür. Ben kendimle çok eğleniyorum. Çok saftirik, sazanlanmaya müsait yanlarım var. Kitabı yazarken de bu durumlarla karşılaştım. Sonsuz BEN ve diğer karakterler çok eğlendiler bu halimle. İşin aslı ben de çok eğlendim. Hatta arada bu kadar dalga geçilmesine bozulduğum bile oldu. Şimdi tabii şizofrenik bir durum gibi görünüyor. Yazan sensin, ama karakterlerinin seninle eğlenmesine bozuluyorsun. Ne demek istediğimi yazanlar bilir. O enerjinin içine girdiğimde her bir karakter canlı. Karşımda benden öte bir Sonsuz BEN var ve benden bağımsız akıyor her şey. Hatta birçok noktada bir sonraki adımda ne olacağına dair bir fikrim bile yoktu. Sadece yazarken o sahneyi yaşıyordum ve birden hikaye dönüşüyordu. Yani kısaca kitapta benimle çok eğlendi karakterlerim.

Kitabı adı neden “Sonsuzluğun Ustası”? Usta mısın artık?

Kitap, ruhun ustası olmayı öğrenen bir yolcunun hikayesi. Bunun için derinlere nasıl daldığının, ateşlerde nasıl yandığının hikayesi… Finalde de armağanlarını alıyor. Fakat bu tamamlanış, olmuşluk anlamına gelmez. Sadece okuldan mezuniyetinizi, yetki belgesini almışsınızdır. Bununla ne yapacağınızın hikayesi daha yeni başlıyordur. İşte bir sonraki kitap bu bağlamda ilerleyecek. Bakalım ne olacak? “Ruhun ustasıyım” dedikten sonra karşına neler çıkacak ve sen onu nasıl bir ustalıkla dönüştürebileceksin… Bunları yazmayı heyecanla bekliyorum.

“Sonsuzluğun Rehberi” ve “Sonsuzluğun Ustası” derken, biz de serinin devamını sabırsızlıkla bekliyor olacağız.

Ben de bekliyor olacağım. Çünkü bu, başlıbaşına bir dönüşüm yolculuğu, sadece benim değil, hepimiz için…

 *****

Sonsuz BENliğinizle bütünleşmenin zamanı gelmedi mi daha? Okuyun, siz karar verin… Şu ana kadar okuduklarınız yetmez, dahası var, daha çok sayfalık soru çıkarırdım ben. Ama artık sıra sizde! Okudukça yol alacağın, yol aldıkça sorgulayacağın ve cevaplar bulmak için aklının sınırlarını zorlayacağın bir yolculuk bu kitap.

Bu röportaj vesilesiyle ben de bir kez daha teşekkürlerimi sunarım Hasan’a namıdiğer “Sonsuz”a; benim içsel yolculuğumu seneler önce okuyup, beni derKi.com’da yazar yaparak yazılar yazmama, sorular üretmeme ve bir nevi kendimi bu yolda aşmama destek olduğu için, en önemlisi de hep güvendiği için…

Gelişiminize sebep olan insanlara şükredin der, sonsuzluk yolunda size keyifli yolculuklar dilerim.

Simla Taş